İLAH NEDİR ? İnsanın zihninde ibadete ve ilah edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve varlıksız oluşudur. İnsan, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım eden, gerektiği an onu koruyan, ızdırap ve korkusu halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir varlıktan başkasına ibadet etmeyi hatır ve hayaline bile getirmez. Yine kişinin inancına göre ihtiyaçları gideren,dualara icabet eden, isteklere cevap veren bir varlığın, mevki bakımından kendinden daha yüce, derece bakımından kendinden daha üstün olması gerekir. İnsan sadece mevki bakımından onun yüceliğini itiraf etmekle kalmaz, kuvvet ve kudretteki üstünlüğünü de itiraf eder. Şu dünya hayatında kişinin ihtiyaçlarının çoğunlukla sebep ve sonuç kanunlarına göre olması ve ihtiyaçlarını gidermek için amellerinin çoğunun duygusu, görgüsü altında ve bilgisi çerçevesinden çıkmayacak bir durumda gerçekleşmesi o varlığa kulluk etme arzusunu nefsinde meydana getirmez. Buna bir örnek verelim; Bir şahıs bazı ihtiyaçlarına sarfetmek için bir mala muhtaçtır. Bunun için başka bir şahsa gider ve ondan bir iş veya vazife ister. O da, bunun isteğini kabul ederek bir iş verir. Sonra işine göre ücretini öder. İşçi -inanmak şöyle dursun- işverene ibadet etmeyi aklına bile getirmez. Çünkü O, kendisine emek harcatan, yorulmasına yol açan işi ve iş düzenini bütün yönleriyle bilmekte, gözleriyle müşahade etmekte, işverenin kendisi için belirlediği çalışma yöntemi hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Çünkü kendisine tapınılan "mabud" un kişiliği, zatı ve gücü gayb perdesi arkasında olmadıkça ve bütün ihtiyaçları gideren gücü gizli kalmadıkça insanın ona ibadet etmesi mümkün değildir. İşte bu fikirden hareketle, mabud için isim olarak öyle bir kelime seçilmiştir ki, bu kelime, hicaplanma ve derin şaşkınlık anlamı ile birlikte yücelik, üstünlük ve şereflilik manalarına da gelir. Nihayet kaçınılması imkansız tabii hallerden biride, insanın aşkla ve şevkle yöneleceği şahsın, ihtiyacı anında ihtiyacını gidermeye, sıkıntıya düştüğü zaman sıkıntısından kurtarmaya, ızdıraplı anlarında sinirlerine sükunet bahşetmeye gücü yetsin. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, "İlah" kelimesinin mabud hakkında kullanılmasına sebep olan faktörler şunlardır; İhtiyaçları gidermesi, amelin karşılğını vermesi, sükunet bahşetmesi, yüceliği ve hükmü altına alıp koruması. Bu kuvvetli varlığın hakimiyeti mabudun ihtiyaçlarını karşılar, musibet anında onu korur. Aynı zamanda gözlerden o derece gizli olmalı ki insanların idrak edemediği sırlardan daha da esrarlı olsun ve insan ondan korktuğu kadar iştiyak ve sevgi de duysun. Ne olursa olsun her hangi bir şeyi kendisi için veli, yardımcı, kötülükleri uzaklaştıran, ihtiyaçlarını gideren, duasını kabul eden, zarar ve fayda vermeye gücü yeten bir varlık olarak görürse ve bütün bunları tabiat kanunları çerçevesi dışında manalarla anlayıp onlar hakkında kabul ederse; bu inandığı şeyin bu alem'in nizamı üstünde, bir otoriteye sahip olduğunu kabul etmesinden ileri gelmektedir. Yine bir kimse birbirinden korkar, ondan sakır, onun