YEMEK NASIL YENİR?
Şaşırmışsınızdır böyle bir başlığı görünce... "Yemek yemesini de mi senden öğreneceği? Bilmiyoruz sanki" dediğinizi duyar gibiyim. Doktorların, diyetisyenlerin ve Prof. Dr. Cânân Karatay'ın öğütlerinden sonra böyle bir tebliğe ihtiyâç mı kalır?.. Ama durun, bir okuyun, beğeneceksiniz. Ayrıca bunlar 50 küsûr yıl önce söylenmiş, O târihte ne fazla diyetisyen vardı, ne de Cânân Karatay'ın sohbetleri...
Tebliği veren, bize benzer nasihatlarda bulunan, hastalarımıza yardımcı olan ve kendini "Lokman"
diye tanıtan bir dostumuz... Medyum ise yine 22 yaşındaki üniversite öğrencisi Olcay... Kendisiyle
tam 34 celse yapmışız.
Varlık: Lokman
Varlık- Yemek yemek… Şimdi, yüce TANRI herşeyi bol bol ihsan etmiş sizlere…
Meselâ mîdenizi nasıl kullanıyorsunuz?.. Mîdenizin bir ambardan farkı yok!..
Hiç dikkat ettiniz mi, bir sofraya oturduğunuz zaman, masada on kişi varsa
Çoğunuz dâima karnınızın doymasını düşünürsünüz… Halbuki, değil!..
Medyum: Olcay
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih: 17 Ağustos 1968
Usül: Ruhî infisal
Sizler de bunlardan faydalanıyor, çeşitli şekillerde bunları kullanıyor
ve nasibinize de şükrediyorsunuz.Fakat acaba size verilenleri doğru kullanabiliyor musunuz?..
Halbuki o sizin hayâtınızı temin eden bir organ… O çalışmayacak olsa,
kısa bir zaman sonra kuru bir dala döner ve neticede kurur gidersiniz.
Öyleyse, bütün uzuvlarınız gibi ona da çok dikkat etmeniz lâzım.
onu da başka türlü yer yemeği... Kimisi sanki önünden kaçıracaklarmış gibi…
Kimisi abur cubur, ne yediğinden habersiz… Kimisi ağzına aldığı lokmayı,
sanki ağzında çiğnemek günahmış gibi, doğrudan doğruya midesine!..
Kimisi yemeğin suyundan, kimisi tânesinden…
İlk evvelâ ruhunuz doymalı yemekten!..
Bizim bu celselerden öğrendiğimiz en önemli husus, herşeyin bir ŞEKİL yönü, bir de MÂNÂ yönü vardır. Herşeyin MÂNÂ yönü, ŞEKİL yönünden önemlidir ve daha ağır basmalıdır. Bu, yediğimiz yemekte dahi böyledir. Üstat onu belirtiyor, "Mîdenizden, bedeninizden önce ruhunuzu doyurun ALLAH'ın bahşettiği nimetlerden" diyor.
Sofraya oturduğunuz zaman, ilk evvelâ şöyle bir bakın sofraya…
Yemekten evvel (bir saat kadar evvel) bir bardak sulu bir şey içiniz.
Bu dediklerimizi yaptıktan sonra (ALLAH’a şükrettikten sonra) yine
Eğer siz ağzınızın vazifesini yerine getirmezseniz,
Yemek arasında su içmeyin!
Aklınızda olsun, yemekten şişkin karnınızı tutarak,
Barsaklarınızı dâima temiz tutun!..
Evet, bununla ilgili soru var mı efendim?
Yüce ALLAH neler neler ihsan etmiş!.. Ne güzel hazırlanmış bizim için!..
Herşey ne güzel tanzim edilmiş!.. Ve bütün bunları hissederek teker teker
yemekler üzerinde gezdirin gözlerinizi … ve ALLAH’a şükredin ondan
sonra…
Su, şerbet gibi… Soğuk olmamak şartıyla!..Ve ondan sonra ağzınıza
bir şey koymayınız… Ve bir saat sonra yemeğe başlıyorsunuz.
yerken de bunları düşünün. Ağzınıza aldığınız lokmanın lezzetini,
hazzını duyarak çiğneyin, çiğneyin, çiğneyin, çiğneyin!..
Ve yemeği ağzınızda çiğnerken ruhunuz doysun evvelâ…
Onun lezzetine ancak ağzınızda varırsınız.
Mîdeye gittikten sonra artık o yemek lezzetsiz bir cisimden
başka bir şey olamaz. Çünkü lezzet ağızdadır.
Lokmanızı yutmakta hiç acele etmeyin!
Bir dilim bu şekilde çiğnenmiş ekmek, bir tabak ağızda
iki defa çiğnenip yutulan en kuvvetli yemeğe bedeldir.
Bunu hiçbir zaman unutmayın!..
bu sefer midenize fazla iş yüklemiş oluyorsunuz.
Mîde, ağızda iyi çiğnenmemiş kocaman parçalar hâlinde attığınız,
midenize gönderdiğiniz yemekleri öğütmek, eritmek için çabalar durur!..
Ve neticede mideniz yorulur ve belki bir yaştan sonra
artık hazım faaliyetiniz durur ve yediğiniz şey yaramaz.
İdâreci- Yemek arasında mı, esnâsında mı?
V- Yemek esnâsında, arasında… yerken…
Lokmaların arasına su katmayın!..
