Onlar için ay bilimsel bir olay,teknolojik bir
başarıdan başka birşey değilmiş.Yolculuk
sırasında şiirsel bir tek söz etmezlermiş,yalnız
rakamlar,formüller,sıkıcı birtakım bilgiler.Biraz
insanlıklarını anımsadıklarında dünyadaki en son
futbol maçlarının sonuçlarını sorarlarmış.Hele
aya ayak bastıktan sonra daha da az söz çıkarmış
ağızlarından.Önceden hazırlanmış bir iki cümle
söyleyip,tenekeden bir bayrak dikerler,robotumsu
devinimlerle bir garip tören yaparlarmış.Ve
dışkılarıyla ayı kirlettikten,oradan geçişlerinin
gerçek belirtisi olarak bu dışkıları geride
bıraktıktan sonra yeniden dünyaya dönmek üzere yola
çıkarlarmış.Dışkılar kutulara konur,kutular
bayrağın yanına bırakılırmış.Ve bunu bilen
biri,ne zaman aya baksa,"Adamların dışkıları da
orada"diye düşünmekten kendini alamazmış.
Sonunda geri gelirlermiş bir yığın taşla ve tozla.
Ay taşları,ay tozu...
Kadının düşlediği toz.
Onları bir daha gördüğünde yalvarmış,
"Bana biraz ay verirmisiniz?Sizde o kadar çok
ki!"
Ama hep aynı karşılığı
alırmış:Veremeyiz,yasaktır.
Ay parçaları hep laboratuvarlarda ya da aya gitmeyi
bilimsel bir olaydan,teknolojik bir başarıdan başka
şey saymayan kişilerin masalarının üstünde kaldı.
Aptal adamlardı çünkü,ruhsuz kişilerdi.
Gene de aralarında bir tanesi bana ötekilerden daha iyi
görünmüştü.Gülmesini,ağlamasını bildiği
için.Ufak tefek,çirkin,dişleri birbirinden ayrık ve
yüreğinde korku olan bir adamdı.Korkusunu saklamak
için güler,gülünç şapkalar giyerdi.Bu da ona ruha
benzer bir şey vermişti.Bu yüzden onun
arkadaşıydım,birde ayı haketmediğini bildiği için.
Her görüştüğümüzde söylenir dururdu:"Oraya
çıktığımda ne diyeceğim.Şair değilim
ki,derin,güzel şeyler söylemesini bilmem ki..."
Aya doğru yola çıkmazdan bir iki gün önce bana veda
etmeye geldi,aya vardığında ne diyebileceğini de
sordu.Gerçek olan,dürüst içten birşeyler demesini
söyledim;örneğin korkuyla dolu küçücük bir adam
olduğunu söyle dedim.Sevdi bunu ve yemin etti:
"Geri dönersem eğer sana biraz ay getireceğim.Ay
tozu!"
Gitti ve döndü.Ama döndüğünde
değişmişti.Verdiği sözü ona anımsatmak için
telefon ettiğimde kaçamak karşılıklar verdi
hep.Derken bir gün evine yemeğe çağırdı
beni.Sonunda bana biraz ay vereceğini düşünerek koşa
koşa gittim.Yemek bir türlü bitmek bilmedi,bense
yerimde duramıyordum.
Sonunda,"Şimdi sana ayı
göstereceğim"dedi."Şimdi sana ayı
vereceğim"dememişti ama ben ayrımsamadım o
anda.Hala o gülünç şapkaları giyiyordu,hala güler
gibi yapıyordu.
Gözünü kırparak çalışma odasına götürdü
beni,kilitli bir dolabı açtı.Birkaç şey vardı içinde;küreğe
benzer bir şey,bir bahçıvan çapası,bir tüp.Hepsi de
garip,gümüşsü gri bir tozla kaplıydı.
Ay tozu.
Yüreğim deli gibi çarpmaya başladı.
Elimi uzatıp küreği yavaşça tuttum,çok
hafifti,hemen hemen ağırlıksız gibi.Üstündeki toz yüz
pudrası gibiydi.Derimin üstüne,ikinci bir deri gibi
incecik bir gümüş tabakası kaldı.Ayı kendi derimin
üstünde gördüğümde neler duyduğumu anlatmak çok güç.Zaman
ve boşluk içinde yayılma duygusuydu belki,ya da erişilemeze
erişerek sonsuzluk kavramının ta kendisini yakalamıştım.Bunları
şimdi düşünüyorum,o anda hiçbirşey düşünemedim.Şimdi
bile,kendimi elinde kürek sanki bir düşün içinde öylece
kalakaldığım.Adamın sabırsızlanmaya başladığını
bile ayrımsamadım o ara.Sonunda anladığımda küreği
geri verdim.
