KADIN ÜZERİNE SÖZLERİ – AÇIKLAMALAR 2

(4-devam)- Bir de şu 4 KADIN alma meselesi var...Bu konuda SCHOPENHAUER'ın AŞKIN METAFİZİĞİ adlı küçücük eserini mutlaka okumak gerekir... Hani biz desek inanılmaz da, ÜSTAT deyince belki daha kabul görür diye onun ağzından veriyoruz:

" BATILI HIRİSTİYANLAR, MÜSLÜMANLAR'ı 4 KADIN aldıkları için "ibtidai" ve "gayrıinsani" görürler... Ama kendileri karılarının yanısıra 2,3,4 metres değiştirmekte hiç bir beis görmezler. Ayrıca fırsat buldukları kadınla yatmaktan da kaçınmazlar. Bunun 4 KADIN almaktan daha kötü olduğunu, artık kabul etmek gerekir."

ÜSTAT bunu yazdığında, sadece BATI'da böyle bir anlayış vardı. Şimdi biz de TEK kadın alıp aynı şeyi yapıyoruz.

İşin aslı şu ki, ÇOK KADIN İLE EVLİLİK sadece İSLAM DİNİ’nde değil, MUSEVİLİK, HIRİSTİYANLIK’ta da serbesttir….HİNDU ve AFRİKA DİNLERİ de buna engel değildir… Önce bunu bir “ayıp” gibi İSLAM’a saldırı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmek gerekir…

KUR'AN'daki 4 KADIN ile NİKAHLANMA, ve hatta CARİYELER ile ilişkiye girme izni yine KADIN'ın korunmasından, ve erkeğin ŞEHVET hissinin sınırlanmasından başka bir amaç taşımaz... CARİYE bilindiği gibi bakımı size ait KÖLE'dir. Gençken de, yaşlıyken de sorumluluğunuz altındadır. Sokağa atamazsınız. Ama bugün KÖLE olarak boğaz tokluğuna pazarlanan nice genç kız vardır ki, yaşlandıklarında kendilerini beş parasız sokakta bulurlar!.

KUR'AN'da bu hak herkese değil, sadece BAKABİLECEK, HAK GÖZETECEK kişilere tanınmıştır. Yani her önüne gelen 4 KADIN alamaz...

Üstelik gözden hep kaçırılan bir nokta vardır... Kimse kimseyi falancanın 2. karısı, 3. karısı olmaya zorlıyamaz! Yani böyle bir evliliğe, KADIN'ın MUTLAK RIZASI gerekir... Eh, KADIN birinin ilk metresi olmaktansa, ötekinin 3. karısı olmayı tercih etmiş... Buna kimin laf etme hakkı var ki?.. Yoksa feministler "kişi özgürlüğü"ne inanmıyor mu?..

İnanmıyor tabii! Daha doğrusu bir erkeğin 2,3,5 metres tutma, bir kadının da METRES olma "özgürlüğü"nü kabul ediyor da; nedense RESMİ ilişkiye, NİKAH bağı ile sorumluluk getiren sekse karşı çıkıyorlar. Yahu, şunun mantık neresinde?.. Hiç akla yatkın, kabul edilebilir bir yanı var mı?..

Bizce dünyadaki zengin erkeklerin hemen hepsi, İSLAM'ın teşhis ettiği gibi, ÇOK EVLİ'dir!.. Karısının yanısıra bir kaç sevgilisi, metresi, kapatması vardır... Ancak İSLAM'ın KADINLAR'ı koruyan kuralları uygulanmadığı için, bu kadınlar kullanıldıktan sonra kirli mendil gibi atılırlar. Yani KANUNLAR, KADIN lehine gibi görünür ama, erkeklerin işine yarar!.. Hani şu, KADINLAR'a "eşitlik" sağlayan, KADIN'ın da erkeğe "nafaka vermesi" hükmünü getiren kanun gibi!..

Dikkat edilirse, bütün yazdıklarımız KADINLAR'ın lehine, ERKEKLER'in aleyhinedir. Çünkü "modern" dünya KADINı "serbestleştiriyorum" derken, onu SAVUNMASIZ bir biçimde erkeklerin önüne atmaktadır.

Burada diyeceksiniz ki, "şu ana kadar hep ATATÜRK'ü savundun. Ama iş 4 KADIN'a gelince, bunu yasaklıyanın o olduğunu unuttun!"

Hayır, unutmadık... Biz ATATÜRK'ün de TEK "resmi eş"i olmasına rağmen, pek çok kadınla ilişkisi olduğunu bilenlerdeniz. Zaten bu kısmı, onun getirdiği "tek kadın" kuralının PRATİK'te hiç bir anlamı olmadığını, kadınları düşmekten kurtarmadığını göstermek için yazdık... Kendisi de davranışları ile bizi haklı çıkarmıştır.

(5) İşte burada ATATÜRK bizim belirttiğimiz gibi, KADIN'ın bu hale düşmesinin son dönemlerde ERKEKLER'in İHMAL ve KUSUR'u sonucu olduğunu belirtiyor... DİN'in bununla alakası yoktur... Bu ihmal sadece KADINLAR üzerine değil; ÇOCUKLAR, İHTİYARLAR, bütün KURUMLAR, ÜLKE TOPRAKLARI ve tabii ERKEKLER üzerine de SEFALET getirmittir.

Ama tekrardan toparlanmak, sadece ERKEKLER'i yücelterek olamaz. KADINLAR da EĞİTİM ve İLGİ'den paylarına düşeni almalıdırlar. Aslında ÇOCUKLAR'ın eğitimi de, her iki kesimin geleceğe tam olarak hazırlanması şeklinde olmalıdır. Özellikle çağımız hem ERKEK hem de KADINLAR'ın pek çok elektronik araç kullandığı, TEKNOLOJİ'nin hayatımızın her kesimine girdiği bir dönemdir. İnsanların bu araçları kullanması yetmez. Onlardan azami şekilde yararlanabilmesi, kendine ve etrafa zarar vermemesi, bu araçların kolayca tamir edilebilmesi, parçalarının ülkemizde üretilmesi için yoğun bir EĞİTİM gereklidir.

Biz KADINLAR'ın kurtuluşunu, her birinin kendini geçindirebilecek bir MESLEK edinmesinden; rahata ermesini de TEKNOLOJİ'den nasıl yararlanacağını bilmesinden geçtiğine inanırız. Bunların her ikisi de yoğun ve kaliteli EĞİTİM'e dayanır. KADIN hakkında başka taleplerin dikkati dağıtmaktan, marjinal grupların amaçlarına hizmet etmekten başka yararı olmaz.