Sebzeyi, yeşilliği sofranızdan eksik etmeyin!..
Tuzu hiçbir zaman aşırı kullanmayın!
“Oh doydum!” diyerek kalkmayın!..
Yâni, hiçbir zaman midenizi şişirmeyin!..
Çünkü o, hamallıktan başka bir şey olmaz.
Mîde dolu olunca, barsaklar da işini göremez
ve üstteki basınçtan dolayı, kana geçmesi îcâbeden besinler
barsaklarda zamânı kadar durmadan hemen geçerler
ve siz onlardan alacağınız faydayı azaltmış olursunuz.
Onları uzun müddet dolu bırakmayın!..
Ve aynı yemeği üç günden fazla yemeyin!..
İşte burada atlamışız. Gerekli soruyu sormamışız... O târihte benim buzdolabım yoktu. Yemekleri balkonda tuttuğum teldolapta saklıyorduk. Üstat acaba "Pişirdiğin (aynı) yemeği üç günden fazla elte tutma ve yeme" mi diyor?.. Yoksa yeni de olsa "aynı yemeği üç gün peşpeşe pişirip pişirip yeme" mi diyor?... Bilemedik. Ancak sanıyoruz ki, buzdolabı da olsa "aynı yemeği üç gün elde tutup yeme" demek istemiş. Zirâ "artan yemekler soğuduktan sonra kapağı olan saklama kaplarına yerleştirerek buzdolabına koyulmalıdır. Yemekler buzdolabında iki günden fazla bekletilmeden yenmelidir" şeklinde açıklamalar buldum. Biz de âilecek uzun yıllardır bir yemeği üç öğünde bitirirdik. Pişen yemek öğlen tâze tâze yenir, akşam ısıtılır yenir, ertesi gün öğleyin yeni pişen yemekle birlikte son defa yenir, bitirilirdi. Hâlâ da öyle yapmaya çalışıyoruz. "Pişmiş et ve et yemeklerini buzdolabında 3-4 gün, dondurucuda 2-3 ay saklayabilirsiniz" diyen de var. Biz üç gün ile yetinelim, pişecek miktârı ona göre ayarlayalım. Ancak zeytinyağlılar daha uzun müddet saklanıyor. "Zeytinyağlı sebzeler buzdolabında 4-7 gün, dondurucu da ise 3-4 ay korunabilirler" diyorlar. Üstat sağ yağlı-zeytinyağlı ayırımı yapmamış. Biz gene üç gün ile yetinelim. .
Varlık- Bu, çok mühimdir… Hastalık mevzu-i bahs olmadıktan sonra
Siz, dişlerinizi kullanmayacak olsanız, doğrudan doğruya midenizle
Hastalık mevzu-i bahs olmadıktan sonra, yâni vücûdun yetenekleri kâfi
İdâreci- Bu yiyeceklerden aldığımız bir takım maddeleri hap olarak,
îmâl edilmiş hâlde almamızın bir mahzuru olup olmadığını soruyorlar.
kat’i sûrette almayınız!.. Çünkü o zaman vücudunuzun özelliklerini
kaybetmesine sebep olursunuz. Tembelleşir…
Bu hassaları vücuda temin edecek olan organlar tembelleşir.
alâkalı olsa besin almanız, bir süre sonra dişleriniz dökülmeye başlar.
Çünkü çalışmayan herşey ölmeye mahkûmdur.
geldiği müddetçe tabii olan şeylerin dışına çıkmayın!..
Mevzu-ı bahs, "bahsedilen husus, söz konusu" demektir... Gerçekten de hastalık söz konusu değilseo vitamin, bu minerali ilâç gibi almak, hazım için süekli soda içmek, şimdilerde çok moda, falanca serumu taktırmak, pazuları geliştirmek için hormon hapı yutmak doğru değil!.. Vücûdun tembelleşmesine yol açar
İdâreci- "Neden yemek arasında su içmeyin, dedi?” diyorlar.
Varlık- Zâten hayâtın en mühim unsuru tabiattır. Tabiat ve onun nimetleri …
ve onun nimetlerini en tabii şekilde almaktır.
Tabiatın nimetlerini tabii şekilde ne kadar çok alırsanız,
hayâtınız o kadar çok sıhhatli ve rahat olur.
V- Bir kere su içtiğiniz zaman… Daha doğrusu, şöyle diyelim:
Yemek esnâsında sindrim organları, iç çaparları çeşitli salgılarla doludur
ve bu salgılar besinin daha iyi sindirilmesi ve daha yararlı olması için elzemdir.
Su içtiğiniz zaman, bir müddet için bunları ordan midenize akıtmış olursunuz…
Bu bir… İkincisi, su içerek midenizi şişirmiş olursunuz…
ve yine midenizde salgılanan sindirim suları, su ile karıştığı zaman
kuvvetini kaybeder.
İ- ALLAH râzı olsun Üstâdım.
