Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Acaba Karamanoğlu Mehmed bey ünlü dil fermanını neden yayınlama gereği duymuştu?
Gerçekten Türkçeye çok bağlı olduğu için mi? Yoksa
Kullanılan dil tehdit altında olduğu için mi?
Karamanoğullarının kullandığı dil hangi dildi?
Acaba Türkçe miydi?
Hangi dilin tehdidi altındaydı?
Gerçekten söylendiği gibi Arapça ve farsça nın mı?
Selçukluların dağılmasından sonra kurulan pek çok beylik Selçuklu toprakları üzerinde kurulurken,
Karamanoğulları beyliği Selçuklu toprakları dışında, Kilikya Ermeni prensliği toprakları üzerinde kurulmuştur. Pek çok beylik kurumsal devlet yapısını oluşturamadan sona ererken Karamanoğulları beyliği çok kısa sürede kurumsal devlet yapısını oluşturmuş ve uzun yıllar varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Bunun bir sebebi var mıdır?
“Karamanoğlu I. Mehmed Bey, Selçuklu Hanedanı namına Konya'da: "Bugünden sonra divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmaması" hakkındaki mühim fermanını neşretmiştir. (13 mayıs 1277).” Karamanoğlu 1. Mehmet bey, acaba yukarda söz edilen fermanı yayınlama gereğini neden duymuştur? “Bu Türkçeden başka bir dil” Hangi dildi?
Bir kısım tarihçiler o dönemde resmi yazışmalarda genellikle Arapça ve Farsça kullanıldığını, bu dillere karşı yayınlanmış bir ferman olduğunu söylerler. Günümüzde de hem hukuk hem de tıp gibi alanlarda Türkçeden başka Arapça Farsça ve Latince gibi dillere ait kelimeler yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu dillerin kullanılması dilimizi ne kadar tehdit etmektedir?
Dikkat edilirse Karamanoğlu Mehmet bey, fermanda dilin nerelerde kullanılacağını açıkça belirtmiştir. Yani, divanda, dergahta, berzahta, mecliste ve meydanda kullanılan bu dil yerine Türkçe kullanılacaktır. Derken sanki o zaman kadar bu sayılan yerlerde başka bir dil kullanılıyormuş da bundan sonra kullanılmasın diyor. Ya da öyle bir sonuç çıkarmak mümkün.
Bu dilin sadece resmi yazışmalarda değil, divanda, dergahta, berzahta, mecliste ve meydanda kullanılan bir dil olduğunu anlıyoruz.
Yapılan araştırmalarda orta Anadolu’da Karamanoğullarından kalma Yunan (Grek) Alfabesiyle Türkce yazılmıs ve Hıristiyan mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Bazı araştırmacıların bildirdiğine göre Karamanoğulları Beyliği, Grek alfabesi ile yazılan gerçekte Türkçe olan “Karamanlika” adı verilen bir yazı biçimi kullanmıştır. Anadolu Selçuklularının dağılmasından sonra Selçukluların hakim oldukları topraklar üzerinde çeşitli adlar altında çok sayıda beylikler kuruldu. Bu beyliklerden sadece Karamanoğulları, Selçukluların sahip oldukları topraklar üzerinde değil, başka bir devletin, Kilikya Ermeni prensliğinin toprakları üzerinde kurulmuş tek beyliktir. Karamanoğulları beyliği, Kilikya Ermeni prensliği içindeki Rubenian hanedanının hakim olduğu topraklar üzerinde kurulmuştur. (Rubenianlar, Sultan Selahattin’in Kilikya’ya girmesiyle prensliğin yönetimine gelmişler, Selahattin’in Kilikya’dan ayrılmasıyla da iktidarı Hetumianlara kaptırmışlardır. O nedenle o sırada iktidarda bulunan Hetumian hanedanı ile iktidar çekişmesi içindeydiler. Rubenianlar Türklerle bir yakınlaşma içine girmişlerdi. Pek çoğu Türkçe isimler kullanıyorlardı.) Karamanoğulları, Selçuklu toprakları dışında bir bölgede kurulmasına rağmen en güçlü ve en uzun ömürlü beylik