Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

TARIK ALİ - İflah olmaz bir muhalif


[ Forum ]


Makale yazari: SEMA ULUDAĞ'ın özel röportajı Tarih, gün ve saat : 10. Nisan 2001 05:42:26:

Tüm insanlığın sorunlarını kendi sorunlarıymışçasına benimseyip, dünya tarihinin gördüğü en geniş kapsamlı hareketlerinden birinin; 68 Kuşağı'nın en göze çarpan simalarından biriydi Tarık Ali. Tıpkı Che Guevera gibi inandığı değerler uğruna, belirli bir ülkeye belirli bir mekâna bağlı kalmaksızın gönüllü göçmenlik yaşadı. Zamanın Çekoslovakya'sından Vietnam'a, Londra'dan Paris'e dünya devrimini örgütlemek için geçen öğrencilik yıllarının ardından milyonlarca insanın umudunu bağladığı Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun çözülüşünü gördü. Tarık Ali, bu yılın Temmuz ayında Everest Yayınları'ndan çıkan 'Ayna Korkusu' adlı romanıyla Türkiye'de de büyük bir tartışma yaratmayı başardı. Romanında 1900'lü yılların başından itibaren dünya devrim tarihini anlatan yazar, bir dönemi yalnız sevaplarıyla değil günahlarıyla da gözler önüne seriyor. Ayna Korkusu'nun baş kahramanı Vlardy'nin açtığı yolda yürüyen okur, yüz yıllık süreçte verilen mücadeleye, hayal kırıklıklarına, sevdalara, hüzne ve umutsuzluğun içinde yeşeren umuda tanıklık ediyor. Ancak kitabın herkesi memnun ettiğini söylemek mümkün değil. Çünkü yazar aynaya bakmaktan korkanları oldukça acımasız bir dille eleştiriyor.


Başka ülkeleri bilmiyorum ama Türkiye'de sizin için iflah olmaz bir muhalif diyorlar. Siz bu tanımlamaya katılıyor musunuz?

Benim iflah olmayan bir muhalif olarak tanımlanmam, özellikle 90'lı yıllarda komünizmin çöküşünden sonraki süreçte yaşadıklarımla ilgili olsa gerek. Komünizmin çöküşüyle birlikte düşünceler, hayaller ve idealler de yok oldu gibi göründü. Bu ruhsal çöküntüye son verebilmek için üç yol mevcuttu. Birincisi düzene entegre olup sistemle barışmak. İkincisi tamamen pasif bir tutum içerisine girmek ve kendinizi akademik çalışmalara hapsetmek. Böylece ideallerinize sağdık kalmış olur ve sessiz sedasız yaşarsınız. Üçüncüsü ise sesini yükselterek, aksiliklerin ya da suçun karşısında durmak... Ben bunlardan üçüncüsünü tercih ettim. 60'lar ve 70'ler devrim umudunun ve idealinin çok aktif olduğu dönemlerdi. Oysa 80'lere gelindiğinde bu duygu değişti. İnsanların içinde besledikleri inanç birdenbire yön değiştirdi ki bu da karşı devrimin bir zaferi olarak kabul edildi. Böylesi bir dönemde aşırı solda yer almanın ve oradan bir şeyler söylemenin pek akıllıca olmadığını düşünüyorum. Böylece gerçekleştirmek istediğim mücadeleyi kültür alanına taşıdım.

Kitabınız 1900'lü yılların başından itibaren dünya devrim tarihinin bir panoraması niteliğinde. 'Ayna Korkusu'nda umutla umutsuzluğu, gelecek kaygısıyla yükselen değerleri, çaresizlikle arayışları iç içe geçirerek, günümüz muhaliflerinin ruh hallerine ışık tutuyorsunuz. Peki romanın kahramanı Vlady, Tarık Ali'yi ne kadar yansıtıyor?

Öncelikle Vlady'i kendi modelim olarak yaratmadım. Kitabı komünizmin, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği'nin çözülüşünün hemen ardından, 1992 yılında yazdım. Çok güncel bir konuya temas ediyordu. Bu nedenle Vlady tüm Avrupa komünistlerinin karakteristik özelliklerini yansıtan biri olarak görülebilir. Vlady'nin kendi içinde yaşadığı en büyük şey çaresizlik duygusudur. Bir insanın ayaklarının altındaki zeminin kayması ya da köklerinin çekilip alınmasıyla oluşan kendini hiçbir yere ait hissetmeme ve nereye gittiğini bilmeme çaresizliğinin ta kendisidir. Ama Vlady düzene teslim olmayıp açığa çıkan toplumsal politik koşulları değerlendirerek çevresindeki insanların genel ruh halleri karşısında direnmeye çalışıyor. Üstelik bunu başarıyor.