"Teşekkürler"diye mırıldandım."Artık
tozu alabilir miyim?"Birden soğuklaştı:"Ne
tozu?"."Bana söz verdiğin ay
tozunu..."."Aldınız ya"diye karşılık
verdi."Dokunmanıza izin verdim ya..."Şaka yapıyor
sandım.Şaka yapmadığını,küreğe dokundurmakla
verdiği sözü gerçekten yerine getirdiğine inandığını
anlayabilmem için bir kaç dakika geçti,yıllardan uzun
gibi görünen dakikalar.
Yoksullara bir dükkan vitrinindeki değerli taşı taşı
gösterdiklerinde ya da katılamayacakları bir şöleni
uzaktan seyrettirdiklerinde yaptıkları bu işte.Şaşkınlığımdan,kederimden,tutmadığı
sözü bir tokat gibi suratına patlatmak,kötülüğünden
dolayı ona hiç değilse sitem etmek aklıma gelmedi.Tek
düşüncem:Bu yaptığının çok acımasızca olduğuna
onu nasıl inandırabilirim?İşte bu umutla ona
yalvarmaya başladım,ayın bir parçasını istemediğimi,yalnızca
önceden söz verdiği ay tozundan bir lokmacık istediğimi
anlattım uzun uzadıya.Kendisinde ne kadar çok vardı,dolaptaki
her şey ay tozu kaplıydı,bunun bir tutamcığını alıp
bir kağıdın üstüne ya da ne bileyim benim derim
olmayan herhangi bir şeyin içine toplamama izin verse;
yıllar yılı karşıma alıp bakabilsem kendi ayıma...Öteden
beri düşlediğim bir şeydi,o da biliyordu bunu,kapris
yapmadığımı çok iyi biliyordu.Ama ben yalvarıp
yakardukça o sertleşti,ağzını açmadan soğuk soğuk
baktı durdu bana.Sonra gene hiçbirşey demeden dolabı
kilitledi ve odadan çıktı.
Olduğum yerde durakalmış avucumdaki ay tozuna bakıyordum.İşte
elimde,avucumun içindeydi ay,ama onu nereye koyacağımı,nasıl
saklayacağımı bilemiyordum.En hafif bir dokunuş yok
edecekti onu.Boş yere kafa yordum,bir çözüm aradım
yitirmemek için elimdekini.Oysa kafam bir sis bulutunun
içindeydi sanki ve bu sis bulutunun içinden bir tek cümle
yinelenip duruyordu."Yüzümden pudrayı silmek gibi
bir şey olur bu.Neyle silersem sileyim yok
olacak".Korkunç bir işkenceydi.Gülünç bir
dilenme açılışında kalmış olan gümüşle örtülü
elime son bir kez daha baktım,boğazımda yumrulaşmış
ağlama isteğini yuttum,acı acı gülümsedim.Ay taa çok
uzaklardan gelmiş,derime konmuştu ve ben onu sıyırıp
atmak üzereydim.Bir daha hiç almamacasına.İsteseydim
bile böyle avucum açık,hiçbir şeye dokunmadan
kalamazdım.Er ya da geç parmaklarım bir şeye sürünecekti,anlıyorsun
ya ve her şey boşlukta yok olan duman gibi uçup
gidecekti.Acımasız bir aptalın acımasız şakası yüzünden!
Kızgınlıkla yumruğumu sıktım.Yeniden açtım.
Artık avucumun içinde görebildiğim tek şey
kirli,karmaşık ince ince çizgilerden örülmüş bir tür
ağdı.Dolap kapısına sildim elimi.Yapışkan bir iz bıraktı,upuzun
bir göz yaşının izi gibi.
Evden ayrıldığımda ay ışığı vardı,geceyi
bembeyaz aydınlatmıştı.Dolu gözlerle bir süre baktım
ona,düşündüm ki,temiz ve ak birşeyler var olmaya görsün,onu
hemen kirletecek birileri çıkar.Sonra gene düşündüm:Neden?
Peki,neden?
Otele döndüğümde musluğu açıp elimi altına
tuttum.Koyu renk bir sıvı aktı,lavabonun içinde şöyle
bir dolandıktan sonra delikten gitti...
Oriana Fallaci
|