Yayınlandığı Yer: “Çocuklukta Din”. W.H. Clark,
The Psychology of
Religion (New York: The
MacMillan Com., pp.85-107,
1961). D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:10, ss.
183-205, 1998. (A. Çiftçi ile birlikte).
ÇOCUKLUKTA
DİN*
Yeryüzünde tanıdığım en yüce varlığın,
anlatılamaz bir
huşu ile Göklerdeki Daha-Yüce olanın önünde
eğildiğini
gördüm; böyle şeyler, özellikle çocuklukta,
varlığımızın
taa derinliklerine
nüfuz eder.
Carlyle
Bir davranışı, bir
psikanalist ve bir cizvit, hepsi belli bir
fikir veya iddia üzerinde müttefiklerse, onda bir geçerlilik olduğu faraziyesi
oldukça makûl görünmektedir. Burada ferdin hayatının ilk yıllarının en önemli
yıllar olduğu şeklindeki bir iddiadan veya kabulden bahsediyoruz. Bunun için bu
konuya biraz vakit ayırmalıyız. Yine de
sonuçlarımızda konunun önemine ters orantılı tecrübî ve
deneysel çalışmalar ile sınırlı kalacağız.
Tefekkür etmeyen, yüzünü geleceğe çevirmiş ve
yetişkinlik dünyasında kaybolup gitmiş biri, dinî tecrübelerini bebeklik
tasavvurlarıyla sınıflandırır. Onlar gülünecek ve eğer bir kötü olayı gün
ışığına çıkarıyorsa, nefret edilecek şeylerdir. Ve bu ilk yılların diğer
yapıp-etmeleri gibi onların da önemi hafızaya gömülmek ile karşı karşıyadır.
Böyle olsa bile, çoğumuz çok az ve belirsiz de olsa dinî hayatımızın
çocukluğumuza olan borcunun farkındayızdır. Bundan dolayıdır ki, önceki bölümde
zikredilen Braden'in çalışmasında, niçin dindar
oldukları hususunda farklı kişilerin verdikleri 65 sebepten yedincisi ilk
dönemlerdeki dinî eğitim idi. Vicdan, vazife, âdet ve gelenek gibi aynı yöne
işaret eden sebepleri de aşağı sıralarda
olsalar da, onları müşahede ediyoruz.
Bu bölümün amelî ve gerçek önemi çocukluk dininin
karakteristikleri ve hatta dinamikleri hakkında bir şeyler bilme arzusunda olan
aile ve eğitimciler tarafından kolayca anlaşılacaktır. Din eğitimi ile ilgili
bir yazı olmasa da, bu bölüm temel bazı bilgiler verecektir. Dahası, bu bölüm
ateistler, komünistler ve gençleri mümkün mertebe din gibi kötü bir şeyden uzak
tutma kararında olan diğerleri için bile ilgiye şayan olabilir. Onlara göre,
böyle bir kötülükler manzumesi kurtulunması gereken
bir şeydir.
Küçücük bebe dünyaya öylesine yardıma muhtaç ve öyle çok gizli
kabiliyetlerle dolu bir varlık olarak dünyaya gelir ki, bu durum karşısında
(eğitim konusunda) iki zıt tutum tavsiye
edilmektedir.
İlk önce, eğer çocuğun sadece hayatta kalması değil
fakat önündeki çetin hayatla başedebilmesi için
hayatî tutum ve alışkanlıklar hususunda temel eğitimi alması isteniyorsa, ilk
yılların şartları devamlı bir dikkat ve itina gerektirir. Fakat, ikinci
planda, bu nezaret ve murakabe aşırı
olmamalıdır. Çocuğun kişiliği ve tabiatının potansiyelleri çocuğun gücünün artmasıyle birlikte kendilerini göstersin ve gelişsin diye
bu kontrol tedrîcen gevşetilmelidir. Başka konularda farklı düşünen
araştırmacılar bu konuda bitki metaforunun kullanımında bir ittifak
içindedirler. Bitki insanın bakımına muhtaçtır, fakat büyümesi, kendisini en
açık şekilde insan şahsiyetinde ifade eden, Yaratıcı tarafından
bahşedilir. Ekim yapılıp yapılmama
zamanını iyi bilen bir çiftçi gibi, hassas aileler ve sanatkar ruhlu
eğitimciler eğer ekilen bitkinin zamanında ürün vermesi isteniyorsa sabrı,
ihtimam ile birleştirmelidirler.
Esasen biz iki mesele ile meşgul olacağız: 1) Çocuğun
dininin kaynağı nedir? 2) Bu
din nasıl bir şeydir? Bu sebeple, bu bölümün ilk kısmı gelişmeci ve dinamik
bir tavır sergilerken, ikinci kısım esas itibariyle deskriptif
olacak.
ÇOCUĞUN
DİNİNİN KAYNAĞI NEDİR VE NASIL GELİŞİR?
Bir çocuk dindar doğmaz. Wordswortt'cu
Sentimentalistlerin aksine, psikologlar yeni doğmuş
bebeği daha ziyade hayvanın durumuna yakın görürler. Mesela gelişmiş bir maymun
bazı açılardan yeni bebekten daha "insan"dır[1]. Çocuğun
insaniyeti sadece "bi'l-kuvve" dir, " bi'l-fiil"
değil. Daha basit insanî vasıfların
ortaya ç›kması bile bu kadar yavaş iken, insanın
sonsuz hassalarının en karmaşık ve incesi olan dinin hemen doğumda kendisini
göstermesini ne kadar ümid edebiliriz! Fakat, yine de
din, ayrılmaz bir şekilde bu mütevazi fonksiyonlarla içiçe girmiştir ve onlar vasıtasıyla gelişir. Bu süreçte
söz konusu olan temel prensiplerin bazıları nelerdir?
Bağımlılık
ve "dört arzu":
Çocuk anne karnındaki güvenli ve muntazam haznesinden hayattaki ilk büyük
macerasını, yani nefes alma kavgasını, yaşamak ve tatmak için çıktığı zaman
sinir sistemi son derece büyük bir şoka maruz kalır. Rankian'ların
'doğum travması' dedikleri bu şeyin hayatî önemi üzerinde onların vurgusuna
tamamen katılmak zorunda değiliz. Yine de, eğer özellikle doğum esnasındaki
şartlar önemli açılardan anormal veya kötü ise, bu tecrübenin kişinin gelecek
ruhî gelişimi için hayli büyük bir önemi olabileceğinin çok muhtemel olduğunu
kabul edebiliriz. Ve, en azından bir psikolojik neticenin varlığı kesin gibi
görünmektedir.
Bu sonuç ise, şuurun belirginleşmeye başlamasıyla
organizmada gelişmemiş, fakat gerçek bir bağımlılık hissinin doğma ihtimalidir.
Thomas'ın ‘dört arzu’[2]
sundan biri,
güvenlik arzusu, hemen çocuğu
yakalar ve ilk nefesin alınmasıyla faaliyete geçen fizyolojik reflekslerle
karışır. Bu ilk dünyevî hareketlerinde insan eli ona yardımcı olur. Onun küçücük fıtrî huzur istekleri ve artan
ihtiyaçları kendi gayretiyle ancak sınırlı bir derecede karşılanabilir. Bu
bağımlılık duygusu, az veya çok, bütün ömrü boyunca onunla birlikte olacaktır.
Bu, Schleiermacher'in dinî hayatın esas özü olduğunu
söylediği Yaratıcıya bağımlılık
hissinin ilk ve esas modelidir.
Hemen hemen bu kadar erken
belirmeye başlayan bir ikinci arzu da yeni tecrübe arzusudur.
Bu, psikolojik olmaktan ziyade, fizyolojik açıdan genelleştirilmiş ve
gelişigüzel bir tarzda hareket eden uzuvlar şeklinde ifade edilmiştir. Bu
uzuvlar, doğumdan sonraki bir kaç hafta içinde, yalnız öyle görmek isteyen aile
fertlerine değil dışarıdan bir gözlemciye de, şüphe götürmez bir organizasyon
işaretleri göstermeye başlar. Gerçekten bu faaliyetin, doğumda bile, sadece
fizyolojik olmadığı, çocuğun hareket etmekte olan el ve ayakları aniden
bağlandığında onun, —yüzün kırmızılığı ve bazı psikologların kızgınlık ve
bazılarının, daha ihtiyatlıca, sadece heyecan[3]
dedikleri şiddetli bir ağlayış gibi— duygu belirtileri göstermesi hadisesi ve
gerçeğinden anlaşılabilir. Her ne kadar güvenlik arzusu kadar zorlayıcı olmasa
da, yeni tecrübe arzusu diğer bir dürtüdür ve çocuğun bu güdünün ifadesini
öğrenmesi bir ölçüde başkalarının ona
yardımına bağlıdır.
Mukabele
arzusu da olgunlaşmamış ve
çoğunlukla fizyolojik tarzda mevcuttur; çocuğun özellikle cinsel bölgesiyle
oynandığında hemen mukabelesi bunun bir işaretidir. Freud'un çocuk cinselliği
fikrine gitmesine yardım eden de bu olgudur. Bağımlılık açıkça burada da önemlidir
ve çocuk çok geçmeden fizyolojik ihtiyaçları ile birlikte bu açlığı tatmin
etmesi için kendisiyle ilgilenenlere güvenmeye ve dayanmaya başlar. Gerçekten
de bu tatmin olma hemen hemen beslenme kadar
önemlidir. Bu hem fizikî bekâ için hem de kişiliğin bütün olarak gelişimi için
hayatîdir.
