EMEĞİN PROGRAMI
[ Forum ] Makale yazari: Gokhan Simsek Tarih, gün ve saat : 07. Nisan 2001 18:07:34:
Krizin varlığı herkes tarafından kabul edilince, sorunların büyüklüğü artık gizlenemez hale gelince, ve halk meydanlara dökülünce, çözüm için de herkes bir şeyler söylemeye başladı, ortaya peşpeşe “programlar” atılıyor.
“Derviş’in programı” var en başta. Derviş’in programı, besbelli ki, IMF’nin, tekellerin programı olacaktır. Henüz IMF’nin tam onayı alınmadığı için bir türlü açıklanamamaktadır. Ama satırbaşlarıyla da olsa açıklandığı kadarıyla, bu programda halkın sorunlarının çözümü yoktur.
Fazilet’in “laf olsun” kabilinden açıkladığı programı var. Bir gün önce Derviş’i destekleyeceklerini açıklayıp, ertesi gün de “bizim başka programımız var” diye ortaya çıkanların söylediklerinin ciddiye alınır bir yanı yoktur.
DYP’den HADEP’e kadar kimi partiler de “çözüm” olarak hemen seçime gidilmeli diyorlar. Seçim neyi, nasıl çözecek belli değil.
Bugünlerde ortada dolaşan programlardan biri de “Emek Platformu” tarafından hazırlanan ve “Emeğin programı” diye sunulan programdır.
Bunun üzerinde durmalıyız. Çünkü, o, diğerlerinden farklı bir iddiayla gündeme getiriliyor.Ne istiyoruz? Nasıl gerçekleştireceğiz?
Esnaf ayakta. İşçi, memur ayağa kalkma hazırlığında. Halkın her kesimi sorunlar içinde boğuluyor. Ama neyi isteyeceğimizi ve istediğimizi nasıl gerçekleştireceğimizi bilemezsek, meydanlara çıkışımız da, direniş ve eylemlerimiz de, bir sonuç yaratmayacaktır.
“Emekçiler” adına sunulan program, bu anlamda üzerinde durulmaya değerdir. Çünkü, neyi istememiz gerektiği ve nasıl gerçekleştireceğimiz konusundaki belirsizliğiyle, bu program da en az “çare seçimdir” denilmesi kadar aldatmacaya, oyalamacaya hizmet etmektedir.
Adı “emeğin programı”, ama dili emekçinin değil
Birlikte okuyalım:
“1. Yaşanılan krizin ana nedenlerinden biri olan kısa vadeli yabancı sermaye girişleri ve çıkışları, vergi ve para politikası araçlarıyla kontrol altına alınmalı ve bu doğrultuda 32 sayılı kararname yeniden düzenlenmelidir.”
Ne anladınız?
Anlaşılan tek nokta, “yabancı sermaye”ye karşı değiller, sadece biraz daha “kontrollü” olsun diyorlar.
Gerisi anlaşılmıyor. “32 sayılı kararname”yi kaç kişi bilir acaba?
Dikkatinizi çekeriz; bu madde, emek platformunun programının birinci maddesidir.
Programın emekçiyle ilgisi yoktur. Bir kısım ekonomistler, ve sendikacılar, (muhtemelen sosyal demokrat) oturup yazmışlardır.Neyi çözmeye çalışıyorsunuz?
Okuyalım:
“2. Türkiye’nin kısa vadeli dış borçları uzun vadeye yayılmalıdır.
5. (iç) borcun vadesini uzun döneme yayan ve bu borcun reel faiz yükünü düşüren bir düzenleme yapılmalıdır.
Kime bu borçlar?
Emperyalist tekellere ve ülkemizdeki parababalarına.
Bu borçlar, ister kısa vadeli olsun, ister uzun, iktidarda oligarşi olduğu sürece, borçları emekçilere ödetmeyecek mi?
Emekçiler adına yapıldığını iddia eden bir program, bu yükü nasıl kabul eder?
Hangi emekçiye sordunuz da bu borcu ödemeyi üstleniyorsunuz?
Borçlar nedeniyle düzenin ekonomisi sıkışmıştır doğru. Krizin nedenlerinden biri budur. Bu da doğru.
Peki siz, “emek” adına ortaya çıkıp egemen sınıfların “borç krizini” mi çözmeye çalışıyorsunuz?
Bu düpedüz, burjuva bir programdır o zaman.Emekçilere “elma şekeri”
Programın burjuva niteliğini, düzen içi niteliğini gözlerden saklayan maddeler de var programda.
Okuyalım:
“Kamu tarafından sağlanan, her kademedeki eğitim ve sağlık hizmetleri parasız olmalıdır.”
veya
“Tüm çalışanlara ve emeklilere insan onuruna yaraşır bir gelir sağlanmalıdır.”
Doğru, haklı, yerinde talepler. Ama, bunları mümkün kılacak bir yaklaşım, bir öneri yoktur o programda.
Siz hem emperyalist tekellere ve işbirlikçilerine dış ve iç borçları ödemeye devam edeceksiniz, hem de eğitim ve sağlık hizmetleri parasız olacak.
