ABAZALAR/ABHAZLAR/ABASKLAR

Bölücü ifadeler taşıyan "Kafkasya Yazıları" dergisi, KAFKASYA'yı "Avrupa sınırları içinde" sayıyor!.. (Sayı 1, sf. 19) Bunu Klas Göran Karlson adındaki kişi de yazsa, hiç bir Avrupalı, Asyalı, Amerikalı tarihçi, coğrafyacı kabul etmez!..

Peki, neden birisi çıkıp ta "Kafkasya Avrupa'dadır" deme ihtiyacını hissediyor?.. Diyen bir Avrupalı olsa, bütün o Şark medeniyeti ve kültürünü kendine mâletmek içindir, diye düşünürüm!.. Bir Kafkasyalı ise, bu ancak KAFKASYALILAR'ı ORTA ASYALILAR'dan, yani TÜRKLER'den koparmak, kendini "Hint-Avrupaî" göstermek içindir diye düşünürüm!

Her neyse!.. KAFKASYA, ASYA'dadır ve ANADOLU'nun yanıbaşındadır!. HAZAR'ın yanıbaşındadır!.. Ve bu bölgenin insanları hep kardeştir!

Dergi, Hayri Ersoy tarafından yazılmiş olan bir ABAZA (ABHAZ) tarihçesi vermiş. (Sayı 1, sf. 31-53) Onu özetleyeceğiz. Katılmadığımız hususlar olduğunda, başka kaynaklardan düzeltmeler yapacağız.

ABHAZYA, Kuzeyden KAFKAS DAĞLARI, güneyden KARADENİZ, Batıdan PSOV, doğudan İNGİR nehirleri ile sınırlı küçük bir bölgedir.

M.Ö. 1300'lerde kurulmuş olan KOLKHİDE krallığı'nın maden merkezi olan ABHAZYA ve ABHAZ halkı, M.S. 2. yüzyılda bu krallık yıkılınca, civarda bulunan LAZ ve MEGREL halklarıyla birlikte Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girdi.

Bu dönemde ABHAZLAR; ABASGİ, APSİL, SANIG ve MİSİMYAN halklarından oluşuyordu...

Hemen burada araya girelim: Yunanlar ABHAZLAR'a ABASK derlerdi ki, bundan ABHAZLAR'ın BASKLAR (EU-SOKO) gibi SAKA TÜRKLERİ'nden, yani İSKİTLER'den olduğu anlaşılır!

ABASGİLER M.S. 6. yüzyılda, EĞRİSİ (LAZİKA) krallığı ile aynı statüde bir yönetim vücuda getirirler. O dönemde Gürcistan Persler'in, Lazika ve Abhazya Bizanslılar'ın egemenliğinde bulunuyordu. ABHAZLAR bu yıllarda hıristiyanlığı kabul ettiler.

630 yıllarda Müslüman Araplar ortaya çıktı, Bizans ve Pers topraklarına sefer düzenlediler. 654 yılında İBERYA (Gürcistan) Araplar'ın eline geçti!.. 680'de Halife Muaviye'nin orduları İstanbul'u bile kuşattı!

O tarihlerde HAZARLAR'la ABHAZLAR arasında siyasî-askerî ilişkiler vardı. Bunu kesmek üzere ilerleyen Arap orduları 737'de Lazika'yı işgâl edip yağmaladılar, sonr Abhazya'ya girip şehirleri yakıp yıkarak Anakopua önlerine geldiler. ABASGİ ordusu Anakopua kalesi önünde Araplar'ı yenilgiye uğrattı.

Bu zaferden sonra ABHAZ krallığı Lazika, Batı ve Güney Gürcistan topraklarını ele geçirip Eermenistan ile ikomşu oldu. Ermeniler ile uzun yıllar Gürcistan topraları için savaştılar. 900'lerin başında Abhaz Kralı 3. Konstantin'in kızı Ermenistan kralının oğluyla evlendi. 904'de Ermenistan krallığı yıkılınca bütün Gürcistan ABHAZLAR'ın eline geçti!

Daha sonraki krallardan 4. Bagrat (1027-1072) Tiflis'i müslüman Araplar'dan alıp kendini "ABHAZ, KARTİLİ, KAH ve RUN Kralı" ilan ettiyse de, 1049'dan beri bölgeye akın düzenleyen Selçuklular, 1088'da Tiflis'i geri aldılar!

