FAŞİZM ÜSTÜNE
[ Forum ] Makale yazari: İzol Zağros Tarih, gün ve saat : 08. Nisan 2001 01:45:01:
Finans Kapitalin En Gerici, En Şöven, En Emperyalist, En Reaksiyoner Unsurlarının Açık Terörcü Diktatörlüğü Olarak Faşizm:
Emperyalizm çağında sınıf mücadelesinin sivrilip, yükselmesi ve içsavaş etkenlerinin çoğalması, -özellikle de emperyalist bölüşüm savaşının ertesinde- parlamentarist sistemin krizine ve ardından iflasına yolaçtı. Yönetmenin 'yeni' biçim ve yöntemlerinin (örneğin 'içkabineler' sistemi, oligarşik gruplaşmaların kulis arkası hareketlilikleri, 'halk temsili' nin oynadığı rolün çarpıtılması; yozlaştırılıp, saptırılması, 'demokratik özgürlükler'in kuşa çevrilip, ortadan kaldırılması,.. vb.) ortaya çıkmalarının sebebi budur. Belirli tarihi süreç ve koşullarda burjuva-emperyalist yozluğunun bu saldırı süreci, faşizm şeklini alır. Faşizm, enternasyonal reaksiyonun vurucu güç haline gelmesidir.
Bu süreç ve koşullar şunlardır: kapitalist ilişkilerdeki istikrarsızlık; sosyal bakımdan deklase unsurların fazlaca bulunması; kentlerdeki küçük burjuva ve aydın kesimlerin, geniş tabakalarının yoksullaşmaları; kırsal küçük burjuvazi arasında hoşnutsuzluktan kaynaklanan kıpırdanmalar; ve daha da önemlisi, sürekli, proleter kitle eylemi tehdidinden duyulan tedirginlik. Kendi iktidarını sağlama almak; kalıcılık ve istikrar sağlamak amacıyla, burjuvazi, parlamenter sistemden, partiler arasındaki ilişki ve kombinasyonlardan bağımsız, faşist yönetim biçim ve yöntemlerini uygulamaya gitgide daha da fazla gereksinim duymaktadır.
"Alman tarihinin yarım asır süren bu döneminin, nesnel nedenler dolayısıyla yerini başka bir döneme bırakmak ZORUNDA olduğu an şimdi yaklaşmaktadır. Burjuvazinin yarattığı yasallıktan yararlanma döneminin yerini en büyük devrimci mücadeleler dönemi alacaktır ve bu mücadeleler ÖZÜ İTİBARİYLE tüm burjuva yasallığının, tüm burjuva düzeninin yıkımı, BİÇİMİ İTİBARİYLE ise, burjuvazinin, bizzat kendi yarattığı ve kendisi için gittikçe çekilmez olan yasalardan kurtulmak için ümitsiz çabalarıyla başlamak zorundadır (ve başlamaktadır da). 'Önce siz ateş edin, burjuva baylar|' 1894'te Engels bu sözlerle hem durumun, hem de devrimci proletaryanın taktik görevlerinin özgünlüğünü vurguluyordu." (a)
Faşizm, mali sermayenin aracısız ve dolaysız diktatörlüğünün yöntemidir, ve ideolojik bakımdan 'ulusal topluluk' ve 'meslek zümreleri' ne göre temsil (yani esasında egemen sınıfın değişik gruplarının temsili) düşüncelerinin arkasına saklanmıştır. Faşizm, kendine has bir sosyal söylem ve demagojiyle (anti-Semitizm, arada sırada tefeci sermayeye yönelttikleri eleştiri ve saldırılar, parlamenter 'gevezeler meyhanesi' ne duyulan kızgınlık), küçük burjuva kitlelerin, birtakım aydınların vb. hoşnutsuzluğunu sömüren bir yöntemdir. O, faşist mücadele birlikleri, faşist parti aygıtı ve faşist bürokrasiden oluşan kompakt, paralı bir hiyerarşi inşa ederek rüşvet dağıtma yöntemidir. Faşizm, aynı zamanda proletaryanın en geri tabakalarının hoşnutsuzluk ve sefaletinden, sosyal-demokrasinin pasifliğinden vb. faydalanarak, onları kendine kazanmaya, proletaryanın içine de sızmaya çalışır.