19. yüzyıl sona ererken bazı yazarlar, teorik bilgileri roman sanatını kullanarak, onun içinde eriterek okura sundular. Böylece okur, teorik kitap ciddiyeti takınmadığı halde teorik kitaplardan elde edemeyeceği, yaşamın içinden bilgilere de sahip oldu. Bitmeyen Kavga, Gazap Üzümleri buna örnek teşkil eden edebi eserler arasında. Yeni bir yüzyılın ilk yılını geride bırakıyoruz ve geçen yüzyıla ilişkin tespitler yapan bir roman yazarıyla, yani Tarık Ali'yle karşılaşıyoruz. Siz böyle bir misyon üstlendiğinizi düşünüyor musunuz?

Bahsettiğiniz durumu teorize eden ama roman olmayan bir sürü yazı yazdım zaten. Bana kalırsa roman teorilerle değil içinde bahsi geçen insanların duygu durumlarıyla alakalıdır. İçinde sadece duyguların olduğu romanların yazılmasını benimsemiyorum. Benim yazdığım insan hakkında konuşan ama aynı zamanda tarihsel ayakları olan bir roman olmalı diye düşünüyorum. 'Ayna Korkusu'nu yazmaktaki esas amacım bir bellek yaratmak ve geçmişi unutturmamaktı. Yeni jenerasyon 1900'lü yılların başında insanların kendi idealleri için savaşıp ölmeye hazır olduklarını bilmiyor.

O dönemin ya da o dönemin bir bölümünde mücadele eden sizlerin anlaşılmadığını mı düşünüyorsunuz?

Olabilir. Kendi idealleri için savaşan insanlar sadece o zaman değil bugün de anlaşılamıyor. İngiltere'de altı yıl boyunca bu kitabı yayınlatacak yer bulamadım. Çünkü yayıncılar bu konuyu ilgi çekici görmüyorlardı. Kitabı yayınlamamak konusunda ciddi bir direnişle karşılaştım. Fakat dünyanın başka yerlerindeki okurlar kitabın ne demek istediğini pekala anlıyor.

Dünyanın diğer yerleri derken daha çok doğuyu kastediyorsunuz herhalde. Çünkü biz ve bizim gibi ülkelerde yaşayan insanlar, batıdakilere nazaran o süreci çok sıcak yaşadı ve izlerini hâlâ taşıyor...

Kesinlikle haklısınız. Bu romanın karşılaştığı en büyük problem anglo-sakson dünyasında açığa çıkmış olmasıydı. Türkiye'de gördüğü ilgiden çok memnunum. Bu kitabın Türkiye'de tartışılmış olması ne kadar iyi bir iş yaptığımın ve emeklerimin boşa gitmediğinin bir ifadesi aynı zamanda. Kitabın Osman gibi çok akıllı bir editörün elinde (Everest Yayıncılık'ın editörlerinden Osman Akınhay) oluşmasını, büyük bir şans olarak kabul ediyorum.

Ayna Korkusu'nun günümüz romanlarından çok farklı bir anlatım ve konu içerdiği görülüyor. Neden kalıpların dışına çıkmayı tercih ettiniz?

Açıkça belirtmek isterim ki, ben bu kitabı postmodern kültürsüzlüğe ve beyinsizliğe yapılmış çok büyük bir saldırı olarak kabul ediyorum. Bence post-modern edebiyat bitmek zorunda çünkü bana öyle geliyor ki yeni jenerasyon postmodernlerin ortaya koyduğu eserleri okumak istemiyor. Günümüzde postmodernizmin daha çok akademisyenlerin kendi aralarında tartıştığı bir kavram olduğunu görüyoruz. Profesörler ya da akademisyenler belli bir noktaya gelebilmek için hiç kimsenin anlamadığı bir dille konuşup bunun üzerinden para kazanıyorlar...

Postmodernizm belli bir siyasi görüşün kültür yansıması olarak şekillendi. Siyasal ve sosyal yapılanmada herhangi bir değişim olmadan, yakın bir gelecekte post-modern edebiyatın ortadan kalkacağını söylemek doğru mu?