Bu arada SELÇUKLU Sultanı ALPARSLAN'ın 1064 yılında Kral Bagrat'ı barışa mecbur ettiği ve kızını aldığı da söylenmektedir.

ABHASLAR'ın SELÇUKLULAR'ı durduramayacağı anlaşılınca, Kral 2. David (1089-1125), HAZARLAR'ın yerini almış olan hıristiyan KIPÇAKLAR'dan büyükçe bir grubu KAHETYA'ya yerleştirdi.

Hemen bir "girdi" yapalım: Demek ki, zaten SAKA-İSKİT kökenli olan ABASKLAR, bu tarihten sonra bir de gene öz-be-öz TÜRK boyu KIPÇAKLAR ile karışmışlar!.. Öyle ya, onca KIPÇAK şimdi ortalıkta görünmediğine göre, ne oldu?.. ABAZALAR ile karıştı! Dillerini etkiledi!

Kral 2. David, KIPÇAKLAR'dan 50.000 kişilik bir ordu oluşturdu. Bununla isyan eden Gürü prenslerin isyanını bastırdı, SELÇUKLULAR'dan Tiflis'i geri aldı. Torunu 3. Georgi (1156-1184) bir fermanla kendini "ABHAZ, KARTLİ, RAN KAH ve SOMETLER'in Kralı Şirvanşah ve Şehinşah" olarak tanıtıyordu!.. (1178) 3. Georgi'nin kızı Kraliçe Tamara (1184-1213) da bu ünvanı kullanıyordu!

Bu dönemde ABHAZ-KARTVEL devletinin sınırları doğuda Hazar denizine, güneyde Aras nehrine kadar genişlemiş bulunuyordu!

Bu arada Cengiz orduları önünden kaçan CELÂLEDDİN HARZEMŞAH, AZERBEYCAN'daki İLDENİZ hakimiyetine son vermiş, TEBRİZ'e yerleşmiş, sonra Gökçegöl mevkiinde AABHAZ Kraliçesi Rusudana'nın (1223-1247) ordusunu yenmişti!.. Ardından Gence'yi aldı, Gürcistan'a girdi. 1226'da Tiflis'i aldı!.. ABHAZYA içlerinde ilerledi.

Ancak 1229 yılında Kraliçe Rusudana aralarında KIPÇAKLAR'ın da olduğu yeni bir ordu oluşturdu. İki ordu karşılaşınca CELALEDDİN HARZEMŞAH, KIPÇAKLAR'ı farkedip onlara tuz-ekmek gönderdi. Bunun üzerine KIPÇAKLAR onun tarafına geçtiler!.. Tıpkı 150 yıl önce Bizans ordusundaki UZ, KUMAN ve PEÇENEK askerlerin yaptığı gibi!.. Böylece ABHAZ-KARTVEL ordusu yenildi!..

Ne var ki, aynı tarihte Moğol ordusu bölgeye ulaşmıştı. Celaleddin Harzemşah Doğu Anadolu'ya geçti. Elbiselerine tamah eden bir Kürt köylüsü tarafından öldürüldü. Beraberindeki TÜRKLER bölgeye yerleşip bugünün ZAZALAR'ını oluşturdular.

Moğollar KAFKASYA'nın büyük bölümünü işgal ettiler. (1231) ABHAZ/KARTVEL krallığının toprakları İLHANLI devletinin içinde ABHAZYA ve GÜRCİSTAN eyaletlerine dönüştü ve uzun süre öyle kaldı!.. (1256-1344)

İlhanlı döneminden sonra ABHAZYA, güçsüz Çaçba hanedanıyönetiminde varlığını sürdürdü... 1578'de bu küçük ülke OSMANLI yönetimine girdi, 19. yüzyılın başlarına kadar ve bir eyalet olarak kaldı. Bu 300 yıl içinde ABHAZLAR müslüman oldular. Büyük bir ihtimalle 1600'lerde!..

Bunu nereden anlıyoruz?.. Bölgedeki Dominiken keşiş Jean de Luc, "kendi zamanında bile (1637) ABAZALAR'ın artık Hıristiyan geleneklerine itibar etmediklerini, ancak hıristiyan sayıldıklarını" belirtmektedir... Yani onlar ellerinden geldiği kadar "kütükten düşmemeye" çalışmışlar, ama ABHAZLAR çoktan Hıristiyanlık'la ilişkilerini kesmişler!

