KÜRESELLEŞME
VE RUH SAĞLIĞI
Özet
[Bu makalede bir süreden beri dünyamızın yaşadığı ve
"küreselleşme" adı verilen ekonomik, teknolojik, siyasal ve kültürel
süreç ana yönleriyle ele alınmıştır. "Küreselleşme" sürecinin ruh
sağlığına ve ruh sağlığı hizmetlerinin örgütlenmesine nasıl etkiler
yapabileceği tartışılmıştır.]
Şimdi Gerçekten Farklı Bir Dünyada Yaşıyoruz!
"Yirminci yüzyılın sonunda içinde yaşadığımız dünya, önceki
çağlardan gerçekten farklı bir dünya mıdır?" sorusuna "evet
öyledir" diye cevap veren sosyolog Anthony Giddens, küreselleşmeyi
ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel çok boyutlu bir olgu
olarak görür. Ona göre 1960'lardan sonra iletişim sisteminde görülen dev
değişiklikler, küreselleşme sürecinin temelini oluşturmakta, onu tüm
boyutlarıyla etkilemektedir. Tarihte ilk defa dünyanın bir yanıyla öbür yanı
arasında anında iletişim kurma olanağı var. Anında elektronik iletişim sadece
haberlerin ya da bilgilerin daha çabuk aktarılmasını sağlayan bir yol değil.
Anında elektronik iletişimin varlığı, ister zengin ister yoksul olalım,
yaşamlarımızın tüm dokusunun değişmesine neden oluyor. (Giddens 2000, s.24)
Yalnızca Dünya Değil Tüm Yaşamımız Değişiyor!
Enformasyon teknolojilerinin alt-yapısındaki muazzam değişimle
birlikte, ekonominin sanayi ağırlıklı olmaktan çıkıp hizmet sektörüne
odaklanması yaşamımız üzerinde belirgin bir etkiye sahip. Bilgi, eğlence,
iletişim, elektronik ve finans alanındaki hizmetler ekonominin can damarı
haline gelince yaşamlarımız da ona göre şekillenmeye başlıyor.
Çalışma yaşamından kaynaklanan bu değişiklikler haricinde, enformasyon
teknolojilerinin yaşamımızda yol açtığı yenilikler küreselleşmeyi,
"orada" bizden uzaklarda olan bir şey değil aynı zamanda
"burada" yanı başımızda olup, yaşamlarımızın mahrem ve kişisel
yönlerini de (cinsellik, evlilik, aile) derinden etkileyen bir olgu olarak
görmemizi gerektiriyor. Bir süreden beri özellikle elit tabakanın ama giderek
enformasyon teknolojilerini kullanan herkesin yaşamında "burası", ve
"orası", "iç" ve "dış", "yakın" ve
"uzak" ayrımlarının bir anlamı kalmadı. Dünyanın herhangi bir yerinde
olan olay, dünyanın herhangi bir yerindeki insanın gündemine giriyor.
Ulaşım araçlarındaki gelişim de, dünyanın dört bir yanına daha çok
hareket etmemize, coğrafyanın hayatımızdan silinmesine önemli bir katkı yapıyor
(Bauman 1999a, S.20). Tüm bunların sonucu olarak kendimiz hakkındaki düşüncemiz
ve başkalarıyla ilişki kurma biçimlerimizde dünya çapında bir devrim yaşanıyor.
Küreselleşmenin ruh sağlığını en çok etkileyen boyutu, işte bu kültürel
yaşamdaki değişiklikler, yani onun insani yüzüdür.
Gelenekler ortadan kalkarken, benlik-kimliklerimiz (ego-identity)
yenileniyor!
Enformasyon teknolojilerindeki değişime bağlı olarak geleneklerin
etkisi dünya çapında gerilemeye, bununla birlikte "ben" (self)
algımız ve duygumuzun da temelleri sarsılmaya başlamıştır. Geleneksel
toplumlarda "ben duygusu" (self-feeling) ve "benlik
kimliği" (ego-identity) büyük ölçüde bireylerin topluluk içindeki konum ve
rollerinin istikrarıyla korunmaktadır. Geleneğin çökmesiyle "ben
duygusu" ve "benlik kimliği" yeniden bir yapılanma geçirmek
zorundadır. Giddens'a göre (2000, s.61) zaten psikoterapi ve psikanalizin
günümüzdeki temel görevi bu "ben"in yenilenme gereksinimine bir yanıt
verebilmektir.