Faşizm, proletaryanın devrimci öncülerini, yani proletaryanın komünist kesimlerini ve onun öncü kadrolarını yoketmek amacını da güder. Bu O'nun en önemli görevlerindendir. Sosyal demagoji, rüşvet, aktif terör ve dış politikada uç noktalara vardırılan emperyalist saldırganlık faşizmin belirleyici, karakteristik çizgileridir. Mali sermaye için özellikle kritik dönemlerde, faşizm, anti-kapitalist söyleme başvurur. İktidarının güvencede olduğuna ikna olduğu an, büyük mali sermayenin terörist diktatörlüğü olduğunu gitgide daha da belli eder ve anti-kapitalist maskesini fırlatıp atar.
Faşizmin Karakter tahlili:
"Basın ucunda temreni olan bir mızraktır; üniversite bir başkası, yargı, yürütme, yaşama, aydınlar, işçiler, sendikalar, ideoloji, hepsi hepsi birer temrenli mızrak olarak algılanmalıdır. Devlet, bunların toplamı durumundadır. Eğer bunların hepsi, bir yönde demet haline getirilirse, 'faşi' sözcüğü demet demektir ve faşizm buradan geliyor, güçlü ve mutlak bir devlet var demektir; bu devleti faşizme kadar uzatmak ya da (...) 'tekelli düzen' demek mümkün olabiliyor. Eğer temrenli mızraklar birbirini çeliyorsa, eğer aydınların yönü yürütmeye karşı ise eğer yargı tümüyle yürütmeyle aynı yönde değilse, eğer basın her gün ayrı bir yön alabiliyorsa, düzen demokratiktir." (b)
Faşizm, en kısa ve basit tanımla, finans kapitalin, en gerici, en şöven, en reaksiyoner ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür. En saldırgan, gerici ve ikiyüzlü türü, Alman faşizmidir; Sosyalizmle uzaktan yakından bir ilgisi olmamasına ve hiç bir ortak yanı bulunmamasına rağmen, kendisine 'Nasyonal Sosyalizm' adını verecek kadar sahtekar ve küstahtır. Alman faşizmi, salt burjuva milliyetçiliğinden ibaret değil, vahşi ve saldırgan bir şövenizmdir. Siyasi haydutluğun bir hükümet biçimidir, proletaryaya ve köylülüğün, küçük burjuvazinin ve aydınların devrimci unsurlarına karşı bir provakasyon ve işkence sistemidir. İlkel bir barbarlık ve vahşet saltanatıdır. Diğer halklara ve devrimci proletaryaya karşı gemi azıya almış nefret ve saldırganlıktır. Hitler, Mein Kampf'ta şunları yazıyor:
"Bu taktik (sosyal-demokrasinin taktiği), EĞER KARŞI PARTİ ZEHİRLİ GAZA KARŞI SAVAŞMAYI ÖĞRENMEZSE (altını ben çizdim - İ. Zagros), hemen hemen matematik olarak başarıya götürecektir." (c)
"Bütün davalar arasında yalnız bir dava: toplumsal örgütlenmede ırkın korunması davası, temel önem taşır. İnsanın güç ya da güçsüzlüğünün kaynağı, yalnızca kandadır." (d)
Hitler faşizmi, uluslararası karşı-devrimin hucum kıtası, emperyalist savaşın baş kundakçısıdır; tüm dünya proletaryasının anavatanı olan Sovyetler Birliği'ne karşı bir haçlı seferinin teşvikçisi rolünü oynamıştır.
Faşizm, örneğin Otto Bauer'in iddia etmiş olduğu gibi, "Her iki sınıfın, proletaryanın ve burjuvazinin üstünde duran" bir devlet iktidarı biçimi değildir. İngiliz sosyalistlerinden Brailsford'un iddia ettiği gibi, "Devlet mekanizmasını ele geçirmiş olan isyankar küçük burjuvazi" de değildir. Faşizm, ne sınıflar üzerinde duran bir iktidardır, ne de küçük burjuvazi ya da lümpen proletaryanın mali sermaye üzerindeki iktidarı; mali sermayenin iktidarının TA kendisidir. İşçi sınıfıyla ve köylülüğün ve aydınların devrimci kesimleriyle terörist hesaplaşmanın örgütlenmesidir. Dış siyasette faşizm, diğer halklara karşı hayvani bir kini işleyen, en kaba biçimiyle 'kafatasçı' şövenizmdir.