(6) ANADOLU'nun çilekeş KADINI'nın asırlardır çektiği ızdırabın onu yücelttiği aşikar... Hep TÜRKLER askere gitti, TÜRKLER'in ANA'sı yavrusuna, KIZ'ı yavuklusuna ağladı. Yine ANADOLU KADINI düşmana karşı ERKEK gibi karşı koydu. Kurtuluşta rolü gerçekten büyük oldu... Ancak BALKANLAR'daki TÜRK KADINI'nı unutamayız. ATATÜRK'ÜN ANNESİ dahi oradan gelmiştir... Diğer TÜRK yurtlarındaki KADINLAR'ımız da, kurtuluşu sağlıyamamalarına rağmen, çok ızdırap çekmişlerdir. Hele Orta Asya'dakiler işgal altında olmaları bir yana, 2. Dünya Harbi'nde Sovyet erkekleri ile birlikte cepheye sürülmüşler, savaşa katılmışlardır. Bu da unutulmaz.

Biz bu söz ile ANADOLU KADINI'nı gerçekten yüceltirken, dünyanın dört bir yanında, AFRİKA'da, ASYA'da, GÜNEY AMERİKA'da ızdırap çeken, açlıkla boğuşan, çocuğuna emzirecek sütü bile olmayan bütün KADINLAR'ı hatırlamadan edemiyoruz. Gönlümüz onların kurtuluşunu, refaha erişini, dünya nimetlerinden en az namussuzlar kadar yararlanmasını diliyor!..

Sadece onlar değil; KALKINMIŞ ÜLKELER'de kendini erkeklere peşkeş çekerek yaşamak durumunda kalan milyonlarca KADIN'ın , küçükcük KIZLAR’ın da bu rezillikten kurtulması, en büyük dileğimiz!

(7) İşte ATATÜRK'ün en güzel sözlerinden biri!.. Gerçekten, KADIN'ın zorlama sanatçı, zorlama rekortmen olmasına gerek yok... Çünkü KADIN, dünyadaki bütün insan yapısı eserlerin ANA'sıdır. MİCHEL ANGELO'nun, VAN GOGH'un, hatta ATATÜRK'ün başarısı; onlar kadar onları doğuran ANALAR'ın eseridir. Çünkü MONA LİSA, LEONARDO DAVİNÇİ'nin eseridir, ama esas eser LEONARDO DAVİNÇİ onun ANASI olan KADIN'ın eseridir. Onun içindir ki, dünyada hiç bir SANAT dalında, ve hiç bir SPOR dalında KADINLAR'ın ERKEKLER ile yarışması gerekmez. Onları geçemezler. Ama aslında KADINLAR daha büyük bir onur sahibidirler. Çünkü o SANATKARLAR'ı, o ŞAMPİYONLAR'ı mutlaka bir KADIN doğurmuştur!.. Dünyada insan eliyle üretilmiş ne varsa, mutlaka bir KADIN'ın eseridir!..

Türk kadını dünyanın en faziletli..14.10.25

iki kısım kadın erkek...30.8.25

ATATÜRKÇÜLÜK NEDİR?..

SPOR ÜZERİNE SÖZLERİ:

---------------------

- SPOR'u ya PROPOGANDA için yapacağız, yahut da BEDENİ TEKAMÜL'ümüzü temin için yapacağız. (1) (16.8.1923)

Bir MİLLET yalnız SPOR'la GÜC'ünü GÖRÜNÜŞ'ünü değiştiremez. TOPLUM'un SAĞLIĞI'nı, MEDENİYETİ'ni, BİRLİĞİ'ni alakadar eden bir çok fikirlerin de gerçekleşmesi icab eder.

TÜRK MİLLETİ'nin bugünkü nesli biraz zayıf, biraz hasta, biraz cılızdır.

Gerçi yurdumuzda köylülerimiz bütün günlerini tarlada, otlaklarda, ormanlarda bedenen çalışarak hep hareketli geçiriyor diye avunabilirsek de, bunlardan umulan sonucuna alınması beklenemez. (30.9.26)

Bizim SPOR'dan maksadımız ŞAMPİYONLAR yetiştirmek değil; SPORTMEN ve SAĞLIKLI bir MİLLET yetiştirmektir. (2)

Cihanda SPOR hayatı, spor alemi çok mühimdir. Çünkü IRK meselesidir. Irkın ISLAH ve küşayişi meselesidir...(3)(30.9.26)

Ben SPORCU'nun AHLAKLISI'nı severim.

NOTLAR

(1) Her konuda İŞİN ÖZU'nü görmesini bilen ATATÜRK, SPOR'un da dünyada hangi maksatla yapıldığını hemen görmüş ve alternatifleri önümüze koymuştur. Bunun arkasından gelen sözlerinde de MİLLET'in durumunu açıklamış ve kendi tercihini belirtmiştir.

Timdi ALLAH aşkına, elinizi vicdanınıza koyun; bir ATATÜRK'ün bu bölüme aldığımız VECİZE niteliğindeki sözlerine bakın; bir de AĞIZ İSHALİ'ne tutulmuş DEMİREL zibidisinin 1996 Atlanta Olimpiyatları sırasında olur olmaz yerlerde ettiği laflara bakın!.. Birisi üzerine kitaplar yazmak mümkünken, ötekisi ilkokul öğrencisini bile tatmin etmiyecek düzeyde... Üstelik yanlış değerlendirmeler ve bağlantılar ile dolu!

Neymit efendim, "dünya milletleri meseleleri silah zoruyla çözmek yerine görütmeler yoluyla çözmenin yararını anlamışlar. Silah gücünü göstereceğine, olimpiyatlarda şampiyonlarını göstermeyi tercih ediyorlarmış!.." ALLAH aşkına, şu lafın iler tutar bir tarafı var mı?..

Bir defa olimpiyatlar ilk bu yıl yapılmıyor ki, bilek gücü yerine sporcu gücü ortaya çıkmış olsun!.. 2. Dünya Savaşı içine denk gelen hariç, her 4 yılda bir bu yarışmalar yapıldı ve 1996'daki Olimpiyatlar'ın 100. yılı idi!..