Bâzı şeyler eksik kaldı. Kafalarda birçok sorular belirdi. Onlara da değineceğiz. Şimdi önce bu celsenin tetkikini ve tahlilini yapalım. Üstat "mîdenizi şişirmeyin" diyor... Bu hususta Peygamberimiz'in (s.a.v.) 1400 yıl önceden bir hadis rivâyeti var:
"Nefes için ayırsın" ifâdesi "her nefeste mîdenin şişip ineceği kadar yer boş kalsın ki, yemek kolay hazmedilsin" anlamındadır... Ancak Üstat "Yemek esnâsında lıkır lıkır, bardak bardak su içmeyin" diyor. Bunu nasıl bağlayacağız?.. Bunun cevâbı aşağıda gelecek ama biz şimdiden söyleyelim: Lıkır lıkır su içmeyin ama yudum yudum hoşaf, ayran, çay gibi lokmayı ıslatacak, yumuşatacak şeyler içebilirsiniz. Ayrıca yemekte mutlaka çorba gibi sulu bir şeyler yiyin. Yiyecekler mîdenizde kaskatı durmasın!..
Su içmenin de bir âdâbı var. Peygamberimiz lıkır lıkır, kafaya dikerek içmeyi devenin su içmesine benzetir ve şöyle buyurur: "p>
ve ekler:
Ertuğrul gibi bazı târihi dizilerde gördük, yönetmen oyunculara suyu tastan ve üç yudumda içmesini söylemiş. Onlar da 1-2-3 diye göstere göstere üç yudumda içiyordu. Halbuki hadisi eksik anlamışlar. Emer gibi ağır ağır ve peşpeşe üç yudum... Bu bir su bardağının yarısı oluyor. Bir seferde içmek için de kâfi geliyor.
Su ayakta da, oturarak ta içilir. Peygamberimiz öyle de içmiştir, böyle de... Yarım yamalak bilenler âdeta ayakta içmeyi yasaklar. Oturarak içmeyi tercih etmenin sebebi, su ayakta içilirse doğrudan mîdeyi aşarak bağırsaklara gider. Mîdede kalsın istiyorsan, oturarak iç!
Siz bu kısmı hazmederken ben ikinci celseyi hazırlayayım.
Bu ilk celseden bir ay sonra Lokman dostumuz gene meclisimizi ziyâret etti ve daha önce söylediklerini açıkladıktan sonra yeni başka bilgiler de verdi.
Varlık: Lokman
Mevlevî Ulu Ârif Çelebi Dostumuz’la görüştükten sonra
Varlık- Merhaba dostlar!
Bol bol meyve yeyin! Hele bu mevsimde ekmekten çok meyve yeyin!
Medyum: Olcay
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih: 21 Eylül 1969
Usül. Ruhî infisal
İdâreci- Merhaba Üstâdım. ALLAH râzı olsun. Çok şükür, yine görüştük
V- .... Ahh!.. Her zaman söylüyoruz size… Hiç dinlemiyorsunuz.
İ- Hangisini, efendim?
V- Şu yine her zamanki Mîde meselesi…
İ- Bu seferki hatâmız nedir, Üstâdım?
V- Bu günleri çok ararsınız sonra… İçinde bulunduğunuz mevsim yüce ALLAH’ın
size bol bol meyva ihsan ettiği mevsim… Değil mi?
İ- Evet, efendim.
V- Sonra çok ararsınız bunları!.. Sonra bir zaman gelir, “Ah, şöyle soğuk bir karpuz olsaydı,
kütür kütür kesip yeseydik!”… Veyâhut, “Şöyle kırmızı yahut ekşi bir elma ne güzel olurdu!”…
Veyâhut, “Şu kuru üzüm yerine içi su dolu, kocaman kocaman Çavuş Üzümleri olsaydı!” dersiniz…
Ama şimdi elinizin altında olduğu zaman bunu üç-beş kuruş verip buraya getirmeyi
(tâbirim belki… yanlış anlaşılmasın) bir halk işi olarak görüyorsunuz.
Neymiş efendim, daha sosyetik şeyler getirildiği zaman, o toplantıda daha çok belki
takdir edilecek… Değil!..
Etten çok meyve yeyin! Zamânın fırsatlarını değerlendirin!
İ- Meyva ile birlikte çiğ sebzenin de bünye için çok elzem ve faydalı olduğu söyleniyor.
Çig sebzenin bâzısı mutlak sûrette pişirilmek ister.
İ- Herhâlde ondan salata falan kastediliyor.
V- Değil!.. Bizim esas vazifemiz, biliyorsunuz.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Meyvalar çok pahâlı!"... Doğrudur, son iki yılın getirdiği enfilasyon ile meyvalar ateş pahâsı oldu...(2024) Ama et de öyle, kek-pasta da öyle... Ancak dut, incir gibi meyvaların kilosu 150-200 lira iken, karpuz, kavun 10-15 liradan satıldı bizim markette. Bol bol yedik. Öyleyse Üstat ayırım yapmadığına göre hangi meyva ucuz ise onu yiyebilirsiniz. Bu arada belirtelim, sebze diye bildiğimiz domates aslında meyvadır. Eskiden bir çocuk şarkısı vardı, belki hâlâ söyleniyordur:
Ben sık sık elma gibi hafif tuzlar, yerim. Tabii mevsiminde...
Üstâdın "pişirmeden yenmez" diyerek kastettiği, zarlı sebzelerdir. Ispanak ve dereotu ince zarlıdır. Onları suda çok bekletmemek gerekir. Fasulye, bakla gibi kalın zarlı sebzeler ise pişirmeden yenmez.
Üstâdın hatırlattığı o günkü esas vazifesi hasta tedâvisi idi. O hastayla görüşülüp tavsiyelerde bulunduktan sonra celse şöyle devam etti:
Varlık- Meyve meselesini unutma!