Giddens’ın psikoterapiyi ve psikanalizi sosyolojik analizi, "nesne
ilişkileri" ve self psikolojisi gibi yaklaşımların niye ortaya
çıktıklarını açıklamak için bir fırsat sunduğu gibi, bir süreden beri ortalıkta
sıkça görünmelerine rağmen "kross-kültürel psikiyatri" ve
"kültüre-özgü psikoterapi" isteklerin (Göka, 1997) gerçekte hiçbir
zaman amacına ulaşamayacaklarını da işaret etmektedir. Küreselleşmeyle
birlikte, çok-kültürcülük söylemlerinin (Gutman, 1996) gölgesinde ve arkasında
asıl gelişenin bir tek-kültürcülük, bir homojenleşme olduğu her geçen gün daha
iyi anlaşılıyor. İnsanların yaşam tarzları standartlaşıyor. Küreselleşmeyle
birlikte, Batılı ekonomik davranış dünyanın geri kalanı tarafından da
içselleştiriliyor (Yıldırım 2000, s.74). İnternetin tüm dünyanın Kuzey
Amerikalılar gibi yazıp düşünmesini sağlamayı amaçladığı şeklinde eleştiriler
yöneltiliyor (De Benoist 1996, s.120).
Aile Çözülüyor, Mahremiyet, Aşk Ve Erotizm Biçim
Değiştiriyor!
Geleneksel aile ekonomik bir birimdi. Orta Çağ Avrupa'sında evlilik cinsel
aşka bağlı olmadığı gibi, aile yuvası da cinsel aşkın yeşereceği bir yer olarak
görülmüyordu; genellikle kadınlar ve çocuklar haklardan mahrumdular. Bugünse
bir süreden beri birçok şeyin ölümünden olduğu gibi "ailenin
ölümü"nden de bahsediyoruz. Belki hala evlilik yaygınlığını koruyor ama bu
artan boşanmalarla birlikte oluyor ve artık evlilik çift olmanın tanımlayıcı
bir öğesi değil. İngiltere ve ABD gibi ülkelere sık boşanma, evlenme
oranlarından dolayı "çok boşanma, çok evlilik" toplumları deniyor. Bazı
ülkelerdeyse tüm doğumların üçte birinden fazlası evlilik dışında
gerçekleşiyor, tek başına yaşayan insanların oranı hızla artıyor ve aynı
şekilde Batı’da doğurma oranları düşüyor.
Son yıllarda Batıda başlayan bir dalga hızla tüm dünyaya yayılıyor; cinselliğin
üremeden tamamen ayrı bir süreç haline gelmesiyle, cinsel yaşamlar kökünden
değişiyor. Cinsiyetler arası eşitliğin yanı sıra geleneksel aileyle bağdaşmaz
olan cinsel özgürlük anlayışı yaşam geçiriliyor. Anne-baba-çocuk ilişkileriyle
birlikte cinsel ilişkiler ve aşk bağları da değişiyor (Giddens 1996).
Mahremiyet alanındaki tüm bu değişiklikler, enformasyon
teknolojilerindeki devrimle birleştirildiğinde, ruhsal rahatsızlıkların görünüm
ve içeriklerinin ve buna bağlı olarak başta psikoterapiler olmak üzere ruhsal
tedavilerin ciddi biçimde değişecekleri söylenebilir (Göka 1999).
Küreselleşmedeki mekan değişimleri bazen çok acıklı olabiliyor; insan
ömrünün uzaması da pek çok soruna yol açabiliyor!