Yani DEMİREL Efendi'nin tabiri ile "dünya milletleri" bizim ifademizle BATILI EMPERYALİSTLER, bu süre zarfında hem iki dünya savaşı çıkardılar, milyonlarca insanın ölmesine sebep oldular... hem tonlarca atom bombası patlattılar... hem sömürgelerini elden kaçırmamak için 1900-1980 arası milyonlarca Afrikalı, Asyalı, Güney Amerikalı, hatta TÜRK'ün ölmesine sebep oldular... hem de her 4 yılda bir "barış" teraneleri arasında kuzu kuzu yarıştılar!..

Çok değil, 1988 Olimpiyatları'ndan 2 yıl sonra ABD, IRAK'ın üstüne saldırmadı mı?.. Hem de 2. Dünya Harbi'nde Almanya'ya atılan bombalardan daha fazlası ile!.. Bu mu "sorunları görüşmelerle çözmek"?..

Yine 1992 Olimpiyatları'ndan hemen sonra SIRPLAR, BOSNA-HERSEK'teki silahsız MÜSLÜMAN kardeşlerimizi işkence ile öldürüp, bacılarımıza tecavüz etmedi mi?..Domuzların kontrolündeki BİRLEŞMİŞ MİLLETLER garanti verdi diye Zenitsa'ya sığınan binlerce MÜSLÜMAN BOŞNAK, öldürülüp toplu mezarlara gömülmedi mi?.. Ermeniler AZERİ toprağına saldırıp beşte birini işga7l etmedi mi?.. Bu mu, "meseleleri görüşme yoluyla çözmek"?.. İnsanın aklına bu herifin yüzü acaba DOMUZ DERİSİ ile mi kaplı, hiç mi yalan söylerken kızarmıyor, diye sorası geliyor!

Bu utanmaz adam bir de son zamanlarda ağzına "İSTANBUL, DÜNYA ŞEHRİ" lafını doladı...1996'da HABİTAT toplantısını yüzümüze gözümüze bulaştırdı, İSTANBUL'umuza gavur bayrağı çektirdi ya; yetmedi!.. "2000 Olimpiyatları'nı Sidney'e kaptırdık, bari 2004'ü alalım, İSTANBUL'u DÜNYA ŞEHRİ yapalım" diyor!..

Bir defa HABİTAT'ta gördük. Bu gibi organizasyonlar ZENGİN DEVLETLER'in harcı... Ayrıca sadece onların işine yarıyor. Biz HABİTAT'ın masrafını bile çıkaramadık. Kaybettiğimiz turist ve ticaret te cabası!... Olimpiyatlar da bize pahalıya mal olur, ne masrafının, ne de organizasyonunun altından kalkamayız. Gerek te yok!.. TÜRK MİLLETİ'nin derdi kendi meselelerini çözmek, eksiklerini tamamlamak!.. Bir lüksten ibaret olan spor gösterileri için harcanacak ne vaktimiz, ne paramız var!.. Cumhurbaşkanlığı döneminde 4 tane olimpiyat görmüş olan ATATÜRK'ün hiç böyle bir talebi olmuş mu?..

Ha, reklam olurmuş!.. Neyin reklamı?.. TÜRKİYE'nin mi?..TÜRKİYE satışa mı çıktı ki, reklama ihtiyacı olsun?.. Varsa bir satacak malın, onun reklamını yap!.. Turist davet edeceksen, onun görmesini istediğin şeyin reklamını yap!.. Ama ne idüğü belirsiz toplantı ve olimpiyat gibi gösteriler ile reklam olmaz. İki gün sonra hangi ülkede bile yapıldığı unutulur, sadece şampiyonlar ve rekorlar akılda kalır. MEKSİKO şehrinin TÜRKİYE'de ne kadar reklamı oldu ki, İSTANBUL'un MEKSİKA'da olsun!..

Hele şu "dünya şehri" lafı yok mu, tüylerimizi diken diken ediyor!.. TÜRKÇE bilmezliğinden mi başlasak, İSTANBUL'u satışa çıkarmış muhabbet tellalı tavrından mı?.. Velhasıl, "ALLAH bu adamın sülalesine gün yüzü göstermesin," diyerek, kendimizi tutuyoruz.

Yahu, şu küçücük dünyamızda DÜNYA ŞEHRİ olmayan bir şehir var mı?.. Mesela ANKARA, SİVAS, BAKÜ, AŞKABAD, ÜRGENÇ, MİNSK, DELHİ dünya şehirleri değil de, MARS ŞEHRİ mi?..DEMİREL Efendi'ye göre hangi şehirler "dünya şehri" de, hangileri değil?.. Olanların özelliği ne?.. Olmıyanların eksiği ne?..

Bu adamın ağzından dökülen kelimelerin ardında gizlediği mana şu: Biz İSTANBUL'U AÇIK ŞEHİR YAPACAĞIZ!.. TÜRKİYE'nin diğer geri kalmış bölgelerinden farklı bir konuma getirecek, GAVURLARA PEŞKEŞ ÇEKECEĞİZ!.. BÜTÜN ZENGİN, ZALIM, UÇKURU DÜŞÜK GAVURLAR istedikleri zaman gelip yerleşecek, toprak, bina satın alacak, kendi malı gibi kullanacak. ARTIK İSTANBUL'da TÜRK İNSANI ancak onlara UŞAK olabilecek!.. İSTANBUL TÜRK ŞEHRİ DEĞİL; GAVUR DÜNYASININ BİR PARÇASI OLACAK!..

Yağma yok, DEMİREL Efendi!.. Biz sana az yedirmedik. Kardeşlerinin, yeğenlerinin bu fakir milletin cebinden ziftlenmesine de göz yumduk...Ama ÜLKE'yi, İSTANBUL'u başkalarına peşkeş çekmene izin vermeyiz!. İSTANBUL'u ne sana, ne o YUNAN TOHUMU, AMERİKAN PASAPORTLU PATRİK BARTALEMOS'a, ne de başka gavurlara yedirmeyiz!.. 2 kere kelleni kurtardın, üçüncüsünde verirsin, dikkat et!

Biz SPOR'dan söz etmek için oturduk sayfanın başına. Ama hayatında bir an bile SPOR yapmamışların palavralarını temizlemeden işe başlıyamadık. Okuyanlar bağışlasın!

ATATÜRK ne diyordu: Dünyada büyük milletler SPOR'u iki amaçla yapıyor. Biri PROPOGANDA.. Kendinin, insanının ne kadar güçlü olduğunu gösterip karşı tarafta "Bunlar yenilmez" inancı uyandırmak için...İkincisi de BEDEN'i GELİŞTİRMEK!..