Mümkün mü?
Emperyalizm sömürmeye, işbirlikçi tekeller soymaya devam edecek, sonra eğitim, sağlık parasız olacak! Mümkün mü?Herşey var, iktidar sorunu yok!
Sözü edilen program, çeşitli başlıklar altındaki toplam 73 maddeden oluşuyor. Borçlardan bankalara, ithalat ihracat rejimine kadar pek çok konuya değinilmiş, ama taleplerin çoğunluğu, mevcut düzende çeşitli rötuşlar yapılmasından öteye geçmiyor.
Anlaşılıyor ki, bu programı yazanların, sistemle bir savaşı yok!
Egemen sınıfları ürkütmeyen, ama laf kalabalığı arasında emekçiye de hoş görünecek bir kaç satırın-talebin yerleştirildiği eklektik bir program.
Peki bu program uygulanırsa, ülke ne kazanacak, halk ne kazanacak, sorusunu bile soramıyoruz.
Çünkü uygulanması zaten ne teoride, ne pratikte mümkün olmayan bir program. Birşeyler istiyor, istenilenin gerçekleşme koşullarını söylemekten kaçıyor. İstediğini, kendisi imkansızlaştırıyor.Hangi “Devlet”ten sözediyoruz?
“Emeğin programını” okumaya devam ediyoruz: “Kalkınma Politikaları” başlığında
“... Türkiye’de faiz dışı bütçenin milli gelire oranı yüzde 21 oranında iken, AB ülkeleri ortalaması bunun iki katından fazladır. Sosyal devletin gelişmesi ve kalkınmanın önünün açılması için devletin küçültülmesi saplantısından vazgeçilmelidir.”
“... yatırımcı ve üretimci, sosyal devlet güçlendirilmelidir.”
“Faiz dışı bütçenin milli gelire oranı” kaç emekçi için ne ifade ediyor acaba?
Emeğin programı’ndan emekçi ne istendiğini anlayabiliyor mu acaba?
Ama programı hazırlayanların böyle kaygıları yok. Onlar ya çok “ekonomist” emekçiler, ya da emekçilerden uzak ekonomistler.
Programın maddelerine dönelim: “Sosyal devlet” denilen nedir? Bu devlette iktidar kimin elindedir?
Programın hiç bir yerinde farklı bir devlet ve iktidar tanımından sözedilmediğine göre, mevcut devletten sözediliyor demek ki.
Demek ki, programı yazanlar, oligarşinin, yani tekellerin egemen olduğu devleti “biraz daha sosyal” hale getirmek istiyorlar.
Ufukları bu düzen içinde başlayıp, bu düzen içinde bitiyor. Kullandıkları kavramlar da bu yüzden hep burjuvazinin kavramları.
Bu maddeye, mesela Ecevit de, Derviş de, Recai Kutan da katılır. Tabii, devlet biraz daha sosyal olsun. Kitlelerin tepkileri bu yolla yumuşatılsın diye isterler bunu.“İktidar”sız program, mevcut iktidarın değirmenine su taşır
Okuyalım:
“Enerjiyi ucuza üretebildiğimiz ölçüde sanayi ürünlerimizin rekabet şansı olabileceği unutulmamalıdır.
Hangi sanayi ürününden, hangi rekabetten sözediyorsunuz siz?
Sözünü ettiğiniz sanayi ürünleri, Sabancı’ların, Koç’ların, oligarşinin devletinin sanayi ürünleriyse... onların rekabet şansını artırmak emekçinin sorunu mu?
Yoksa, bu programı hazırlayanlar da, Sabancılar gibi, “Biz ne kadar çok kazanırsak, sizin durumunuz da o kadar iyi olur” düşüncesinde mi?
Önce patronları güçlendirip, işçinin durumunda öyle mi iyileşme sağlayacaklar?
Sanayi ürünlerinin rekabbeti için tekellerin her zaman başvurduğu biricik yol, emeğin değerini düşürmektir. Bu düzende “sanayi ürünlerinin rekabet şansını artırmak” isteyen bir program, emeğin programı olamaz!
İşte emeğin programı iddialı programdan bir madde daha:
“17. İthal edilen malları ülkemizde üretmeye, ihracatı arttırmaya yönelik yatırım projeleri teşvik edilmelidir.
Kim yapacak bu yatırımları? Yatırım için kim teşvik edilecek?
İktidar tanımlanmadığında, bu ve benzeri her talep, yalnız işbirlikçi burjuvaziye hizmet edecek istemlerdir.Ekmek ve demokrasi
Bu programı hazırlayanlar, ekmek ve demokrasi arasındaki bağ gibi, halkın mücadelesinin en basit kuralını bile, bilmezden gelmişler.
Programın bir de “Demokratikleşme” başlığı var.
Ama sanki o başlık, adeta korkuyla, yürek çırpıntısıyla, ya şimdi bu programı hazırladığımız toplantı basılırsa kaygısıyla hazırlanmış.
