Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Homeros Destanlarına Göre İon Toplum Yapısı


[ Forum ]


Makale yazari: gokyuzu Tarih, gün ve saat : 10. Nisan 2001 02:16:08:



Homeros Destanlarına Göre İon Toplum Yapısı


İlias ve Odysseia, yüzyıllar boyunca Yunanlıların eğitimlerinde ve kültür yaşamlarında, hatta politik yaşamlarında bir başvuru kaynağı olarak kullanılmış ve bu iki destana neredeyse kutsal kitaplar gözüyle bakılmıştır. Platon, İon adlı diyaloğunda, İon’un Homeros’ta uzman olmakla her konuda uzman olunacağına inanmasıyla alay eder; fakat gerçekten de Homeros kuşaklar boyunca Yunan zihnini ve düşüncesini besleyen ana kaynak olmuştur.
Destanlardaki toplum yapısı en çok savaşın tüm sertliğine rağmen sakin olan ev yaşamından anlaşılır. Savaşın en güzel yanı, Odysseus’un on yıl amansızca çaba harcadığı eve ya da daha geniş kapsamıyla yurda dönebilmektir. Aslında, Yunancada oikos kelimesinin her iki anlamı da içermesinden anlaşılacağı gibi, içiçe geçmiş olan ev ve yurt kavramları birbirinden pek de ayrı değerlendirilemezler.

Ev ve aile yaşamı denince akla özellikle kadın gelir. Erkek nasıl polis’in temsilcisiyse ve onun sürekliliğini sağlamakla yükümlüyse, kadın da oikos’u temsil eder ve onu korumaya çalışır. Nausikaa gibi yeni yetme kızlar evliliğe hazırlanırlarken, Penelopeia’nın talipleri gibi genç delikanlılar kenti yönetmeye ve korumaya hazırlanmaktadırlar. Odysseus Troya savaşına giderken yetişkin erkeklerin birçoğunu yanına aldığından, Penelopeia’nın talipleri büyük olasılıkla aradan geçen yirmi yılda yetişmiş olan erkeklerdir. Onların, yaşları kendilerine denk biri yerine kraliçeyle evlenmekteki ısrarları, kraliçeyle evlenecek kişinin kralın mallarına konup tahta geçeceğini çok iyi bilmelerindendir; çünkü ancak kraliçeyle evlenerek olasıdır tahta çıkmak. Odysseus, yolu Phaiak kentine düştüğünde, Nausikaa’nın öğüdü doğrultusunda, gidip krala değil, kraliçeye yalvarır; ama Nausikaa’nın dediklerinin tersine son kararı kral verir. Bu tür çelişkiler, anaerkil bir toplumun izlerinin ataerkil bir toplumda yansımasıdır. Priamos’un damatlarının saraya iç güveyi olarak girmeleri de yine anaerkil toplum düzeninden kalma bir başka izdir; ama Troya’da siyasal erk kesinlikle yaşlı erkeklerin elindedir.

Evliliğe atfedilen değer evin önemiyle doğru orantılıdır. Homeros’taki kahramanların bir asıl karıları (alokhos), bir de cariyeleri (pallakis) vardır. Asıl karılar genellikle bakire (parthenos) olarak varmışlardır kocalarına. Destanlarda parthenioi (bakireden doğma) adı verilen evlilik dışı çocuklara da rastlamak mümkündür. Bu durumda parthenioi’un mutlaka bir tanrıdan olduğu açıklaması getirilir. Tanrıların buradaki varlığı, özellikle olağan görülmeyen olayların nedenini açıklamak için eski bir girişim olarak yorumlanabilir.

Evliliğin temel amacı ekonomiktir; bu, cinsel yaşamdan çok daha büyük bir rol oynar. Bu çağda bir kadınla evlenmenin çeşitli yolları vardır. Erkeklerin servetlerinin büyük kısmını hayvan sürüleri, özellikle de sığırlar oluşturduğundan, en resmi yol kızın ailesine belli sayıda hayvandan oluşan bir başlık (hedna) verilmesidir. Eğer erkek soylu bir adamın kızına talipse, ilkin talipler arasında düzenlenen bir yarışta başarılı olması beklenir. Ancak koca, karısının zina yapması halinde, derhal kızın ailesine başvurarak vermiş olduğu başlığı geri isteyecektir. Erkeğin başlık ödemeden evlenebilmesi içinse, kızın ailesi için üstün bir kahramanlık göstermiş olması gerekir. Bunlardan başka, Paris’in yaptığı gibi kız kaçırma yoluyla da evlenilebilir. Cariyeler ise çoğu zaman yağma edilen kentlerden zorla ele geçirilen kızlardır.