SPOR; MÜZİK, ŞİİR, ROMAN, KARİKATÜR gibi politikaya ALET edilmeli mi, edilmemeli mi?..Bizce bu amaçla spor yapmak, SPOR değil; POLİTİKA yapmak olur. Nitekim TÜRKİYE'de çoğu spor faaliyeti bu tarzda yürütüldüğü için, başarıya ulaşmaz.

ATATÜRK, şimdiki TÜRK neslinin zayıf, çelimsiz, sağlksız olduğundan şikayet ediyor. Halkın çoğunun bedenen çalışmasına rağmen, bilgili ve sistemli hareket etmediği için bu faaliyetlein spor yerine geçmediği belirtiyor. Ve bunları göz önünde tutunca SPOR'un esas hedefi ortaya çıkıyor!

SPOR her şeyden önce BEDENİ GELİŞTİRMEK için yapılmalıdır. Böyle bakıldığı takdirde ÜÇ AMAC'ı olduğu görülür. Birincisi SAĞLIĞI KORUMAK... Kasları geliştirmek, ciğerleri açmak, beli sağlamlaştırmak, neticede İNSAN'ı yaşadığı yıllar boyunca ROMATIZMA, BEL BÜKÜLMESİ, EL-AYAK TUTMAMASI, NEFES DARLIĞI gibi sıkıntılardan mümkün mertebe korumak... Kişinin çalıttığı yıllarda bu SAĞLIKLI BEDEN'le daha VERİMLİ olmasını sağlamak!.. Bunun ne kadar önemli bir amaç olduğu ortada... Ayrıca böyle sağlıklı kişilerin yaşadığı bir ülkede SAĞLIK hizmetlerinin de çok daha ucuza mal olacağı aşikar.

İkincisi İNSANI GÜZELLEŞTİRMEK... Çarpuk çurpuk bir beden yerine dimdik, sarkık deriler yerine taş gibi kaslar, şişman-hantal bir beden yerine mütenasip bir vücut...Yani sadece GÜÇLÜ ve SAĞLIKLI değil; ESTETİK yönden de göze hoş gelen bir BEDEN'e sahip olmak!..Bu da yabana atılacak bir amaç değil. Ayrıca SPOR yapmadığı için şişmanlayan, çirkinleşen insanların sonradan güzelleşmek için harcadıkları kozmetik ve ameliyat masrafları da böylece ortadan kalkar.

Üçüncüsü BOŞ VAKİTLERİ DEĞERLENDİRMEK... İnsanı hem EĞLENDİRMEK, hem de KÖTÜ ALIŞKANLIKLARDAN KORUMAK...Bunun ne kadar önemli olduğu, kahvehaneleri, birahaneleri dolduran her yaştan genç göstermekte!..İÇKİ, SİGARA, UYUŞTURUCU, KUMAR, HAYTALIK'tan kurtulmanın en kolay yolu SPOR'u severek yapmaktır.

İşte SPOR, İNSANI BEDENEN GÜZELLEŞTİREN, GÜÇLENDİREN, SAĞLIKLI TUTAN, KÖTÜLÜKLERDEN UZAKLAŞTIRAN, ZİHNİNİ AÇAN, HAYATA UYUM SAĞLAYAN, VE EĞLENDİREN BİR FAALİYETTİR... Biz bu tanıma uyan her türlü faaliyeti SPOR sayarız, uymayanı da ne kadar BEYNELMİLEL olsa, FEDERASYON'u bulunsa da SPOR saymayız...Şöyle bir durup düşünülürse, HAKLI olduğumuz anlaşılacaktır.

SPOR dallarının çoğu HAYAT'ın kendisinden alınmıştır. OK ATMA, AT YARIŞI, YÜZME, KOŞMA, ATICILIK bunların başında gelir. Amaç insanı gerçek mücadeleye hazırlamaktır. Şu halde günümüzün en yaygın SPOR dalları, bunun gibi İNSAN BEDEN ve KAABİLİYETİ'ni geliştirenler olmalıdır...

Bu açıdan bakınca biz DİSK ATMA, ÇEKİÇ FIRLATMA, ESKRİM gibi spor dallarının devrini tamamladığını; biraz zorlama olarak sürdürüldüğünü düşünürüz. TÜRK sporcularının bunlarda başarılı olmaması bir kayıp olmadığı gibi, bu dallarda federasyonlar kurulması, antrenörler beslenmesi de kaynak israfıdır.

ATLETİZM'de HIZLI KOŞMA, ENGEL ATLAMA, MARATON'DA DAYANIKLILIK, belki UZUN ATLAMA, SIRIKLA ATLAMA da HAYAT'ta tatbik kaabiliyeti olan dallardır. Ama BAYRAK YARIŞI, ÜÇ ADIM, HIZLI YÜRÜME gibi dalları biraz UYDURUK buluruz.

Tekrar belirtelim ki, BELİRLİ DALLARDA SPOR yapılmasını istememizdeki ilk amaç, İNSAN SAĞLIĞI ve İHTİYACI'na uygun olmasıdır. Asla ŞAMPİYON olmak, REKOR KIRMAK için yapılmamalıdır bu sporlar!.. Daha çok sayıda insanın daha iyi koşması, daha iyi atlaması, daha dayanıklı olması için yapılmalıdır... Şampiyonluk konusunda ilerde açıklamalarımız olacak.

Biz insanları çirkinleştiren ve tatbik kaabiliyeti olmayan sporları ancak meraklılarının yapması, bunların DEVLET desteğinden çıkarılarak kaynakları yutmasının önlenmesinden yanayız... Mesela KADIN VÜCUT GELİŞTİRME diye yutturulan, aslında KADIN'ı kadın olmaktan çıkartıp çirkin bir "erkek" görüntüsüne sokan bir uygulama, spor olamaz! Pek çok kişinin başına aldığı darbeler ile hastalandığı, hatta öldüğü BOKS gibi bir spor dalı DEVLET himayesinde olamaz. Olmamalıdır.

Ha, insanların kavga etmesi, döğüşmesi HAYAT'ın bir gerçeği değil mi?.. Öyle... Eskiden bu konuda sadece GÜREŞ ve BOKS biliniyordu. Şimdi JUDO'dan, AİKİDO'ya kadar pek çok UZAK DOĞU SAVAŞ SANATI var. Bunlar askerler, polisler için HAYATİ önem taşıyor. Üstelik bu tür SPORLAR'ın bir de HAYAT FELSEFESİ var. Sadece BEDEN'i değil; ZİHİN'i ve RUH'u da TERBİYE etmeyi amaçlıyorlar.