Son on yılında sokaklarının, hapishanelerinin kan gölüne dönüştürüldüğü bir ülkede,
işkencecilerin, infazcıların, katliamcıların el üstünde tutulduğu bir ülkede,
bunlardan tek kelime yok.
Tek kelime, adalet isteği yok. Tek kelime hapishaneler yok. İşkence yok. infazlar, faili meçhuller yok.
Türkiye’de sendikacılık bu hale getirilmiştir işte.
Yalnız ekonomik talepleri dile getirecek. Yalnız ekonomiyle uğraşacak. Ekonomiyle siyaset arasındaki bağı görmezden gelecek. Dolayısıyla yalnız iktidarların, IMF’nin izin verdiği kadar isteyecek.
Kriz sadece ekonomik değildir. Bu açığa çıkmıştır. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel hayatın her alanındadır.
Kim böyle bir krize sadece “ekonomik önlem” ve önermelerle çözüm ürettiğini iddia ediyorsa, yalan söyler.
Onun programı da bir aldatmacadan başka bir şey değildir.Çözüme cesaret edemeyenler, çözümsüzlüğün sürmesine hizmet ederler
Burjuvazi, halkın öfkesini, tepkisini, memnuniyetsizliğini, hükümeti düşürme hareketine dönüştürmeye çalışıyor.
Peki bu “emek” örgütleri ne yapmaya çalışıyor?
Ne için, burjuvazinin programını, “emeğin programı” diye yutturmaya kalkıyorlar.
Ama çelişkiye bakın ki, bu programı hazırlayan, savunan sendikaların, partilerin de “kitle hareketinin siyasallaşmaması”ndan şikayet ettiklerini görüyoruz.
Kendi ekonomik taleplerini aşamayan, ekonomik taleplerinin siyasal rejimle ilişkisini göremeyen hiç bir hareket siyasileşemez.
İşkenceleri, katliamları, F Tiplerini unutanlar, veya görmezden gelenler, kendilerini de çözümsüzlüğe mahkum ediyorlar demektir.
IMF programının siyasal yanına itirazı olmayanlar, ekonomik yanına karşı mücadeleden de bir sonuç elde edemezler. O program bir bütündür.
Programlarında F tiplerini, katliamları, işkenceleri unutanların, aynı programda “hukukun üstünlüğünden” sözedip, “örgütlenme özgürlüğü” istemelerinin hiç bir pratik anlamı, değeri yoktur.Emeğin programı, emekçilerin çıkarlarını savunur.
Emekçilerin, tüm yoksul halkın çıkarı ise, borçların uzun vadeye yayılmasında değil, emperyalizmle tüm bağımlılık ilişkilerinin koparılıp atılmasındadır.
Emperyalizmin bu topraklardan kovulmasındadır.
Emekçilerin, yoksul halkın çıkarı, İLO sözleşmelerinde, AB standartlarında değil, sömürü ve soygun düzeninin koruyucu olan faşizmin altedilmesindedir.
Emekçilerin, yoksul halkın çıkarı, mevcut düzenin sahiplerinin, oligarşinin iktidarlarının “biraz daha insaflı” olmalarını istemekte değil, bu düzeni yıkıp, halkın ikitdarını kurmaktadır.
Bunları açıklıkla istemeyen hiç bir program, emeğin, halkın programı olamaz.
--------------------------------------------------------------------------------NE İSTEMELİYİZ?
NASIL İSTEMELİYİZ?Burjuvazinin kandırmak için yolu, yöntemi, yalanı çoktur.
Bu yalanlar, “halkın, emekçilerin yanındaymış gibi” görünenler tarafından söylendiğinde daha etkili olur.
Halk da fedakarlık etmeli; biraz sıkıntıya katlanmalı diyenler,
İşadamlarımız da zor durumda, işçiler taleplerini ona göre ayarlamalı diyenler,
Devlet zaten borç içinde, memur, çok fazla istememeli diyenlere,
bilin ki,
YALAN SÖYLÜYORLAR.
Biz kimseden lütuf istemiyoruz; hakkımızı istiyoruz.
Devletin veya patronların, halkın durumuna bakıp insafa geleceğini sananlar varsa,
Ancak onları “ikna” ederek, onların da kabul edebileceği çözümlerle halkın durumunun düzeltilebileceğini sananlar varsa,
yanılıyorlar ve yanıltıyorlar demektir.
Bilmeliyiz ki;
EN KÜÇÜK HAKKI bile, söke söke almak zorundayız.
Ve bilmeliyiz ki;
SORUNLARIMIZIN KÖKLÜ ÇÖZÜMÜ, düzenin kökten değişmesindedir.
Peki bu nasıl olacak derseniz; yine halkın örgütlü gücüyle ve zorla olacaktır.
Yani, iktidar da, aynen en küçük hakkın alınmasında olduğu gibi, ancak söke söke alınır.
Sonuç olarak dersek; sorunlarımızın çözümü kolay değildir, ama imkansız da değildir.
Bütün mesele, neyi, nasıl elde edeceğimizi bilmektir.http://www.vatan-online.com/www/vatan85/program.html