Küreselleşmeye doğrudan bağlanamasa da zamanımızın önemli bir
değişiklik alanı da, nüfus artışı, göçler ve dünya nüfusunun yaşlanmasında
kendisini gösteriyor (Thurow 1997, s.74-97). Nüfus artışının yoksul ülkelerde
daha çok olması, bu ülkelerde genel sağlık sorunlarının yanı sıra ruh sağlığı
sorunlarının da artacağına işaret etmektedir. Her ne kadar küreselleşmeyle
birlikte, turizmin de adeta Batı’dan dünyanın diğer yörelerine doğru
"göç" diye nitelenebilecek ölçüde artışı söz konusuysa da, ruh
sağlığı açısından asıl sorun, gelişmiş Batı ülkelerine yapılan kitlesel
göçlerde yaşanmaktadır. Önümüzdeki yıllarda kitlesel göçleri durdurmaya yönelik
vahşi önlemlere, ruhsal bütünlükleri dağılmış, ağır semptomlar sergileyen
zavallı göçmen kitlelerine hazır olalım.
Yaşlı nüfusunun artması ise, insanlık tarihinde ilk kez yepyeni bir
sınıf doğurmuştur. Ekonomik bakımdan faal olmayan, oy veren, sayıları giderek
artan bu grup dünyayı şekillendiren en önemli güçlerden birisidir. Yaşlılar,
sağlık gibi pahalı sosyal hizmetlere gereksinim duyan ve gelir kaynakları büyük
ölçüde devlet olan insanlardır. Devletlerin gelişmişlik düzeyine ve sosyal
politikalarına göre, yaşlılara sunulan hizmetler değişiklik gösterecektir.
Bilginin ve paranın yönetildiği ABD’de yaşlılığın biyolojisine, psikolojisine
ve rehabilitasyona yönelik önemli yatırımlar yapılacağını, dolayısıyla
psikiyatri ders kitaplarında yaşlılık dönemine ayrılan sayfaların artacağını
ama dünyanın (Avrupa dahil) diğer yörelerinde yaşayan ruh sağlığı
profesyonellerinin kıt kaynaklardan dolayı, öğrendikleri bu bilgileri büyük ölçüde
kendi yaşlı nüfuslarına uygulamaya fırsat bulamayacaklarını söylemek kehanet
olmayacaktır.
Gelenekler Çökerken Fanatizm Yükseliyor!
Geleneklerin küreselleşme sürecinde çökmesinin bir başka sonucu,
fundamentalizm tehlikesidir (Giddens 2000, s.61-63; Thurow 1997, s.195-202).
Fundamentalizm en genel anlamda, geçmişe geri dönüş arzusu demektir; kuşatılmış
gelenektir. Fundamentalizm, küreselleşmeye duyulan tepkidir; ona gözlerini
kapama ve içe kapanma halidir; dolayısıyla çok sesliliğe tahammül edemez ve diyalogu
reddeder. Ancak fundamentalizmi yalnızca dinsel anlamıyla değil, her türlü,
etnik, milliyetçi, siyasal anlamlarıyla değerlendirmek gerektiğini hatırdan
çıkarmamalı; dünyanın her yerinde fundamentalist tepkiler çıkabileceği (örneğin
Batı'daki yabancı düşmanlığı, kadın özgürlüğüne karşı muhafazakar tepkiler
gibi) bilinmelidir. Fundamentalizmin ruh sağlığı açısından önemi, şiddete ve
fanatizme uygun bir toplumsal vasat olması nedeniyledir. Bu kimi zaman
"paranoid endemi" boyutuna ulaşmakta, birey-kültür ve psikopatoloji
arasında sıkışan ruh sağlığı profesyoneli hiçbir şey yapamadan çaresizlik
içinde olup biteni seyretmektedir.
Küresel İnsan, Risk Toplumunda Yaşayan İnsandır!
Küreselleşmeyi "risk" kavramıyla anlamaya çalışanlar (Beck
1992) ruh sağlığı profesyonellerinin kayıtsız kalamayacakları bir psikososyal
gerçeği de göz önüne sermektedirler. Geleneksel toplumlarda belki doğadan ve
diğer insanlardan gelen somut tehlikeler daha çoktu ama yine de onlar
"risk toplumu" değillerdi. Çünkü risk, gelecekteki olasılıklar
düşünülerek etkin biçimde değerlendirilen tehlikeleri anlatır; dolayısıyla
yalnızca geleceğe yönelmiş ve geçmişten kopmaya çalışan modern toplumlarda söz
konusudur. Yaşadığımız modern toplum, doğadan ve gelenekten gelen dışsal
tehlikeleri belli ölçülerde kontrol altına almıştır ama bilgilerimizin dünya
üzerindeki etkisiyle kendi imal ettiğimiz riskler, çevresel sorunlar,
silahlanma, nükleer tehlike ve oynak finans piyasaları gerçekten de bir anda
büyük felaketlere yol açma olasılığı taşımaktadır (Giddens 2000, 35-48).