gazabından kendisine zarar vereceğine, hoşnutluğunun fayda sağlayacağına inanırsa, onun bu inancının ve hareketinin kaynağı, kendisinde bu vasıfları gördüğü varlıkta bu kainat üzerinde bir otoriteye sahip olduğu tasavvurunun zihninde yer etmesinden doğmaktadır. Netice itibari ile yüce Allah'a inandıktan sonra, Allah'tan başkasına dua eden ve ihtiyaçlarını O'ndan başkasına arz eden kimsenin bu sapık inancı, uluhhiyet otoritesinin her hangi bir yönünde onun Allah'a ortak olduğuna inancından başka bir sebepten kaynaklanmıyor. Aynı şekilde kim Allah'tan başkasının hükmünü kanun sayar, emir ve yasaklarını uyulması gereken bir şeriat telakki ederse, onun otoritesini üstün kabul etmiş demektir. Sözün özü şudur: Uluhiyetin aslı bir otoritedir. İster insanlar onun hükmünün bu alemde tabiat kanunlarına hakim olduğuna inansın, isterse insanın dünya hayatında onun emrine itaatkar ve irşadına bağlı olduğunu, onun emrinin de itaati ve boyun eğmeyi gerektirdiğini kabul etsin veya etmesin netice aynıdır. İşte Kur'an-ı Kerim'in Allah'tan başkasının ilahlığını red ve tek olan Allah'ın uluhiyetini isbat sadedinde getirdiği hüccet ve delillerin esası kabul ettiği otorite tasavvuru budur. Kur'an'ın bu husuta göterdiği delil:Göklerde ve yerde bütün egemenlik, otorite ve yetkilere malik olan ancak Allah'tır. Yakarma O'na mahsustur. Bütün nimetler O'nun kudret elindedir. Emretmek sadece O'na aittir. Kuvvet ister istemez O'na itaat etmeye, emrine boyun eğmeye mecburdur. Göklerde ve yerde O'ndan başkasının hükmü geçmez. Hükmünün selahiyetleri hususunda kimse O'na ortak olamaz. İşte bunun için gerçekte O'ndan başka ilah yoktur. Gerçekte Allah'tan başka ilah olmadığına göre başkasını ilah kabul ederek yaptığınız her amel temelden geçersizdir. İster ona yapılan dua ve işlerini ısmarlama olsun, ister ondan korkmak ve ona ümid bağlamak olsun, isterse onu Allah huzurunda bir şefaatçi kabul etmek veya ona mutlak itaat ve emrine düşünçesizce uymak kabilinden olsun, Allah'tan başkasına bağlanan bu maddi ve manevi bağların Allah-u Teala'ya tahsis edilmesi gerekir. Zira O, yalnız başına bütün otoriteye maliktir. Kur'an-ı Kerim'in konuya ilişkin delil gösterme üslubuna gelince:Bunun için Kur'an'ın şu çarpıcı ve mucizevi ifadesine bakalım: "O, gökte de İlah, yerde de İlah olan bir Allah'tır. O yegane hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi hakkıyla bilendir." (Zuhruf-84) "Yaratan Allah, yaratmayan gibi midir ?. Artık iyice düşünmiyecek misiniz?"(Nahl-17) "Halbuki Allah'ı bırakıp da çağırdıkları nesneler hiç bir şey yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar.Sizin İlahınız bir tek İlahtır."(Nahl-20-22) "Ey İnsanlar Allah'ın üzerinizdeki bunca nimetini kalbinizle hatırlayın, dilinizle anın. Sizi gökten ve yerden rızıklandıracak Allah'tan gayrı bir yaratan var mı? O'ndan başka hiç bir İlah yoktur."(Fatır-3) "De ki, 'Bana haber verin:Eğer Allah kulağınızı, gözlerini alıp sizi sağır ve kör bırakırsa,kalplerinizin üstüne bir de mühür vurursa, Allah'tan başka onları size getirecek İlah kimdir?"(Enam-46) "O öyle Allah'tır ki kendinden başka hiç bir İlah yoktur.