Dergiye göre, ABHAZ hanedanı Çaçbalar (Şervaşidze... bu ad Gürcü adı Şvardnadze ile ilişkili mi acaba?) İslamiyet'i 18. asrın sonlarında kabul etti, ve Osmanlı hakimiyetine de o zaman girdi. Ancak hanedan o tarihte ancak Sohum ve çevresine hükmedebiliyordu. Bir çok ABHAZ bölgesi de özgür birimler halinde idi. Buna rağmen OSMANLILAR, ABHAZ Prensine 1725-1728 yıllarında ABHAZLAR'ın muhasara ettikleri Sohum kalesini verdiler!

Şimdi bu büyük bir çelişki!.. Hem yukarıda "Bu küçük ülke 1578'de Osmanlı yönetimine girdi," diyor, hem de hanedandan, özgür birimlerden bahsediyor!.. Hangisi doğru?..

Bizce bölge dağlık olduğu için her köşesine devlet otoritesi ulaşmamış olabilir ama, öyle özgür birimler falan yoktu!.. Sonra ABHAZLAR Sohum kalesini muhasara etmişlerse, bu 1725'de kale ellerinde değil, anlamına gelmez mi?. Çaçbalar'ın hükmü o zaman nasıl "Sohum ve çevresinde" geçer???

1801'de Gürcistan Kralı İraki, Rus egemenliğini tanıdı. Böylece ABHAZLAR da zorunlu olarak Ruslar'la ilişkiye girdiler... 1808 yılında ABHAZ Prensi Kalış Bey, oğlu Arslan Bey tarafından öldürülünce, diğer oğul Sefer Bey Ruslar'dan yardım istedi.... Burada TÜRKÇE isimlere dikkatinizi çekeriz!..

Bu olayı fırsat bilen Ruslar Sohum'a asker çıkardı. Sefer Bey ihanetine bir din değiştirmeyi ekledi, Hıristiyan olup Georgius adını aldı!.. Büyük oğlu Demetrius (1821) ve onun zehirlenmesinden sonra kardeşi Michael (1822) döneminde Ruslar konumlarını güçlendirdiler. Ancak etki alanları Sohum'un ötesine geçemedi. ABHAZYA'nın diğer bölümlerinde, hain Georgius'un oğlu Michael'in müslüman amcalarını sözü geçiyordu.

Ruslar 1864'de KAFKASYA'yıa tamamen ele geçirince, Michael ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Ondan sonra ABHAZ, ASADZ, APÇIPSI, PSHOA, UUBIH ve ADİGELER birlikte OSMANLI topraklarına göçe tâbi tutuldular! 1866'daki toprak reformu üzerine bir göç kafilesi daha ülkeden ayrıldı! TZABAL ve DAL bölgeleri tamamen boşaldı!

Ondan sonraki göç 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasındaki bağımsızlık mücadelesindeni sonra oldu 1864-1878 arasında 125.000 kadar ABHAZ göç yollarına düştü. Bunlardan ne kadarının sağ ulaştığı bilinmemektedir. 19. yüzyılın başlarında ABHAZ nüfus 200.000'in üzerinde idi. 1991 yılında yaşılan sayımda ise ABHAZYA'da yaşayanlar:

ABHAZLAR ..... 93.000
Gürcüler ...... 60.000
Svanlar .... 25.000
Megrel-Lazlar .....175.000
Ruslar ....... 76.000
Ermeniler ..... 77.000
Rumlar .... 14.000
Ukraylnalılar ...... 15.000
TÜRKLER ..... 10.000
Diğerleri ........18.000

idi... (Abhazya İçişleri Bakanlığı Bülteni) Şaşırtıcı, değil mi? ABHAZYA'da ABHAZLAR azınlıkta!..

Dergiden devam edersek, 1905 yılında bölgede bir ayaklanma oldu, ancak Rus birlikleri tarafından bastırıldı. 1917 yılında Ekim Devrimi ile ABHAZYA yönetimi Menşevikler'in eline geçti. 4 Ay sonra Bolşevikler Sohum'u aldı. Ancak 2 ay sonra tekrar Menşevikler'e kaptırdılar!..