Başlık olarak adlandırdığımız düğün armağanları sadece damat tarafından gelinin babasına verilmez, gelinin babası da damada armağanlar verir. Kadının asıl eş olarak saygı görmesinde getirdiği çeyizin (hedna) çok büyük bir önemi vardır. Kadının çeyizinin de herhangi bir nedenle baba evine gönderildiğinde geri ödenmesi zorunludur.

Homeros’ta yasal eş ile cariye arasındaki ayrım klasik çağdakinden çok daha azdır ve bu ayrımın en belirleyici yanı az önce de söylendiği gibi kadının getirdiği çeyizdir. Kapatmaların kimi zaman yasal eşlerden üstün, kimi zaman da onlara eş tutulduğu gözlenmektedir. Priamos’un karılarından Laothoe, kraliçe Hekabe kadar etkin olmasa da, hem getirdiği çeyizin bolluğundan hem de bir kral kızı olmasından ötürü, kocasından en az Hekabe kadar saygı görür. Laertes de, bakire olarak satın aldığı ve yine soylu bir aileden gelen Eurykleia’yı sarayında asıl karısı gibi sayar. Hatta Agamemnon, Argos’a götürmeyi istediği Khryseis’i asıl karısı Klytaimestre’den üstün tuttuğunu söyler. Phoiniks, babasının kapatmasına olan sevgisi yüzünden asıl karısı olan anasını artık insandan saymadığından yakınır. Kuşkusuz, evde sahip olduğu yeri sağlamlaştırma ya da yerini yeni gelen bir kadına kaptırma korkusu bu kadınlar arasında rekabet ve kıskançlıklar doğmasına, kavgalar yaşanmasına neden olmuştur. Çünkü karıya ve ondan doğma çocuğa verilen önem, ailenin erkeğinin onlara verdiği önemle birlikte gitmekteydi. Yasal eş öncelikle yasal kalıtçıların anasıdır. Kastor, bir kapatmadan olan oğlunu asıl karısından doğan çocukları gibi saymış, fakat piç oğul mirastan eşit pay alamamıştır.

Hedna’lı ya da hedna’sız, tüm soylu evlilikler sazlı sözlü bir düğün töreniyle gerçekleştirilir. Evlilik dinsel bir gereklilik olmaktan çok toplumsaldır. Dini bir evlilik töreni yoktur, yalnız tanrılara sunular sunulur ve gelinle damadı koruyup gözetsinler diye şarkılar söylenir. Menelaos’un kızı Hermione’nin düğününde tüm eş dost davetlidir ve gelen konuk kim olursa olsun iyi karşılanır. Bol yemek ve şarap dolu sofralarda yenilip içilir. Yalnız bir günle sınırlı kalmayan düğün şöleninden sonra Hermione bir gelin alayıyla damadın evine götürülür.

Polis’in yönetiminde başta bir kral ve yaşlılar meclisi görülür. Son söz daima kralındır. Ayrıca kral polis’in doğal başrahibidir. Fakat Troya’da yaşlı erkekler kenti yönetirlerken, dinsel işleri kadınlar üstlenmişlerdir ve bu kadınların dinsel açıdan çok saygın ve etkili bir rolleri vardır. Kadınlar, tanrılara yakarmakta ve dinsel korolarda şarkı söyleyip dans etmektedirler. Destanlarda kapalı bir ev ekonomisi hakimdir. Erkekler daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar. Bundan dolayı arazi ve hayvan sürüleri erkeklerin en önemli mülkleridir. Taşınabilir mülkleriyse, değerli madenlerden, aygıtlardan, silahlardan ve kölelerden oluşur. Evin yöneticisi ve hazinenin sorumlusu kadındır. Bunun en büyük göstergesi, hazine odası da denebilecek kilerin anahtarının evin hanımında bulunmasıdır; çünkü yiyecek ve meta giriş çıkışı kadınların denetimindedir. Homeros’un dünyasında hiçbir iş aşağılayıcı değildir. Bir kölenin yaptığı çoğu işi soylu bir hanım veya bey de yapabilir. Aletler, giyecekler, barınacak yerler gibi her gün kullanılan şeylerin hemen hepsini herkes kendisi yapıyordu; sadece madenî eşyalar ve silahlar gibi kendilerinin yapamadıkları şeyleri satın alıyorlardı. Destanlarda, Fenikeliler dışında tüccar görülmez. Ticareti, özellikle deniz aşırı ticareti ellerinde bulunduran Fenikeliler aynı zamanda insan kaçırıp sattıklarından tüccarların çok kötü bir ünleri vardır. İşbölümünde sınıflar arası farktan çok cinsler arası fark vardır. Bütün bunların yanı sıra biliciler, ozanlar, el sanatlarıyla uğraşanlar, mimarlar, hekimler ve haberciler de toplumdaki işbölümünde yer almışlardır.