Kültürün her zaman kendi otonomisi olmuştur. Ekonomiyle kültürün arasında birebir ilişki olması gerekmiyor. Postmodernizmin neoliberalizmin bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz ancak ben bu anlayışın bir adım ötesine geçmemiz gerektiğine inanıyorum. Siz de çok iyi bilirsiniz ki postmodernizmin roman alanındaki en başarılı örnekleri neoliberalizmin kalbi olan yerlerde değil onun periferisinde olan yerlerde verilmiştir.

Tüm bu gelişmelerin ışığında Avrupa'daki romanın nasıl bir seyir izleyeceğini düşünüyorsunuz?

Bu günlerde büyük çelişkiler yaşıyormuşuz gibi geliyor bana. Biliyorsunuz postmodernizm tek bir anlatıcıyı kabul etmiyor. Fakat ekonomi ve siyaset alanında şu anda dünya da tek bir anlatıcı var. O da Amerika. Buna karşı direnebilmek için kendi anlatılarımızı yaratmamamız gerekiyor. Postmorenizme ve kapitalizme karşı direniş anlamında bir süredir bazı şeylerin değiştiğini düşünüyorum. Ancak bu sistemin temeline yöneltilmiş ciddi bir tehlike olarak açığa çıkmıyor.

Küreselleşmeye karşı çeşitli yerlerde yaşanan başkaldırılardan mı söz ediyorsunuz?

Evet, bu durum bir yönüyle feodalizm döneminde yaşanan köylü ayaklanmalarına benziyor. Köylü ayaklanmaları her zaman başarıyla sonuçlanmadılar ama en azından bir şeylerin değiştiğinin habercisi oldular. Bugün Avrupa'ya baktığınızda Merkez Sağ ile Merkez Sol Koalisyon'larını görürsünüz ki ikisi de neoliberalizmin işleyişini kolaylaştırmak adına çalışma yürütür. Bu nedenle ortada çok büyük bir alan boş kalıyor. Bu politik bir alan tabii ki. Önemli olan bu alanın kimin tarafından doldurulacağıdır. Eğer solcu entelektüeller uyumaya devam ederlerse bu boşluk islamcılar tarafından doldurulacaktır. Bence bir an evvel uyanmaları ve birşeyler yapmaya başlamaları gerekiyor.

Sanırım yeni durumu algılamak ve atıllıktan kurtulmak için belli bir heyecan duyulması gerekmiyor mu?

Öyle tabii ama heyecanın gökten düşmesini bekleyemeyiz. Birilerinin inisiyatifi ele alması lazım. Tıpkı Amerika Birleşik Devletleri'nde solcuların ve yeşillerin inisiyatifi ele alıp Nader'i öne sürmesi gibi. Eğer böyle olmazsa insanlar çok daha fazla apolitik ve atıl hale gelecek.

Sizin çok yoğun yaşadığınız yıllarda var olmayan ancak günümüzün vazgeçilmez iletişim araçlarından biri olan internet konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sosyal alanda yalnızlaştıran mı yoksa paylaşımı çoğaltan bir araç mı internet?

Bir romanı yazmak ya da okumak da yalnız yapılan bir eylemdir. Internet de bir anlamda insanı yalnızlaştırır ama internetin birçok pozitif yanı da bulunuyor. Örneğin devletin bilgi tekelini internet aracılığıyla kırabilirsiniz. Dünyanın her tarafında fikirleri açık insanlarla çok çabuk biçimde iletişime geçebilirsiniz. Internet kanalıyla düşünceler hiçbir yasaklamaya maruz kalmadan sınırları aşabilir. Kitaplar, kitapevlerinin raflarında kalabilir, sansüre uğrayabilir, ya da toplatılabilir ama internet üzerinde bunu gerçekleştirmek pek mümkün değildir. Fakat Batı Avrupa'da yeni bir sistem geliştiriyorlar. Internet'in içine girip e-maillerimizi bile kontrol edecek bir çabanın içindeler. Internet'in en büyük anarşistleri de yeni açığa çıkmış olan hackerlardır. Bir bankanın sistemine girip borçların silinmesi ya da büyük şirketlerin sistemine girip çökertilmesi aslında internet üzerinden yaşanan ciddi bir ayaklanmadır. Internet teknolojiye dayalı bir şey olduğu için bu teknolojiyi devlet aleyhine kullanabilen birileri kesin olacaktır. Bazı Çinli entelektüeller biliyorum. Bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşıyorlar ve sabaha kadar internet karşısında oturup birbirleriyle sohbet ediyorlar. Bize bir sürü imkan sağlıyor.