Menşevikler Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'ni kurup Almanlar'ın himayesine girdiklerini açıkladılar!.. ABHAZYA 1921'e kadar Menşevikler'in kontrolünde kaldı. Mart 1921'de Bolşevikler'in eline geçti ve ABHAZYA Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Aralık'ta Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti ile birlik kuruldu... Aralık 1922'de her iki cumhuriyet Azerbeycan ve Ermenistan'ı da kapsayan TRANSKAFKASYA Federasyonu'na katıldılar. Stalin 1931'de ABHAZYA'yı özerk cmuhuriyet olarak Gürcistan'a bağladı. 1985'de Gorbaçov ve Gürcistan'da Gamsakhurdia dönemi başladı. Gamsakhurdia Abhazya'nın Gürcü toprağı olduğunu ilan etti! 1992'de sorunlar arttı. Bu arada Şevardnadze, Gamsakhurdia'yı devirerek iktidara gelmişti. Direnen ABHAZYA'ya karadan, havadan, denizden saldırdı! Gürcüler'in bir ordu geleneği olmadığından milisler önlerine gelen yerleşim birimlerini yağmaladılar. Müzeler, devlet binaları, üniverseteler hep harap oldu. Yalnız ABHAZLAR değil, bölgede yaşayan Rum, Ermeni, TÜRKLER de büyük zarar gördü, saldırılara uğradı. Gürcüler'in ayrılmaz parçası sayılan Megreller (Hıristiyan Lazlar) dahi çeşitli bahanelerle ezildi, öldürüldü. Büyük acılar çekildi.

Halen ABHAZYA, Ruslar'ın desteği ile Batı yanlısı Gürcistan etkisinden uzak, ancak büyük sıkıntılar içinde bulunmakta!..

Konuyu kapatırken OSMANLI Devleti'nde yüksek makamlarda görev yapmış olan ABHAZ-ABAZA kökenli devlet adamlarını da saymak isteriz:

Sadrazam Melek Ahmet Paşa... Sultan 4. Munad'ın kızı ile evli idi.
Vali Eşbir Mustafa Paşa... İsyanları ile anılır. Bir ara sadrazamlık etmiştir.
Sadrazam Siyavuş Paşa... 1651'de Sadrazam oldu.
Siyavuş Paşa... Önceleri Köprülü Mehmet Paşa'nın kölesi iken, sonra damadı olmuş, daha sonra da 1687'de sadrazamlığa lâyık görülmüştür.
Büyük Süleyman Paşa... Bağdat Valisi Ahmet Paşa'nın kölesi iken gözüne girmiş, damadı olmuştur. Daha sona Basra valisi ve Bağdat valisi, ve 1761'de sadrazam olmuştur.
Koca Hüsrev Paşa... Sultan 2. Mahmud döneminde fes giyilmesini yayan kişi budur. Sultan Abdülmecid döneminde sadrazamlık yapmıştır. Tanzimat Fermanı onun zamanında Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur.
Tunuslu Hayrettin Paşa... Melek Ahmet Paşa ahfadındandır. 1878'de sadrazam oldu.
Ahmet Hamdi Paşa... 1868'de Evkaf Nazırı oldu. maliye Nazırlığı yaptı. Aydın valiliği, Suriye valiliği yaptı.
Hüseyin Rauf Orbay... Atatürk'ün silah arkadaşı, amiral ve devlet adamı.
Halil Rıfat Paşa... Koca Hüsrev Paşa'nın kölesi iken özel eğitim gördü, sonra saraydan Saliha Sultan ile evlende, nazırlık yaptı. Valilik yaptı. Prens Sabahattin bu paşanın torunudur.
Mahmud Celaleddin Paşa... Halil Rıfat Paşa'nın oğludur. Sultan Abdülmecid'in kızlarından Seniha Sultan'la evlendi. Şura-ı Devlet üyesiydi.
Muhlis Paşa... 1877'deki Rus savaşında Kars cephesindeki Ahmet Muhtar Paşa'nın ordusundaki Kafkas paşalarındandı. ABAZALAR'ın Sakarya civarına yerleştirilmelerinde büyük rolü olmuştur. Torunlarından Muhlis Sabahattin Ezgi, Neveser Kökdeş bestekârdı. Keriman Halis ise 1932 yılında Dünya Güzeli seçilmiştir.
Evliya Çelebi'nin de Abaza olduğu söylenmektedir.