Öyleyse İNSAN'ı hem BEDENEN, hem ZİHNEN geliştiren, hem de TENASÜB'ünü koruyan bizim anlayış ve mizacımıza uygun bu tarz SPORLAR yaygınlaştırılmalıdır.

Biz SATRANÇ, DAMA ve BRİÇ'i de ZİHİN SPORU olarak görürüz. Aslında her okul, lokal, kahvehanede bir SATRANÇ tahtasının bulunmamasına da hayret ederiz. Demirel Efendi'nin FUTBOL'a o kadar vakit ayırıp ta SATRANÇ'tan hiç söz etmemesini ayıplarız. Hele KASPAROV gibi bir DAHİ'nin saniyede 1.5 milyon hamle gücü olan BİLGİSAYAR'ı yendiği yılda!..(1996)

SPOR BAKANLIĞI'nın çeşitli FUTBOL klüplerine milyarlarca lira yardım yapmasını, buna karşılık KAMPÇILIK, İZCİLİK gibi yüzbinlerce gencin yararlanabileceği SPORLAR için çadır ve malzeme bulunmamasını da esefle karşılarız. Hem de "aydın"larımız TABİATI SEVELİM diye yırtınırken!.. Eğer KAMPÇILIK, İZCİLİK, TRAKİNG gelişmiş olsaydı, ormanlarımız sahipsiz kalmaz, yangınlar ile kül olup gitmezdi.

(2) İşte burada ATATÜRK'ün konuyu enine boyuna değerlendirdiğini, SPOR'u PROPOGANDA veya ŞAMPİYONLAR yetiştirmek için değil; hem VÜCUT hem KAFA bakımından SAĞLIKLI bir MİLLET yetiştirmek yönünde karar verdiğini görüyoruz. SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR sözü, bu tesbitin temelini teşkil eder.

Bu son derece GERÇEKÇİ'dir. Herkes İSKANDİNAV ülkelerinde JİMNASTİK tarzında SPOR'un hemen bütün fertler tarafından yapıldığını bilir. Keza ÇİN'de sabahları güneş doğuşundan itibaren parklar, meydanlar adeta rakseder gibi zarif hareketler yapan her yaşta ÇİNLİ ile dolar. ABD ve eski SOVYETLER BİRLİĞİ'nde hemen her kurumun SPOR TESİSLERİ olduğu, insanların her fırsatta evde, parklarda ve bu tesislerde SPOR yaptıkları yine herkesin malumudur. JAPONYA da bundan farklı değildir. Ancak ne boyutta olduğunu görmek için bu ülkelerden birine gitmek gerekir... Biz ORTA ASYA TÜRK Cumhuriyetleri'nde karşılaştığımız profesör, doktor, öğretmen, hemen her meslekten insanın çok güçlü bünyeye sahip olduğunu, gençliğinde en az bir dalda SPOR yaptığını, bunun yanı sıra çoğunun en az bir musiki aleti çaldığını müşahede ettik... Ayrıca öğrenci iken hemen hepsinin 1-2 ay tarlalarda çalışmaya gittiklerini öğrendik... Ah, bir de az votka içseler ne iyi olurdu!

MİLLET'in SAĞLIKLI olması elzemdir!... BOŞ VAKİTLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ayrıca önemlidir!... Bu, ancak ucuz, masrafsız, fazla yatırım gerektirmeyen ve bölge şartlarına, iklime uygun SPOR faaliyetlerinin yaygınlaştırılmasıyla mümkündür.

HIKING, TRACKING denilen DAĞDA, BAYIRDA YÜRÜME, KOŞMA, YÜZME, ATA BİNME, AĞAÇ DİKME, TARLADA, İNŞAATTA ÇALIŞMA, KUYUDAN SU ÇEKME bizce TABİİ SPORLAR'dır. Hem masrafsız, hem de topluma yararlı yönleri vardır. Ayrıca SOSYAL İLİŞKİLERİ, YARDIMLAŞMA duygusunu güçlendirir... Rahmetli şair FEYLEZOF RIZA TEVFİK, 80 yaşında iken günde 100 kova su çekerek İDMAN yapardı!

AVCILIK konusu ise yanlış anlaşılır. İSLAM'da AV helaldir. Ancak gereksiz cana kıymak haramdır. Yani insan AÇ ise, İHTİYAC'ı varsa, hadi bilemediniz canı kırk yılda bir tavşan eti çekmiş ise avlanabilir. Sırf "spor" olsun diye veya başkalarına hava atmak için kuşlarımızı, hayvanlarımızı yok etmek ne SPOR sayılır, ne de HELAL'dir!.. Hele milyonlarca insanın "avcı" diye kaydolup çifte veya pompalı tüfek alması, sonra da bununla birbirini avlaması izana sığmaz. Avcıların hem "doğa sevgisi"nden bahsetmesi, hem de KATLİAM yaparak TABİAT'taki DENGE'yi bozması ikiyüzlülüktür. Bu KATLİAM'ın en büyük örneği AMERİKA kıtasında yaşanmıştır. "Vahşi" diye horlanan KIZILDERİLİLER sadece ihtiiyaçları kadar BİZON avlarken, "medeni dünya"nın temsilcisi BUFALO BİLL gibileri "kim ne kadar çok bizon öldürecek diye bu zavallı hayvanları sürüler halinde vurdular, sonra sadece derilerini, hatta sadece dillerini alıp gittiler. Hem KIZILDERİLİLER aç kaldı, hem de BİZON nesli tükenme noktasına geldi…SAMUR, . KUNDUZ, FOG BALIĞI da öyle!..

KÜREK balıkçılar için, KAYAK, KIZAK ise DOĞU ANADOLU insanının hayatının bir parçası olan TABİİ SPORLAR'dandır. Ama siz kalkıp İSTANBUL'dan kayağa giderseniz, Ankara'da kürek yapmaya kalkarsanız, bu TENİS gibi biraz SOSYETİK SPOR olur. Herkes yapamaz, mali gücü yetmez. Hele şimdi bir de o "spor"a uygun kıyafet, öğretmen tutma gibi şeyler de "şart" sayıldığından, halka inebilen SPORLAR değildir.