Küreselleşme, bir yanıyla giderek artan ekolojik sorunların küresel
hale gelmesi, çözümsüz bir ekolojik sorunun tüm gezegeni mahvetme olasılığının
bulunmasıdır. İmal edilmiş riskler yalnızca bunlarla sınırlı değildir; önceleri
büyük ölçüde gelenekler tarafından sınırları çizilen evlilik ve çocuk
yetiştirme tarzları, kişileri belirsizlik bakımından zor duruma sokmuyordu.
Oysa şimdi tüm bu alanlarda tam bir belirsizlik egemendir ve insan ne
yapacağını kendisi belirlemek durumundadır. Küreselleşen dünyadaki risk
alanlarına bir de AIDS gibi cinsel yoldan bulaşan ölümcül hastalıkların
tehlikelerini eklersek, neden "anksiyete çağı"nda yaşadığımızı daha
iyi anlayabiliriz. Riskle baş etmenin en iyi yolu, sigortalamaktır ve zaten sigorta
sisteminin risk toplumunda ortaya çıkmış olması bu nedenledir. Ama
küreselleşmenin anksiyete uyarıcı atmosferi için nasıl bir ruh sağlığı
sigortası bulunabilecektir? Bu, birincil düzeyde önleme yönelik bir çaba mı
olacaktır yoksa anksiyolitik ilaç kullanımında bir takım yenilikler mi
beklenecektir; maalesef bu da belirsizdir.
Ulus Devletler, Ulusal Ekonomiler Ve Ulusal Sağlık
Politikaları Çöküyor Mu?
Küreselleşmenin ortaya çıkardığı bir başka sonucu sosyolog Daniel
Bell'in, ulusun artık büyük problemleri çözemeyecek kadar küçük, küçük
problemleri çözemeyecek kadar büyük olduğu şeklindeki saptaması (Bell 1987) çok
iyi anlatmaktadır. Dünyanın siyasal ve ekonomik sahnesinde küreselleşmeyle
birlikte özellikle iki güç büyük bir gerileme halindedir. Bunlar ulus-devletler
ve yoksul Güney ülkeleridir. Küreselleşme ve ulus-devletlerin geleceğiyle
ilgili yoğun tartışmalar yapılmasına rağmen (Hirst ve Thomson 1998; Rodrik
1999) küreselleşme süreciyle birlikte genel olarak ulus-devletlerin ve özel
olarak sosyal refah devleti anlayışının büyük ölçüde kan kaybettiği
tartışılmayacak bir gerçektir.
Bugün dünyanın en büyük yüz ekonomisinden ellisinin devletler değil
şirketler olması; dünyanın en zengin üç adamının servetinin, 48 ulusal devletin
ya da bir başka deyişle dünya nüfusunun üçte birinin gelirinden fazla olması
(Başkaya 1999, s.21) bunu apaçık gösteriyor. Çünkü ulusal ekonomik
politikaların artık eskisi gibi etkili olması beklenemez ve geçmişteki
jeopolitik anlayış değişmiştir. Ulusal kimlikler yeniden biçimlendirilmek zorundadır;
"aile", "çalışma", "gelenek" ve "doğa"
gibi "ulus" kavramı da son zamanlarda ciddi içerik değişimleri
yaşamaktadır. Ulusal kimliğin yıpratılmasından ve geriletilmesinden doğan
boşluk, çok-kültürcülük adına etnik ve kültürel yamalarla giderilmeye
çalışılmaktadır.