Yukarıda köle olan kişilerin sonradan paşa kızıyla, hatta padişah kızıyla evlenip Sadrazam olduğunu okuyanlar şaşırmış olabilir. Aslında bu konudaki yazıyı hazırlayan Ömer Büyüka da şaşırdığı için şöyle bir yorum getirmiş (cümleler bozuk, düzeltiyoruz) :

- "OSMANLI'daki devlet adamlarının KAFKASYA'da doğanlarına KÖLE demeyi her nedense tercih ediyorlar. O KAFKASYALILAR, çocuklarının iyi yetiştirilip büyük adam olmaları için İstanbul'a gönderildiklerine inanıyorlardı. Ancak aracıların o çocukları öteye beriye vereceklerini, SATILMIŞ KÖLE sanılacaklarını bilmiyorlardı. Ana babalarınca esircilere satılmış köleler değillerdi."

Halbuki KAFKASYA'da ve ORTA ASYA'da köle ticareti önce ARAP seferleri ile başlamış, sonra MOĞOL işgâli ile devam etmişti. Bu köleler genellikle CENGİZ HAN ordularının ORTA ASYA ve KAFKASYA savaşlarında esir ettikleri askerler ve sivil halk idi. Venedik ve Cenevizli tacirler bölgede esir ticaretini yürütüyorlardı. KIPÇAK (DOĞU TÜRKLERİ) ve ÇERKES-ABAZA (BATI TÜRKLERİ'nden) köleleri BİZANS'a, MISIR'a, ENDÜLÜS'e (İSPANYA) götürüp sattılar!.. MOĞOLLAR onları Venedikli, Cenevizli tacirlere satıyor, onlar da götürüp başka ülkelerde pazarlıyordu.

MISIR'da kurulan KÖLEMEN DEVLETİ, SELÇUKLU zamanında zekâsıyla, bileğinin gücüyle sivrilen kölelerin devlet kademelerinde yükselmesi, ordu kumandanı olması, sonra da kendi adlarına devlet kurmasıyla oluşmuştur. Daha sonraki MISIR ÇERKES KÖLEMEN DEVLETİ işte bu kölelerin torunlarının aynı şekilde yükselip Devlet'i ele geçirmeleriyle meydana gelmiştir.

Yoksa ÇERKESLER, MISIR'a sefer düzenleyip zaptetmiş falan değillerdir!..

Tabii bu olay, TÜRK ve İSLAM toplumlarında "kölelik" anlayışının EMPERYALİST ve KÖLECİ BATI DÜNYASI'ndan ne kadar farklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Evet, savaşta esir düşen asker "köle"dir ama, kaabiliyetine göre insan olarak değerlendirilir. Hatta bir devlet başkanı olabilir, kimse buna hayret etmez!..

OSMANLI padişahlarının önemli bir kısmı da köle olarak satın alınan cariyelerden olma çocuklardır... Padişah anası da SULTAN sayılırdı.

Ne cariyelerin ırkı, ne de köle statüsü, kadın-erkek onların yükselmesine, itibar görmesine engel teşkil etmemiştir.

Ancak "köle" uygulaması, ABAZA ve ÇERKESLER'de ARAP seferlerinden beri devam etmekteydi... Hatta bölgenin tamamen OSMANLILAR'ın eline geçmesinden sonra da, yani savaş ve koloni ticareti ortadan kalktıktan sonra da bu uygulama sürmüş, bir kısım ÇERKESLER gönüllü olarak OSMANLI sarayına kızlarını "cariye" vermeye devam etmişlerdir.

OSMANLI DEVLETİ'nin zayıfladığı 18-19. asırlarda dışardan fazla köle gelmediği için, ÇERKES köle ve cariyeler Saray'da ve Devlet kademelerinde önemli mevkilere gelmişlerdir.

Durumu iyi bilen tarihçi RIZA NUR Çerkesler'in o dönemdeki ve Osmanlı sarayındaki davranışlarından çok rahatsız olarak şöyle yazmıştır:

- "Zulümden kaçıp TÜRKİYE'ye gelen Çeçen, Çerkes, Asetin, İnguş, Abaza hepsi Çerkes sayılır... Hepsi de Çerkes propogandası yapar."

- "Halbuki, esas yurtları ÇEÇENİSTAN, ÇERKEZİSTAN, OSETYA, DAĞISTAN'dakiler de 'TÜRKLER gelip bizi kurtarsın' diyerek TÜRKLÜĞE SARILIRLAR!.."

- "Vaktiyle çarlar KAFKAS dağları soylularının, bilhassa Çerkes beylerinin çoğunu saraya subay, er olarak hizmete alırlardı. Bunların çocuklarını toplar, Ruslaştırır, hıristiyan yaparak büyütürlerdi!.. Bunlar Çar'ın hassa ordusunda yer alırdı. Kızları da saraya hizmetçi olarak alır, hıristiyanlaştırırlardı!"