Pediatrikler son zamanlarda, dünyanın en mükemmel fizikî
ihtimamı bile bir çok çocuğun bekâsını garanti için yeterli değildir, tesbitini yaptılar. Sevgisiz, sanki kendisi için yaşanacak
bir şey kalmamış gibi, bir çok çocuk takatten düşer ve ölür; sevgi ile, yiyecek
ve sağlık bakımı bazı şekillerde yetersiz olsa bile, bu çocuklar yine de gürbüz
ve sağlıklı çocuklar olarak büyüyebilir. Bu sebepledir ki, çocuk yuvaları ve hastahaneleri çocuk bakımı için temizlik ve diyet
formülleri ile birlikte "annelik" yapmayı da salık veriyorlar[4]. İşte bu
şekilde bir çocuk mukabele ve sevgi hususunda ilk derslerini alır ve öğrenir ki
bunun için de başkalarına bağımlıdır.
Kabul
edilme arzusu, doğuşta
oldukça belirsiz bir tarzda faaldir. Şüphesiz çok basit şekliyle varlığı
gösterilebilir; fakat normal şekliyle o bir dereceye kadar benlik şuurunun
gelişmiş olmasını gerektirir ve bu da bir yaşından önce olmaz[5]. Fakat
ikinci yılda oldukça açık bir şekilde gelişmeye başlar ve bu yaştaki çocuklar
gerçek kıskançlık belirtileri göstermeye başlarlar ki bu da o arzunun varlığı
demektir. Bu kişisel kıymet duygusu başkalarının görüş ve tutumları, benlik
aynası vasıtasıyla gelişir ve bir defa daha çocuk bağımlılık hissini yaşar.
Bebeğin bağımlılığı öğrendiği diğer alanları da
sıralamamız mümkünse de, bağımlılık duygusunun ve alışkanlığının gelişme
noktalarına dikkat çekmek için bu kadarı yeter. Bu büyüyen ve gelişen tek
hususiyet değildir; çünkü bir bahçedeki çiçekler veya bir tarladaki bitkiler gibi,
bütün hususiyetler birlikte büyür gelişirler[6]. Onların
hepsinin dinî şuurda oynayacakları bir rolleri vardır. Fakat niçin bağımlılık
hissinin ferdin dinî hayat bahçesinde başrol verilecek bir fidan olduğunu
genetik açıdan açıklığa kavuşturmak için yeterli şey söylendi. İnsanın Tanrı'ya bağımlılık hissi, psikolojik
anlamda, varlığının doğuşundaki böyle tecrübelerle mümkün hale gelir.
Ailenin
önemi: İnsan zihninden
bahsederken, zihnin kompleks yapısından dolayı insan bir metafora indirgenirken
bu, Tanrı'dan bahsederken hayli hayli gereklidir. Bir
çoğu kendileriyle Tanrı'nın tasvir edildiği mecazlardır ve âbidin
tecrübesine ve aynı zamanda Tanrı'nın vurgulanmak istenen veçhesine göre
yapılır. Buradan anlaşılıyor ki, anlamlı dinî semboller bulma cehdindeki dindar insan, Tanrı'yı (bizzat) kendisinin en
anlamlı, kuvvetli ve tatminkâr tecrübelerine tekâbül eden insanî terimlerle
tasavvur etme eğilimindedir. Bu sebeple, aile metaforunun Hıristiyanlığın
ötesinde bir cihânşümûllüğe sahip olması şaşırtıcı
değildir.
Bu durumda bir çocuğun ailesi ile ilişkilerinin, onun
Tanrı anlayışı ve neticede de dinî hayatının bütün niteliği üzerinde —bu büyük ölçüde aile sembolünün orijinalde uyandırdığı
duygusal tecrübe türüne bağlı olsa da—
önemli bir etkisi olacağı beklenebilir. Benzer tarzda bu, sıradan bir
kimse için entellektüel faktör daha az öneme sahip
olsa dahi, entellektüel Tanrı anlayışını da etkiler. Allport,
"Babamız" sözü ile başlayan The Lord's Prayer adlı ilâhiyi
söylemeyi reddeden bir çocuktan bahsediyor. Sebep ise, çocuğun babasının ayyaş
ve mürted biri olması ve (tabiatıyla) 'baba'nın,
Tanrı için kullanıldığı şekliyle, duygusal çağrışımının, babasının layık
olduğundan çok daha fazla olması idi[7]. Bu gibi
sebeplerledir ki bazen bu, diğer Tanrı anlayışı farklı olan insanlara çekici
gelir. Aynı zamanda bu, dinî sembolizm ve geleneğin esnekliğine de bir
delildir.
Bu konuyu Freud'un, önceki bölümde de işaret edilen,
din hakkındaki görüşünü hatırlamadan bitirmemeliyiz. Zira o, aile ile
ilişkileri ve bunun doğurduğu baba imajı arayışını dinî hayatın tam merkezi
yapar. Freud'un görüşlerine, aşırı olmasa da her zaman saygı ile bakılmalıdır[8]. Onun
teorileri ile ilgili sağlıklı bir şüpheciliği muhafaza etmek istesek de, onun
çocuğun ailesi ile ilişkilerinin gelecekteki dinî gelişimi için öneminin
vurgulanmasında bizi destekliyor olması hususunu not etmeye değer.
Öğrenme
ve olgunlaşma: Eski bir dil
oyununda, "her zaman, aynı anda herkesin yaptığı şey nedir?" sorusuna, büyümektir cevabı verilir. Aynı geçerliliğe sahip bir cevap da öğrenmek olurdu. Zira, psikologların
"öğrenme" adını verdikleri, sinir sistemimiz içerisinde devap edip duran gizli ve dinmez değişme doğumla başlar ve
ancak ölümle sona erer. Bu değişmenin daha az iradî veçhesi, olgunlaşma adı ile ayrılır ve bu özellikle
ilk yıllarda önemlidir. Psikologlar bu konuya diğer bütün konulardan daha fazla
düşünce ve mesai ayırmışlardır. Neticeyi biliyoruz:
Bu konuda ne kadar fazla bilgi edinilirse konu da o kadar karmaşıklaşır ve
akıllar da daha karışık hale gelir. Yine de bu incelemede din psikolojisi için
faydalı bir şey vardır; zira din,
öğrenme vasıtasıyla gelişir ve onun hâl ve gidişi "öğrenme"
(süreci) anlaşılıncaya kadar tam anlamıyla
anlaşılamaz[9].
Açıktır ki dil ve benlik şuuru (self-consciousness) gibi bir çok şey dinî hayatın başlamasından
evvel çocuk tarafından 'öğrenilmek' zorundadır. Bu hem fizyolojik hem de ruhî fonksiyonların olgunlaşmasını da içine
alır. Bu gelişmenin gidişi dinî tecrübenin nitelik ve derecesinin sınırlarını
da belirler. Somut bir örnek verelim;
sözünü ediyor olduğumuz çocuk ve aile ilişkilerinde çocuk dinî hayatının
yapısını teşkil edecek belirli tutumları "öğrenir". Babası ayyaş olan
çocuk, babasına karşı bazı tutumlar "öğrenmişti" ve bu da onun ilâhi
söylemeye katılımını sınırlıyordu. Diğer taraftan, onun ilâhiyi, düşünmeksizin
mekanik olarak tekrarlamasını engelleyen ve Tanrı ile kendisinin zor durumda
kalmasına yol açan babası arasında bağlantı kurmasını mümkün kılan şey onun
fikrî/entellektüel kapasitesinin
"olgunluğu" idi. Tabii olarak, "Babamız" teriminin sembolik
tabiatını anlama ve bu kavramı kişisel teolojik sistemine tam olarak dahil
edilmeden önce daha fazla olgunlaşma ve öğrenme meydana gelmelidir.
Dinî öğrenmenin ilk ve en açık şekli ezberdir. Pavlov'un köpeği
tarafından gösterilen şekliyle şartlı refleks şüphesiz dinî terimleri ve
gelenekleri öğretmek için kullanılan bu popüler metodu açıklamak için yeterli
bir mekanizmadır. Bunlar İncil âyetlerinin ezberi, ellerin birleştirilmesi ve
yemekten önce şükran duasında başın eğilmesi gibi şeyleri kapsar. Böyle bir
eğitim tamamlandığında gayretli din eğitimcilerinin ve hevesli ailelerin
gururlarını yüzlerinden okursunuz.
Bu satırların yazarı böyle bir öğretimin gücünü
gösteren bir örneğe, şapkasını bir yerde unutmuş olan kilisedeki kadının başını
bir temizlik kağıdı ile örttüğünü gördüğü zaman şahid
oldu. Bu, kilise âdâbını bâriz ihlâlden dehşete düşen bazıları, eğer kadın
başına hiç bir şey örtmeseydi muhtemelen daha fazla dehşete düşeceklerdi!
Binaenaleyh, bir psikoloğun
benzer ritüalistik manevraların güvercinlerde de
geliştirilebileceğini/uygulanabileceğini göstermesi bir parça rahatsız edicidir[10]. Bu tip
öğrenmenin dinde belirli bir miktarda gerekli ve arzu edilir olmadığı
söylenemez. Fakat onun esasen basit ve mekanik tabiatı anlaşılmalıdır. Ancak
onu, Skinner ve Thorndike'nin
söylediği gibi nitelik açısından benzer olsa da çok daha kompleks olan, veya
çoğu Geştalt psikologlarının düşündüğü gibi, tür olarak tamamen farklı
süreçlerden ayırabiliriz.