Küreselleşmenin ulusal devletler aleyhine olan boyutunun ruh sağlığıyla
ilgisi, sosyal politikalardan vazgeçilmiş olmasının ruhsal rahatsızlığı
olanlara ve ailelerine getireceği yükler ve ulusal kimliğin parçalanması
nedeniyle ortaya çıkan karmaşanın yaratacağı derin kaygılar, şüpheler, şiddet
ve çatışma ortamıdır.
Ulusal devletlerin gerilemesinin ruh sağlığına olumsuz bir etkisi ise,
hiç beklenmedik bir alandan geliyor: Dünya sorunlarının belirsiz ve kuralsız
kaldığı, bir kontrol merkezinin ortadan kalktığı dünyada, mafya istediği gibi
at oynatabilmektedir. 1995 yılında uyuşturucu ticaretinin 4000 milyar dolara
ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu rakam dünya ticaretinin %8’ini oluşturmakta
olup, demir çelik ve motorlu araçların payından yüksektir (Bozkurt 2000,
s.109). Uyuşturucu piyasasının denetimsiz kalmasının toplumsal boyutu
psikiyatriden daha çok neyi etkiler ki?
Küreselleşme Tarafsız mı?
Küreselleşme, göründüğü kadarıyla tarafsız bir süreç değil ve sonuçları
şimdilik yalnızca "Kuzey" insanlarına, daha doğru bir deyimle ABD’ye
yarıyor ve Kuzey'in dışında yaşayan birçok insanı rahatsız ediyor. Yerel
kültürleri giderek yok olan ve artan eşitsizlikleri her gün daha çok
yaşamlarında hisseden Güney'in yoksul halkı, küreselleşmeyi
"Batılılaştırma" ve "Amerikanlaştırma" olarak algılıyorlar
ve kendi gelecekleriyle ilgili yoğun bir kaygı ve şüphe içindeler. Bu durumun
en temel özelliğinin "Batı-dışı toplumlarda sürekli Batı tarafından
gözetlenildiği ve Batılıların her şeyi gördükleri ve bildikleri" duygusu
olduğunu söyleyenler ve olup bitenleri "sibernetik sömürgecilik"
olarak niteleyenler var (Sid-Ahmed 1996, s.17-21). Milyonlarca uydu ve Atlantik’ten
Pasifik’e uzanan yüz binlerce kablo tarafından sarılmış yoksul Güney insanının
yaşadığı küresel psikolojik ortam üzerinde düşünülmek zorundadır.
Gerçekten de küreselleşmeye toplumsal adaletsizlik açısından
bakıldığında istatistikler ürkütücüdür. Bunun için Birleşmiş Milletler’in 1999
yılı "insani kalkınma raporu"na ve Dünya Bankası’nın raporlarına
(Global Economic Prospects 1998/1999) şöyle bir göz atmak bile yeterli. Dünya
nüfusunun en yoksul beşte birinin küresel gelirdeki payı 1989-1999 yılları arasında
%2.3 ten %1.4 e düşmüş. Yoksul Güney ülkelerinin birçoğunda güvenlik ve çevre
düzenlemeleri ya çok düşük düzeyde ya da hiç yok. Bazı uluslar arası şirketler,
buralarda kalitesiz tıbbi malzemeler, zararlı böcek ilaçları gibi kendi
ülkelerinde pazarlayamadıkları mallar satıyorlar. Dünyanın mevcut tablosu,
sanıldığı gibi küresel bir köyden (village) ziyade küresel bir yağmaya
(pillage) benziyor (Giddens 2000, s.27).
358 küresel milyarderin toplam servetinin dünya nüfusunun %45’inin
toplam gelirlerine eşit hale geldiği bu dünyadaki manzarayı yeni bir"yol
kesip soyma" yöntemi olarak nitelemek de mümkün (Keegan 1996). Üstelik
eski zenginler, zengin olmak ve zengin kalmak için yoksullara gereksinim
duyuyorlardı; bugün ise "çalışma"nın nitelik değişimlerinden sonra,
zenginlerin yoksullara gereksinimi kalmadı. Yoksullar artık kaderleriyle baş
başa (Bauman 1999b)...