Tarım ve hayvancılığın yanında, kadınların tekelinde olan dokumacılık büyük bir öneme sahiptir. Bütün ev halkının giyimini, hizmetçilerinin de yardımıyla, evin hanımı sağlamaktadır. Bu kadın, bildiği ince el işlerini kızlarına ve köle kadınlara öğretmekle yükümlüdür. Erkek talip olduğu kızın güzelliğinin ardından hemen onun el işlerindeki becerisine bakar. Kadının kadınlık değeri bu beceriyle artmaktadır. Hatta tutsak kadınlara da el işlerindeki becerileriyle orantılı olarak fiyat biçilir. Dokumacılık yünü eğirmekten başlayarak tamamen kadınların tekelindedir. Evin her türlü temizliğinden, düzeninden de onlar sorumludurlar. Bu tür işler hanımın ya da kahya kadının denetiminde yürütülür. İlias’ta Hektor’dan atlarını karısı Andromakhe’nin beslediğini, onlara kendisinden daha çok emek verdiğini öğreniriz. Odysseia’da erkekleri yıkayıp giydirme işini de kadınların üstlenmiş oldukları görülür. Tanrılar katında bu iş tanrıça Hebe’nindir. Erkeği kadınların yıkaması geleneğinin İonia’da olmadığı, bunun sadece Mykenai uygarlığının Homeros’taki etkileri olduğuna dair güçlü savlar vardır. Yemek pişirme işinde de erkekle kadın arasında çok kesin bir ayrım gözlenmektedir. Bir hayvanı avlamaktan kesip, şişleyip, pişirmeye kadar tüm et yemekleri erkekler tarafından hazırlanmaktadır. Kadın ise, öğütmekten pişirmeye kadar unlu yiyeceklerin hazırlanmasından sorumludur. Bu işbölümü yemeklerin sofraya getirilmesi sırasında çok açık bir biçimde görülmektedir. Hermione’nin düğün töreninde kahya kadının ekmeği ve hazır yiyecekleri, erkek hizmetkarın ise et dolu tabakları sofraya getirip dağıtması bu işleri başlangıcından itibaren onların yaptıklarını simgelemektedir.

Kadın özellikle Troya’da ve Phaiakların ülkesinde daha özgür bir havayı soluyabilmekte, kent surları içinde özgürce dolaşabilmektedir. Destanlarda, bağımsız kadın tipini en çok Phaiak kadını temsil eder. Nausikaa, sabahın ilk ışıklarıyla çıktığı evine akşam gün batınca dönebilmektedir. Arete, erkeklerle birlikte katıldığı şölenlerde söz sahibidir ve onlarla aynı masada şarap içebilmektedir. Destanlardaki kadınların en kapalı yaşayanı ise Penelopeia’dır. Zaman zaman taliplerle konuştuğunu gördüğümüz Penelopeia, bir kez de yanında oğlu olduğu halde bir yabancıyla oturup dertleşirken görülür; ama çok geçmeden, Telemakhos anasını konuşmanın erkeklere vergi olduğunu söyleyerek susturup dokuma tezgahının başına gönderir. Ataerkil düzenin kadını sindirip boyun eğen konumuna sokma çabası en çok Penelopeia’nın kimliğinde ortaya çıkar. Sadık kadın tiplemesiyle karşımıza çıkarılan Penelopeia’nın en çok bu yönü övgüye değer bulunmuştur. Kadının bu değerini onun iyi bir ana olmadaki başarısı ve ev işlerindeki becerisi artırmaktadır. Kadın günlük yaşamını sürerken çocuğunu hiç yanından ayırmaz, onu besleyip büyütür. Andromakhe surlara giderken dahî henüz memede olan oğlunu yanından ayırmaz. Bu arada bir çocuğun yetiştirilmesine, evin ikinci hanımı konumunda olan kahya kadının da en az öz anası kadar emeği geçtiğini belirtmek gerek.