Bizce her yere gerilebilen bir VOLEYBOL ağı, konabilen BARFİKS, BARALEL BAR, ATLAMA BEYGİRİ, TIRMANMA İPİ, LOBUT, HALTER, YAY, BASKETBOL potası, PİNG-PONG masası, GÜREŞ minderi, TEDİRBOL, BEDMİNGTON, hatta gençlerimizin tekrar ilgisine getirilebilecek ÇELİK-ÇOMAK, BİRDİRBİR gibi oyunlar hem KOLAY, hem UCUZ, hem de EĞLENCELİ SPORLAR'dır. Ama bunlar yapılmaz... Varsa yoksa FUTBOL!..

Herkes TOP teper, ama bu FUTBOL değildir!.. Zaten FUTBOL, AT YARIŞI dünyanın her tarafında SPOR olarak değil; GÖSTERİ olarak, hatta KUMAR için oynanır. "SPOR SEVER" diye adlandırılan SEYİRCİLER, aslında "GÖSTERİ SEVER"dir!..Maçlara, yarışlara SİRK'e gider gibi giderler. Üstelik SİRK'teki gibi "uslu" da durmazlar. FUTBOL maçlarında taşkınlık eder, AT YARIŞLARI'nda para kaybedince dağıtırlar... Bunların SPOR değeri, eğer varsa, FUTBOL oynayan 22 kişi ile, AT'a binen 10-15 kişi ile sınırlıdır!.. Üstelik yüzbinlerce FUTBOLSEVER DEĞİL; FUTBOL SEYRETMEYİ SEVER kişinin ödediği milyarlar, klüplerdeki 50-100 kişinin cebine girer.

FUTBOL oynayanların %80'i, ilerde meşhur bir FUTBOLCU olup milyarları cebe indirmek, ve Tanju Çolak gibi HÜLYA AFŞAR'ı tavlamak için sahadadır. Yani esas amacı RUH ve BEDEN SAĞLIĞI değildir.

Biz SİRK ARTİSTLERİ'ni bu tarz "sporcu"dan daha makbul görürüz! Çünkü onlar gerçekten karınlarını doyurmak için, ve pek nadir insanın yapabildiği gösteriyi yapmaktalar. Hem de seyirciye İNSAN'daki SONSUZ RUH ve BEDEN KAABİLİYETİ'nin vardığı noktaları gösterip dudaklarını ısırtarak!.. ÜÇ PERENDE atan bir TRAPEZCİ'yi, GÖZLERİ BAĞLI iken DÖNER TEKERLEKTE'ki KADIN'a BIÇAK ATAN adamı, 15 derecelik açıyla yukarı doğru gerilmiş bir TELDE hem de omuzunda bir kadınla YÜRÜYEN bir CAMBAZ'ı, 15 SANTİMLİK bir TEMEL CİVİSİ'ni 10 santim kalınlığında bir tahtaya ELİYLE ÇAKAN ve sonra onu DİŞLERİYLE çekip çıkaran bir insanı göz önüne getirin... "Ne muazzam bir İRADE, ANTREMAN ve BECERİ" diye hayretten küçük dilinizi yutarsınız. O anda aldığınız zevki, asla bir FUTBOL maçında alamazsınız.

Ve durup bir düşünün: Bir FUTBOL maçını seyre gitmiş, saatlerce kuyrukta beklemiş, saatlerce stadyumda oturup beklemiş, sonra 90 dakika boyunca sesi kısılıncaya kadar tezahürat yapmış kişinin BEDEN TERBİYESİ, RUH SAĞLIĞI, ZİHİN AÇIKLIĞI bakımından ne kazancı vardır?.. Hele bir de maçta kavga çıktıysa, maçtan sonra sıkılan tabancalarla 1-2 kişi ölmüşse; bu "spor" faaliyetinin BARIŞ'a ne gibi bir katkısı olmuştur?..

Kendimizi aldatmıyalım...PROFESYONEL FUTBOL'un SPOR'la ilgisi, PAVYON ŞARKICILIĞI'nın MÜZİK'le ilgisi kadardır!.. Bizce esas ÖZELLEŞTİRİLMESİ ve DEVLET'in elini tamamen çekmesi gereken saha, işte bu PROFESYONEL SPOR'dur. DEVLET, ne FEDERASYON kurma, ne KUPA koyma gibi desteklerde bulunmamalıdır!.. Bu kişiler PARA KAZANMAK için futbol oynuyorlar. KLÜP başkanları maçları kendi menfaatleri için kullanmaktalar. O yüzden her işlerini kendileri görmeli, ancak hesapları DEVLET denetimine tabi olmalıdır! DEVLET'e ait STADYUM ve SAHALAR klüplere, takımlara kiralanmalı; ancak onların maç için halktan fahiş bilet ücreti kesmesi, taraftarları kızıştırıp sözüm ona "maça heyecan" katması mutlaka önlenmelidir.

YARIŞMALI SPOR hiç bir zaman BARIŞ getirmez!.. BARIŞ'la değil; SAVAŞ'la, yani MÜCADELE ile ilgilidir. Çünkü amacı YENMEK, ÜSTÜN GELMEK'tir. Bu yüzden RAKİP takımlar arasında mutlaka bir HUSUMET vardır. En sakin geçen MÜSABAKA'da dahi, yenilende bir BURUKLUK oluşur. Bu da yenene SEVGİ duymasını önler. Bu yüzden kendimizi aldatmıyalım.

GÜRET, BOKS, FUTBOL, BASKETBOL gibi MÜSABAKALAR BARIT amacıyla değil; GÜÇ GÖSTERİSİ olarak yapılır. Yenenlerin sevinç tezahüratı, yenilenlerin hakem ve rakip takıma yaptıkları menfi tezahürat hiç bir zaman yakınlaşma sağlamaz!.. Sağlasaydı, maçlara girerken üstler aranmaz, taraftarların getirdikleri sopa, bıçak hatta dönerci palası gibi silahlar toplanmazdı... Meksika, Brezilya, İngiltere'de olduğu gibi, ülkemizde de maç esnasında veya sonrasında kavgalar çıkmazdı. Taraftarlar birbirlerini öldüresiye dövmezdi.

HAYAT ZATEN BİR MÜCADELE, BİR YARIŞMADIR!..KUR'AN'da "ALLAH isteseydi, insanları TEK bir ümmet yapardı. Ama farklı ümmetler halinde yarattı ki, iyilikte yarışasınız diye" mealinde bir ayet bulunmaktadır. (En'am 165) Yine "En büyük cihad nefsinizle yaptığınız mücadeledir" mealinde bir hadis vardır... Bu tunu gösterir ki, YARIŞMA ancak İYİLİK'te, ve önce KENDİ rekorlarını kırarak olur... FORM TUTMAK, KUSURLAR'ı aşmak demektir... MÜCADELE önce kendindeki KÖTÜLÜKLER'i yenmek içindir...Bundan sonra da SAVAŞ gelir ki, o da ancak DÜŞMAN ile yapılır!