Her halükârda,
çocuklar büyümeden yüksek ve daha kompleks
öğrenme süreçlerine kabiliyetli hale gelemezler. Yani çocuktan soyut
düşünmenin ancak basit şekilleri beklenebilir. Ezbere öğrenme bu noktada
önemlidir. Çünkü ancak böyle öğrenme onların idrakleri dahilindedir. Fakat
buradaki tehlike, bu öğrenme türünün bütün diğerlerinin önünü kapaması ve
çocukta bir itiyat haline gelmesidir. Dahası, ölüm içgüdüsünün varlığını kabul
edersek,[11]
dinin geleneksel taleplerini sâdıkâne yerine getiren çocuğa sunulan güvenliğin
rahatının onun için dinin ana cazibesi ve teselli kaynağı olabileceğini
kolaylıkla görebiliriz. Kendisinde
yaşama içgüdüsü daha kuvvetli olan çocuk bu tatsız lapaya tahammül
edemez hale gelebilir ve bundan dolayı böylesine anlamdan yoksun bir dine kazan
kaldırabilir. Belki, bu mütalâalar daha önce kaydettiğimiz bir fenomeni daha
fazla aydınlatabilir: kiliselerimizde ve dinî eğitimde ezber ve taklide verilen
ağırlık ölüm içgüdüsünün niçin popüler
dinde hayat içgüdüsünden daha fazla (yaygın ve) hakim olduğunu açıklamaya yardım edebilir[12].
Vicdan
ve Suçluluk duygusu
Bazı psikiyatristler
suçluluk duygusunun ve katı bir vicdanın, ruh sağlığı üzerine kötü etkilerinden
bahsedip durmaktalar. Fakat, modern medeniyetin olumlu başarılarından bir çoğu,
suçlu hissetme ve vicdan adını verdiğimiz insana ait derûnî uyarıcının azab çekmesi kapasitesi olmaksızın belki de mümkün
olamazdı. Suçluluk ve vicdanın illâ da, bizim tarif ettiğimiz şekliyle
özellikle, din ile irtibatlandırılması için zorunlu
bir sebep yoktur. Fakat Batı dinlerinde ve bütün yüksek dinlerde bu her zaman
için bir hakikattır[13]. Bu sebeple, bunun kökeni hakkında bir kaç söz
söylememiz uygun olur.
Bir vicdan sahibi olma kapasitesi Tanrı vergisi
olabilirken, ferdin vicdanının içeriği öğrenme
ile alâkalıdır. Bunu biliyoruz, çünkü vicdan
ile ilgili hiç bir mesele yoktur ki, antropologlar farklı toplumlarda farklı
tezahür ettiğini bulmamış olsunlar[14]. Bizim
kendi kültürümüzde bile yalan söylemek, çalmak ve öldürmek belirli şartlar
altında vicdan tarafından tölaransla
karşılanmaktadır. Vicdan azabı, savaşta sağ kalabilmek için öldüreni ve düşmana
ait bir şeyi çalanı rahatsız etmez. Suçluluk duygusuna neyin sebep olduğu
hususunda da ayrılırız. Katolik çocuk Ekmek-şarap ayinini kaçırdığı zaman
kendini suçlu hisseder; New England vicdanı, pazar
günü sinemaya gidene sıkıntı çektirir; ve bir Yahudi çocuğu cumartesi günü dinî
vazifelerini ihmal ederse kendini suçlu hissedebilir.
Bu hakikî suçluluk duygusunun kökeni, aile ve aile
ikâmelerinin öğretimlerinde bulunur. Bu da ferdin hatırlayabileceğinden çok
önce başlamıştır. Mamâfih, bu süreç için en önemli şey, çocuğun belirli bir
noktada hissetmeye başladığı, onların idealleri ve kendisi için besledikleri
arzular ile "özdeşleşmedir". Ahlakî ve dinî alanlarda bu, üç-beş yaş
arasında meydana gelir[15].
Elbette o, kendisine öğretilenlerin kapsadığı hususları anlayamaz ve bunların
üzerinde düşünemez. Çocuğun vicdan duygusunun gücü kısmen bu anlama yokluğuna
bağlıdır. Elbette anne babasından başka kişi ve gruplarla kendini
özdeşleştirebilir ve bu başkalarının tutum ve öğrettikleri onun hem vicdanını,
hem de bir dereceye kadar davranışlarını etkileyebilir. Fakat ailenin etkisi
hiç bir zaman tamamen kaybolmaz. Anne ve babasının hayali onun gözünden silinip
gittikten uzun zaman sonra bile, onların sessiz etkisi yaşlı adamın vicdan ve
şuurunda halâ yaşayacaktır. O kendi halinde kaygıdan uzak bir yol çizebilse de,
derunî bir sıkıntıya maruz olmaksızın asla işleyemiyeceği
bazı fiiller baki kalacaktır. Bu dahi sıkıntı ve şuurlu veya gayri şuurî, suçluluk duygusu şeklinde tezâhür eder.
Burada hakkında konuşmakta olduğumuz husus Erich Fromm'un otoriter
vicdan dediği şeyin gelişimidir.
Bunun içeriği çocuğun bağlılık ve saygı gösterdiği dış kaynaklardan gelir ve
çocuğun adaptasyonu, kendini kabul ettirme arzusunun gerçekleşmesi ve
toplumdaki yerini bulabilmesi için önemlidir.
Fazla gelişmesi halinde bu, 'aşırı katılık' adını alır ve aşırı bir
suçluluk duygusu tarafından bozulması ise kişiliğin yaratıcı gelişmesini
engeller. Bunun zıttı hümanist vicdandır
ve ferdin hususi yeteneklerine uygun ve yaratıcılığı için çok önemli olup fert
tarafından kendiliğinden geliştirilen unsurlardan oluşur[16].
Bu iki tür vicdanın da, çocuğun tüm potansiyelini
kavrayabilmesi için, münâsip oranda gelişmesi gereklidir. Onun hem hürriyete
hem de disipline ihtiyacı olmasının sebebi budur. Otoriter vicdan olmaksızın o, kural tanımayan bir psikopat kişilik
veya ahlâken düşük, topluma karşı hiç bir sorumluluk hissi ve uyum sağlama
kabiliyeti olmayan biri haline gelir. Hümanist
vicdan olmaksızın ise sosyal sistem çarkında yaratıcılıktan yoksun bir diş
haline gelir.
Bu sebeple, davranışçılar ve psikanalistler çocuklukta
eğitimin öneminden ittifâken bahsederlerken, vicdan, kastettikleri hadisenin önemli
ve temel bir parçasıdır. Ve o, çocuğun dininin nereden gelip nasıl geliştiğini
anlamamız için önemli olan dinî gelişmenin bir başka yönüdür.
Harms'ın Dinî Gelişme Merhaleleri
Çocuklukta din konusundaki en orijinal ve bize öyle
geliyor ki, en önemli çalışmalardan biri Ernest Harms'ın
Çocuklukta Dinî Tecrübenin Gelişimi
adlı çalışmasıdır. Kullanılan metod Projektif metodun
bir türü idi
ve çeşitli yaş
gruplarındaki çocuklardan Tanrı'yı nasıl algıladıklarını sorup bunu gösteren bir resim çizmelerini
istiyordu. Yine o resmin neyi temsil ettiği de soruluyordu. Sonuçların tahlili
gösteriyor ki çocukların dini, metne ilâve edeceğimiz resimlerde görüleceği
gibi, üç merhaleden geçer.
a)
Peri-masalı merhalesi.
Üç-altı yaş arasındaki çocukların Tanrı anlayışı rasyonel olmaktan ziyade
hissîdir,
(Ve)bu yaştaki çocuk, küçük zihnini
sarıveren büyük hayalleri yüceltir.
Tanrı tecrübesinin tasvirî şekillerini serbest
bırakarak, bu erken merhalede
bile, çocuğun sadece derin ve hakîkî bir dinî
tecrübeye sahip olduğunu değil,
aynı zamanda, bu tecrübenin çocuğun tabiatında
daha derin şekilde
kökleşmiş olduğunu ve bundan dolayı, herhangi
diğer bir tecrübeden daha
önemli olduğunu ortaya koyduk[17].
Bu da gösteriyor ki yetişkinler, çocuğun din duygusunu
ve dini, saçmalık gibi gösteren rasyonel standartları tatbikte hatalıdırlar.
Modern din eğitimcileri de, çocuğun kavramlarının mümkün olduğu kadar mantıkî
ve açık olması gerektiği şeklindeki düşünce ile benzeri bir hataya düşüyorlar.
Meselâ, Noel Baba modern din eğitiminde kendisinden nefret edilen âşina bir
semboldür ve bu nefret bu Christmas perisini, Tanrı
ile karıştıran çocuklar, örnek gösterilerek desteklenir[18]. Fakat
bu sevimli öyküden hoşlanan çocukların, ilk dinî kavramları bu tür şeylerden
arınmış iyi kontrol edilmiş hiç bir çalışma görmüş değiliz. Bizim kuşkumuz
mevcut karışıklığın büyük bir kısmının köklerinin başka bir yerde olduğudur. Harms'ın çalışması gösteriyor ki, entellektüel dinî kavramların çocuk için pek anlamı yoktur
ve çocuğun bütün istidatlarının ortaya çıkması isteniyorsa bu düzeyde duygu ve
fantezi hürriyeti teşvik edilmelidir.