Kadının özel ev yaşamıyla sınırlı değeri, erkeğin kamusal ve politik alandaki değeriyle zıtlık içindedir. İlias’ın altıncı kitabında Hektor surların dışındaki çarpışmaya dönmeden önce Andromakhe ile karşılaşır. Andromakhe Hektor’a dikkatli olması için yalvarır ve ölümünün kendisiyle oğlunun başına neler getireceğini, nasıl bir köleliğe sürükleyeceğini hatırlatır. Bu bölümde, Andromakhe ile Astyanaks açıkça Hektor’un ve diğer Troyalıların ne için dövüştüklerini temsil ederler. Andromakhe bir kahraman değildir; o sadece bir kahramana yakışan bir eştir ve sözleri Hektor için tehlikede olan şeyin önemini vurgular.

Homeros’ta konukseverliğe çok önem verilir. Phaiak sarayında Odysseus’un aile yaşamının merkezi olan ocağın külleri arasına oturması onun kraliçenin konukseverliğine sığınmasını simgeler. Kraliçe de buna karşılık çok değerli konuk armağanlarını bir sandığa koyup, yalvarıcıya saygının bir göstergesi olarak Odysseus’a verir. Daha sonra da, Odysseus onuruna konukseverliğin gereği bir şölen düzenlenir. Ülkesine sığınan kişiyi korumak kralın kutsal ödevidir. Konukluk bağları, savaş sırasında çarpışan iki düşmanı birden dost yapabilmekte, savaşçının düşman karşısındaki görevinden üstün tutulmaktadır. George Thomson’a göre, Penolopeia’nın taliplerinin zorbaca saraya yerleşmeleri de aslında kral ocağının konukseverliğine güvenmelerindendir.

Homeros’ta tanrılar insan biçimlidirler ve bu tanrıların tıpkı insanlar gibi zayıf ve kusurlu yanları vardır. Onlar da insanlar gibi evlenir ve çocuk sahibi olurlar. Dahası, aynı insanlar gibi her zaman ve her koşulda iyilik yapmak zorunda değildirler; gücendirilirlerse, acımasızca vururlar. Tanrıları kızdırmamak için onlara çeşitli sunular sunulur. Bunların başında kurbanlık sığırlarla değerli süs eşyaları ve örtüler gelir. İnsanların yaptıkları kötü işler genellikle bir tanrıya ya da kaderlerine bağlanır. Homeros’un kaderci bir yaklaşımı vardır ve bu kader kısmen tanrıların iradesine bağlı, kısmen de tanrıların bile boyun eğmek zorunda kaldıkları bir düzene yol açar. Priamos gelini Helene’yi başına gelenlerden ötürü suçlamaz, olayların nedenini onun kötü ruhlu olmasına değil, kaçınılmaz kaderine bağlar; yani bütün suç tanrılardadır. İnsanın en acı veren ve asla değiştiremeyeceği yazgısı ölümlü olmasıdır. Bu, insan kaderinin değiştirilemez sonudur. Yunanlılar öldükten sonra yeraltında Hades adı verilen bir yere gideceklerine inanırlardı. Hades, tanrıların da insanların da nefretle andıkları bir yeraltı ülkesidir. Homeros’a göre insan, beden, ruh ve düşünceden oluşmuştur. Bütün vücudu kaplayan ruh, bedenin ölümünden sonra yeraltında bir gölge hayatı sürecektir ve bu eşit duruma tüm ölümlüler katlanmak zorundadırlar. Bugünün inanışlarında olduğu gibi, kimse öldükten sonra yeryüzünde yaptıklarından ötürü cezalandırılmaz ya da ödüllendirilmez. Homeros’un insanları, ölümün karşısında yaşama sıkı sıkıya bağlanmışlar ve yaşamın başlı başına bir iyi olduğunu düşünmüşlerdir. Böylece, umutsuz bir kadercilik yansıtan bu dünya görüşü coşkun bir yaşama sevinciyle dengelenmiştir. Homeros kahramanları için erdem, utanç duygusu ve onur en başta gelen niteliklerdendir ve tüm yaşama sevinçlerine rağmen ölümü onursuz bir yaşam sürmeye her zaman tecih ederler.





Cevaplar:


[ Forum ]