Meselâ, sizde âdet olan bir şey… hiçbir şeyin, hiçbir meyvanın çekirdiğini yemezsiniz.
İdâreci- Peki, efendim.
V- Yalnız size söyleyeceğim bir şey var. Daha evvel de bundan bir nebze bahsetmiştik.
Yine meyvaları yerken, hemen hemen (tabii bâzı kısımları hâriç)
Hiçbir tarafını zâyi etmeyin! Hepsinin ayrı ayrı fonksiyonları vardır.
Çekirdek nedir?
İ- Özüdür.
V- Daha başka nedir?
İ- Meyvanın neslini devam ettiren unsurdur.
V- Evet. Tohumudur. Bilhassa kısırlık için çok faydalıdır. Yedikleri şeylerin
çekirdeklerinden istifâde edenlerin cinsî kudretleri daha fazla olur.
Eğer tetkik edecek olursanız, eski Osmanlı Pâdişahları çeşitli nebatların tohumlarından
ve onları balla karışımlarından kuvvet mâcunları yaparlardı.
Bunu aklınızın bir kenarına koyun, dursun.
Tabii, "yaparlardı" ifâde “yaptırırlardı” olacak… Biz buna “medyum hatâsı” diyoruz. Fikri zihnen aldığı ve daha 22 yaşında câhil bir üniversite öğrencisi olduğu için medyumumuz böyle hatâlar yapmaktadır.
Çekirdek mevzuuna gelince üzümün çekirdeği kayısının tatlı çekirdeği (acısı ilâç için toplanır), vişnenin çekirdeği yenir ama, meselâ şeftâlinin çekirdiği yenmez. Son zamanlarda artan tropik meyvaların çekirdeğini de denemedim.
Efendim, bir başka medyuma gelen bir Obsedör Varlık bize “karpuzun kabuğunu da yememizi “ söylemişti. Biz bunu önce ciddiye almış, sonra “karpuz kabuğunu eşekler yer, Varlık bizimle dalga geçmiş“ diye düşünüp kızmıştık. Ama bilgi, bilgidir ve doğru mu,yanlış mı diye araştırılması, teyidi gerekir diye sormuşuz:
Varlık- Evet???
İdâreci- Karpuz kabuğu hakkında bir şey söylenmişti. Kansere faydalı olacağından bahsedilmişti.
Böyle bir şey var mı?
V- Karpuz kabuğu yalnız… mîde hastalıkları için… şifalıdır. Yâni, mîde kanserini önleyebilir.
İ- “Ülsere de faydası var mı?” diyorlar.
V- Genel söyledik, sonunda özel bir şeye işâret ettik.
Belki anlaşılmaz, sorunuzu cevapsız bıraktık zannedilir diye…
İ- Tamam, çok teşekkür ederiz. “Nasıl alınacak?” diyorlar.
V- Karpuz kabuğunu iyice yıkamanız lâzım. Daha sonra ufak parçalar hâlinde keserek
bunu ezeceksiniz. Mâcun hâline getireceksiniz. Ve yine meselâ, balla karıştırarak ister ekmeğinize
sürüp yeyin, ister öylece yeyin, farketmez. Yâni iyice ezdikten, mâcun hâline getirdikten sonra…
Ezdiğiniz takdirde bu midenizin her tarafına yayılma istidâdı gösterir ve midenizi yormaz.
Dolayısiyle tamâmen mîde onu meseder.
İ- Tamam! Yalnız ezdikten sonra bekletilirse?
V- Hayır!
i- Veyâhut bâzı meyvalar kesildikten sonra bekletilirse, vitaminleri kaybolur diye…
V- Kat’iyyen!... Kat’iyyen bekletilmemesi lâzım! Ve zâten balla mâcun yaptığınız takdirde bu,
içindeki hassaların kaybolmasını önler…. Fakat kat’i sûrette hiçbir meyve ve sebzeyi
bekletmeyeceksiniz. Beklettiğiniz takdirde bir çok hassaları kaybolur.
Gördünüz mü?.. Bir Geri Varlık bile bâzen doğru bilgi verebiliyor. Onun için biz her bilgiyi araştırmaya, aslını-esâsını bulmaya çalışırız.
Karpuz kabuğunun faydaları hususunda İnternet'te şu bilgiye rastladım:
- Kan dolaşımını hızlandıran karpuz kabuğu bu nedenle kalp sağlığı üzerinde olumlu etkilere
sahiptir.
- Karpuz kabuğunun ve çekirdeğinin içerisinde yer alan sitrülin değeri kan akışını düzene
sokarak özellikle kâlp yetmezliği problemiyle mücâdele eden kişilerin yardımına koşar.
- Karpuz kabuğunun içerdiği potasyum düzeyi böbrek fonksiyonlarının düzenli bir şekilde
çalışmasını sağlar.
- Büyük bir çoğunluğu sudan oluşan karpuzun kabuk kısmı kilo verme sürecini daha pratik
bir hale getirir.
Karpuz kabuğu içinde yer alan C vitamini özellikle kış aylarında istenmeyen grip ve nezle
hastalıklarıyla etkin bir şekilde mücadele etmenize yardımcı olur. (Yardımcı olur da, kışın karpuzu
nereden bulacaksın?)
