Gidecek başka şehir kalmıyor
bize.
Ve sonsuz gökten gelip, çıktım baş döndürücü uçurumları.
Bağırdım ateş böcekleriyle, “ey ay, ey kırmızı
ay” diyerek.
Ne kadar zalimdi sere serpe uzandığım toprak
Bereketini yalnızca şahdamarından geçiren vadi.
Her gün üstüne yağmur mu yağardı?
Görkemini umarak oturdum, Ankara garıydı, saat beşti.
Artık bir alıntıydım bozkırın sana bakan yüzünde.
Hiçbir zaman bulamadım saklanacağım derin dağ
koyaklarını.
Sen giderken aynı suyu içtiğimiz gölün ördekleri
avlanıyordu.
Bilirim. Kanatlardan sızan kanı tanımaz bulutlar.
Bir gözün içine sinen kurtları anlamaz rüzgar
Bense burada görmek istiyorum tüm avcıları. Bu taşın
önünde.
Göstersinler bana bir aydınlık deniz.
Kim buruşturup attı günlerimi. Yalan söylüyor.
Ağıt yakan kimse yok benim için. Bir köşeden durup
seyreden.
İşte Azrail gibi dimdik duruyorum karşınızda.
Al götür beni yeni kına yaktığım ellerimden.
Özledim gömleğine sinen kekik kokusunu.
Çocukluğunda oynadığın taş avluları anlatışını.
Nerede yürüdüğümüz yol, kayıyor ayağımızın altından.
Yoksa o da mı mazlumlar tekkesinde kaldı?
Ben tavaf ettim seni tam yedi kere.
-Anladım kimse kutsal değildir.-
Sonra sonsuz gökten gelip, çıktım baş döndürücü
uçurumları.
Bağırdım ateş böcekleriyle, “ ey ay, ey kırmızı
ay” diyerek
- Bak son otobüs de kalkıyor
Gidecek başka şehir kalmıyor bize.
Eren Aysan
( Edebiyat ve Eleştiri Dergisi, Ocak 2000 )
|