|
Batı ülkelerinde yaşayan müslümanlar, 'Hizbullah'ın yaptıklarını bütün fecaatiyle görmeden önceki Türkiye'deki inançlı insanlar durumundalar. İngiliz Independent gazetesinin müslüman köşe yazarı Yasmin Alibhai-Brown, "Tâlibân'ın İslâm adına yaptıklarını sahiplenmeyelim" başlıklı yazısında, "ABD ve İsrail, Irak ve Tâlibân gibi rejimleri bizi başı eğik tutmanın bahanesi olarak kullanıyor" diyor.
Yasmin'in yerinde uyarısının yer aldığı yazının, New York ve Washington'daki eylemden bir gün önce (10 Eylül 2001) gazetede çıkması da ilginç. Eskiler, buna, 'tevafuk' diyorlar...
Aslına bakılırsa, İslâm Dünyası'nın Tâlibân ile özdeşleştirilmeye çoktan karşı çıkması gerekirdi. Tâlibân'ın cehalet kokan uygulamaları, bunları İslâm ile irtibatlayarak yaptığı için, haberdar olunur olunmaz yüksek sesle eleştirilmeliydi. (Ben kendi hesabıma, Buda heykellerini bombalarken karşı çıkmıştım). Geçen yılın başlarında İslâm adı bulaştırılan bizdeki vahşetten haberdar olduk ve utancımızdan başımızı önümüze eğmek zorunda kaldık; Tâlibân da bu defa bütün İslâm Dünyası'nı aynı duruma düşürecek...
Tâlibân, adından örgütlenmesine ve siyasetin içine itilmesine kadar neredeyse bütünüyle Pakistan istihbaratının (ISI) eseri. 1994 yazında, Pakistan zenginlerine ait bir konvoy, Kandahar'a giderken yol kesen haydutlar tarafından durdurulunca, ISI, o çevredeki medreselerde okuyan öğrencileri haydutlara karşı örgütledi. 2000 kadar oldukları anlaşılan öğrenciler ('Tâlibân' öğrenciler anlamına geliyor zaten) haydutları buldu ve zengin Pakistanlılara ait konvoyu sahiplerine iade etti. Bir işi becermişken, yerel bir komutan tarafından rehin tutulan iki genç kızı da kurtarmaları istendi öğrencilerden; o görevi de yerine getirdiler... ISI (ve tabii ABD), "Bütün ülkeyi bunlar yönetse fena olmaz" diye düşünmüş olmalı ki, aynı öğrenciler, bu defa sayıları artarak Kandahar kentine yürüyüp yönetimi ele aldılar...
Burada bir noktaya dikkat çekmek isterim: Tâlibân, başlangıçta, sonradan ünlenecekleri gibi davranmıyordu. Komutanın elinden kurtardıkları kıza saygı gösterdiler sözgelimi; teslim aldıkları kentlerin yöneticilerini ve hatta haydutları öldürmek yerine serbest bıraktılar; "Bir daha günaha girme ha!" diye nasihat ederek... Adı ilk duyulduğunda, Tâlibân, hukuk nizamı, barış ve huzur peşinde gençler olarak tanındı. Zaten bu sayede, önce Hikmetyar'ı sonra da Rabbani'yi tesirsiz hale getirebildi.
Pakistan istihbaratıyla elele bütün ülkeyi fetheden Tâlibân ABD'den de destek görüyordu. Ziya-ül Hak ile birlikte iken uçak kazasında hayatını kaybeden ABD'nin Pakistan büyükelçisi Arnold Raphel'in diplomat eşi Robin Raphel bölgeye kadar gelip Tâlibân'la bizzat görüştü. John Cooley, "Etraftaki ülkeler, ABD, Pakistan ve Suudi Arabistan'ın Tâlibân'ı kullanarak bölgeye hâkim olmayı düşündüklerinden kuşku duyuyorlardı" diye yazıyor (Unholy Wars, s. 145). İlk ortaya çıktığında, yakın dostları Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte ABD de Tâlibân'ı resmen tanımayı düşünmüş olmalı. Amerika'ya câzip gelen noktalardan biri de, Tâlibân'ın, hiç değilse başlarda, Afganistan'ı uyuşturucu cenneti olmaktan çıkaracağı görüntüsü vermesidir. Feministlerin "Afganistan'da kadınlar aşağılanıyor" itirazlarına rağmen, ABD, Tâlibân'la dostları aracılığıyla irtibatını sürdürdü. Hatta, SOCAL şirketinin petrol projesini Tâlibân'la birlikte yürütmeye yönlendiren de Washington'dur...
Tâlibân konusunda ilk derli toplu çalışmayı kitaplaştıran Pakistanlı gazeteci Ahmed Rashid ilginç ayrıntılara giriyor. Bir yerde şunu diyor sözgelimi: "İsrail'in istihbarat örgütü Mossad da, ABD'deki Tâlibân ofisleri ve petrol şirketleri aracılığıyla Tâlibân'la diyalog geliştirdi. Pakistan istihbaratı ISI bu diyalogu destekledi. Pakistan İsrail'i resmen tanımasa da, ISI, Afgan cihadı sırasında Mossad ile CIA üzerinden ilişkiye girmişti." (Tâlibân: Militant Islam, Oil and Fundamentalism in Central Asia, s. 154) Aynı sayfada, bir başka yerde, "İsrailliler, daha doğrusu ABD'deki musevi lobisi, başlangıçta Tâlibân'ı eleştirmiyordu" deniliyor. Bunu da Binai Brith ve American Jewish Congress gibi örgütlerin İran düşmanlığına bağlıyor Ahmed Rashid.
Şimdi "Terörün beyni odur" diye Üsame bin Laden'i suçluyor ve Tâlibân'ın onu koruduğu gerekçesiyle Afganistan'ı yerle bir etmekten bahsediyor ya Amerika, aslında Afganistan'daki düzeni, Üsame bin Laden ile Tâlibân lideri Molla Muhammed Ömer Ahundzade'nin tanışmasını sağlayan ABD'nin kendisi... Molla Ömer, çok uzun yıllar, Pakistan'ın Karaçi kentindeki Newton mahallesinde bulunan Binnori Mescidi'nde imamlık yapmıştı. Bin Laden'in onu tanıması Pakistan'da ve 1980'li yılların ortalarındadır. Molla Ömer, şimdi, Tâlibân'ın lideri olarak devlet başkanı sıfatıyla Üsame bin Laden'i Afganistan'da misafir ediyor ve beraberce Amerika'ya meydan okuyorlar... Onları buluşturan ISI eski başkanı Gen. Hamid Gul de, olan bitene, "Eylemci diye sunulan Arapça isimler CIA icadı" demekten öte bir açıklama getiremiyor...
Yasmin Alibhai-Brown haklı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolay anlaşılmadığı bir ortamda, İslâm adına her ortaya atılanı sükûtumuzla tasvip etmek zorunda değiliz..