Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Kriz Koşullarında Kitle Mücadelesi& Devrimci bir Liderliğin Gerekliliği Üzerine


[ Forum ]


Makale yazari: A.Refik Tarih, gün ve saat : 08. Nisan 2001 19:09:13:

Kriz Koşullarında Kitle Mücadelesi ve Devrimci bir Liderliğin Gerekliliği Üzerine
A.Refik

Türkiye'nin tarihinin en kritik dönemlerinden birinden geçtiği ortaklaşa olarak çeşitli siyasi eğilimlerden politik analizcilerin paylaştıkları bir görüştür. Günümüzde, ekonomik ve siyasi kriz birlikte derinleşerek yapısal problemlerin giderek daha da ağırlaşacagı bir dönemin habercisi olma durumundadır. Yüzbinlerce emekçi ve küçük esnaf hükümet ve İMF karşıtı ''artık yeter'' sloganları ile birlikte meydanlarda sorunlarına çözüm bulumasını talep ediyorlar; F tipi hapishanelere karşı direniş sürüyor; Kürdistanlı kitleler ise her an talepleri için meydanları doldurmaya ve devlet ile açık bir karşılaşma içine girmeye hazır.

Kısaca söylemek gerekirse yeni bir tarihsel dönemin eşiğinde bulunuyoruz: Şimdiye kadar hiç sokaklara çıkmamış ve genel olarak devletin baskıcı politikalarını desteklemiş kesimlerin sokakları doldurması önemli bir gelişmenin başlangıcı olabilir. Bu gelişme Kürdistan'da geleneksel burjuva partilerin etkilerini yitirmeleri gibi bir gelişme ile birlikte ele alındığında kitlelerin mevcut burjuva partilerden koparak yeni arayışlar içine girdiği yeni bir dönemi haber vermektedir.

ABD'den ithal edilen ''kurtarıcı'' Derviş aracılığı ile empoze edilen IMF reformları, fakir ile zengin kesimler ve Türk metropellori ile Kürdistan şehirleri arasındaki uçurumun giderek daha da açılacağı ve sosyal bir uzlaşmanın zemininin tümüyle ortadan kalkacagı anlamına gelmektedir.

Kürdistan şehirlerinde işsizlik olgusunun vardığı boyutlar oldukça vahim. Yalnızca Amed'de halkın yüzde yetmişi işsiz; küçük sanayi can çekişiyor; tarım ise çökmüş durumda. Son ekonomik kriz, Kürdistan'da ki açlık ve sefaletin yoğunlaşması ve açlık ve yetersiz beslenme sonucu meydana gelen hastalık ve ölümlerin artması anlamına geliyor. Sömürgeci Türkiye devleti'nin bilinçli politikaları sonucu onbinlerce Kürdistanlı ikincil bir göçe zorlanarak yurtlarını bırakmak zorunda kalıyorlar. Ancak, metropol şehirlerde ki Kürdistanlılar da hiç bir güvençeleri olmadan açlık ve polis baskısı ile birlikte yaşamaktadırlar. Yurtlarını terketmeye zorlanan Kürdistanlılar için, bugün varılan noktada gidilecek bir yerde kalmamış durumdadır.

Türk şehirlerini kapsayan kriz yıllardır Kürdistan şehirlerinde günden günden güne büyüyor ve emekçi halkın giderek daha da fakirleşmesi ve mülksüzleşmesi sonucunu veriyordu. Onbeş yılı aşkın bir süredir süren savaş halkın yaşam koşulların giderek ağırlaşmasını da birlikte getirdi. Türk hükümeti klasik sömürgeci yöntemleri kullanarak halkın içinde bir 'normale dönme' psikolojisinin oluşması için elinden geleni yaptı.

Bu bağlamda, normale dönme psikolojisi üzerinde düşünmek gerekir. Bu yapılmaksızın kitle hareketlerinin diyalektik bir yorumunuda yapmak mümkün değildir.

PKK, geleneksel olarak Kürdistan'ın kır ve şehir yoksullarının, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan kitlelerin partisi idi. Bu kitlelere hakim olan, sorunlarına bir an önce çözüm bulunması şeklindeki ruh hali, PKK programına kırdan kente silahlı mücadele şeklinde yansıdı. Kitlelerin bu psikolojisi'nin farkında olan, A.Öcalan ise kendisini ''bır kurtarıcı'' ve ''Kürt İsa'' olarak tanıtarak kitlelerin çaresizliğine bir cevap olduğu izlenimini yaratmaya çalıştı.

1990'lı yıllarda, milyonlarca Kürdistanlının sömürgeciler tarafından yurtlarından atılması ve Kürdistan ekonomisinin tahribi en üst seviyeye ulaştı. Aynı yıllarda mücadeleyi şehirlere, daha dogrusu varoşlara, fabrikalara ve eğitim kurumlarına yayma konusunda başarısız olan PKK, kitlelerin sömürgecilerin militari ve ekonomik terorü karşında geliştirdikleri normale dönme psikolojisinin sonuçlarına da katlanmak zorunda kaldı ve sonunda bu psikolijiyi dile getiren bir söylemi sahiplendi.

Ancak, 'normale dönme psikolojisi' tek başına ele alınmamalıdır. Madalyonun öbür yüzünde artık kaybolup gitmeyecek ve her türlü baskıya rağmen kitlelerden alınamayacak olan bir mücadele etme tutkusu vardır. Bu yüzdendir ki, bir yandan uzlaşma yanlısı sloganlar atılıp, sömürgecilere uzlaşma mesajları verilmekte, diğer yandan ise halkın serhildanları bir olasılık olarak gündemde tutulmaktadır. Bu bağlamda, diyalektik bir bakış açısından baktığımız zaman bu ikili ruh halini anlayabilir ve kitlelerin niçin bir geri adım ve uzlaşma anlamına gelen, 'demokratik TC ' talebi etrafında meydanları doldurmasının nedenlerini kavrayabiliriz.