Bu gerçekler ortada iken; SUN'İ yarışmalar için ZAMAN ayırmak, GEREKSİZ mücadeleler için ENERJİ sarfetmek; bize pek saçma gelmektedir!.. GALATASARAY'ın "ithal" zenci futbolcu ile DİNAMO KİEV'i geçen yıl yenip bu yıl yenilmiş olmasının; TÜRK İNSANI'nın BEDEN SAĞLIĞI, ZİHNİ GELİŞMESİ, EKONOMİK KALKINMASI ve PROBLEMLERİNİN ÇÖZÜLMESİ ile; BOŞ VAKİTLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ'nden vazgeçtik, HALKIN EĞLENMESİ ile ne ilgisi vardır? Ne yararı olmuştur?.. Hele bir takım insanlar gece yarıları sokaklara dökülüp korna çalarak uyku kaçırmış, hastaları rahatsız etmiş, rastgele tabanca sıkarak 1-2 kişiyi öldürmüş, 5-10 kişiyi yaralamış ise; bu olay ÖĞÜNÜLECEK değil, DÖĞÜNÜLECEK bir hal alır!..

ATİLLA İLHAN, TAKIM SPORLARI'nda, bilhassa FUTBOL'da SANAYİLEŞMİŞ ÜLKELER'in başarılı olduğunu; bunun sebebinin de SANAYİLEŞME'nin KİTLE DİSİPLİNİ getirmesi olduğunu söyler... Öyle ya, bir OTOMOBİL fabrikasındaki işçiler ürünü, TAKIM zihniyetiyle PARÇA PARÇA meydana getirmek, bunun için de ÜRETİM'de ve MONTAJ HATTI'nda tam bir UYUM içinde çalışmak zorundadırlar. Bu DİSİPLİN ve UYUM'u SAHA'ya yansıtmak, onlar için zor değildir. Ama aynı TAKIM ZİHNİYETİ'ni edinememiş ve ÇALIŞMA TEMPOSU'nu tutturamıyan milletlerin TAKIM SPORLARI'nda başarılı olması zordur. Kaldı ki bu ülkeler, gene DİSİPLİN gerektiren FERDİ SPORLAR'da da, geri kalmış ülkelerden çok daha başarılıdırlar.

Bizce SPOR FAALİYETLERİ birer FESTİVAL neşesi ve coşkusu ile yapılmalı, herkes kendi marifetini ortaya koymalı, mümkün mertebe MÜSABAKA'dan kaçınılmalıdır. HALK OYUNLARI, JİMNASTİK gösterileri bu açıdan son derece ESTETİK ve ZEVKLİ SPORLAR'dır. HARLEM TAKIMI'nın kendi başına yaptığı BASKETBOL gösterisi, hem SPOR KALİTESİ hem de seyirciye verdiği HAZ bakımından, herhangi iki takımının yaptığı BASKET maçından daha üstündür.

Tu halde ATATÜRK'ün çok yerinde teşhisi ile, biz SPOR'u ŞAMPİYON yetiştirmek, maç kazanmak için değil; BEDENEN ve RUHEN sağlıklı bir nesil yetiştirmek, ve ÇALIŞMA HAYATI'nda eksik olan DİSİPLİN'i EĞİTİM'le vermek için yapmalıyız... ŞAMPİYONLAR böyle nesillerden zaten kendiliğinden çıkar.

Gelelim şu TARAFTARLIK meselesine...Biz ANADOLU'nun ücra bir kasabasında yaşayan bir gencin, FENERBAHÇE takımını "Yenmeye geldik, ölmeye geldik" diyecek kadar tutmasını bir türlü anlıyamadık!.. Hani eski GALATA, BEŞİKTAŞ, FENERBAHÇE semtleri kalmadı ya; GALATA'da oturanların GALATASARAY'ı, BEŞİKTAŞ, KABATAŞ civarında oturanların BEŞİKTAŞ'ı, FENERBAHÇE'de oturanların FENERBAHÇE takımını tutmasını; TRABZONLULAR'ın TRABZON SPOR'u, ANKARALILAR'ın GENÇLER BİRLİĞİ'ni tutmasını kabul edebiliriz... Çünkü kendi şehrinden, kendi semtinden çıkmış, belki de tanıdıklarının oynadığı bir takımdır. Onun galib gelmesini istemesini anlıyabiliyoruz... Ama ÇEMİŞKEZEK'li bir gencin, HİÇ GÖRMEDİĞİ İSTANBUL'daki bir semtin ARTIK o semtte bile oturmıyanlardan, hatta zencilerden, gavurlardan oluşan takımını, mesela FENERBAHÇE'yi ÖLESİYE desteklemesini, rakip takım taraftarlarına saldırmasını, havsalamız almıyor!

Ve tabii son derece MAHZURLU buluyoruz... Bir ülkenin insanı, ancak DÜŞMAN'a ve KÖTÜLER'e karşı HASMANE duygular beslemeli, gerektiğinde kendini korumak amacıyla ona saldırabilmelidir... Ama eğer o kişide kendi ülkesinin hiç tanımadığı, kötü olup olmadığını bilmediği bir ferdine veya fertlerine saldıracak, hatta öldürecek duygular uyanmışsa; bu SPOR falan değil, FELAKET'tir, yıkıcı AFET'tir!.. Söylenecek tek şey vardır: Lanet olsun böyle "takım sevgisi", "renk aşkı" aşılıyanlara!..

Hele aynı kişinin asıl DÜŞMANLAR'ını tanımaması, onlara karşı NÖTR olması, yaşadığı semtin KÖTÜ insanlarına, hırsız, soyguncu, asalak fertlerine bu KİN'in yüzde birini bile duymaması; nasıl yanlış yönlendirildiğinin delilidir.

Küçükken başımızdan geçen bir olayı nakletmek isteriz... 1950'li yıllardı... BOLVADİN'e EMİRDAĞ futbol takımı geldi. Tarladan bozma bir sahada maç yaptılar. Kim kazandı hatırlamıyoruz. Ama maçtan sonra BOLVADİNLİLER, EMİRDAĞLI futbolcu ve seyircilerin binip gitmekte olduğu otobüsleri taş yağmuruna tuttular. EMİRDAĞLILAR da ne yaptı, biliyor musunuz?.. Kaçacaklarına, onlar da hazırlıklı gelmişler, otobüslerin içi taş doluymuş, durup karşılık verdiler!.. Çatışma ne kadar sürdü hatırlamıyoruz, ama AFYON'un bu iki kazası uzun yıllar bir FUTBOL MAÇI yüzünden birbirine düşman oldu.

