Türkiye'nin kendi kaderini tayin hakkı
[ Serbest kursu ] Makale yazari: Doğan Arkadaş Tarih, gün ve saat : 12. Aralik 2000 15:13:53:
Merhaba,
1960'da darbesi sonrası kabul edilen anayasanın demokratik bir anayasa olduğu söylenir. Ben de bu görüşe katılıyorum. "Sosyal devlet" ilkesi ilk kez bu anayasa ile kabul edilmiştir. Anadolu'da ilk kez ifade edilen bir anlayıştır bu. Sonra Anayasa Mahkemesi'nin kurulması bile çok önemli bir gelişmedir.
1960'lı yıllar Türkiye çok güzel gelişmelere tanık oldu. Ülkedeki siyaset de bundan nasibini aldı. Demirel çok genç yaşta Başbakan olabildi mesela. ( Bugün yaşlı liderlerden yakınıyoruz ya hani, o yüzden söyledim. Tabii ki işin başka yanı da var. Aklınıza geleni tahmin edebiliyorum ! :-))) ) Sendikalar kuruldu. Grev ve Toplu sözleşme hakkı kabul edildi. TİP kuruldu. Sol da yavaş yavaş biçimlenmeye başladı. CHP ortanın solu diyerek sosyal demokrasiye doğru yöneldi. Planlı kalkınma başladı. 1960'lı yıllar Türkiye'de demokrasinin gelişimi açısından bence çok önemli yıllar oldu.
En önemli gelişmelerden biri de toplumun hakkını araması oldu. İşçisi köylüsü esnafı vb. devletin kendisine hizmet etmesi gerektiğini söylüyordu. Ve devlet de ilk kez sosyal devlet ilkesi ile asıl varoluş nedeninin halka hizmet olduğunu ifade ediyordu.
1960'ların sonuna gelindiğinde, halkın sola doğru eğilim göstermesinden ürkenler oldu. Bunlar şimdi Çatlı olayı ile de açığa çıkan tezgahları düzenlemeye başladılar. Taylan Özgür öldürüldü. Faşist saldırılar başladı. Komando kampları kurulmaya başladı. Ülke hızla kardeş kavgasına çekiliyordu.
Sol barışçı bir çizgi izliyordu bu dönemde.
1971'de halkın demokratik istemlerine gem vurulmak istendi. Egemen çervelerde "sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı" deniyordu. Onlar bile hiç olmazsa yaşananları "sosyal gelişme" olarak ifade edebiliyorlardı.
Sovyetler Birliği'nin Çekoslavakya'yı işgali, bence solun Sovyet çizgisinden bağımsız bir tavır geliştirmesi için önemli bir etken oldu.
Solu etkileyen bir diğer gelişme de 1971 darbesi ve Şili'de Allende olayı oldu. Bu yaşananlar solda, demokratik ve barışçıl bir iktidar değişikliğinin olamayacağı kanısı uyandırdı. Allende de sosyalist değil miydi ? Silahlı mücadeleyi savunan siyasal çizgiler mevcut olsa bile, bu anlayışın geniş kitlelerde kabul görmesi daha sonraları oldu. ( Yani bir tür "burjuvazi kavgaya davet etti bizi / daveti kabulümüzdür" olayı oldu )
Ve bütün bunlar olurken, bir yandan da faşist saldırılar devam ediyordu. Atatürk Kültür Merkezi'ne bomba atıldığı, şehirhatları gemisinin başına gelenler, Boğaz köprüsüne bomba konduğu haberleri vb. sürekli solun eylemleri olarak lanse ediliyor ve toplum kışkırtılıyordu.
Ama halkların da bir vicdanı vardır. "Hor baktık mı karıncaya /kırdık mı kanadını serçenin/ya nasıl kıyarız insana ? " diyenlerin, bunları yapması mümkün değildi. Üstelik o dönemde 1963 teki Johnson mektubu, 1974 ABD ambargosu da toplumu etkilemişti.
Bazı kaynaklar, 1973 yılının, gelir dağılımı, bütçe vb değerleri açısından çok olumlu olduğunu yazıyorlar.
Sonra 1974'de Kıbrıs çıkarması oldu. 1973'te petrol krizi başladı. Kısa bir süre sonra da 1977'de Taksim olayı ile iç savaş diyebileceğimiz bir süreç başladı.
O gün bugündür silahla yatıp silahla kalkıyoruz. Gün geçmiyor ki siyasi nedenlerle silahlı bir eylem, adam öldürme, toplu katliam vb. olmasın.
Bu ülkede siyasi mücadeleler sert yapılıyor. Bunca yıldır silahla yapılan siyaset, artık insanları da bu noktaya getirdi. En ufak bir tartışma bile hızla hainlik, düşmanlık vb. noktasına dönüşüyor.
Sanki siyasi mücadele değil de kan davası yürütüyoruz.
