Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
Sana bir masal anlatabilirim.
Evvel zaman içinde ayın bir parçasını isteyen bir kadın varmış.
Aslında azıcık ay tozu bile yeterliymiş ona.
Olanaksız bir düş değilmiş onunki,garip bile değilmiş.
Aya giden adamlar tanıyormuş,çünkü o vakitler modaymış aya gitmek.
Şimdi bulunduğumuz yerden pek uzak olmayan bir yerden hareket edermiş adamlar;çok yüksek roketlerin üstüne yerleştirilmiş delikten gemilere binerlermiş.Ne zaman gümbürdeyen,çevresine ateşten çiçekler saçarak fırlayan bir roket atılsa gökyüzüne,kadın mutluluktan deli olurmuş."Fırla!Hadi!Hadi!"diye haykırırmış roketin ardından.
Sonra da üç gün üç gece karanlığın içinde uçan adamların yolculuğunu coşkuyla,kıskançlıkla izlermiş.
Aya giden adamlar
aptal adamlarmış.

Taştan oyulmuş aptal suratları varmış,gülmesini de ağlamasını da bilmezlermiş.
Onlar için ay bilimsel bir olay,teknolojik bir başarıdan başka birşey değilmiş.Yolculuk sırasında şiirsel bir tek söz etmezlermiş,yalnız rakamlar,formüller,sıkıcı birtakım bilgiler.Biraz insanlıklarını anımsadıklarında dünyadaki en son futbol maçlarının sonuçlarını sorarlarmış.Hele aya ayak bastıktan sonra daha da az söz çıkarmış ağızlarından.Önceden hazırlanmış bir iki cümle söyleyip,tenekeden bir bayrak dikerler,robotumsu devinimlerle bir garip tören yaparlarmış.Ve dışkılarıyla ayı kirlettikten,oradan geçişlerinin gerçek belirtisi olarak bu dışkıları geride bıraktıktan sonra yeniden dünyaya dönmek üzere yola çıkarlarmış.Dışkılar kutulara konur,kutular bayrağın yanına bırakılırmış.Ve bunu bilen biri,ne zaman aya baksa,"Adamların dışkıları da orada"diye düşünmekten kendini alamazmış.
Sonunda geri gelirlermiş bir yığın taşla ve tozla.


Ay taşları,ay tozu...
Kadının düşlediği toz.
Onları bir daha gördüğünde yalvarmış,
"Bana biraz ay verirmisiniz?Sizde o kadar çok ki!"
Ama hep aynı karşılığı alırmış:Veremeyiz,yasaktır.


Ay parçaları hep laboratuvarlarda ya da aya gitmeyi bilimsel bir olaydan,teknolojik bir başarıdan başka şey saymayan kişilerin masalarının üstünde kaldı.
Aptal adamlardı çünkü,ruhsuz kişilerdi.
Gene de aralarında bir tanesi bana ötekilerden daha iyi görünmüştü.Gülmesini,ağlamasını bildiği için.Ufak tefek,çirkin,dişleri birbirinden ayrık ve yüreğinde korku olan bir adamdı.Korkusunu saklamak için güler,gülünç şapkalar giyerdi.Bu da ona ruha benzer bir şey vermişti.Bu yüzden onun arkadaşıydım,birde ayı haketmediğini bildiği için.
Her görüştüğümüzde söylenir dururdu:"Oraya çıktığımda ne diyeceğim.Şair değilim ki,derin,güzel şeyler söylemesini bilmem ki..."
Aya doğru yola çıkmazdan bir iki gün önce bana veda etmeye geldi,aya vardığında ne diyebileceğini de sordu.Gerçek olan,dürüst içten birşeyler demesini söyledim;örneğin korkuyla dolu küçücük bir adam olduğunu söyle dedim.Sevdi bunu ve yemin etti:
"Geri dönersem eğer sana biraz ay getireceğim.Ay tozu!"
Gitti ve döndü.Ama döndüğünde değişmişti.Verdiği sözü ona anımsatmak için telefon ettiğimde kaçamak karşılıklar verdi hep.Derken bir gün evine yemeğe çağırdı beni.Sonunda bana biraz ay vereceğini düşünerek koşa koşa gittim.Yemek bir türlü bitmek bilmedi,bense yerimde duramıyordum.
Sonunda,"Şimdi sana ayı göstereceğim"dedi."Şimdi sana ayı vereceğim"dememişti ama ben ayrımsamadım o anda.Hala o gülünç şapkaları giyiyordu,hala güler gibi yapıyordu.
Gözünü kırparak çalışma odasına götürdü beni,kilitli bir dolabı açtı.Birkaç şey vardı içinde;küreğe benzer bir şey,bir bahçıvan çapası,bir tüp.Hepsi de garip,gümüşsü gri bir tozla kaplıydı.

Ay tozu.