- İçerdiği antioksidan özellikler sayesinde karpuz kabuğu tüketmek yaşlanma belirtilerinin
ortaya çıkmasının da önüne geçer.
- Yüksek tansiyon problemi olan kişilerde kan basıncını düşürmekte etkilidir.
- Karpuz kabuğunun içerisinde yer alan lif içeriği bağırsak sisteminizi düzene sokmanıza
yardımcı olur. Aynı zamanda karpuz kabuğunun içinde lif bulunması, kişilere uzun süre tokluk
hissi de sağlar.
- Kanser hücreleriyle savaşan karpuz kabuğu özellikle erkeklerde görülen prostat kanserini
önlemeye yardım eder.
- Karpuz kabuğunda yer alan vitamin ve mineraller uyku rutinini düzene sokarak geceleri
huzurlu bir uyku deneyimi yaşamayı sağlar.
- Düzenli olarak karpuz kabuğu tüketen kişiler gün boyunca enerjik ve zinde kalır.
Bunların kaçı doğru, bilmem ama, ben bu celseyi tekrar okuyunca karpuz kabuğundan reçel yaptırdım. âfiyetle yiyorum.
Ve dediğimiz gibi, Dünyâ’daki en şifâlı yiyeceklerden (birkaç yiyecekten) biri baldır.
Şu hususu belirtmek lâzum,bunun üzerine… Tabii bizim konuşmalarımız genel…
Bâ bünyeler vardır ki, bunu reddeder. Meselâ, ne kadar hayat kaynağı olan Güneş…
İdâreci- Balın “mîde için zararlı olduğunu” söylemişler, efendim.
Varlık- Bal, Dünyâ’daki en şifâlı nesnelerden biridir. Ne var ki, saf ola!..
İ- Erdoğan Bey görüşüyor, efendim.
E.B.- Bir dâhiliye mütehassısına muayene oldum. O zaman “barsak ülseri olduğumu” söyledi.
“Bal yeme” dedi. “Bal gibi ağır tatlıların asidi artırdığını ve asidin de yarayı tahrip ettiğini” söyledi.
Dolayısiyle “Balda zarar var” dedi. Saf-saf değil diye bir ayırım yapmadı.
V- Ne dedik?.. Tabiisi olduğu takdirde… Baldaki şeker, vücuda hiçbir şekilde zarar vermez.
Baldaki şekerin yapısı çok daha başkadır ve bu sözümlenip bildiğimiz şeker hâline gelmez.
Yalnız balı yerken… Onu anlamanız gayet kolay… Eğer yediğiniz bal,
Boğazınızı yakmadan midenize iniyorsa, o balı kullanabilirsiniz.
Eğer boğazınızı yakıyorsa, o bal size fayda vermez. Çünkü…
Misâllerimiz umûmî, normal şartlar altında…
Bâzılarınızın az bir zamanda bile rastlasa, hastalanmasına sebep olur…
Nasıl ki, yine, bize hayat veren su, bâzı hâllerde bir kaşığının bile ölüme sebep olması gibi…
Bilirsiniz, bâzı hastalıklarda su ölüme sebep olur. Ve bâzı hastalara su verilmez.
Bunları biliyorsunuz.
İ- Evet, efendim. Çok doğru.
Birincisi, baldaki şeker, bizim bildiğimiz şeker, hele ki mısır şurubu değildir. O yüzden sâdece bal değil; boğazınızı yakan tatlılar, receller de size fayda vermez.
Limondaki, portakaldaki C vitamini, hap olarak aldığınız C vitamini ile aynı değildir. O bakımdan tabii olarak meyvalardan, sebzelerden C vitamini almak, hastalanıp ta hap olarak C vitamini almak durumundan kurtarır insanı... "Aynı değil" diyoruz kimse inanmıyor!.. Yâhu, iki tâne aynı altı köşeli kar tânesi bile yokken, aynı çizgili iki tâne zebra bulunmamışken, aynı benekli iki tâne kaplana rastlanmamışken, limondaki C vitamini laboratuvarda nasıl aynen meydana getirilebilir ki?..
İdâreci- Muhterem Üstâdım, tatlı sohbetinize doyamadık.
Ancak medyumumuzun erken gitmesi îcâbediyormuş. Öyle söyledi.
Varlık- Hangi erken o?
İ-??? Sizce bir mahzuru yoksa devam edelim.
V-
Gerçekten de öyle.... Hakiki bal, bulması zor, ama bulursan son derece faydalı. Boğazı yakmaması yanında kaşığı batırıp kaldırdığınızda kopmadan yükseliyorsa, o da saf olduğuna işâret sayılıyor. Ama dökerek değil, yukarı kaldırarak...
Zehirli çiçeklerden elde edilen bala Anadolu'da "deli bal" deniyor. Deli bal, arıların Beyaz ormangülü ve Kafkas ormangülü çiçeklerinden elde ettiği, halk arasında 'bal tutması' denilen olaya sebep olan arı ürünüdür. Halk arasında 'tutan bal' diye de bilinir. Yalnız bu bal, çay kaşığı kadar alındığında boğaz ağrısına, öksürüğe, halk tıbbında mide ağrısı, bağırsak rahatsızlıklarında şeker ve yüksek tansiyonada iyi gelmektedir. Kullanılırken bir çay kaşığından fazla tüketilmemesi şarttır. Bende Bolu'dan hediye gelmiş bir kavanoz deli bal var. 15 yıldır kullanırım. "Bozulmadı mı?" derseniz, bal bozulmaz, ancak şekerlenebilir. Bu bal şekerlenmedi bile!..