olma özelliğine sahiptir. Anadolu’da kurulan beyliklerin çoğu kurumsal devlet yapılanmasını gerçekleştirememişlerdir. Karamanoğulları ise rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede ve o döneme göre mükemmel sayılabilecek kadar düzgün bir devlet yapılanmasını gerçekleştirmişlerdir. Tarihçilerin bildirdiğine göre Nureddin Sofi önderliğinde Sivas dolaylarından toplanıp getirilen göçebe Türkmenlerden oluşan bir beyliğin, hiçbir devlet tecrübeleri olmadığı halde bu kadar kısa sürede ve düzgün bir devlet yapılanmasını gerçekleştirmesi çok şaşırtıcıdır. Nureddin Sofi’nin Ermeniden dönme olduğu yolundaki iddialar olduğu gibi, Nur-e Sofinin oğullarının kimlikleri ve sayısı konusunda da farklı görüşte olan tarihçiler vardır. Nureddin Sofi’nin Ermenek, Mut ve Gülnar’ın ele geçirilmesinden hemen sonra (henüz beylik bile kurulmamışken) her şeyden elini eteğini çekerek yönetimini oğullarına (?) bırakmasının ardında yatan sebepler karanlıktır. Karamanoğulları beyliği kurulur kurulmaz kendilerine bu toprakları bahşeden Anadolu Selçuklularına savaş açan ilk beylik olma özelliğine sahiptir. Karamanoğullarının ilk kurulduğu sırada, Ermenek, Mut ve Gülnar’ın ele geçirilmesi sırasındaki 10 binleri ancak bulan asker sayısı çok ani ve aşırı bir artışla kısa sürede 70 binleri bulmuştur. Asker sayısı bu kadar ani artış gösteren başka bir beylik yoktur. Osmanlı kayıtlarında Karamanoğlu topraklarından diyar-ı Rum diye bahsedilir. Diğer beyliklerde Arap harfleri kullanılırken Karamanoğullarında Grek alfabesi kullanıldığı için bu şekilde anıldığı sanılmaktadır. Karamanoğullarının “Karamanlika” denilen bir yazı dili kullandıkları iddia edilir. Yapılan araştırmalarda Karamanoğullarına ait çok sayıda Türkçe ve Grek harfleriyle yazılmış Hıristiyan mezar taşları bulunmuştur. En fazla Hıristiyan nüfus bulunduran beylik Karamanoğullarıdır. Türk devletlerinde İslamiyetten önceki devirlerde Devlet yöneticisine Han veya Hakan İslamiyeti kabul ettikten sonra ise hep Padişah veya Sultan ifadesi kullanılmıştır. Devletin idare merkezine Taht-ı Karaman ve yöneticisine Kral ifadesini kullanan tek beylik Karamanoğullarıdır. Gerek Selçukluların gerekse gelecekte büyük bir imparatorluğu kuracak olan Osmanlıları en çok uğraştıran tek beylik Karamanoğullarıdır. Osmanlılar Sofya’ya kadar inen Haçlı kuvvetlerini karşılamaya gittiklerinde, Osmanlı Devletini arkadan vurmakta da tereddüt etmeyecek kadar bela olan bir beyliktir.
KİLİKYA ERMENİ PRENSLİĞİ
Tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göçler ve sürgünler sebebiyle Anadolu’nun güneyinde yoğun bir Ermeni nüfusun oluştuğu bilinmektedir. Bu nüfus artışı 1080 yılında burada bir ermeni prensliğinin kurulmasına yol
açmıştır. Her ne kadar bir prenslik kurulmuşsa da bu prenslik tek başına uzun süreli bağımsız bir devlet olmayı başaramamış, diğer devletlere bağlı vassal olarak varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Bazı araştırmacıların Mut tarihinden bahsederken bölgedeki Türk varlığından dolayı yer ve yöre isimlerinin hep Türkçe adlar olduğunu iddia etseler de, bölgede artan Ermeni nüfus Thoros isimli bir Ermeni prensi tarafından silahlandırılarak, bölgede hakim bir güç olarak dağları sahiplenmesinden sonra bu dağlar, Toros’un Dağları veya Toros Dağları olarak bu Ermeni prensinin ismiyle anılır olması söz konusu olmuştur.
