Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
UZAĞA GİTMEK İSTEYEN YÜZ


Bir seyler söylemeli fotograf. Susmamali. Öyle yüksek sesle, öyle
özgür anlatmali ki öyküsünü, az sonra unutulmamali.

Uzundu yol. Renksiz, örtüsüz, çiplak tepelerin arasindan düzensiz kivrimlarla
uzuyor, bitmiyordu. Diger yolcular benim gibi yapmadilar. Hep yola
bakmadilar. Birbiriyle tanistilar. Sigaralar ikram edildi. Konustular. Neyse ki,
kimse bana nerelisin, kimlerdensin gibi sorular yöneltmedi. Düsüncelerim
bende, gözlerim uzaklarda kalabildi. Yanlis mi bilmiyorum; nereli oldugumu
önemsemedim hiç. Kimlerden oldugum ise, benim için hiç degerli olmadi.

Solumdaki koltukta konusmayan, hiç konusmayan iki kisi daha vardi. Ilk
bakista kari koca olabile- ceklerini düsündüm. Basina örttügü örtünün altinda,
kadinin genç yüzünü, iri ve siyah gözlerini görebildim bir ara. Gözlerindeki
belirgin aciyi izledim bir süre. Kucaginda tuttugu bez yiginini andiran bohçaya
neden öyle özenle sarildigini anlayamadim. Tirnaklari ile bohçanin bir kösesini
çekistiriyor, gözleri gidebildigi kadar uzakla, bohça arasinda gidip geliyordu.
Basimi çevirip gözlerimi kapattigimda, o olabildigince siyah gözleri tasiyan
beyaz yüz, beynimde siyah beyaz bir fotografa dönüstü. Aciyi yeniden
gözlerime tasidi. Fotografin adini "uzaga gitmek isteyen yüz" koydum.


Adi olmamali fotografin. O kendisine istedigi adi koyabilmeli. Ya da
baska gözleri, baska öykü adlarina götürebilmeli.

Otobüs ilk mola yerine vardiginda, henüz aksam olmamisti. Baska bir
otobüsün bosalttigi alana girip durduk. Lokanta bölümünün agir kokusu ve
yogun sigara dumani, otobüstekini aratmiyordu hiç. Çay içmekten vazgeçip
disariya çiktim. Su içebilmek, yüzümü yikayabilmek için bahçedeki muslugu
olmayan, hep akan çesmeye yöneldim. Bir torbanin içinden çikardigi
domatesleri yikayan adami beklerken, onun "uzaga gitmek isteyen yüz" ün
kocasi oldugunu fark ettim. Gözlerim çevremde onu aradi. Az ilerde bir tasin
üzerinde oturuyordu. Kucaginda yine özenle tuttugu bohçasi vardi. Yine
uzaktaydi gözleri... Yine kupkuruydu...Yine siyahti...Yine umutsuzdu...


Hüzünden övgü çikarmak için yapilmamali fotograf. Bazen yalnizca
yasanip saklanmali.

Teleobjektif, "uzaga gitmek isteyen yüzü" bana tasidi. Iste o anda, bohçanin
üzerinde, eski kumas parçalari arasinda kimildayan minik eli gördüm. Nasil da
düsünememistim!. Anne el, minik eli eski yerine tasidi. Üzerini örttü. Esi
getirdigi domateslerden birini bir parça ekmekle birlikte ona uzatti. O almadi.
Adam sinirli bir biçimde yanina oturup yemege basladi. O sirada "uzaga
gitmek isteyen yüz"le ilk kez karsilasti bakislarimiz. Gözlerimiz kisa bir süre
sonra birbirinden ayrildi. Bohçadaki bebegin üzerinde kaldi.

Karanlik geceyi getirdiginde, soför otobüsün tüm isiklarini söndürdü.
Okumakta oldugum kitabi çantama yerlestirip gözlerimi kapattim. Uyumaya
çalistim. Olmadi. Uzakta, pencerelerindeki ciliz isiklari ile bir köy göründü.
Neresi olabilecegini düsündüm. Vazgeçtim...Ne kadar zaman geçti
bilmiyorum. Bir ara "uzaga gitmek isteyen yüzün" kocasinin kalkip soförün
yanina gittigini gördüm. Kisa süren bir konusma geçti aralarinda. Adam dönüp
yerine oturdu. Ona , "az kalmis inecegiz" dedigini duydum. Oysa daha en az
bes, alti saatlik yol vardi Ankara'ya. Adama dönüp "Siz" dedim, "Ankara'ya
gitmiyor muydunuz?" "Dönecegiz biz" dedi. "Geri dönecegiz"...Yüzünü önüne
çevirdi. "Uzaga gitmek isteyen yüze" baktim. Gözleri karanligi deldi.
Gözlerime bakti. "Öldü dedi" ... "Yetismedi doktora"... Islak bir isik deldi
geceyi; bebegin üzerine düstü.

Yüzümü geceye sakladim... Az sonra durdu otobüs. Soförle birlikte indiler.
Onlari izledim. Soför önce lokantada kasada oturan adamla konustu, döndü.
Lokantanin arkasindaki küçük toprak evlerin arasinda bir dev gibi duran tas
binaya, camiye yöneldi. Kapisini açti. "Bekleyin burada" dedi. "Bir saat sonra
gelir bizim firmanin arabasi". "Uzaga gitmek isteyen yüz" büyük kapidan girdi.
Bebegi yerdeki halilardan birinin üzerine birakti, döndü. "Kapiyi açik
birakmayin" dedi soför. "Köpek gelir ölüye". "Uzaga gitmek isteyen yüz" esige
çöktü... Esine yaklasip "basiniz sag olsun" dedim. "Siz sag olun" dedi adam.
Ona baktim. O bakmadi...

Otobüs yeniden yola hazirlanirken, uzaklardan bir çiglik eklendi geceye. Az
sonra duyulmadi. Yanimdaki bos koltuk da bir sise su, kararmis bir çay kasigi
vardi..

O negatifi neden basmadigimi, neden küçük parçalara ayirip attigimi
bilmiyorum. Birileri görüp "iyi bir portre" demesin diye mi?. Iyi bir portre
degildi ki o! "Uzaga gitmek isteyen yüz" dü. Bir kart üzerinde bir ani olarak da
kalmasin, gidebilsin diye mi attim? Bilmiyorum. Yoksa, baska gözlerde tüm
gerçekligini yitirmesin diye mi? Dedim ya, bilmiyorum...


Tugrul Çakar
Kasim 1995,Ankara