Efendim, bundan evvel yemek yemek üzerine çok güzel bir konuşma yapmıştınız.
Ve orada “yemek arasında su içmenin doğru olmadığını” söylemiştiniz.
Yemekten bir saat önce bir bardak su içilmesi…
V- Su olması şart değil.
İ- Sulu bir şey.
V- Evet.
İ- Yemek yedikten sonra ne kadar bekleyelim su içmek için? Böyle bir kayda ihtiyaç var mı?
V- Aslında insan bedeni gayet iyi çalışan ve belli hâller için sigortaları bulunan bir makine gibidir.
Siz eğer onu kullanmasını bilirseniz, göstergelerini, sigortalarını iyi anlarsanız, gayet basittir.
Meselâ, bâzen hiçbir sebep olmadığı hâlde, siz yemek yemek istemezsiniz. İştahınız yoktur.
Fakat sırf enerji almak, kuvvet almak için oturur yersiniz. Bu doğru değil işte!..
Sonra uykunuz yokken kendinizi uyumaya zorlarsınız. Bu da yanlış!..
Vücûdunu dinlemesini bilen insan, kolay kolay hastalığa düçâr olmaz!
Acıkmadan yemek yemek, uykusu gelmeden uyumaya çalışmak doğru değil. İnsan imkânı varsa, uykusu gelince (gece-gündüz farketmez) uyumalı, uykusu yoksa (gece olması farketmez) oturup çalışmalı, birşeyler okumalı veya belgesel seyretmeli.
Varlık- Bu su meselesi, yenen yemeğin cinsine ve miktarına bağlıdır. Meselâ, sulu şeyler şemişseniz,
suyu bir müddet sonra içebilirsiniz. Fakat kuru şeyler yemişseniz, tam tersine,
su geç içmeniz lâzım… Ve bu yüzdendir ki, sofranızda mutlaka sulu bir yemek olmalı!..
Çünkü kuru yemek mîde için sıhhatli değildir… Ve bâzı yerlerde çok güzel bir âdet vardır.
Her öğünde mutlak bir çorba bulunur. Bu hakikaten midenin sıhhati bakımından çok iyi bir şey…
Ve mümkünse sizler de yemeklerinizde çorba, olmadığı zamanlar ise sulu bir yemek,
veyahut komposto, hoşaf nev’inden şeyler bulundurun.
İdâreci- Evet. Yine aynı sohbetinizde “yemek esnâsında fazla su içilirse, suyun midenin salgıladığı
mâyileri sulandırdığı ve tesirini azalttığı” söylenmişti.
V- Evet.
Bir doktor arkadaşımız buna îtiraz etti. Dedi ki, “Mîde îcâbettiği zaman lüzûmu kadar şey salgılar.”
V- Siz de îcâbettiği zaman dermânınız kesilinceye kadar koşabilirsiniz.
İ- Çok güzel!..
Anadolu'da sabahları kahvaltıda çorba içilen yerler vardır. Sulu yemek, ekmeğini şöyleebir bandırıp yiyeceğin sulu bir yemek insanın ağzını sulandırır ama nedense gitgide "hazır yemek" düşkünü olduk. Sonra dâvetlerde, ziyâfetlerde "sosyetik" olsun diye umumîyetle kuru sunulmakta... Bunlar hep bizi benliğimizden, sağlığımızdan uzaklaştırıyor!
İdâreci- Bir de biraz önce bâzı sebzelerin ancak pişirilerek yenebileceğini söylemiştiniz.
Bu pişirme mevzuu çok mühim bence. Çok pişerse bâzı vitaminlerin ve hassaların yok olduğu
muhakkak.
Varlık- Bir kere o mutlaka pişirilmesi îcâbeden yemekler, sebzeler zarlı sebzelerdir.
Yâni, içinde jelâtin kısmı çok olan sebzelerdir. Bunları çiğ yediğiniz takdirde midenizi yorar.
İ- Bu pişirme nevi, haşlama, kızartma, vesâire…
V- Pişirme, işte bu sebzeleri midenin kabul edebileceği bir yumuşaklığa getirene kadar
olmalıdır.
Ben sebzeleri az (yumuşayana kadar) , eti çok pişirme (dağılana kadar) taraftarıyım. Zâten Anadolu'da öyle bişirilir. Tandır kebabı, kuyu kebabı, testi kebabı 3-4-6 saatte pişer, ateşin harına göre... Şimdiki çiftlik tavukları çabuk pişiyor ama, lezzeti de tavuğa benzemiyor.
Varlık- Aslında kızartmalar hiç yenmemesi (tabii burda herhangi bir yağda kızartması kastediyoruz)
yenmemesi îcâbeden şeylerdir. Ateşte kızartmalara gelince de, kızartılan şey, rengi hiçbir zaman
kararmamalıdır. Hattâ kahverengiye bile gelmemelidir. Sararması kâfi…
Ateşte kızartma, ızgara, döner gibi sistemlerde et çabuk pişiyor. Ama ya köfte gibi önceden kıyılmış, hazmı kolay hâle getirilmiştir, ya da soğan suyu, rendelenmiş sarımsak, yoğurt, salça, sıvı yağ ve baharatlar ile terbiye edilip iki saatten bir güne kadar bekletilmştir. Ne kadar uzun marine edilirse o kadar lezzetli olur.