Küreselleşme sürecindeki gelir dağılımı, yalnızca Kuzey-Güney arasında
eşitsizlik yaratmıyor; tüm gelişme ibreleri ABD’yi gösteriyor. Günümüzde uluslar
arası sistemi ayakta tutan ABD, son iki yılda dünyadaki gelir artışının
yarısını elde etmiş (Ulagay 1999, s.85). Bu açılardan bakıldığında küreselleşme
sürecine "dünyanın Amerikanlaşması" da deniyor (Gerbier 1999, s.107).
Dahası toplumsal adaletsizlik bakımından küreselleşme, bizzat Kuzey'in
yoksul kesimlerinde de tepkiye neden oluyor. Şehirlerin merkezlerinde yoksullar
sefalete terk edilirken, elitler şehrin çevresinde kendilerine müstahkem
mevkiler kuruyorlar. Duvarların arkasındakilerle önündekiler arasındaki gerilim
Gregory Bateson'un "Schismogenetik zincirler teorisi"nde (1973,
s.41-42) olduğu gibi giderek artıyor; ki bu teoriye göre ezeli rekabet
sınırlandırılmaz ve düşmanlığa dönüşürse, sistemin çöküşü kaçınılmaz olur. Yer
yer başkaldıran yoksulların gösterileri, artık ritüel halini almış polisle
çatışmalar, futbol fanatiklerinin saldırıları şehirlerin şiddet potansiyelinin
habercileri olabilir. Günümüzün postmodern şehirlerinde korku faktörü, medyanın
yaydığı sonu gelmez tehlike haberleri bir yana, kilitlenen arabaların ve ev
kapılarının, güvenlik sistemlerinin, bütün yaş ve gelir gruplarında
"kapalı" ve "emin" cemaatlerin artmasının ve kamusal
mekanlarda artan kontrolün gösterdiği gibi kesinlikle büyümektedir (Elin 1997,
s.13).
Yalnızca gelir dağılımdaki uçurumlar değil, toplumun
McDonaldlaştırılması (Ritzer 2000) ve tüketim merkezli oluşu (Featherstone
1996) da şiddetli eleştirilere neden oluyor. Bunun yanı sıra küreselleşmenin
temel teknolojisi olan enformasyon teknolojilerine yönelik olarak da ciddi
eleştiriler söz konusudur. Kimi sosyologlar (Bauman 1999a, s.60; Poster 1996,
s.204) bedenlerimizin şebekelere, veri tabanlarına, enformasyon koridorlarına
dizilmiş tespih taneleri benzetmesini yapmakta, gözlenmekten kaçamayacağımız ve
enformasyon yıldızlarını seyretmekten başka elimizden bir şey gelmeyen bir
dünyada yaşadığımızı öne sürmektedirler.
Ve geleneğin, ailenin, ulusal devletin, sosyal politikaların
geriletildiği ama gelir dağılımdaki adaletsizliğin arttığı bir dünyada liberal
öneriler, sorun ruhsal rahatsızlıklar, özellikle tedavisi imkansız düzeyinde
zor ve kalıcı ruhsal rahatsızlıklar olduğunda hiçbir işe yaramıyor.
Küreselleşmenin yol açtığı sorunlar için gündeme getirilen "sosyal sorumlu
küreselleşme" önerilerine (Bozkurt 2000, s.108; Ulagay 1999) özellikle
ruhsal rahatsızlıklar da gereksinim var.
Tüm bu değişiklikler ruh sağlığı anlayışında ve hizmetlerin
örgütlenmesinde yeni bakışlara gerek olduğunu göstermektedir. Özellikle ruh
sağlığı hizmetlerinde çok önemli olan toplumsal destek sistemleri anlayışı
yeniden gözden geçirilmek, geleneğin ve ailenin etkisinin azalmasına bağlı
ortaya çıkan boşluklar uygun biçimlerde giderilmek zorundadır (Göka 2001).
Bilim ve teknolojinin küreselleşmesi ve sonuçlarını henüz
kestiremediğimiz biyoteknolojik devrim!
Bilim ve teknolojinin kendisinin küreselleşmiş oluşu, yaşadığımız
zamanların bir başka gerçeğidir. Bugün tüm dünyadaki bilim insanlarının sayısı,
bilimin önceki tüm tarihinde çaba göstermiş insanların sayısından daha
fazladır; tıpkı İki Dünya Savaşı'nda ve son yıllardaki etnik boğazlaşmalarda
ölen insan sayısının tarihteki tüm savaşlarda ölenlerden daha fazla olması
gibi...