Toplum olarak canımız sıkkın. "Huzur İslam'da" diye bir slogan görüyorum bazen taksilerde yada özel araçlarda. İnsanlara huzur vaad etmek ! Düşünebiliyor musunuz, aş değil, ekmek değil, iş değil, huzur vaad etmek ! Huzur bile siyasi bir vaad haline geldi! ( 12 Eylül de "huzur ve güven ortamını tesis etmek" için kurulmamış mıydı ? )
1960'larda dünyanın beğenilen ülkelerinden olan Türkiye'nin bugünkü haline bakın. O yıllarda Portekiz'de , İspanya'da ve Yunanistan'da diktatörlükler vardı. Türkiye'de ise demokrasi hızla gelişiyordu. 1970'lerin ortalarında onlar diktatörlüklerinden kurtuldular, bizse 12 Eylül diktatörlüğüne girdik.
1973'ten sonra yaşadıklarımızı ileride çocuklarımız daha iyi değerlendirecektir. Ama benim kanım, olumsuz olduğu yönünde.
Ve bu olumsuz ortamda yetişen bir 25 milyonluk nüfusumuz var. Bütün bu olayların insanların psikolojilerinde yarattığı tahribat nasıl giderilecek ? Psikoloji deyip geçmeyin, bakın Filistin'le İsrail olayına. Silahla büyüyen çocuklar ileride demokrasi kurabilirler mi dersiniz ?
İnsanlar geçmişi bugüne bakarak değerlendiriyorlar. "Bugünkü aksaklıkların hepsi geçmişte de vardı" gibi bir anlayış var. Oysa öyle değildi. Kuşkusuz bugünkü toplumsal sorunlarımız gökten zembille inmedi ama bugün sorun olan her şeyin demokratik bir tarzda çözülme olanağı o yıllarda bence vardı.
1973 Lice depremini hatırlıyorum. Küçüçük bir ilkokul çocuğu idim. Deprem görüntüleri gazetelerde yayınlanınca oturup ağlamıştık ve sonra o küçük yaşımızda kapmanya açıp para toplamıştık. Topladığımız 214 TL parayı ben Ziraat Bankası ile yollamıştım. ( Makbuzu hala çocukluk anısı olarak durur ) Doğu'lu kardeşlerimiz soğukta, aç açıkta kalmamalı idi. Bugünkü gibi etnik sorunlar falan yoktu. Hepimiz kardeştik. Böyle düşünüyorduk. Komşuluk vardı. Akrabalık vardı. Dostluk vardı. En önemlisi günlerin güzel olduğuna ve daha da güzel olacağına inanç vardı.
Bırakın okulların paralı olmasını, neden devlet ders kitaplarımızı, kalemlerimizi, defterlerimizi bedava vermiyor diye yakındığımız olurdu. İstanbul'da ilk kez paralı otopark açıldığında ( Beyazıt'ta ) şaşırmıştık. Nasıl olurdu da bir araç caddede durduğu için para alınırdı ki ondan ? Arabasına yalnız başına binen olunca biraz yadırgardık. Onun benzini bizim paramızla alınıyordu. Neden yanına bir iki kişi daha almıyordu ki ? Sanırım Aksaray'da o günlerde bir tuvalet açıldı. Buna da çok şaşırdık. Nasıl olurdu da insanın bu en doğal ihtiyacından para kazanılırdı ?
Bir de bugüne bakın. Parasız adım atmanız bile mümkün değil.
Evet bütün bunlar yaşandı. Belki de bütün bunlar böyle değildi. Belki de bizim çocuk yaşımızla, hayata dair umutlarımız ve inancımız vardı da ondan böyle iyimser düşünüyorduk. Bilmiyorum. Dileyen arkadaş yazsın yada yorumlasın.
Bence 12 Eylül'ün ve sonrasının verdiği en büyük zarar, halkın kendine olan guvenini yıkması oldu. "Bu millet adam olmaz abi" anlayışı hızla yayıldı. İşin siyasi yanı ile ilgilenenler bile teorik gerekçeler buldular buna dair.
"Türkiye Sorunları" diye bir kitap dizisinde, Oğuzhan Müftüoğlu'nun mahkemedeki son sözlerini okumuştum. "Hiç bir şey" diyordu, "bizim halka olan sevgimizi yok edemez. ve halkların da bir vicdanı vardır, o, yapılanları asla unutmaz."
Ben o yılları çocuk aklımla yaşadım. Hakkını arayan bir toplum nasıl olur gördüm, kendini ezdirmeyen, sorunlarına sahip çıkan, hesap soran bir halk nasıl olur gördüm.
Yaşadıklarımız kader değildir. Er yada geç bu ülkede halktan yana bir düzen kurulacaktır. Ve bunun mücadelesini yaparken kırıp dökmeden, haklılığımıza asla gölge düşürmeden, aydınlık güzel bir Türkiye'yi kuracağız.
Düşenin dostu olmazmış. 12 Eylül'den sonra halk "düşürüldü".
Hep yutkunup duracak değiliz. Er yada geç kendi kaderimizi elimize alacağız.
Ve o güne kadar, ben hep çocuk kalacağım !Doğan Arkadaş