- "Yani Çerkesler OSMANLI sarayında olduğu gibi, Rus sarayında da el üstünde tutulurlardı. Bu tarz iş yapma onların kanında olan bir şeydir... Kendilerini soylu ve yüce bir millet olarak görürler ama, küçümsedikleri milletlere uşaklık ve paralı askerlik yapmaktan da kaçınmazlar. Bu uğurda hayatlarını dahi verirler." (Rıza Nur, Millî Kıyam)

Durumu hiç kavrayamayan, TÜRK TARİHİ'ni hiç bilmeyen Ömer Büyüka, köleliğe itirazını şöyle sürdürmüş:

- "Sorulması gereken soru şudur: Padişah veya sadrazam, kızını kendi kölesiyle, veya herhangi bir köleyle evlendirir mi?"

Evlendirir!.. Büyüka, bunun, TÜRK MİLLETİ'nin üstün bir meziyeti, İSLAM'ın bir özelliği olduğunu bilmiyor!.. MISIR'da KIPÇAK KÖLEMEN ve ÇERKES KÖLEMEN devletlerinin, HİNDİSTAN'da TÜRK KÖLEMEN devletinin bu sayede kurulduğunu da bilmiyor!.. KÖLE olarak gelenlerin yükselip ordu komutanı, paşa, vezir, ve vali olduğunu, sonra ayrılıp devlet kurduğundan haberi yok!.. OSMANLI Padişahların önemli bir kısmının dahi, köle olan cariyelerinden doğan şehzâdeler olduğunu bilmiyor!..

Böyle bir durum, ancak bizde, TÜRKLER'de mümkündür!.. İnsana İNSAN değeri vermek, liyakat göstereni yükseltmek TÜRK'ün vasfıdır!. Bunu Hıristiyan köleci ve ırkçı Batılılar anlayamaz!..

Anlayamaz ama, MAREŞAL MOLTKE gibi, hayranlığını dile getirmekten de kendisini alamaz!.. MOLTKE diyor ki:

- "Doğu'da esaret bahis konusu olunca, bunda daima bir TÜRK kölesiyle, Batı Hint'teki (Amerika) bir zenci esir arasında mevcut DAĞLAR KADAR BÜYÜK FARK, gösden kaçmaktadır!"

- "Hatta bizim bu kelimeye verdiğimiz anlamla ESİR(KÖLE) kelimesi bile yanlıştır! ABD esir-köle değil, hizmetkâr demektir!"

- "Satın alınmış bir TÜRK hizmetçisi, kiralanmış olandan bin defa daha iyi durumdadır. Efendisi onu korur, hasta olursa bakar, hadden aşırı yorarak onu işe yaramaz hale getirmekten sakınır! (Amerika'daki, Küba'daki gibi) Şekerkamışı çiftliklerinde çalışmak gibi işler de hiç bahis konusu değildir!"

- "Daha çocukken velinimetin evine giren esirler (köleler) ailenin bir üyesi haline gelir. Yemeklerini, tıpkı ev işlerini onlarla birlikte yaptığı gibi, evin oğullarıyla birlikte yer!"

- "Esirlik (kölelik) hemen hemen hiç bir zaman AZAD edilmekle son bulmaz! Esirin (kölenin) bütün ömrü boyunca geçimi sağlanır. Çoğu zaman köle, evin kızıyla evlendirilir. Eğer evin oğlu yoksa, efendisi onu kendine MİRASÇI yapar!"

- "PADİŞAH'IN DAMATLARI BİLE (ESKİDEN) SATIN ALINMIŞ ESİRLERDİR!"
(Moltke'nin Türkiye Mektupları, 1995, sf. 44-45)

Gördünüz mü TÜRKLER, bırakın kendileriyle birlikte yaşayan KAN KARDEŞLERİNE, kölelere bile nasıl davranıyor!..

Hal böyle iken; ayırımcılık, bölücülük yapmanın, sömürülmekten, ezilmekten bahsetmenin bir anlamı var mı?

*****

ÖNEMLİ SAYFALAR

DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
KUZEY ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI
BÜYÜK ARAŞTIRMACI KÂZIM MİRŞAN'IN TESBİTLERİ

Email: mailto:ttrkkan@excite.com