Faşizmin bu gerçek karakterini, özellikle, güçlü bir şekilde, vurgulamak çok önemli ve bir o kadar gereklidir. Çünkü, SOSYAL DEMAGOJİ MASKESİ, faşizme, bir dizi ülkede bunalım tarafından yörüngelerinden atılan küçük burjuva kitlelerin ve hatta, faşizmin gerçek sınıf karakterini, gerçek doğasını anlayıp kavramış olsalardı, asla onun peşine takılıp gitmeyecek olan proletaryanın en geri tabakalarının bazı kesimlerini bile kendi peşinden sürükleme olanağı vermiştir.
Faşizmin serpilip gelişmesi ve bizzat faşist diktatörlük, farklı ülkelerde, tarihi, sosyolojik ve ekonomik koşullarla doğrudan alakalı olarak, sözkonusu ülkenin uluslararası konumuna ve ülkenin kültürel ve ulusal özelliklerine göre, FARKLI KALIPLARA bürünebilir. Bazı ülkelerde, özellikle de faşizmin geniş bir kitle tabanının desteğine sahip olmadığı ve faşist burjuvazinin kampındaki tek tek gruplar arasında didişmenin oldukça hararetli ve kızgın olduğu durumlarda, faşizm, derhal parlamentoyu tasfiye etmeye karar vermez, ve diğer burjuva partilerine ve sosyal-demokrasiye de belli bir yasallık bırakır. Egemen burjuvaziyi, YAKIN bir devrimin patlak vermesi ihtimalinin tedirgin ettiği başka ülkelerde faşizm, sınırsız tekelci egemenliğini ya hemen anında ya da terörist eylemliliğini ve rakip parti ve gruplaşmalarla hesaplaşmayı gittikçe yükselterek inşa eder. Bu, faşizmin, durumunun ÖZELLİKLE kötüye gittiği bir anda, kendi tabanını genişletme ve sınıfsal özünü değiştirmeden açık terörist diktatörlüğü parlamentarizmin kaba bir taklidiyle BİRLEŞTİRME girişiminde bulunmasını dıştalamaz.
Faşizmin iktidara oturması, bir burjuva hükümetinin bir diğeriyle BASİT BİR YER DEĞİŞTİRMESİ DEĞİLDİR, bilakis, burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir devlet biçiminin, burjuva demokrasisinin yerinin, başka bir biçim tarafından, açık terörist diktatörlük tarafından ALINMASIDIR. Bu önemli farkın gözden kaçırılması, devrimci proletaryanın kent ve kırın geniş emekçi tabakalarını, iktidarın faşistler tarafından ele geçirilmesi tehlikesine karşı mücadeleye seferber etmesini ve bizzat burjuvazinin kampında varolan çelişkilerden yararlanmasını engelleyecek ciddi bir hata olur. Ama en az bunun kadar ciddi ve tehlikeli bir hata da, GÜNÜMÜZDE BURJUVA-DEMOKRATİK ÜLKELERDE faşist diktatörlüğü kurmak için burjuvazinin ARTAN GERİCİ ÖNLEMLERİNİN, emekçilerin demokratik özgürlüklerini bastıran, kısıtlayan, parlamentonun haklarını tahrif eden ve budayan, devrimci harekete karşı baskı yöntemlerini arttıran önlemlerin öneminin KÜÇÜMSENMESİDİR.