Bir numaralı resim bu merhaledeki beş yaşında bir
çocuğun elinden çıkmıştır. Kendisine “Tanrı insana benzemeli, değil mi?” diye
sorulduğunda "niçin benzesin ki?" karşı-sorusu ile mukabele etmiştir.
b)
Gerçekçi Merhale: İlkokuldan
yetişkinliğin başlangıcına kadar çocuğun Tanrı fikri daha realistik
bir durum arzeder. Bunda, büyüklerin ve dinî
müesseselerin rolü büyüktür. Bu dönemde Tanrı, rahip gibi telâkki edilip Davud yıldızı ve Haç gibi dinî semboller de bol bol kullanılır. Bu çağda duygu 'şekilsel ifade kabiliyetini
yaratır', çünkü o entellektüel olarak ifade edilemez.
Çocuğun sembolizmi buradan doğar. Aynı zamanda o dinî müesseseyi, formları ve
gelenekleriyle, ciddiye alır; zira yaşlıların öyle yaptığını görür.
İki numaralı resim, yedi yaşında, ufku dar bir çocuğun
elinden çıkmıştır. Üzerine şöyle yazmış: "böyle bir resim çizdim çünkü ne
zaman kiliseye gitsem Tanrı'yı Hac üstünde görüyorum. Tanrı'yı çok seviyorum.
Aziz annemiz oğluna dua ediyor."
Bu devredeki gerçekçilik bazen zamanın fikirlerinin
ötesine gider. Meselâ, üzerine "o bir Yahudi ve bir Hıristiyandır
ve iki topluluk da onu çok sever" sözleri iliştirilmiş, İsa veya Rahip
olarak tasavvur edilen bir Tanrı resmi çizmiş olan çocuk buna bir örnektir. Bu,
bu satırların yazarının tanıdığı, anne ve babası farklı dinlere mensup aynı
çağdaki bir oğlanın fikirlerine çok benziyor. O, niçin iki tarzda da ibadet edemiyeceğini bir türlü anlıyamıyordu
ve farklı kiliselerin çatışan talepleri ve ön yargıları arasında şaşırıp
kalmıştı. Şunu söylemek hakikaten üzücü, müessesevî
dinde bir çok çocuk için büyümek, dikkati, esaslardan dinî hayatın ikincil ve
üçüncül ifadeleri olan son derece tâlî şeylere yönelten önyargıları ve
fikirleri almaktan ibarettir. Harms'ın örnekleri,
İsa'nın havârilerine çocukların tutumu hakkında yorum yaparken kastettiği şeyi
ve çocukluk dininin bütüncül veçhelerini anlamak için psikolojik bir pencere
açar.
c)
Bireyci Merhale: Mantıken, bu
merhalenin gelecek bölümde tartışılması gerekirdi; zira o yetişkinlik dinini de
kapsar. Fakat Harms'ın bulgularını bir bütün halinde
ele almak istiyoruz. Bu merhale hakkında o şöyle diyor:
Bu çağ çocukları hayatları boyunca
ulaşabilecekleri en yüksek hissî
hassasiyete sahiptirler. onların
ferdileştirilmiş dinî konularında, onlar
bu canlı duygusal hassasiyet için uygun bir
aracı bulurlar ve bu, adı geçen
merhalede, orijinallik ile birliktedir...[19]
Bireysellik merhalesi ilk ikisinden daha çeşitliliğe
sahiptir ve iki alt bölüme ayrılır.
(1) Resimlerin büyük bir bölümü geleneksel, muhafazakâr
ve pek az tasavvurî olarak tavsif edilebilir; meselâ,
üç numaralı resim, onbeş yaşında bir kız tarafından
çizilen, insanları cennet kapısında bekleyen bir Tanrı temsilini
göstermektedir.
(2) İkinci bir grup daha fazla orijinallik
sergiliyor ve kişisel görüşler ortaya koyuyor. Dört numaralı resim ondört yaşındaki bir oğlanın dinî tecrübesini yansıtıyor.
Koyulan başlık "haşmet".
(3) Üçüncü altbölüm "çok hayret verici"
ismini taşıyor. Bir Amerikalı çocuğun çizdiği zannedilen bu resimdeki fikirler,
diyor Dr. Harms, eski Mısırlıların kültleri, Fars
mitolojisi, Çin Budizmi, Güneşe Tapınıcılık, Alman
Orta Çağ mistisizmi ve diğer az rastlanan ve gelmiş-geçmiş hareketlerin
fikirlerine benziyordu. Beş numaralı resim onüç
yaşındaki bir oğlanın ürünü olup, Stonehenge ve Güneş
Tapınıcılığını çağrıştırıyor. Onbeş yaşındaki bir
kız, altı numaralı resmi çizmişti. Bu, insanların diğer daha alt düzeydeki
canlı türleri üzerinde üstünlüğe sahip olduğu inancından kaynaklanan Orta
Çağ'daki 'hayat büyülü bir ailedir' anlayışıyla benzerlik taşır. Diğer canlı
türlerinin kıyılara serpiştirilmiş olması bundandır. Çocuklar bunları başka
şeylerden kopye ettiklerinin farkında değildirler.
Harms'ın bu empirik
çalışmalarında Fromm'un dinin otoriter ve hümanist ifadeleri kavramlarının bir temellendirilmesini ve örneğini görüyoruz. Birinci tâlî
bölüm kendilerinde otoriter/dış
etkilerin kuvvetli olduğu çocukların fikirlerini temsil ederken, üçüncünün
yüksek derecedeki ferdiyetçiliği daha
hümanist bir damga taşır.
Harms, böylece, bulgularının din eğitimcisi için
amelî önemine dikkat çekiyor ki, bu da, özellikle yetişkinin dinini "fıtrî
veya en azından temelde çocuğun tabiî mizacı ile bağlantılı modele göre"
ifade etmesi hürriyetinin gerekliliğidir.
Psikologlar Harms'ın
çalışmasındaki resimlerin yorumunda görüş ayrılığında olabilirler. Bu,
yetişkinlerin resimlerinden oluşan, üçüncü altbölüm için özellikle doğrudur.
Burada o, Jung'un sembolik "ilk model",
"ırkî" ve "toplumsal" şuuraltı teorilerine katılabilir[20]. Fakat Harms'ın umumî sonuçları bir şey anlatmak istiyor: küçük
çocuk dininde fantezileri ifadelendirir; daha büyük çocuğun fikirleri daha
gerçekçi bir tarzda çevresinden elde edilir. Yetişkinler ise çok daha fazla
çeşitlilik ve yaratıcılık gösterirler. Bu bulgular ayrı bir çalışma tarafından
teste tabi tutulmalıdır; fakat kullanılan metod
gelecek çalışmalar için de işe yarar gözükmektedir[21].
ÇOCUKLUK
DİNİ NASIL BİR ŞEYDİR?
Buna kısmen daha önce cevap verdik. Burada deskriptif yaklaşıma ağırlık verip, çocukluk dininin fikrî
ve kavramsal taraflarıyla daha fazla meşgul olacağız. Sebep onların daha önemli
olması değildir; zira, önceden de ifade ettiğimiz gibi, bunlar belli bir çocuğu anlamada pekâlâ
kıymetsiz olabilirler. Dahası, aşırı vurgulanırsa, bunlar çocuğu tamamen yanlış
anlamaya ve dinî eğitime haksız bir ağırlık vermeye götürebilir. Diğer yandan entellektüel
kavramlar daha açık ve psikologca da daha
ulaşılabilirdir. Böylece incelememizde daha açık olabiliriz. Aynı
zamanda çocukların fikirleri, olgunluk dinini anlamak için bir karşılaştırma
noktası olarak ele alınması önemlidir. Çocukluk çağı için çok uygun olan
nitelikler daha sonraki çağ için hiç uygun değildir. Yetişkinlik dini bu zıt anlamda o kadar çocukça dır ki, bu karakteristiklerin
neler olduğunu anlamamız önemlidir.
Fikirler
Dış Etki İle Kabul Edilir.
Halihâzırda Fromm'un otoriter ve hümanist
kavramlarından bahsetmiş durumdayız[22].
Çocuğun fikirlerinin hemen hemen tamamı, bu
fikirlerin başka insanlardan neşet etmesi anlamında, otoritercidir. Çocuk
beşikten itibaren kendisine yakın olanlardan gelen şeyleri kabul etmeyi
öğrenmektedir ve onun tecrübelerine göre bu şeylerin çoğu iyi ve güzeldir. Aynı
zamanda onun büyükleri kendisinden o kadar fazla güçlü ve muktedirdir ki
onların herşeyi bildiğine inanması çocuk için tabiidir.
İtaat de faydasını göreceğini öğrendiği bir huydur; böylece kendisi için bir
anlam ifade etmeye -hatta bundan önce- başladığı an yetişkinlerin fikirlerini
kabul etmesi onun için oldukça kolaydır. MacLean'ın empirik metotla yapılan çalışmasında elde edilen bulgular
bu konuyu destekler mahiyettedir[23].
