Kemalizm - 1
[ Serbest kursu ] Makale yazari: Doğan Arkadaş Tarih, gün ve saat : 10. Ekim 2000 14:41:20:
Merhaba,
Bugün 10. kasım.2000. Atatürk'ün ölüm yıldönümü. Bu vesile ile Kemalizm konusunda bazı görüşlerimi yazma gereği duyuyorum. Bunun aynı zamanda forumda bu konuya doğrudan yada dolaylı olarak değinmiş arkadaşlara da bir katkı olması amacındayım.
1-) Herşeyden önce Kemalizme bir ideoloji olarak bakmıyorum.
Sonu -izm'le biten her şey ideolojidir denemez. Buna benzer bir yığın örnek bulmak mümkün. Özalizm, Thactherizm vb.
Kemalizm, bence, 1923 ile 1938 arasında Türkiye'de sürdürülen uygulamaların adıdır.2-) Mustafa Kemal pragmatik biri idi. Bugün Kemalizm adına öne sürülen teorik argümanlar kendisi tarafından dile getirilmedi. Daha çok, onun bazı sözleri derlenerek bir ideoloji olarak sunulmaya çalışıldı.
a-) Bu çabalardan en populer olanı "Kadro" hareketidir. Bana kalırsa Kadro Kemalizmin sol bir yorumudur. Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam" isimli kitabında bu konuda ilginç şeyler yazıyor.
Ş.S.A, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanacak. Kapıda beklerken, Mahkeme Başkanı ( Sanıyorum Kılıç Ali paşa ) tekme tokat bir gazeteciyi merdivenlerden aşağı atıyor. Gazetecinin "serpuş" giymesine kızıyor Paşa. Kendisi de kalpak giyiyor.
Derken Ş.S.A, sonraki duruşmaya geliyor. İki duruşma arasında "şapka devrimi" olmuş. Daha bir kaç ay önce serpuş giydiği için merdivenden gazeteciyi döverek atan Paşa da artık şapka giyiyor !
Bu Ş.S.A'de "devrimin ideolojisi yok, kimse ne yapıldığını neyin yasanmakta oldugunu bilmiyor" diye dusunup, kendisine bu ideolojinin teorisyeni olma misyonu biciyor. Kadro hareketi bu şekilde doğuyor.
Ş.S.A eski bir Türkçü, sonraları sosyalist olmuş ve bir yığın macera yaşamış. Sürekli "bir şeyler" yapmak isteyen biri. Dönemin planlı sanayileşme hareketinde de , bu programı yöneten komisyonun başkanı olarak yer alıyor. Büyük ölçüde Sovyetler'de edindiği deneyimleri Türkiye'ye aktarıyor. ( Kendisinin hayatını filme alabilmek için, Suyu Arayan Adam'ı senaryolaştırma üzerinde oldukça yoğun bir çalışmamız olmuş ama başaramamıştık. )
Kadro'nun Kemalizm yorumu Türkiye solunu Kemalizm konusunda etkileyen önemli çalışmalardan biri. Dönemin TKP, Komintern, ve Sovyet önderlerinin yazdıkları da eklenince, Kemalizm konusu solu etkileyen bir konu haline geliyor.b-) Kemalizme ideolojik bir çerçeve sunma konusuna el atan sadece Ş.S.A da değil. Recep Peker'in de bu yönde çalışmaları var. Peker'in yorumu ise büyük ölçüde dönemin faşizm uygulamalarından esinlenmiş. Zaten yanılmıyorsam, Recep Peker bir Avrupa gezisi sonrası programı sunuyor.
Buna ilişkin anı da şöyle :
Bir gün Recep Peker Mustafa Kemal'in yanına Köşke çıkıyor.Elinde CHP programı. Mustafa Kemal bunu alıyor ve "yarın bana gel" diyor. Ertesi gün Recep Peker geliyor. Mustafa Kemal biraz öfkeli. "İsmet paşa bunu okudu mu" diye soruyor; Peker de "şöyle bir göz gezdirdi ve imzaladı" diyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal iyice kızıyor ve "siz resmen faşist bir program yapmışsınız" diye kızıp programı Peker'in önüne atıyor ve devam ediyor : " Biz ülkemizde öyle bir demokrasi istiyoruz ki, o demokraside padişahlığı savunanlar bile örgütlenip parti kurabilsinler!"