Faşizmin iktidara yerleşip oturmasını, sanki burjuvazinin herhangi bir komitesinin şu ya da bu günde faşist diktatörlüğü kurmaya karar vermesiymiş gibi basit ve düz bir şey olarak algılamamak gerekir. Gerçekte faşizm, genel olarak eski burjuva partilerine ya da bu partilerin belli bir kesimine yönelen, karşılıklı, bazen keskin bir mücadeleyle, Almanya, Avusturya ve başka ülkelerde görüldüğü gibi, hatta bizzat faşist kamp içinde silahlı çatışmalara kadar varan mücadele sonucu iktidara gelip yerleşir. Fakat bütün bunlar, faşist diktatörlük inşa edilmeden önce, burjuva hükümetlerin genel olarak faşizmin iktidara yerleşmesini doğrudan doğruya teşvik eden bir dizi hazırlık aşamasından geçmeleri ve bir dizi gerici önlemler almaları olgusunun önemini azaltmaz. Kim bu hazırlık aşamalarında burjuvazinin gerici önlemlerine ve gelişen faşizme karşı mücadele etmezse, faşizmin zaferini engelleyebilecek durumda değildir, tersine onun zaferini daha da kolaylaştırır.
Sosyal-demokrasinin önderleri, faşizmin gerçek sınıf karakterini kitlelerden saklayıp gizledikleri ve burjuvazinin gitgide keskinleşen gerici önlemlerine karşı onları mücadeleye çağırmadıkları için, faşist saldırının tayin edici anında, Almanya'da ve bir dizi diğer faşist ülkede emekçi kitlelerin önemli bir kesiminin faşizmde mali sermayenin kana susamış canavarını, en büyük düşmanlarını görememelerinin, bu kitlelerin faşizme karşı koymaya hazır olmamalarının BÜYÜK TARİHİ SORUMLULUĞU onlardadır.
Faşizmin kitleler üzerindeki etkisinin kaynağı nedir? Faşizm, kitlelerin EN ACİL GEREKSİNİM VE TALEPLERİNE demagojik bir tarzda seslendiği için onları kendi saflarına kazanmayı başarır. Faşizm sadece kitleler içinde derin kök salmış önyargıları körüklemekle yetinmeyip, aynı anda onların en güzel duygularıyla, adalet anlayışlarıyla ve hatta devrimci gelenekleriyle de spekülasyon yapar. Alman faşistleri, büyük burjuvazinin bu uşakları ve sosyalizmin ölümcül düşmanları, kitlelerin karşısına niçin 'SOSYALİSTLER' olarak çıkıyorlar ve iktidara gelişlerini neden 'DEVRİM' olarak gösteriyorlar? Buradaki amaçları, Almanya'nın geniş emekçi kitlelerinin yüreğindeki devrime olan inancı ve sosyalizm içgüdüsünü sömürmektir.
Faşizm, aşırı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda davranır, fakat kitlelerin karşısına ulusun incinmiş onurunun koruyucusu maskesiyle çıkar ve örneğin "Versailles'e hayır!" sloganıyla kitleleri peşinden sürükleyen Alman faşizminin yaptığı gibi, zedelenmiş ulusal duygulara seslenir.
Nasyonal Sosyalist Alman Emekçileri Partisi Programından bir kaç madde:
"1- Biz bütün Almanları halkların kendi kaderlerini tayin hakkı temeli üzerinde birleştiren bir Büyük Almanya'nın kurulmasını istiyoruz.
2- Alman halkının öbür uluslara eşit haklara sahip olmasını, Versailles ve Saint Germain antlaşmalarının yürürlükten kaldırılmalarını istiyoruz.
3- Halkımızı beslemek ve aşırı nufusumuzu yerleştirmek için toprak ve sömürgeler istiyoruz.
4- Yurttaşlık haklarından yalnız yurttaşlar yararlanır. Yurttaş olmak için Alman kanından olmak gerekir. Din ve mezhep önemli değildir. Öyleyse bir Yahudi yurttaş olamaz. (...) " (e)
Faşizm, kitlelerin sınırsız sömürülmesini hedefler, fakat onlara, çok kurnazca düşünülmüş bir anti-kapitalist demagojiyle yaklaşır, emekçilerin haydut burjuvaziye, bankalara, tröstlere ve finans kodamanlarına karşı derin nefretinden yararlanır ve siyasi bakımdan yeterınce olgun olmayan kitlelere o an için çekici gelen sloganlar ortaya atar: Almanya'da "Toplumun çıkarı bireysel çıkardan üstündür"; İtalya'da "Devletimiz kapitalist değil, korporatif bir devlettir"; Japonya' da "Sömürüsüz bir japonya için"; Birleşik Devletler'de "Zenginliği paylaşalım" vb.