Kilikya Ermenilerinin, bilinen Ermeniceden farklı olarak, ses değişikliğine uğramış ve günümüzde Orta Ermenice olarak tanımlanan bir Ermenice kullandığı bilinmektedir.
Yörede en yüksek dağ olarak bilinen Eğre dağının da adını, kutsal saydıkları ve buralara sürgüne gelmeden önce bir zamanlar eteklerinde yaşadıkları Ağrı dağının isminden esinlenerek koymuş olmaları gerektir. Eğri Dağının zirve silueti Ağrı dağıyla benzerlik de gösterir.
Mut’a bağlı Navdalı köyünün adı (Elmapınarı köyü olarak değiştirilmiştir ) o dönemde kullanılan Orta Ermenicede Yeni vadi anlamına gelmektedir. (köy vadi içindedir)
Mut yakınlarındaki, Aspıt ya da Asbut olarak bilinen ve geçmişte “Aspıt beyleriyle” meşhur yerin adı ise, burada bir adam budundan asıldığı için bu adı aldığı şeklinde saçma bir hikâyeyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Oysa Ermenicede Aspet ya da Aspıt (12. Yüzyılda Türkçede de kullanılmaktadır) “ata binen prens” ya da “atlı bey” anlamındadır.
Adının Sason ya da Sosun olduğu konusunda tartışmalar yapılan Mut’a bağlı Çömelek köyündeki kanyonun (kapız) adı ise yine Ermenicede “taşra”, “taşra şehri” anlamına geldiği gibi, Ermenilerce yaygın şekilde
Sosoun veya Sosunyan olarak kullanılan bir isim ve soy isimdir
. Latince kökeni taşlık ve kayalık kanyon anlamındadır. Son yıllarda adı Prof. Hüseyin Gezer Caddesi olarak değiştirilen, fakat halk arasında hâlâ ısrarla Mara caddesi veya Mara yolu olarak bilinen, Mara antik şehrine kadar ulaşan bir cadde vardır. Mara ismi, bazı yazarlarca Mağara ya da Mera olarak zorlama bir değiştirmeye uğratılmak istenmektedir. Türkçedeki Meryem karşılığı olarak Ermenicede kullanılan Mariam ın kısaltılmış şekli, Mara dır. (Türkçedeki İbrahim’in konuşma dilinde İbo dönmesi gibi.)
Avgın, yerel ağızda taştan yapılmış su kanallarına verilen addır. Yöreye göre avgat ya da avga olarak da söylenmektedir. Taştan yapılma bir su yolu gibi duran kayalık bir boğazın ortasında duran Mavga kalesine de
bu nedenle bu ad verilmiştir. Manavgat şehri de Manavgat çayının oluşturduğu tıpkı buna benzer bir boğazın önünde kurulduğundan bu adı aldığı sanılmaktadır.


1180 yılında Selaheddin Eyyubi nin Kilikya ya girmesinden sonra, SelahaddinEyyubi'nin gücünün ve ününün ulaştığı pek çok yerde olduğu gibi Kilikya’da da anne ve babalar çocuklarına onun ismini vermeye
başladılar. Ancak küçük bir farkla Kilikyalı anne-babalar çocuklarına Ermeni ağzıyla söylendiği şekliyle Salattin ya da Salahattin ismini koyuyorlardı. Ne hikmetse Sultan Selahaddin’in Kilikya’ya girmesinden sonra
Ermeni prensliğine Roubenian hanedanı hükmetmeye başladı. Öteden beri Ermeni prensliği kendi içinde hanedanlar arası iç çekişmelere sahne olmuştur.
1211-1212 yılında bölgeye gelen ve bir din adamı olan 25 Ağustos 1211'deAkka'da karaya çıkan Wilbrand von Oldenburg adlı seyyah Çukurova'da Ermenilerin hakim olduğu bölgede yaşayan toplulukları sayarken "burada Ermeniler'den başka Franklar, Grekler, Süryaniler, Türkler ve diğerleri yaşamaktadır" demektedir. .