Düşünmeden
Kabul. Çocuklar fikirleri
otoriteye dayanarak kabul ettikleri için, bu fikirler üzerinde düşünme de çok
az olur. Çocuk zihninin bu özelliğine aşina olan bazı büyükler, bu çocukça
tasdîkin sınırlarını testetmek için bazı laf
oyunlarına başvururlar. Birisi komşu çocuğuna "Noel Baba'nın sakalını
kestiğini" söyleyince Çocuğun sebebini sorması üzerine annesinin o
sakaldan yastık doldurmak istediğini söyler. Çocuk ertesi gün bir mağazada
bütün haşmetiyle Noel Baba'yı görmesine rağmen bu açıklama çocuk için tamamen
tatminkâr idi. Dinî fikirler bu hâlet-i ruhiye içerisinde kabul edilir ve
böylece en tutarsız ve tuhaf fikirlerin çocuk tarafından kabulü şaşırtıcı
değildir. Meselâ, MacLean bir grup çocuğun yüzde yetmişüçünün "Tanrı, aynen bir insan gibi el, yüz ve
ayaklara sahiptir" diye düşünüp yüzde ellisekizinin
de "Tanrı'nın hiç de bir kişi gibi olmadığı" üzerinde birleştiğini tesbit etmiştir. Bu son gruba göre " O, elektrik gibi,
şeyleri hareket ettiren ve büyüten bir enerji" dir[24].
Bu demek değildir ki çocuklar arasında hiç düşünme
yoktur. Erken gelişmiş çocuklar kendilerine sunulan fikirleri pekâlâ sorgulama
yeteneğine sahip olabilirler. Pratt, Edmund Gosse'nin bir anısını
naklediyor. Herhalde altı yaşındaydım;
anne-babam bana derdi ki; "her ne ihtiyacın
olursa Tanrı'ya söyle ve O, inşallah, sana verecektir." İşte bu çok
iyiydi. Caledoian Road'da
bir dükkanda görmüş olduğum büyük bir plastik topa ihtiyacım vardı. Bunun için
akşam duama bu niyazı ekledim ve şunu da sona ilave ettim:"eğer
dilersen". İyi hatırlıyorum bu, annemi bir dilemmaya düşürdü ve babama danıştı. Babam bana
"bu gibi şeyler" için niyazda bulunmamamı söyledi. Buna başka bir
soru ile mukâbelede bulundum: "Niçin?" Ve ekledim: "bana, ihtiyacım
olan şeyler için O'na niyazda bulunmam söylendi ve benim o plastik topa
kâfirlerin bizim dinimize girmesinden veya Kudüs'ün Yahudilere iadesinden daha
fazla ihtiyacım var[25]."
Pratt, yine, kendisine "inancın dağları
yerinden oynatacağı" söylenen sekiz
yaşındaki bir kızdan bahsediyor. Kız üç saat Washington tepesinin denize
yuvarlanması için dua eder. Bunun gerçekleşmemesi kızın inancını sarsar ve bu
sebeple bütün yaz bir daha dua ve ibadette bulunmaz[26].
Böyle müstesnâ şeylerin iki sebebi olabilir. Bu hadiseler
bahsi geçen çocukların çok yüksek bir zekâya sahip olduklarına işaret eder ve
düşünme kabiliyetinin 12 zihin yaşı ile başladığı kabul edilirse, 150 IQ ye sahip
sekiz yaşındaki bir kız gerekli zekâya sahiptir, denilebilir. Diğer
taraftan, daha az zekâyla bile, şiddetle istenen bir şeyin yerine gelmemesi ,
pekâlâ, şüpheye götüren bir isyana yol açabilir. Edmund
Gosse ve lastik top örneği böyle bir sürece işaret
etmektedir.
Bize çocuklukta şüphenin uyanış süreci hususunda bir
fikir veren, yukarıda bahsedilen, istisnalara rağmen aklımızda tutmalıyız ki,
temel kaide, çocuğa sunulan veya bizzat kendisini sunan en kullanışlı
fikirlerin düşünülmeden kabulüdür. Bunların bazıları bir yerleşme mahalli
bulurlarken, diğerleri kısa süre sonra ayrılırlar; bir çoğu kötü
sınıflandırılmış ve çelişkilidir. Fakat onların hepsini, çocuğun yeni bilgileri
kabule hazır zihni, uzantı ve neticeleri
üzerinde çok az bir düşünceyle veya belki de, hiç birinin oraya ait olmadığı
şeklindeki rahatsız edici hislerle içine
alabilirler.
Ben-merkezlilik. Çocuk bir 'ben duygusu' ile doğmaz. Bu
muhtemelen bir yaşın sonuna doğru gelişmeye başlar. Yine de çocuğun kendi
isminin farkına varması ve şahıs zamirlerini doğru kullanımına kadar tam olarak
mevcut olduğu söylenemez[27]. Güdü
ve tecrübeler bu benlik duygusu çevresinde anlam kazanıp organize olurlar ve
böylece benliğin muhafazasını ve gelişimini mümkün kılarlar. Elbette bu ilk
izlenimler oldukça dar bir şekilde benlik üzerinde yoğunlaşmış olur. Bu benlik
duygusu geliştikçe onlar da daha geniş alana yayılır ve bu da, ferdin kendi
kişisel ilgi ve menfaatleriyle meşguliyetten, ailesi, okulu ve memleketi ile
özdeşleşmeye geçişi ile olur; ilgi ve menfaatlerinin
farkında oluşu, John Donne'nin deyişiyle, çanların
kimin için çaldığını sormadığı, çünkü insanlardan birisi için kayıp olanın
kendisinin de kaybı olduğunu ve çanın kendisi için çaldığını bildiği ideal
zirvelere dönüşünceye kadar bu süreç devam eder. Benin bu büyüme ve genişleme
sürecidir ki büyük dinler yüksek önem atfederler. Bencillik ve diğerkâmlık
arasındaki farklılık da büyük ölçüde dar ve geniş ego arasındaki bir derece
meselesidir.
Çocukta, seyahatinin başlangıç merhalesinde bir 'ben'
görüyoruz. Onun dualarının kişisel korunma ve lütuf isteği ile dolu olması
tabiidir. Dinî yayın ve kavramlar da bazı şekillerde onun kişisel zevk ve
refahına hitab eder. Küçük bir çocuk "rahip
olacağım çünkü iyi gelirli bir iş" diyordu annesine. Küçük Tommy ise
Çarmıhı, 'Tommy'nin T' si olarak algılıyordu[28]. Hem
çok bunaltılmış hem de çok şımartılmış çocuklar 'ben' lerini
geliştirmede duraksarlar. Yani sevgi yokluğu veya fazlalığı aynı kapıya
çıkabilir. Çok âni ve şiddetli bir düşkırıklığı da
beni daha çocukça, yani 'dar ben' merhalesine itebilir. Çocukluk dönemine daha
uygun ben izlerini bazı yetişkinlerde görmemizin sebebi budur. Onlar
"komşuyu kendi gibi sevmek" kapasitesinden yoksundurlar.
Antropomorfik. Çocuk, büyükleri gibi, Tanrı kavramını, diğer
insanlarla olan tecrübelerinden çıkarır. Fakat o, kendi Tanrı fikrine ulaşmada beşer tabiatının en belirgin ve açık
niteliklerini kullanır. Tanrı, en çok rastlanılan tavsiflendirilmesiyle,
gri saçlı ve sakallı, arasıra yeryüzünde kötüleri
sorup soruşturan ve esasen herkesin mutlu olduğu ve gökte bir yerlerde olan
cennet adlı mekanda oturan biridir[29].
Bu antropomorfik öze, superantropomorfik —yani esasen beşerî olup (çocuk
kitaplarındaki kahramanlar gibi) güç ve bilgi bakımından daha da
kuvvetlendirilmiş nitelikler—
denilebilecek kavramlar ilâve edilir. MacLean
birkaç çocuğun "Tanrı taa çatıdan
görebilir" dediğini naklediyor. Diğer bazıları ise Tanrı'nın "kötü
insanları öldürmek için" günümüzde fırtınalar gönderdiğini söylüyorlardı.
Bir başka çocuk çığlık çığlığa şöyle diyordu: "bizim sokakta bir araba
kazası oldu ve birsürü insan öldü. Bunu Tanrı yaptı,
o yaptı!" Diğer biri ise, herhalde şimdilik o kadar kana susamamış olacak
ki, şöyle diyordu: "Tanrı insanları ölmekten kurtarır, bunu biliyorum,
çünkü bugün bir arabanın tam önüne düştüm ve bana hiç dokunmadı."
İnsan üstü temalardaki değişiklikler, insan tabiatı
hakkındaki çok çeşitli garip mübalağaları temsil eden fikirlerdir; bunların
bazıları çocuğun tecrübelerinin nadir kırıntılarından çıkarılır; bazıları da
çocuğun kendi fantezilerinin bir ifadesidir. Pratt,
altı yaşındaki bir oğlanın "Tanrı büyük kulaklı bir insanın yüzüne
sahiptir. O hiçbir şey yemez, fakat sadece çiy içer", dediğini naklediyor[30].