Faşizm, halkı en rüşvetçi, en satılık unsurların eline teslim eder, fakat onların karşısına 'DÜRÜST VE RÜŞVET YEMEYEN BİR HÜKÜMET' talebiyle çıkar. Kitlelerin burjuva-demokratik hükümetler karşısında uğradığı derin hayal kırıklıkları üzerine spekülasyon yapan faşizm, görünürde rüşvetten öfke duyar (örneğin, Almanya'da Barmat ve Sklarek skandalları, Fransa'da Staviski skandalı ve bir dizi başkaları).
Faşizm, burjuvazinin en gerici keşimlerinin çıkarları doğrultusunda, hayal kırıklığına uğramış, eski burjuva partilerine kızıp, sırt çeviren kitleleri tuzağına düşürür. Ama o, burjuva hükümetlerine karşı SALDIRILARININ ŞİDDETİYLE ve eski burjuva partilerine karşı uzlaşmaz, düşman tutumuyla da bu kitleleri etkiler. Faşizme göre insanların hak ve özgürlükleri, devletin onlara verdikleriyle sınırlıdır; devlet, bütün milletin ve onun her bir mensubunun hayatını tümüyle yönetir. Devletin otoritesine ne maddi ne manevi hiçbir sınırlama getirilemez. Vatandaşların malı da canı da devletindir. Hiçbir düşüncenin sözlü ifadesini ve hiçbir muhalif davranışı hoşgörmez. Muhalifler cani ya da vatan haini sayılırlar.
Kinizmi ve yalancılığıyla burjuva gericiliğinin tüm diğer türlerini gölgede bırakan faşizm, demagojisini her ülkenin ulusal özelliklerine ve aynı ülkedeki çeşitli sosyal katmanların özelliklerine bile uydurur. Sefaletten, işsizlikten ve yaşam güvencelerinin bulunmamasından dolayı ümitsizliğe kapılan küçük-burjuva kitleleri ve hatta işçilerin bazı kesimleri bile, faşizmin sosyal ve şövenist demagojisinin kurbanı olurlar.
Faşizm, proletaryanın devrimci hareketine karşı, mayalanma içindeki halk kitlelerine karşı SALDIRININ PARTİSİ olarak iktidara gelir, ama iktidara gelişini 'tüm ulus' adına ve 'ulusun kurtuluşu' uğruna burjuvaziye karşı 'DEVRİMCİ' bir hareket olarak gösterir (Mussolini'nin Roma'ya 'YÜRÜYÜŞÜ'nü, Pilsudski'nin Varşova'ya 'YÜRÜYÜŞÜ'nü, Hitler'in Almanya'daki Nasyonal-Sosyalist 'DEVRİM'ini vb. anımsayalım).
Ama, faşizm yüzüne hangi maskeyi geçirirse geçirsin, hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, iktidarı hangi yollardan ele geçirirse geçirsin: O, sermayenin emekçi kitlelere karşı en vahşi saldırısıdır; gemi azıya almış şövenizm ve yağma savaşıdır; azgın gericilik ve karşı-devrimdir; işçi sınıfının, tüm emekçilerin ve tüm halkların en kötü düşmanıdır!
KAYNAKLAR:
1- (a) Tüm Eserler, V.İ.Lenin, Cilt XII, s. 389
2- (b) Bir Dikine Ülke, Yalçın Küçük, s. 81
3- (c) Mein Kampf (Kavgam), A. Hitler, s. 51 (d) Mein Kampf (Kavgam), A. Hitler, s. 338
4- (e) Faşizm - İdeoloji ve uygulamalar, R. Bourderon, s. 204-205
5- Materyalist Felsefe Sözlüğü, Faşizm maddesi.
6- İlimler ve İdeolojiler, Derleme, Terc. Fahrettin Arslan