Hiçbir uzvunuzu normal fonksiyonlarından menetmeyin! Hastalık hâlinde hâriç!..
İdâreci- Mîdemiz için zararlı bir şey yediğimiz zaman (Dünya hayâtı, buna mâni olamıyoruz)
meselâ yağda kızartma yediğimiz zaman, bunun zararını azaltıcı tedbirleri nasıl alabiliriz?
V- Kızartma yediğiniz zaman, en faydalı şey sıvı yağdır. Meselâ, salatanızı bol yağlı yiyin.
Yalnız burda tabii pişmemiş yağ kastediliyor. Yoksa zeytinyağlı yemeklerin yağı değil.
Mutlaka onların da pişme nisbetlerinde bir faydası vardır ama, esas faydalı pişmemiş yağdır.
Sıvı yağ…
İ- Mâden suyu, sodalı içeceklerin faydası varmıdır hazımda?
V- Mutlaka faydası vardır. Fakat bu sefer, demincekki söylediğim şeyi söyleyeyim…
Ve sizlerin çok iy bildiği bir lâf vardır: Çalışmayan demir paslanır!..
Mâden suyu bir ilâç olarak kullanıldığı takdirde faydalıdır. Yoksa onu bir alışkanlık hâline
getirirseniz,. Mideniz tembelliğe alışır ve dolayısiyle fonksiyonlarını yapamaz hâle gelir.
Tabii bu arada salgı bezleriniz de faaliyetini yavaşlatır. Bu tabii... ihtiyarlık alâmetleri bunlar…
İ- Çok doğru. Bu gece bu tatlı sohbetinizle bize çok faydalı bilgiler kazandırdınız.
ALLAH râzı olsun, muhterem Üstâdım.
V- Son olarak, ilâçlar hakkında…. Söyledik. İlâçlara fazla îtibar etmeyin!..
Hele bu sizin devrinizdeki ilâçlara fazla îtibar etmeyin. Çünkü her sun’i şey gibi onun da
kuvveti bir yerde sona erer… Ve şunu bilmeniz lâzım ki, sun’i olan ilâçlara hastalıklar
alışkanlık husûle getirir. Tabii ilâçlara kat’i sûrette hiçbir mikrop, hiçbir hastalık karşı koyamaz.
Sun’i ilâçlara ise, bir müddet sonra galebe çalarlar… Ve ilâç almak mecburiyetinde olduğunuz
takdirde de mutlak sûrette araya belirli zamanlar koyarak devam edin tedâviye…
ve mümkünse aynı fonksiyonu hâiz başka terkip ilâçları deneyin…
Bunu yakında sizin âlimleriniz de bulup çıkaracaklar. Fakat biz şimdiden size söylemiş olduk.
Bilhassa antibiyotiklerin bir süre sonra mikroplara etki etmediği bugün tıbbın da kabul ettiği bir husus... Dediğimiz gibi sun'i olarak laboratuvarda üretilmiş ilâçların tesiri geçici... Yapıları tabii maddelerle aynı değil.
Bir Hanım- Bugün çok sancım vardı sabahtan. Mecbur kaldım ilâç içmeye. Şimdiye kadar geçirdi.
Eğer sancırsa, gene aynı ilâçtan alacağım.
Varlık- Biz demincek “mecbur kalmadıkça” demiştik… Çünkü bâzen o kadar basit şeyler için
dört elle sarılınıyor ki bu ilâçlara!.. Tabii bizim esas kastetmiş olduğumuz tabii ilâçlardı ki,
siz onlara “kocakarı ilâçları” diyorsunuz. Halbuki, işte sizin elinizde yüzlerce çeşidi olan
ve bir fonksiyona sâhip olan ilâç, işte o kocakarı ilâçmlarının tetkikinden sonra hazırlanmış,
sun’i şeylerdir.
Hanım- Bu benim sancıma acaba iyi gelir mi?..
V- İlâçların çoğu köklerden ve demincek te bahsettiğimiz tohum ve çekirdeklerden yapılır.
Öyleyse siz, her şeyden evvel bol meyve yemeliyi, hastalıklardan uzak olmak için…
Ve yerken de çekirdeklerini bunların, atmamalıyız.
İdâreci- Tekrar teşekkür ederiz, Üstâdım.
V- Sorular bitti mi ki, acaba efendim?..
Solmaz Hanım- Efendim, safra kesesi için bir bitkinin kökü kaynatılıyormuş.
Bu çıkan suyu içtiğiniz zaman safra kesesine iyi geldiği söyleniyor.
Bu bitkinin ismini söylemek kaabil mi?
V- Bunlara… o… yine bir soru daha vardı, onlarla berâber ve bize izin verildiği takdirde
bahsedeceğiz. Bilhassa bu tabii ilâçlar konusunda, yanlış anlaşılmaması, yanlış bir iş yapılmaması
için
çok titiz davranıyoruz. Çünkü bunların yanlış kullanılmaları çoğu zamanlarda zarara sebebiyet
verir.