Bunları, yetişkinlerin Tanrı düşüncelerinden ayıran esas nitelikler lafzîlik
ve somutluktur. Yine de yetişkin anlayışları arasında (onlarla) paraleller
bulmak o kadar da zor olmasa gerek; zahirî/lafzî
kafalı bir yetişkin bile bakış açısını genişleten ve böylece, küçük ölçüde dahi
olsa, onun dar olgular hapishanesini aşmasına imkan veren istisnaî bir Tanrı'nın sonsuzluğu duygusuna sahip
olabilir. Yeterli derecede Tanrı fikri üzerinde tefekkür ve tefekkür eden olgun
yetişkin, elbette, kabul eder ve bilir ki, bizim kişilikle ilgili terimlerimiz
Tanrı'ya izafe edildiğinde sadece mecazdırlar ve bunlar bizim sınırlı
zihnimizin ifade edilemez sırlarına ulaşma yolundaki en gayretli çabalarını
temsil eder. Harms'ın çalışmasının sonuçları, işaret
etmiş olduğumuz gibi, gösteriyor ki, uygun şartlar altında çocuk gerçekten
kendisini korku ile karışık saygı ile dolduran bir şey (in varlığı) duygusuna
sahip olabilir. Fakat, bu alanda çalışanlar, çoğunlukla, çocuğun görünen
fikirlerinin geniş ölçüde onların dar tecrübelerinden ve insanların Tanrı
hakkında onlara söylediklerinden çıkarılmış ve temelde antropomorfik
fikirler olduğunu tesbit etmişlerdir.
Lafzen ve Ritüel
olarak ifade. Çocuklar
arasında din olarak olup-biten şeyler bir takım söz ve ifadelerin ezbere
tekrarı ve bazı dinî hareketlerin yerine getirilmesidir. Aile ve din
eğitimcileri, çocukların şöyle ellerini birleştirip, başlarını eğerek dindarlık
alâmeti bir şeyler mırıldandıklarını gördükleri zaman gizli bir memnuniyet
duyarlar. Evvelce dinî bir tablo önünde dua eden bir çocuk, resim ortadan
kaybolunca, uygun olup olmadığını sorgulamaksızın, magazin kapağını onun yerine
koydu[31]. Başka
bir çocuğun ise bir ilâhinin şu versiyonunu söylediğine kulak misafiri olundu:
"Gökteki Babamız senin adın Harold olsun".
Çocuğun böyle bir isimle Tanrı'ya hitab edildiğini
daha önce hiç işitmemiş olması, bu ifadenin ezbere kullanımını
engelleyememişti.
Bu tür ritüalistik amellerin
kıymeti hususunda din eğitimcileri arasında bir sürü görüş ayrılığı ve sert
tartışmalar ortaya çıkmış bulunmaktadır. İlerlemeye daha açık olan grup böyle
davranışları burun kıvırarak reddettiler. Peygamber Amus'dan
günümüze biriken yetişkin dini hakkındaki büyük birikimi gözönünde
bulundurduğumuzda, ki, bu birikim hiç de o kadar yüksek bir seviyeye sahip
değildir ve kökü çocukluktaki davranışlardadır, böyle bir yüzeysel eğitimin
bütünüyle reddedilmesini takdirle karşılayabiliriz.
Diğer taraftan, gelenek veya âdet başka yerde olduğu
gibi dinde de faydalı bir şey olabilir. Dahası, çocuklukta anlamsız
alışkanlıklar olarak başlayan davranışlar daha sonra genellikle bir anlama
bürünür ki, eğer onların öneminin tamamen kavrandığı bir zamanda başlamış
olsalardı bu anlamı belki de kazanamıyacaklardı.
Meselâ, İngiliz dilinin en büyük ustalarından Shakespeare,
Milton, Carlyle, Ruskin, Emerson, Hawthorne ve Lincoln üzerindeki
en güçlü tek etkiyi İngilizce İncil yapmış görünmektedir. Bu, sıradan bir insan
için de doğrudur. Bu, dil üzerindeki faydalı etkinin, eğer çocuklar bunların ne
anlama geldiğini bilmekten çok önce İncil'in o kuvvetli üslup ve ifadelerindeki
ahenkle tanıştırılmasalardı, meydana gelebileceği şüphelidir.
Din eğitimcileri arasındaki tartışmalardan birisi
İncil'in neredeyse modası geçmiş King James
nüshasının mı, yoksa modern tercümelerden birinin mi kullanılması gerektiğidir.
Ben kuvvetle King James versiyonun, bazı bariz
hataları düzeltmek ve açıklık için, modern tercümelerden biriyle birlikte
kullanılması taraftarıyım. Eğer benim teorilerim doğruysa; çocuğun entellektüel
tecrübeleri hissî olanlardan daha az önemlidir. Ve King
James versiyonu hem çocuk hem de yetişkinlerin muhayyilesini harekete geçirmede
halâ daha üstündür. Mesela, l Sam. 3:ll in Moffatt tercümesini: "Ben İsrail'de bir şey yapmak
üzereyim ve onu işiten herkesin kulağı çınlayacak", King
James'in güçlü tercümesiyle karşılaştırınız: "Görün bakalım, Ben İsrail'de
öyle bir şey yapacağım ki, onu duyanların iki kulağı da çın çın
çınlayacak." Fikirlerin lafzî açıklığı ve daha
ziyade ifadelendirmedeki bu kuvvet ve maharettir ki çocukları cezbeder. Elbette bu tecrübe epey bir zaman geçmeden
gelişip-serpilmez.
Her ne zaman Sir Roger De Coverly'den iki
arkadaşı, aralarındaki bir anlaşmazlığa hakem olmasını isteseler hep aynı
zekice cevabı alırlardı: "İki taraf için de söylenecek çok şey var."
Bu, çocuklar söz konusu olduğunda, lafzî ve ritüalistik eğitimin önemli olup olmadığı hususundaki son
sözümüzdür. Fakat şüphe yok ki, ezbere tekrar, dinî gelişmenin bu merhalesini
karakterize eder ve faydası ne olursa olsun, o ne ise öyle kabul edilmeli ve
gerçek şeyin yerine ikame edilmeyip amaca ulaşmada vasıtalardan ancak biri
kabul edilmelidir.
Taklîdî. Mekanik veya ezbere (yapılan) dinî ameller
üzerindeki tartışmamızın işaret ettiği gibi, açıktır ki, çocuğun dinî hayatının
büyük bir bölümü öğrenmenin taklid ve telkin
şekillerinin kullanılmasıyla oluşur[32].
Çocukluğun hoş niteliklerinden birisi, çocuğun büyüklerin davranış tarzlarının
yüzeysel taraflarını taklididir. Çocuğun dinî hayatı zorunlu olarak yüzeysel
olduğu için, onun önemli niteliklerini geliştirmeyi uzun zaman sonrasına kadar
erteleme veya geciktirmeyi savunan bazı eğitimciler vardır. Bu tutumun en aşırı
ifadesi Jean Jack Roosseau'nun
Emile'inde görülür. O, burada, çocuğun yetişkinliğe
kadar din ile bütün bağlantılardan dikkatlice uzak tutulması gerektiğini
söyler. Yetişkinlikte onun kendi dinî hayatını kendisinin geliştireceği veya
inşa edeceği ümid edilmektedir.
Fakat, çoğu çocuğun tamamen kendi başlarına dindar
olacakları veya olabilecekleri çok şüphelidir. Eğer bilim adamları modern
mucizelerini birtakım "büyükler" in omuzlarına basarak
gerçekleştiriyorlarsa bu, büyük ölçüde dindar kimse için de doğrudur.
Araştırmalar, çocukken dinî bir tarzda yetiştirilmemiş insanların çok çok az bölümünün olgunluk döneminde dindarlık düzeylerinin
yüksek olduklarına işarette ittifak etmişlerdir. Meselâ, bu satırların yazarı, Moral Re-armement
(Ahlakî Yeniden Cihazlanma} çalışmasında, bu
hareketten etkilenen elli beş kişinin tamamının dindar olan ailelerden gelmiş
olduklarını tesbit etmiştir[33].
İlk dinî etkilerin gizli veçheleri paha biçilemiyecek değerler taşır. Şüphesiz, bu etkilerin
bazıları aile dışından gelir. Yine de, aileden gelenler çocuğun dinî
gelişiminde en güçlü tek faktör gözükmektedir. "Dindar yuva" nın etkisini yüceltme şeklindeki klasik tavır muhtemelen Carlyle'dan gelmektedir; o sadece geleneksel olanı yüceltme
gibi bir tutuma hiç bir zaman sahip değildi. Teufelsdrökh'e
şu aşağıdakileri söylettirdiği zaman zihnindeki kendi eviydi:
Benim şefkatli annem....bana son derece eşsiz
bir hizmette bulundu: Bana
sözle öğrettiğinden daha fazlasını
davranışlarla ve sıradan ihtimam ve
şefkat ile —yani kendisinin saf Hıristiyanlık
anlayışıyla— öğretti... gerçek bir kadın
kalbine ve basit olsa da tatlı bir dinî duyguya sahip olan annem,
nereden bakarsanız bir dindardı... Yeryüzünde
tanıdığım en yüce varlığın,
evimizde, anlatılamaz bir huşu ile Gökteki
Daha-Yüce-Olan'ın önünde eğilip büzüldüğünü görürdüm;
böyle şeyler, özellikle çocuklukta, varlığınızın taa
özüne ulaşır ve Kutsalların Kutsalı, sırlı bir şekilde, kendisini bilinmez
derinliklerde görünür hale getirir[34].
Bazı
Açılardan Kendiliğindenlik.