Hem doğulu hem batılı olmak edebiyat alanında nasıl avantajlar sağlıyor?

İnsanlar bana ne zaman 'sen doğulu musun yoksa batılı mı' diye sorsalar, ben köksüz bir ağacım diyorum. Dünyanın her yanında gayet mutlu yaşayabilirim. Yoldaşlar ya da birbirinin dilinden anlayan entelektüeller topluluğu bulduğunuz zaman dünyanın neresinde yaşadığınız hiç önemli değil. Şu anda Londra'da yaşıyorum ama orayı her an terk edebilirim.

Kitabın yarattığı tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada yaptığım söyleşiler İngiltere'dekilerine hiç benzemiyor. Kitaplarımın Türkiye'de yarattığı tartışmalar beni gerçekten çok mutlu etti. Özellikle son kitabım Taş Kadın'ın yaratacağı etkiyi çok merak ediyorum, çünkü bu kitap Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla ilgili. Bazı insanlar çok acımazsızca saldıracaklar. Ama tartışmalar yaratacağını bilmek güzel.

İnsanlar neden aynaya bakmaktan korkar?

Bunun iki nedeni vardır. Birincisi aynaya bakar yüzünün ne kadar değişmiş olduğunu görür ama bu değişimi kabul etmek istemez. Bu durumda sıkıntı verici bir duygu yaşamaya başlar. İkinci neden ise komünistlerin özellikle de Stalinistlerin yaşadığı korkudur. Tarihte yapılmış bu kötülüklerin hepsini biz mi yaptık diye düşünüyorlar.Öyle bir gelenek yarattılar ki solda yer alan herhangi bir insan eğer sizinle aynı fikirde değilse onu öldürme hakkını kendilerinde gördüler. Ne mutlu ki bu gelenek tüm dünyada öldü.
Tarih keşkeler üzerine kurulmaz ama, Stanlin'in yerine Troçki iktidara gelmiş olsaydı bugünkü dünya düzeninde çok büyük farklılıklar olur muydu?
Bu soruya yanıt vermek zor ama Stalin yerine Troçki gelmiş olsaydı, Bolşevik Partisi'nin fiziksel varlığını yok etmezdi. Çünkü Lenin döneminde Bolşevik Partisi'nde yer alan insanların yüzde 90'ı Stalin tarafından katledilmiştir. Söyleyebileceğim ikinci şey de eğer Troçki iktidara gelmiş olsaydı büyük ihtimalle Almanya'da faşizm zafer kazanamazdı.

Bu çok ciddi bir iddia...

Çünkü Troçki, sosyal demokratlarla komünistler arasında bir birleşik cephe kurulmasını savunuyordu. O dönemde Almanya'da sosyal demokratlarla komünistler kavga halinde oldukları için Hitler iktidara gelebildi.Çünkü Moskova'da sosyal demokratların faşistlerden bile daha kötü olduğuna yönelik bir inanış hakimdi. Sovyetler Birliği'nde yaşanan en büyük olumsuzluk, Lenin'i neredeyse dinsel kült haline getirmeleri oldu. Her yere heykellerini diktiler, naaşını mumyaladılar ve posterlerini astılar. Troçki'nin en büyük zayıflığı ise bu kültü kabul etmek oldu. Lenin'in parti örgütlenmesi konusunda en azından birkaç tane eleştiri yazısı yazmalıydı. Çünkü Stalinizmin yükselişine olanak sağlayan koşulları değerlendirmeden bilmeden açıklamak mümkün değil. Troçki de bunu yapabilecek bir insandı.

Peki, Troçki böyle bir eleştiri yapmaktansa neden köşesine çekilmeyi tercih etti?

Bunu yapamadı, çünkü Stalinistler her zaman onun gerçek bir Bolşevik olmadığını iddia ediyorlardı. Gerçek bir Bolşevik olduğunu kanıtlamak için kült haline getirilmiş Lenin doktrinini eleştirmemek zorunda olduğunu hissetti kendisini.









Cevaplar:


[ Forum ]