Bu arada "bilim" anlayışımızda değişiklikler oluyor. Geçmişte
sosyal bilimlerin doğa bilimlerine öykünmesinden söz ederken şimdi doğa
bilimlerinin sosyal bilimlere benzemesinden bahsediyoruz.
"Belirsizlik", "olasılık", "yorum" gibi kavramlar
öne çıkıyorlar (Göka, Topçuoğlu, Aktay 1996; Gulbenkian Komisyonu 1996). Bu
durum psikiyatriye etiyoloji ve tedavi tartışmalarında "çok-etkenlilik"
olarak yansıdı.
Ama bir yandan geçen yüzyılın pozitivizmindeki "gerçeğin kesin
bilimsel bilgisi" iddiasını yeniden canlandıran genetik ve
biyoteknolojideki gelişmeler, yakın geleceğin en önemli değişikliklerini
yaratmanın eşiğindeler (Giddens 2000, s.46; Rıfkın 1998). 2000 yılının
ortasında Clinton ve Blair, "İnsan Genomu Projesi"nin (HUGO) sonuna
gelindiğini ve bunun enformasyon devriminden bile daha büyük bir devrim
olduğunu açıkladılar. Birçok devlet ve ilaç sanayi biyoteknolojik atılımlar
yapmaya hazırlanıyorlar (Miller 2000) Geçmişte sosyobiyolojiden konuşurken
şimdi toplumun biyolojiye göre yeniden şekillendirilmesi anlamında
"biyososyalite" (bıosociality) den konuşmaya başladık.
Genetik ve biyoteknolojideki gelişmeler, davranış genetiği alanındaki
adımlarla (Hamer ve Copeland, 2000) birleştirildiğinde, önümüzdeki yıllar ruh
sağlığı alanında etiyolojiden tedaviye birçok bilginin değişeceğini ve şimdilik
etikçiler arasında süren tartışmaların çok hızla somut etik sorunlar olarak
karşımıza geleceğini söylememiz mümkündür.
1968’in toplumsal eleştiri dalgasından hem dışardan hem içerden
şiddetle etkilenen Psikiyatri, bu kez küreselleşmeye karşı Seattle’dan ve başka
yerlerden yükselen eleştiri dalgasından etkileneceğe benziyor. Psikiyatriyi
eleştirien oklar bu kez sanki hasta haklarından kaynaklanacaklar ve
psikiyatriyi "öjeni" (eugenics) ve çok-uluslu şirketlerin hizmetinde
olmakla suçlayacaklar gibi görünüyor.
KAYNAKLAR
Başkaya F. 1999. Küreselleşme mi, Emperyalizm mi? Piyasacı efsanenein
çöküşü. Ütopya Yayınları, Ankara.
Bateson G. 1073. Steps to An Ecology of Mind. Frogmore, Paladin.
Bauman Z. 1999a. Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları (Globalization: The
Human Consequences). Abdullah Yılmaz. Çeviren. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Bauman Z. 1999b. Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar (Work,
Consumerism and The New Poor). Ümit Öktem. Çeviren. Sarmal yayınları, İstanbul.
Beck U. 1992. The Risk Society: Towards Another Modernity. Sage,
London.
Bell D. 1987. The World and United States in 2013. Daedalus,
116:3.1-31.
Bozkurt V. Küreselleşmenin toplumsal sonuçları. "Küreselleşmenin
İnsani Yüzü" içinde. Veysel Bozkurt. Derleyen. Alfa Yayınları, İstanbul.
De Benoist A. 1996. Confronting globalization. Telos, 108:117-138.
Elin N. 1997. Shelter from the Storm, or Form Follows Fear and Vice
Versa. İn " Architecture of Fear" Elin N. Editor. New York, Princeton
Architectural Press.