Çocuğun dininin, taklidî olduğuna işaret ettikten sonra, şimdi de aksi bir
durumdan bahsedeceğiz. Bu, hassas bir gözlemciye kendini gösteren belirli bir
kendiliğindenliğin varlığıdır. Meselâ, çocuğun hayata bir anlam verme arayış
ihtiyacı pek kuvvetli değildir. Onun ilgi alanı dar, motifleri kısa sürelidir
ve küçük gayeleri yetişkin kadar kuvvetli olsa da, varlığın hikmeti onun için
ânın yaşanmasıdır. Yine de taklid ve büyükleri memnun
etme arzusundan başka, çocuk sık sık dinî ilgilerinin
bazılarında şaşırtıcı bir kendiliğindenlik ve yenilik işaretleri gösterir.
Tabiatın yeşil dünyasına ve mavi göklere ilgisi onun dinî kendiliğindenliğinin
bir tezahürüdür. Harms, yukarıda bahsedilen
çalışmada, dinî gelişmenin özellikle 'peri masalı' devresinde çocukların
çizdikleri Tanrı resimlerinde bunu göstermiştir.
Aile ve din eğitimcisinin bu "kendiliğindenliği"
anlamaları, saygı göstermeleri ve desteklemeleri son derece önemlidir. Zira,
dinî tecrübenin özü olarak tarif ettiğimiz asıl dinî davranış tipinin ümit
verici belirtileri orada bulunur.
Hayret
ve Merak (Wondering). Çocukluk dininin son bir niteliği de hayret ile
vasıflandırılmasıdır. Bu entellektüel anlamda
yaratıcı bir düşünce ve tefekküre götüren bir hayret/merak değildir. O,
çevresinde açılan şaşırtıcı yeni dünyada, doğrudan doğruya bir tür haz almadır.
Benim filozofum adlı bir yazı okumuştum.
Filozof değişmez bir biçimde günlük hayatın en sıradan işlerinden büyük haz
alıyordu; türlü ara yollar keşfediyor; kalabalık caddelerden geçen araçlara
ilgi gösteriyor ve bakkal vitrinindeki rengarenk konserve dizileriyle
büyüleniyordu. Velhasıl, filozof adeta üç yaşındaydı.
Yeni tecrübe arzusunun bir şekli olan bu garip
şeylerden zevk ve haz almadır ki, bu çağda peri masallarına ilgi ile ifade
bulur. Bu itibarla Tanrı'nın güneş, ay ve gezegenler gibi harikaların
yaratıcısı olduğu kendisine telkin edilen çocuğun bu hayret duygusunu Tanrı
fikrine yansıtması şaşırtıcı değildir. Bu, mitolojilerin çocuklara niçin cazip
geldiğini de açıklar. Meselâ, ateş saçan kılıçlı bir melek tarafından
Cennet'ten kovulan Âdem ile Havva; İsrail oğulları karşıya geçsin diye Kızıl
Denizi ikiye bölen Rab hikayeleri böyledir. Böyle şeyleri zahirî yorumlamayı
yetişkinlikte de devam ettirmek sıkıntıya yol açabilir, fakat, eğer çocuk
duygusal açıdan emniyette ise ve çocuğun ihtiyaçlarından birinin ince rasyonel
kavramlardan ziyade bu hayret ve merak hissinin doyurulması olduğunu bilenler
tarafından eğitilirse bunun gerçekleşebileceğine dair çok az bilimsel delil
mevcuttur.
Hayretin varlığı Harms'ın
çalışmasında ortaya konmaktadır. Bundan, bu fantezi tutkunluğunun okul öncesi
çocukları tarafından çizilen Tanrı resimlerinde yansıtıldığı olgusunu
vurgulamak için bahsediyoruz. Bazıları şunu da soruyor: Bu bilimsel gerçekçilik
ve düşünce çağında biz yetişkinler hayata birazda çocukluk dininde
rastladığımız bu bozulmamış merak ve hayret duygusu ile bakma kabiliyetine
sahip olsaydık çok daha iyi olmaz mıydı[35].
Çocukluk dininin bu ele alınışı, açıkçası, sadece bir
giriş babından olup, dikkat veya idrakimizden kaçan bir çok önemli unsurun
bulunduğu rasyonel bir tahlildir. Fakat bu, çocuklukta dahi dinin kompleks bir
mesele olduğuna işaret etmeye kâfi gelir. Çocukluk dininde, bir tarafa atılması
gereken veya her halükârda, çocuğun büyüdükçe kurtulduğunu görmeyi ümit
ettiğimiz nitelikler müşâhede ediyoruz. Diğer taraftan orada dinî hassasiyet vaadeden bir şeyler de buluyoruz. Çocukları kendi
kafalarındaki kalıba sokmak isteyen din temsilcilerinin esef verici
baskılarından ve maddî değerlere en yüksek önemi veren bir kültürün
etkilerinden dolayı, böyle hassasiyetler, maalesef, sadece çok az çocuk arasında
yeşermeye mahkum olmaktadır.
Böylece, Wordsworth'un
zamanındaki entellektüeller arasında yaygın olan
"çocuk tek dindar kişidir" fikrini ve niçin yaşlı-başlı filozofların
altı yaşındaki Hattley Coleridge'nin
etrafında pervane olduklarını daha iyi anlayabiliyoruz[36]. Ve
yine, "Tanrı'nın krallığı böyleleri
içindir" diyerek İsa'nın çocukları methetmesini de daha kolay anlamak
mümkün olmaktadır.
Bu arada, duygusallığa ve çocuğun dinî hayatını
yetişkininki ile bir tutmaya karşı uyanık olmalıyız. Nasıl ki bir çocuğun
fizikî ölçüleri kendisine göredir ve aynı ölçülerde bir yetişkin adeta bir
hilkat garibesi olur, aynı şekilde çocuğun bir zamanlar hoş gelen inancı,
değiştirilmeksizin yetişkinliğe taşınırsa tam bir alay konusu olur: "adam
olduğumda çocukça şeylerden vazgeçtim". Hiçbir aklı başında kişi, çocuğun
safdillik, ben-merkezcilik ve antropomorfizmini devam ettirmeyi arzu etmez;
fakat bu nitelikleri temsil eden şeyler sık sık
inananlara empoze edilir.
(Buradan) çıkarmamız gereken ders, çocuğun dinine
saygıdır; çünkü önce saygı gösterirsek onu düzeltebiliriz. Çocukluk çağına
uygun olarak, din, çocuğun kendi tarzında ifade edilmelidir. Eğer kökünden
budanırsa, o, ya verimsiz olacaktır ya da olması gereken şekliyle dinin üçüncü
sınıf bir taklidi olacaktır. Aynı zamanda, eğer İsa'nın tasarladığı dinî
hassasiyetleri yeniden yakalamak istiyorsak da çocukluk dinine saygı
göstermeliyiz. Diğer bir ifadeyle, tek taraflı olmamalıyız; işte bu noktada
psikolog, dindara ve onun dinî hayatın temel değerlerini arayışına yardımcı
olabilir.
ÖZET
İlk yılların insan gelişimindeki psikolojik önemi
çocuklukta dine belirli bir ihtimam gösterilmesini gerektirir. Göstermeye
çalıştığımız gibi, gelişen dinî şuur, güvenlik, mukâbele, tanınma/kabul edilme
ve yeni tecrübe ihtiyacı gibi daha primitif kaynaklara çok şey borçludur. Başta
güvenlik ve mukâbele olmak üzere, aileler bu dört ihtiyacın tatmininde büyük
rol oynarlar. Böylece şu açıktır ki, çocuğun sahip olduğu ailenin türü onun uluhiyet anlayış ve kavramını etkileyecektir; o kısmen olgunlaşmamış
kısmen de çok ince bir öğrenme sürecinin sonucudur. Vicdan da aynı şekilde
gelişir; ve onun içeriği çocuğun eğitimine ve kültüre bağlı olacaktır. Bu,
kendisini ailesi ile özdeşleştirdikçe ve onların standartlarını kendine mal
ettikçe, büyüyen yetişkinin bir parçası haline gelecektir. Fakat, vicdanı
tamamen dış kaynaklardan gelen fikirlerle hakimiyet altına alınmış hiç kimse
ahlakî ve dinî açıdan yaratıcı değildir. Harms'ın bir
çalışması gösteriyor ki, çocukların dinî anlayış ve kavramları üç merhaleden
geçer: Peri-masalı merhalesi, gerçekçi merhale ve ferdiyetçi
merhale. Bunlardan birincisi
çocuğun dinî muhayyilesinin gelişimi
için önemli olsa da, son
merhaleye -yetişkinliğe- kadar o
gerçek dinî orijinallik ve yaratıcılığa muktedir hâle gelemez.
Çocuğun gelişiminden, dininin bir tasvirine yüzümü
çevirdiğimizde, orada, primitif ve yaratıcı unsurların bir karışımını buluruz.
Böylece, çocuğun dini, düşünceye bina edilmemiş ve büyük ölçüde dış etkenler
üzerine kabul edilmiştir. O ben-merkezcidir; ve çocuğun Tanrı fikirleri açıkça
baba veya büyük baba gibi dünyevî otoriter şahısların bir projeksiyonudur.
Dahası, bir çocuğun dinî kabulleri, hâli hazırda olgun olmasa da, anlaşılmış
olmaktan ziyade lafzîdir. Onların ifade ve
tezâhürleri ise genellikle ritüalleştirilmiş ve
taklidîdir. Bu nitelikler büyük ölçüde kaçınılmazdır ve tam bir yetişkin dinine
giden yolun merhaleleri oldukları gösterilebileceği için aşağılanmamalıdır.