ANADOLU'da sorsanız, hayretten küçük dilinizi yutarsınız, kaç İL, kaç İLÇE, kaç KÖY, kaç MAHALLE böyle birbirine sırf FUTBOL MAÇI yüzünden ÖLDÜRESİYE düşmandır! SİVAS ile KAYSERİ arasındaki husumet, yıllarca, OTOBÜSLER'in bile geçmesine izin vermiyecek boyutta şürüp gitmişti...İşte DEMİREL Efendi'nin "Bir tek FUTBOL'u TÜRKİYE'nin her tarafına yayabildik," dediğinde görmediği gerçek, budur!

Biz bunu PKK teröründen de tehlikeli buluyoruz... İnsanları durup dururken, hem de "barış, kardeşlik, yakınlık" getirdiği iddiasıyla HASMANE müsabakalarda yok yere birbirine düşman etmeyi, ALTINCI KOL faaliyeti olarak görüyoruz. (Hemen ekliyelim: BEŞİNCİ KOL, MEDYA'dır. Olur olmaz haber, yorum ve görüntüler ile MİLLET'in yanlış yönlendirilmesine, ümitsizliğe kapılmasına, kendi DEVLET'inden soğumasına yol açar. Adeta DÜŞMAN'a çalışır, "basın hürriyeti" adına!.. Üstelik bu MEDYA, FANATİK diye sözde bir "spor" gazetesi çıkartarak, NORMAL insanların bile sapıtmasına, fanatikleşmesine çalışır!)

Bunca hengame arasında gerçekten TAKIM TUTMIYAN kişiler kimlerdir, biliyor musunuz?..O milyonlarca hayranı olan, milyarlarca lirayı cebe indiren FUTBOLCULAR!.. Çünkü onlar bu yıl FENERBAHÇE'de ise, gelecek yıl parayı bastıran BEŞİKTAŞ'a geçmekte hiç bir mahzur görmezler! Maç kaybettiklerinde ise, sadece alacakları primi kaçırdıklarına ve popülaritelerini kaybettiklerine üzülürler, takımlarının yenilmesi ikinci planda kalır!

Tekrar edelim ki, 20.000 kişinin oturup seyrettiği, sadece 22 kişinin top teptiği bir olay SPOR değil; GÖSTERİ'dir... Biz tersini isteriz. 20.000 kişinin her gün 15-60 dakika BEDEN'ini, ZİHİN'ini, RUH'unu GELİŞTİRMEK için SPOR yapmasını tercih ederiz... Her yıl bu uyduruk "spor" klüplerine akan; züppe, kendini beğenmiş ama işe yaramaz futbolcuların cebine dolan milyarlar ile yüzbinlerce kişinin GERÇEKTEN SPOR yapabileceği ortamlar yaratmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.

Üzerinde durulması gereken bir husus daha var: BAYRAK meselesi!..TÜRK MİLLETİ'nin, TÜRKİYE'nin TEK BAYRAĞI VARDIR!..AY-YILDIZLI BAYRAK!.. Sonra SANCAK gelir...Eskiden yeşil HİLAFET SANCAĞI vardı. Şimdi de ÜLKE'yi savunan ORDU ve DONANMA'nın SANCAKLAR'ı vardır...

Bunun dışında DEVLET DAİRELERİ'nin, ÖZEL FİRMALAR'ın, FUTBOL KLÜPLERİ'nin ancak FLAMA'sı olabilir... Bizce FLAMA, hiç bir zaman BAYRAK şeklinde ve ebadında olamaz!.. Mesela flamalar üçgen olur, çatal olur, yuvarlak olur. Ama hiç bir klübün, hatta hiç bir kurumun flaması BAYRAK şeklinde olamaz! Hele mesela Petrol Ofisi Genel Müdürü'nün odasında, koltuğunun bir tarafında TÜRK BAYRAĞI, öteki tarafında Petrol Ofis "bayrağı", ikisi de aynı boyda direkte, aynı ebatta asla olamaz!..

TÜRKİYE'de hiç bir kurum, hiç bir genel müdürlük, hiç bir firma, hiç bir klüp bütün MİLLET'e, bütün ÜLKE'ye ve DEVLET'e denk değil ki, aynı şekilde temsil edilsin!.. Bu hususa ORDU birlikleri dahi riayet etmeli, hiç bir zaman SANCAK, TÜRK BAYRAĞI mertebesine çıkarılmamalıdır!..

Sadece bu konuya bile önem vermekle, yani "bayrak" halini almış klüp flamalarını gerçekçi boyutlara indirmekle çok büyük bir "barış" ortamı sağlanabilir. Kışkırtılmış taraftarların "bayrak" açıp birbirlerine hasım haline gelmeleri, saldırmaları önlenebilir.

(3) ATATÜRK, SPOR'u TÜRK IRKI'nın ISLAH vasıtası olarak görür... Öyleyse "atatürkçü" geçinen "spor" havarileri, dikkatlerini insanımızı güçlendirecek, güzelleştirecek ve ahlaken yüceltecek faaliyetlere önem vermelidir. Çünkü ATATÜRK, SPORCU'nun AHLAKLI'sını sever. ATATÜRK zamanında SPOR'da KUMAR yoktu. Kulüplerden zengin olan yoktu. Daha eski dönemlerde TULUMBACILAR bile külhanbeyi olmalarına rağmen, YANGIN SÖNDÜRME gibi TOPLUM yararına faaliyetlerde çalışırlardı...Siz hiç ağaç diken, oturduğu mahallenin yıkık duvarına, bozuk yoluna el atan milyarder FUTBOLCU duydunuz mu?..

---------------------------

YARARLANILAN KİTAPLAR

-İlhan Atilla, Hangi ATATÜRK?


-ATATÜRK ve TÜRKLÜK, TÜRK Standardları Enstitüsü, 1994, Ankara


-Nutuk


-Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 1-5, Türk Tarih Kurumu

-ATATÜRK İlkeleri ve İnkılap Tarihi 2, YÖK Yayınları

***

> GİRİŞ < > BASIN ÜZERİNE SÖZLERİ <