Featherstone M. 1996. Postmodernizm ve Tüketim Kültürü (Consumer
Culture and Postmodernism). Mehmet Küçük. Çeviren. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Gerbier B. 1999. Kapitalizmin bugünkü aşaması olarak geo-ekonomik
emperyalizm. "Küreselleşme mi, Emperyalizm mi?" içinde. Fikret
Başkaya. Derleyen. Ütopya Yayınları, Ankara.
Giddens A. 1996. Mahremiyetin Dönüşümü: Modern Toplumlarda Cinsellik, Aşk
ve Erotizm (The Transformation of Intimacy Sexuality, Love and Eroticism in
Modern Societies). İdris Şahin. Çeviren. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Giddens A. 2000. Elimizden Kaçıp Giden Dünya (Runaway World). Osman
Akınhay. Çeviren. Alfa Yayınları, İstanbul.
Global Economic Prospects and Developing Countries. 1998/1999.
www.worldbank.org/prospect/gep98-99.
Göka E. 1997. Freud ve Nietzsche: Postmodern durumda psikiyatrinin
geleceği için bazı sezgiler. "Varoluşun Psikiyatrisi" içinde. Vadi
Yayınları, Ankara., 183-191.
Göka E. 1999. Zamanın ruhu insanın ruhunu döver mi? "Bilimlerin
Vicdanı Psikiyatri" içinde. Ütopya Yayınları, Ankara.
Göka E., Topçuoğlu A., Aktay Y. 1996. Önce söz Vardı: Yorumsamacılık
Üzerine Bir Deneme. Vadi Yayınları, Ankara.
Göka 2001. Ruh sağlığı hizmetlerinde organizasyon sorunları.
www.drerolgoka.20m.com
Gulbenkian Komisyonu. 1996. Sosyal Bilimleri Açın (Open The Social
Sciences). Şirin Tekeli. Çeviren. Metis Yayınları, İstanbul.
Gutman A. 1996. Çokkültürcülük: Tanınma Politikası (Multiculturalism:
Examining the Politics of Recognition). Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Hamer D., Copeland P. Genlerimizle yaşamak: Onlar, Neden sandığımızdan
daha Önemli ( Living with Our Genes: Why They matter More Than You Think).
Fatih Özbay. Çeviren. Evrim Yayınları, İstanbul.
Hirst P., Thomson G. 1998. Küreselleşme Sorgulanıyor (Globalization in
Question). Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Human Development Report. 1999. Globalization with a Human Face.
www.undp.org/hdro/99.htm
Keegan V. 1996. Highway robbery by the supper-rich. The Guardian 22
July.
Miller Kl. 2000. The Biotech Boom. Newsweek, October 30.
Poster M. 1996. Database as discourse, or electronic iinterpellations.
İn "Detraditionalization" Heelas P, Lash S. Morris P. Editors.
Oxford; Blackwell.
Rifkin J. 1998. Biyoteknoloji Yüzyılı. Genlerden Yararlanma ve Dünyayı
Yeniden Kurma. (Harnesing the Gene and Remaking the World The biotech Century).
Celal Kpakın. Çeviren. Evrim Yayınları, İstanbul.
Ritzer 2000. Toplumun McDonaldlaştırılması (The McDonaldisation of
Society). Şen Süer Kaya. Çeviren. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Rodrik D. 1999. Küreselleşme Sınırı Aştı mı? (Has Globalization Gone
Too Far?) İzzet Akyol-Fatma Ünsal. Çevirenler. Kızıl Elma Yayıncılık, İstanbul.
Sid-Ahmed M. 1996. Sibernetik Sömürgecilik ve ahlaki arayış. NPQ (New
Perspectives Ouarterly) Türkiye. 3:9.
Thurow LC. 1997. Kapitalizmin Geleceği. ( The Future of Capitalism).
Serpil Demirtaş- Nebil İlseven. Çevirenler. Sabah Kitapları, İstanbul.
Ulagay O. 1999. Quo Vadis? Küreselleşmenin İki Yüzü. Doğan Kitap,
İstanbul.
Yıldırım E. 2000. Küreselleşme, refah devleti ve risk toplumu.
"Küreselleşmenin İnsani Yüzü" içinde. Veysel Bozkurt. Derleyen. Alfa
Yayınları, İstanbul.
Kaynak:
www.erolgoka.com