Çocuğun öğretilebilir/eğitilebilir oluşu, meselâ, ona çağların dinî kültürüne
sahip olabilmesini sağlayan bir niteliktir. Tek şartla ki, bu irfan hoşa gider
tarzda sonulmalıdır. Son olarak, çocuk merak (wonder) kabiliyeti açısından yetişkine nazaran üstündür.
Merak (ise) manevî gerçekliğin/realitenin tam bir anlayışı için gerekli felsefî
unsurlardan birisidir. Çocuğa, eğer dinî hayatının tam anlamıyla ortaya çıkıp
gelişmesi isteniyorsa, anlayış ve saygı ile yaklaşılması çok önemlidir.
KAYNAKLAR
ALLPORT,
G.W. Personality. New York: Henry Holt and Co.,
Inc., 1937 The Individual and His Religion: A Psychological Interpretation. New York: The
Macmillan Co., 1950
BENEDICT,
R. Patterns of Culture. Boston: Houghton
Mifflin Co., 1934.
BRECKINRIDGE,
M.E. and VINCENT, E.L. Child Development. Philadelphia: W.B.
Saunders Co., 1943.
CARLYLE,
T. Sartor Resartus and On Heroes and Hero-Worship. Everyman Edition. New York: E.P. Dutton and Co., Inc.,
1908.
CLARK,
W.H. The Oxford Group: Its Work in American
Colleges and Its Effect on Participants.
Unpublished Ph.D. thesis. Harvard Unv. 1944
FROMM,
E. Man for Himself.
New York: Rinchart and Co., Inc., 1947
GOSSE,
E. Father and Son. New York: Charles Scribner's Sons, 1908
HARMS,
E. Essentials of Abnormal Child
Psychology. New York: Julian
Press, Inc., 1953
HILGARD,
E.R. Theories of Learning. New York: Appleton -Century- Crofts, Inc., 1956.
HURLOCK,
E.B. Child Development. New York: McGraw-Hill Book
Co., 1942.
JUNG,
C.G. Modern Man in Search
of a Soul. Translated by W.S. Dell and
C.F.
Barnes. New York: Harcourt,
Brace and Co., Inc., 1933.
KELLOGG,
W.N. and KELLOGG, L. A. The Ape and the
Child. New York: McGraw-
Hill Book Co., 1933.
MACLEAN, A.H. The Idea of God in Protestant Religious Education. Contribu- tions to Education, No. 410. New
York: Teachers College,
Columbia Unv., 1930.
MANWELL,
E.M. and FAHS, S.L. Consider the Children, How
They Grow. Revised edition. New York: Harper and Brothers,
1951.
MERRY,
F.K. and MERRY, R.V. The First Two Decades
of Life. New York: Harper and
Brothers, 1950.
MILLER,
N.E. and DOLLARD, J. Social Learning and Imitation.
New Hawen: Yale Unv. Press, 1941.
MUNN, N.L. Psychology: The Fundamentals of Human
Adjustment. 2 nd ed. Boston: Houghton Mifflin Co., 1951.
OTTO,
R. The Idea of the Holy. Translated by J.W. Harvey. London: Oxford Unv. Press, 1923.
PRATT, J.B. The Religious Consciousness:
A Psychological Study.
New York: The Macmillan Co., 1920.
RIBBLE,
M.A. The Rights of Infants:
Early Psychological Needs and Their
Satisfaction. New York: Columbia Unv. Press, 1947.
SEARS,
R.R. Survey
of Objective Studies of Psychoanalytic Concepts. New York: Social Science Research Council, 1943
SKINNER,
B.F. "Superstition in the Pigeon", Jou. of Experimental Psychology, 38, ss. 168-172, 1948.
WOODWORTH,
R.S. Contemporary Schools of Psychology.
Revised edition. New York: The Ronald Press,
Co., 1949.
* Bu makale, W.H. Clark’in, The Psychology of Religion (New York: Macmillan Co., 1961) adli eserinin 5. Bölümünün (ss. 83-107) çevirisidir.
[1] Örneğin, onalti aylik bir maymun, bir çocukla birlikte büyütülüyor, maymun ailenin aynı yaştaki oğlundan “bakıcı aileye” daha fazla düşkün olmuştur. Bkz. Kellogg ve Kellogg, The Ape and The Child.
[2] Bkz. Bu cildin 4. Bölümüne, ss.66-74.
[3] Bkz. Merry ve Merry, The First Two Decades of Life, 2.Bölüm.
[4] Bkz. M.A.Ribble, The Rights of Infants, ss. 4-7.
[5] Bkz. Allport, Personality, 6.Bölüm.
[6] Krş. Pratt, The Religious Consciousness: A Psychological Study, s.93.
[7] Allport, The Individual and His Religion, s.31.
[8] Empirik araştirmalar, Freud’un ebeveyn-çocuk ilişkisi hakkindaki tüm hipotezleri desteklemekten uzaktir. Bu konu, R.R. Sears’in, Survey of Objective Studies of Psychoanalytic Concepts adli eserinde açiklamasi yapilmiştir.
[9] Bu alanda etkili olan on farkli teoriden daha fazla bilgi edinmek için bkz. E.R. Hilgard’in, Theories of Learning adli eserine. Daha düşük seviyedeki öğrenciler, Munn’un, Psychology adli eserinin 3. bölümünde veya Merry ve Merry’inin, a.g.e.’nin 8. bölümünde konuyla ilgili tatmin edici bilgi bulabilirler.
[10] B.F.Skinner, “Supersition in the Pigeon”.
[11] Bkz. 4.Bölüm.
[12] Breckinridge ve Vincent, Child Development, Kilisenin geleneksel eğitiminin etkisizliği üzerine eleştirisi için bkz. ss.179-185.
[13] Krş. R. Otto: “Oldukça gelişmiş her dinde, uluhiyetin insan üzerindeki bir iddiasi olarak sayilan ahlâkî yükümlülük ve görev bilinci dinî hissin bizzat kendisiyle yanyana gelişmiştir.” The Idea of the Holy, s.53.
[14] Örnek için bkz. R. Benedict, Patterns of Culture.
[15] Krş. Hurlock, Child Development, s.443.
[16] Bkz. Fromm, Man for Himself, ss. 141-172.
[17] Ss. 115-116.
[18] Örneğin, bkz. Manwell ve Fahs, Consider the Children, ss. 64-65. Every Christmas the New York Sun’da küçük bir kizin sorusuna, “evet Virginia, Santa Claus vardir” diye verilen bir cevap, başmakale olarak basilmiştir. Bu örnek, Santa Claus mitinin varliği üzerinde durmanin bir yoludur.
[19] Ayni eser, s.118.
[20] Jung’un teorileri için bkz. Jung’un Modern Man in Search of a soul or the Integration of Personality adli eserine.
[21] Çocuk sanatinin klinikte kullanimi hakkinda Dr.Harms’in teorileri ve uygulamalari için bkz. Harms’in Essential of Abnormal Child Psychology adli eserinin 8-9. bölümlerine.
[22] Bilinç kavramindan ayri olarak bu terimlerin gelişimi için, bkz. Fromm, a.g.e., 2. bölüm.
[23] MacLean, The Idea of God in Protestant Religious Education, s.115 ve devami.
[24] Ayni eser, s.90.
[25] Gosse, Father and Son, s.49.
[26] Pratt, The Religious Consciousness, s. 101.
[27] Kendi bilincinin gelişimini anlatmak için bkz. Allport, Personality, ss.159-165, 217-220. Ayrica, bu ve gelecek konu için krş. Allport, The Individual and His Religion, ss. 28-32.
[28] Allport, The Individual and His Religion, s.29.
[29] Okuyucu, MacLean’in a.g.e., 4. bölümünde başarili yazisinda bu ifadeleri bulacaktir.
[30] Pratt, The Religious Consciousness, s.97.
[31] Allport, The Individual and His Religion, s.29.
[32] Bir dereceye kadar mekanik teoridir, fakat burada olan sistematik bir uygulamadir. Bkz. Miller ve Dollard, Social Learning and Imitation.
[33] Bkz. Clark, The Oxford Group, 3. bölüm, s.228. Ayni zamanda, Allport, Gillespie ve Young, üzerinde çaliştiklari kolej öğrencilerinden üçtebirinin yetişmelerindeki dine olan ihtiyaç için bir dini etkinin hissedilmediğini ifade ederler. Bu ihtiyaci ne kadar derinden hissetikleri açik değildir. Fakat, açikça ev terbiyesi mutlak bir gereklilik değildir. Bkz. Allport, a.g.e., s.38.
[34] Carlyle, Sartor Resartus, s.75.
[35] Hayret için artan bir kapasiteye duyulan ihtiyaca vurgu, Carlyle’nin döneminin aşiri rasyonelciliğine karşi sergilediği tepkilerden bir tanesiydi. Yetişkinde bir hayret duygusunun yeniden meydana getirilmesi ile ilgili bildiğim en etkili iki edebi metin, Job Kitabi’nin sonraki bölümlerindeki Jehova’nin bildirileri ve Carlyle’nin Santor Resartus’un 3. kitabindaki “Natural Supernaturalism” bölümüdür.
[36] Bkz. Wordsworth’un Ode on Inmitimations of Immortality from Recollections of Early Chilhood adli ünlü eserine.