Kitlelerin sorunlarına hemen çözüm bulunması şeklindeki ruh halleri ile normale dönme talebini içeren 'demokratik TC' hedefi arasındaki birbirine paralel mantığı görmemek mümkün değildir. Kitleler bir an önce sorunlarına çözüm bulunmasını, örneğin köylerine geri dönebilmeyi, kültürlerine sahip çıkmayı talep ederken bir normale dönme özlemini de dile getiriyorlar. Bunun bir sonucu olarak kitlelerin PKK liderliğinin kendi kendi imha etme çizgisine karşı muhalefeti beklenildiği kadar çabuk olarak gelişmemiştir. Ancak bugün kitlelerin normale dönmeyi talep etmeleri kendi başına hiç bir şeyin garantisi değildir. Bu nedenledir ki, gerek Türk, gerekse de uzlaşmacı PKK liderliği kitlelerin özlem ve beklentilerinden korkmaktadırlar.

Sömürgeciler için normale dönmek, Kürdistanlı kitlelerin devletin belirlediği sınırlar içinde kendi köleliklerini hergün yeni baştan üreten mekanizmanın çarkları haline gelmeleri anlamına geliyor. Sömürgecilerin normale dönme politikaları, Kürdistanlı politik güçlerin tasfiyesini ve bu güçlerin, devletin ideolojik-politik misyonlarının bir uzantısı haline dönüştürülmesini öngörür. Demokratik TC için mücadele bayrakları açanlar için ise normalleşme, Kürdistanlı egemenlerin ve metropollerde yaşayan küçük burjuva kesimlerin mevcut mekanizma içerisinde aktif bir rol olarak ''Türkiyelileşmeleri'' anlamına gelmektedir. Türkiyelileşmenin olmazsa olmaz şartı ise uzlaşmacılara demokratik cumhuriyet'e sadakatlerini ya da ne ayrılık falan istemediklerini ispat etme şansının verilmesidir.

Kürdistan'ın giderek fakirleşen ve mülksüzleşen kitleleri için ise normale dönme kendi kendilerini yönetebilme, özgürce ifade edebilme ve iş, ekmek ve hürriyet anlamına geliyor. Görüldüğü gibi kitlelerin özlemleri ve beklentileri ile sömürgeci rejimin vaatleri arasında demokratik cumhuriyet altında bile kapatılamayacak olan bir uçurum vardır. Unutmamalıyız ki, kitleler bu gerçekliğin farkına vardıkları oranda kendi güçlerinin de farkına varır ve mücadele içinde ögrenerek tarihin özneleri haline gelirler.

Bugün yeni bir tarihsel dönemin eşiğindeyiz derken, emekçi kitlelerin tarih sahnesinde potansiyellerini dolduracakları bir dönemden söz ediyoruz. Bunun anlamı, Newroz kutlamaları sırasında meydanları dolduran milyonlarca emekçinin bugün bulundukları yer ile bu emekçi kitlelerin temsil ettiği potansiyel arasında derin bir uçurum olduğudur. Türkiye'de yapısal krizin giderek derinleştiği ve kendisini bir yönetim krizi olarak su yüzüne vurdugu günümüzde, gerçeklik ile potansiyel arasındaki farkın kapatılmasının gerekli nesnel koşulları oluşmaktadır. Sömürgeci devletin hiç bir şekilde sorunlarını çözemeyeceğini anlayacak olan kitlelerin radikal ve ulusal kurtuluşçu talepler ile mücadele meydanlarını doldurması beklenmelidir. 'Bagımsız,Birleşik ve Sosyalist bir Kürdistan' talebi yeni dönemin bir sloganı olarak kitleler tarafından sahiplenecektir..

Burada altı çizilmesi gereken kitlelerin Kürdistan devrimine doğru yürümeye başladıkları zaman kitlelerinin bu yürüyüşlerinin zafer için tek başına yeterli olmadığıdır. Nesnel koşullar yeterli olabilir, ancak öznel koşulların yetersiz oldugu bir ortamda gerçeklik ile potansiyel arasındaki uçurum giderek açılabilir ve kitleler doğru politikaların yokluğunda enerjilerini tüketebilirler. Bunun anlamı, gerek ulusal gerekse de sınıf mücadelesinin önderi olduklarını öne süren PKK ve HADEP gibi partilerin kitlelerin mücadeleleri önünde bir engel haline gelmeleri ve bu mücadelenin önünde bir fren vazifesi görmeleridir.

Kitle mücadelesinin yükselmesinin kendi varlıkların da yadsınması anlamına geleceğini bilen demokratik cumhuriyetci kesimler, içinde bulunduğumuz kriz döneminde, gerçek bir serhildan'ı örgütlemek ve Türkiye emekçileri ile birlikte kapitalist rejime karşı mücadeleyi yükseltmek yolunu seçmeyeceklerdir. Bu minvalde devrimci marksistlere düşen görev her yerde ve her fırsatta zafere ulaşabilecek güçün kitlelerin kendi ellerinde olduğunu göstermektir. Kürdistan işçi sınıfı ve yoksul köylülüğünün mücadele azmi, anti-sömürgeci ve anti-kapitalist bir devrimci bir parti ile birleştiği zaman zafer her zamankinden daha yakın olacaktır.

Aktarma>Rizgari Online>08.04.01





Cevaplar:


[ Forum ]