Nasıl ki bâzı ilâçları az kullandığınız takdirde fayda, salâh; çok kullanıldığı zaman da
kötü neticeler ve hattâ zehir etkisini yaparsa, bunlar da o şekilde…
Halk tıbbı, alternatikf tıp diye bilinen Üstâd'a göre "kocakarı ilâçları" dediğimiz halk ilâçları gerçekten denenmiş çaylar, şerbetler, haplardır. Ancak bunların doğru-dürüst eğitimi yapılmadığı için attarların veya gerçekten "kocakarılar"ın tavsiyeleriyle uygulanmakta, dozu, süresi bilinmediği için faydadan çok zarar getirdiği de görülmektedir. Bizce tıp fakültelerinde bir "halk tıbbı" bölümü olmalı ve bu hizmet uzman hekimler tarafından verilmel, eczacılar da buna göre yetiştirilmeli, eczaneler bir nev'i ilâç îmal edilen laboratuvarlara dönüşmelidir. Şu anda bakkal gibi çalışıyorlar. İğne yapmayan, yara sarmayan o kadar çok eczane var ki!..
Bu arada belirtelim, kadim Türkçe'de KOCA kelimesi "yaşlı, bilgili, görmüş geçirmiş" kişi demektir. KARIMAK da "yaşlanmak" anlamındadır. O yüzden KARI kelimesi kaba bir tâbir değil "yaşlı, bilgili, evli, görmüş geçirmiş kadın" anlamındadır. Bizim "ihtiyar, moruk" anlamında kullandığımız KOCAKARI kelimesi aslında "yaşlı, bilgili, görmüş geçirmiş, tecrübeli kadın" demektir.
İdâreci- Soru var mı efendim, başka?
İlk Hanım- Mîde için ben adaçayı içiriyorum beyime. O da iyi geldiğini söylüyor.
Nasıldır acaba sizce?
Varlık- Adaçayı bir çok iç hastalıklara faydalıdır. Bu hastalıklar bilhassa solnum ve sindirim sistemi ile
ilgili hastalıklardır. Yalnız, adaçayı kullanırken çok koyu yapmamak lâzımdır.
Adaçayı çok koyu yapıldığı takdirde kuvvetli hassalara sâhip olması nedeniyle mîdeyi tahrip eder
ve dolayısiyle ülser hastalığını, iyi yerine kötüye götürebilir. Dolayısiyle çok koyu yapmamak lâzımdır.
İlk Hanım- Kansere de iyi geldiğini söylüyorlar. Doğru mudur?
V- Aslında kanserin menşei ruhîdir… Ve bu hastalık sinir sisteminin bozukluğu ile ilgilidir.
Adaçayının sinirler üzerindeki etkisi (pek fazla olmamakla berâber) faydalıdır.
Yalnız tek başına kanseri tedâvi etmesi zordur…
Hemen bütün hastalıklar gibi kanserin sebebi ruhîdir. Ne dedik?.. MADDE'den önce MÂNÂ gelir. Bu yüzden madde olan BEDEN'den önce mânâ olan RUH üzerinde durmak gerekir. İnsan rûhen sağlıklı olursa,: endişe, evham, korku, stres, hırs, kin gibi duygulardan arındırdığı bir RUH'a sâhip olursa, az hastalanır, bağışıklık sistemi güçlü olur. çabuk iyileşir.
Varlık Evet, efendim.
İdâreci- Kanser mevzuunda ayrı bir görüşme yaparsanız, muhterem Üstâdım, bu husustaki
bir çok sualimizi birbiri ardına sorma imkânı elde etmiş oluruz.
V- İşte biz size her meyveden bir dilim verdik. İnşaallah ilerde o meyveleri sizlere tabaklarla,
sepetlerle ikram edeceğiz.
İ-İnşaallah o günler nasip olur, efendim. Dua edelim…. Dua ettik, ALLAH kabul etsin.
V- Cümlemizin…. Şimdilik eyvallah, dostlar!
İ- Dostumuzun müsaadesini isteyiniz. Temâsı kestiğiniz zaman haber veriniz.
Ayrıldık... Ne yazık ki öğrenci arkadaşımızın faaliyetleri bize bu dostumuzla bir daha karşılaşma imkânı vermedi. Şartlar öyle gelişti. Ulu Ârif Çelebi dostumuzla görüştük, ama Lokman üstâdımıza bir daha rastgelmedik.
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR
SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
- ÖLÜM
VE SONRASI
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 11
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 12
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 13
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 14
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 15
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 16
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 17
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 18
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 19
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 20
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 21
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 22
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 23
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 24
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 25
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 26
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 27
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 28
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 29
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 30
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 31
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 32
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 33
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 34
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 35
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 36
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 37
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 38
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 39
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 46
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 48
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 49
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN
SİMÂLAR - 57
- BİR
OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE
ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR
- 1
- RÜYÂLAR
- 2
- REİNKARNASYON
- 1
- REİNKARNASYON
- 2
- ANADOLU'DA
REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI
ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
- KADIN
HAKKINDA BİR TEBLİĞ - FİNCAN
CELSELERİ - 1
- FİNCAN
CELSELERİ - 2
- FİNCAN
CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ
ÇALIŞMASI
- RÛHÎ
FİLİMLER - 1
- ENTERESAN
RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN
ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT
ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP
BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN
RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL
MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN
MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA
TAPAN SATANİSTLER
- BÜLENT
ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- SAPITIK
CENAP BAŞMAN VE SAPKIN MARON TARİKATI
- SAPKIN
RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL
MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLERDEN
MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- MEKTUPLAR