Önünde de sonunda da Hamd O'nundur.Hüküm de O'nundur. Siz ancak O'na dündürülüp götürüleceksiniz. De ki; 'Eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamate kadar fasılasız devam ettirse Allah'tan başka size ışık getirecek İlah kimdir ? Bana haber verin. Hala dinlemiyecek misiniz ?' De ki; ' Eğer Allah'tan gündüzü kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse size içinde dinleneceğiniz bir geceyi Allah'tan başka getirecek İlah kimdir ? Bana haber verin. Hala görmiyecekmisiniz ?"(Kasas,70-72) "İnsanlar içinde Allah'tan gayrısını O'na denk sayanlar da vardır ki, onlara Allah'a olan sevgi gibi muhabbet beslerler. İman edenlerin Allah'a sevgisi ise her şeyden sağlamdır. Allah'a eş tutarak nefislerine zulmedenler azabı görecekleri zaman bütün kuvvet ve kudretin hakikaten Allah'ın olduğunu bilselerdi ! (Bakara-165) Ayetlerde baştan sona kadar, şu temel düşünceyi buluruz: Uluhhiyet ve otorite(mutlak egemenlik) birbirini gerektirir, mana ve ruh bakımından farkları da yoktur. Otoritesi bulunmayanın ilahlığı mümkün olmadığı gibi, ilah kabul edilmesi de yakışık almaz. Otorite sahibinin ilahlığından söz edilebileceği gibi, tek başına ilah da kabul edilmesi gerekir. Çünkü şahsın ilahtan istediği, bütün ihtiyaclarının yerine getirilmesi veya şahsın ihtiyaçları sebebiyle birini ilah edinmek mecburiyetinde kalışı, otoritesiz(egemenliksiz) mümkün değildir. Bunun için otoritesi olmayının ilahlığının bir anlamı yoktur. Bu aynı zamanda hakikate de muhaliftir. Kulun böyle bir varlığa yönelmesi ve ondan bir şeyler ümid etmesi göle maya çalmak gibidir. Kur'an-ı Kerim'in bu temel fikre dayanarak delil getirdiği ifade tarzının başlangıç ve sonucunu, tam manasıyla aşağıdaki şekilde anlamak mümkündür. 1) Muhakkak ki sizin önemsemeyip basit gördüğünüz ihtiyaçların giderilmesi, zararların defedilmesi, himaye etmek,muvafakiyet vermek, yardım ihsan etmek, gözetmek, korumak, dualara icabet etmek gerçekte önemsiz ve sıradan işlerden değildir. Aksine bu kainattaki bütün yaratma, idare etme işlerini üstüne alan bir güç ve otorite ile sarsılmaz bir bağlantıları vardır. Eğer siz en önemsiz ihtiyaçlarınızın bile giderilmesi için gerekli nizamı düşünürseniz, gökte ve yerde sayısız amillerin hareketi olmadan onların giderilmesinin imkansızlığını anlarsınız. Bunun için içtiğiniz bir bardak suyu veya yediğiniz bir buğday tanesini misal alınız, sizin için hazılanıp elinize ulaşmadan önce güneş, toprak, rüzgar, deniz, vs... gibi nelerin onların hazırlanmasında rol oynadığını düşünebiliyor musunuz? Hakikaten duanıza icabet, ihtiyaçlarınızın giderilmesi ve bunlara bağlı işler basit bir otorite ile olacak işler değildir. Bu öyle bir otoriteyi gerektirir ki, göklerin ve yerin yaratılışını, gezegenlerin harekete geçirilişini, rüzgarın esterilişini, yağmurun yağdırılmasını, kısaca bütünü ile bu kainatın nizamının idaresini elinde tutabilsin. 