Buraya kadar toparlarsak şunları söyleyebiliriz. Kadro Kemalizmin sol bir yorumudur ve ideolojileştirme çabalarıdır. Recep Peker'inki ise sağ yorumudur.c-) Üçüncü bir derli toplu çaba da 12 Eylül döneminde yapılıyor. "Madem gençlerimiz bir ideoloji peşindeler, biz de onlara bir ideoloji sunalım" mantığı ile kaleme alınmış yazılar bunlar. ( Bu sığlığa söylenecek bir şey yok tabii.) Bu Kemalizmin yazarları ise, Genelkurmay'da bulunan kurmay binbaşılar.
Ortaya Kemalizm diye konan metinlerse çok komik. Bazı Kemalizme özgü "tezler" şöyle örneğin :
i-) "Milletvekilleri durust ve guvenilir olmalıdır." ( hayır olmamalı diyen bir ideoloji var mı ? )
ii-) "Mutaassıpsızlık" ( yani tutucu olmamak ) ( iyi de tutucu olun diyen hangi ideoloji var ki zaten ! )3-) Bugün de "Kemalistiz" yada "anti-Kemalistiz" diye ortada gezinen bir yığın kişinin de bir Kemalizm tanımı var tabii. Çoğu kişi/grup yada siyaset, kendine göre bir Kemalizm tanımı yapıyor, sonra da bu Kemalizmi benimsiyor yada buradan bir Anti-Kemalizm üretiyor. Öyle ki Refah Partisi'nin bile bir Kemalizmi vardı biliyorsunuz ! ( Ve gördüğünüz/göreceğiniz gibi, benim de bir Kemalizm tanımım var ! )
4-) Ülkeyi yönetenler, her ülkede olduğu gibi, toplum üzerinde kendi hegemonyalarını kurabilmek ve sürdürebilmek için asgari bir meşruiyet kaygısı güderler.
Özellikle 12 Eylül sonrası cunta da kendi meşruiyetini sağlamak için Atatürk'ün tarihsel kişiliğinin Türkiye toplumu üzerindeki olumlu etkilerini kullandı. Aslında çoğu kesimin "Türk-İslam sentezi" olarak ifade ettiği görüşler topluma Kemalizm olarak sunuldu. "İş" öyle bir noktaya geldi ki, sonunda Atatürk sevgisi ile tanınan bir yazar "Ben Atatürkçü Değilim" demek zorunda kaldı.
Bugünkü saçmalıkları geçmişteki bazı olumluluklarla açıklamaya çalışmak çoğu kez yapılan bir şeydir. Tarihsel açıdan haklı iseniz, güncel açıdan ne yaparsanız yapın haklısınızdır artık. Bizim ülkemizde bu tavra çok sık rastlanır. 12 Eylül cuntacıları da Atatürk'ün tarihsel açıdan doğru uygulamalarını, bugün sürdürdükleri baskıcı ve faşizan uygulamaları haklı kılmak için kullandılar. Onlar referansları geriye götürünce, "karşıtlar" da o gerideki referansları tartışmaya başladılar bu kez. Bir anda bugünün Türkiye'sini değil, 1919-1938 Türkiye'sini ve Atatürk'ün kişiliğini tartışır hale geldik.
Eğer bir "kişi" üzerine tartışılıyorsa, ona her zaman olumlu değerler yüklenmez. Tartışmaya katılanlardan bazıları da olumsuz değerler yükleyerek tartışmayı sürdürürler. "Veledi zina", "babası dönme" vb ifadelerine ben bu gözle bakıyorum. Bu yazdıklarım, kesinlikle bu ifadeleri onayladığım anlamına gelmesin. Bu çerçevede sürdürülecek bir tartışmanın taraflara bir şey katacağını sanmıyorum. Atatürk'ün annesinin babasının etnik ve sosyal kimliği üzerine yapılacak bir tartışma, bana kalırsa öncelikle tarihçileri ilgilendirir. Bizim açımızdan önemli olan, onun siyasal ve tarihsel kişiliği ve yaptıklarıdır. O yüzden onun mavi gözlerinin "çakmak çakmak" çakması çok da umurumda değil.
5-) Burada esas olarak tartışılması gereken şey, bence yukarıda da dediğim gibi, yüzyılın başındaki Türkiye (geçmişe) ile yüzyılın sonundaki ve yeni bir yüzyılın başındaki Türkiye'ye (bugüne) nasıl baktığımızdır.İzninizle ben bunu sonraki yazılara bırakıyorum.
Sevgiyle kalın...
Doğan Arkadaş