Yüreğim deli gibi çarpmaya başladı.
Elimi uzatıp küreği yavaşça tuttum,çok hafifti,hemen hemen ağırlıksız gibi.Üstündeki toz yüz pudrası gibiydi.Derimin üstüne,ikinci bir deri gibi incecik bir gümüş tabakası kaldı.Ayı kendi derimin üstünde gördüğümde neler duyduğumu anlatmak çok güç.Zaman ve boşluk içinde yayılma duygusuydu belki,ya da erişilemeze erişerek sonsuzluk kavramının ta kendisini yakalamıştım.Bunları şimdi düşünüyorum,o anda hiçbirşey düşünemedim.Şimdi bile,kendimi elinde kürek sanki bir düşün içinde öylece kalakaldığım.Adamın sabırsızlanmaya başladığını bile ayrımsamadım o ara.Sonunda anladığımda küreği geri verdim.
"Teşekkürler"diye mırıldandım."Artık tozu alabilir miyim?"Birden soğuklaştı:"Ne tozu?"."Bana söz verdiğin ay tozunu..."."Aldınız ya"diye karşılık verdi."Dokunmanıza izin verdim ya..."Şaka yapıyor sandım.Şaka yapmadığını,küreğe dokundurmakla verdiği sözü gerçekten yerine getirdiğine inandığını anlayabilmem için bir kaç dakika geçti,yıllardan uzun gibi görünen dakikalar.
Yoksullara bir dükkan vitrinindeki değerli taşı taşı gösterdiklerinde ya da katılamayacakları bir şöleni uzaktan seyrettirdiklerinde yaptıkları bu işte.Şaşkınlığımdan,kederimden,tutmadığı sözü bir tokat gibi suratına patlatmak,kötülüğünden dolayı ona hiç değilse sitem etmek aklıma gelmedi.Tek düşüncem:Bu yaptığının çok acımasızca olduğuna onu nasıl inandırabilirim?İşte bu umutla ona yalvarmaya başladım,ayın bir parçasını istemediğimi,yalnızca önceden söz verdiği ay tozundan bir lokmacık istediğimi anlattım uzun uzadıya.Kendisinde ne kadar çok vardı,dolaptaki her şey ay tozu kaplıydı,bunun bir tutamcığını alıp bir kağıdın üstüne ya da ne bileyim benim derim olmayan herhangi bir şeyin içine toplamama izin verse; yıllar yılı karşıma alıp bakabilsem kendi ayıma...Öteden beri düşlediğim bir şeydi,o da biliyordu bunu,kapris yapmadığımı çok iyi biliyordu.Ama ben yalvarıp yakardukça o sertleşti,ağzını açmadan soğuk soğuk baktı durdu bana.Sonra gene hiçbirşey demeden dolabı kilitledi ve odadan çıktı.

Olduğum yerde durakalmış avucumdaki ay tozuna bakıyordum.İşte elimde,avucumun içindeydi ay,ama onu nereye koyacağımı,nasıl saklayacağımı bilemiyordum.En hafif bir dokunuş yok edecekti onu.Boş yere kafa yordum,bir çözüm aradım yitirmemek için elimdekini.Oysa kafam bir sis bulutunun içindeydi sanki ve bu sis bulutunun içinden bir tek cümle yinelenip duruyordu."Yüzümden pudrayı silmek gibi bir şey olur bu.Neyle silersem sileyim yok olacak".Korkunç bir işkenceydi.Gülünç bir dilenme açılışında kalmış olan gümüşle örtülü elime son bir kez daha baktım,boğazımda yumrulaşmış ağlama isteğini yuttum,acı acı gülümsedim.Ay taa çok uzaklardan gelmiş,derime konmuştu ve ben onu sıyırıp atmak üzereydim.Bir daha hiç almamacasına.İsteseydim bile böyle avucum açık,hiçbir şeye dokunmadan kalamazdım.Er ya da geç parmaklarım bir şeye sürünecekti,anlıyorsun ya ve her şey boşlukta yok olan duman gibi uçup gidecekti.Acımasız bir aptalın acımasız şakası yüzünden! Kızgınlıkla yumruğumu sıktım.Yeniden açtım.
Artık avucumun içinde görebildiğim tek şey kirli,karmaşık ince ince çizgilerden örülmüş bir tür ağdı.Dolap kapısına sildim elimi.Yapışkan bir iz bıraktı,upuzun bir göz yaşının izi gibi.

Evden ayrıldığımda ay ışığı vardı,geceyi bembeyaz aydınlatmıştı.Dolu gözlerle bir süre baktım ona,düşündüm ki,temiz ve ak birşeyler var olmaya görsün,onu hemen kirletecek birileri çıkar.Sonra gene düşündüm:Neden? Peki,neden?
Otele döndüğümde musluğu açıp elimi altına tuttum.Koyu renk bir sıvı aktı,lavabonun içinde şöyle bir dolandıktan sonra delikten gitti...

Oriana Fallaci