2) Bu egemenlik parçalanma kabul etmez. Hiç bir şekilde yaratma gücünün bir elde, rızık işinin diğer elde olması mümkün değildir. Güneşin birinin hükmü altında, olması da imkansızdır. Nitekim meydana getirmenin birinin, hastalık ve şifanın diğerinin, ölüm ve hayatın bir üçüncüsünün gücü dahilinde olması da aynı şekilde imkansızdır. Çünkü durum böyle olsaydı bu kainat düzeninde hiç bir şeyin yerli yerinde durmasına imkan kalmazdı. O halde; bütün otorite ve selahiyetlerin göklerde ve yerdeki her şeyin bir hakimin kudret elinden olması gerekir. Bu alemin nizamı, işin böyle olmasını gerektirir, vakıa da böyledir. 3) Egemenlik tek olan bir egemenin elinde olursa, ondan başkasında en ufak bir ehemmiyetsiz bir miktarı bile bulunmazsa, ilahlık da şüphesiz O'na mahsustur, başkasının değil. Bu hususta ortağı da yoktur. Ondan başka birinin sana yardım etmeye, duanı kabul etmeye, seni korumaya veya senin yardımcın, velin, vekilin olmaya, sana bir zarar veya fayda sağlamaya gücü yetmez. Şu halde bu kabilden hatıra gelebilecek bütün manalarda,(ey insanlar) sizin için Allah'tan başka, hakimi olan Allah'a yakınlığı dolayısıyla, O'nun huzurunda şefaati kabul edilen, sözü geçen bir ilah olması da mümkün değildir. O'nun idaresine ait bir şeye karşı çıkmak kimsenin harcı olmadığı gibi, O'nun işlerinden her hangi birine müdahale etmeye de kimsenin gücü yetmez. Şefaatini O'nun nezdinde kabul ettirecek nüfuz ve kuvvete sahip bir kimse yoktur. 4) Üstün otoritenin gereği, hüküm ve emrin kahir ve tek olana ait olması ve egemenliğinin basit bir farçasının dahi başkasına geçmememisi gerekir. Yaratmak O'na aittir. Bu hususta ortağı yoktur. İnsanları rızıklandıran O'dur. Başkasının bu işte bir dahli yoktur. Bu kainatın nizamını idare eden ve onun işlerini yürüten O'dur. Bütün bunlarda hiç bir oıtağı yoktur. Buna göre akıl, hüküm ,emir ve kanun koymanın O'ndan başkasının kudreti dahilinde olmadığını tasdike mecburdur. Bütün bunlardan her hangi birinin O'na ortak oluşunu açıklayabilecek hiç bir gerekçe bulunamaz. O'ndan başkasının, gökte ve yerdeki hükümranlığı altında, zaruret halinde bulunanı kurtardığını, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderdiğini, dua sahinin duasına icabet ettiğini, sıkıntıda kalmışın sıkıntısını giderdiğini, kabul etmek affedilmez hatadır. Yine şunların da O'ndan başkasında bulunduğunu kabul etmek hatadır:kendi kendine müstakil bir egemen, istediğini dilediği gibi yapabilen bir amir, kanun koymada mutlak kudret sahibi bir şari, yaratma ,rızık vermek, diriltme, öldürme, güneşi ve ayı emri altına alma, gece ve gündüzü bir biri arkasına getirme, kaza,kader,hüküm,mülk,emir ve teşri...Çünkü bütün bunlar tek otoritenin muhtelif yönleri ve tek hükümranlığın değişik görüntüleridir. Hükümranlık ve egemenlik hiç bir şekilde parçalanma kabul etmez. "De ki: Ey mülkün sahibi Allahı'ım, sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü dilersen alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltırsın"(Al-i İmran-26) "De ki, sığınırım insanların yegane malikine,insanların mabuduna"(Nisa-1-3) "O kavuşma günü onlar kabirlerinden fırlayıp çıkarlar. Onlardan sadır olan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz.Allah buyurur:Bugün mülk(mutlak egemenlik ve herşeye sahip olmak)kimindir? Bir olan, herşeye hakim ve kahhar olan Allah'ındır."(Mü-min-16) |