Kilikya Ermeni prensliğinin hakim olduğu bu topraklar üzerinde değişik milletlere ait toplulukların yaşadığı anlaşılmaktadır. Ancak Ermenilerin hem sayı olarak hem de nüfuz olarak çok güçlü oldukları kesindir
Bunun yanında Ermeni prensliğinde hanedanlar arası sürekli bir iç çekişme ve hanedanlar arası iktidar mücadelesinin yaşandığını da görmekteyiz. Kimi zaman güçlü bir devletin desteklediği bir hanedan iktidar
olurken, bir süre sonra başka bir güçlü devlet tarafından atanan diğer hanedanın iktidar olması söz konusu olmuştur. Hanedan içindeki güçlü ailelerin de hanedan içindeki ağırlığı ele geçirme ve iktidar üzerinde etkili
olma gayretlerine sık rastlamaktayız. Özellikle Rubenianlar içindeki Türkçede Arslan anlamına gelen Levon (ya da Leon) ailesi oldukça önemlidir. Mut, Silifke ve Anamur’da etkili ve söz sahibi bir ailedir. Kilikya Ermeni prensliğinin 1080 yılında başlayıp 1375 yılına kadar süren tarihi boyunca iktidar, Adana, Mersin ve Kızkalesi gibi sahil kesiminde hakim olan Haetumian, Mut, Ermenek, Silifke, Anamur, Gülnar da hakim olan
Roubenian ve son olarak Kıbrıs’ta yoğun olarak yaşayan Lousignan hanedanının arasında el değiştirmiştir.
Klikya bölgesini coğrafi olarak Taşlık kilikya ve ovalık Klikya olarak ikiye ayıran Limonlu (Lemas) çayı ve üzerindeki köprü, bölgeyi siyasi olarak da ikiye ayırmaktaydı. Hanedanlar hakim oldukları bölgelerde otorite
sahibiydiler.Uzun yıllar ovalık Kilikya da (Mersin ve çevresinde) "Köprünün öte yakasından hayır gelmez" deyimi söylenegelmiştir. Buna Taşlık Kilikyadaki Rubenian Ermenilerinin iktidardaki Hetumianlara karşı
bir bakıma ayaklanarak Ayrı bir beylik oluşumuna gitmelerimi sebeptir acaba?

Uzun yıllar Selçuklulara bağlı bir vassal olarak yaşadıktan sonra Selçukluların dağılmasından sonra Ermeni Rubenian hanedanının yoğun olarak yaşadığı topraklarda kurulan Karamanoğulları beyliği de bu hanedan
arası çekişmelerin bir sonucu olarak kurulmuştur. Karamanoğuları beyliğinin kurucusu Nureddin sofi Ermenek dağlarından kömür toplayıp Larende de (bugünkü Karaman) satan bir kömürcü iken birdenbire güçlü bir beyliğin kurucusu durumuna gelmiştir. Yalnızcabağ köyü Değirmenlik Yaylası’nda türbesi bulunan Nur-e Sofi’nin kim olduğu, pek çok kişi tarafından merak edilmektedir. Onun hakkında pek çok rivayetler var. Ermeniden
dönme olduğu,( Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, çev. Mehmet Ata Bey, yay.haz. Mümin Çevik-Erol Kılıç, İstanbul 1989) Baba-i tarikatına girerek Anadolu’daki alevi nüfus üzerinde oldukça etkili olan bu tarikatta “baba” ünvanına kadar yükseldiği bildirilmektedir. Nureddin Sofi Sivas yöresindeki alevi bahşiş Türkmenleri toplayıp 10 bin kadar silahlı bir güçle yöreye gelerek Ermenek, Mut ve Gülnar kalelerini ele geçirdiği, ardından Mut’un Değirmenlik yaylasına inzivaya çekildiği, yönetimi oğullarına bıraktığı bildirilmektedir. Oğullarının sayısı ve kimliği konusunda da tartışmalar yapılmaktadır.

KARAMANOĞULLARININ BAZI ÖZELLİKLERİ
Anadolu Selçuklularının dağılmasından sonra Selçukluların hakim oldukları topraklar üzerinde çeşitli adlar altında çok sayıda beylikler kuruldu. Bu beyliklerden Karamanoğulları, Selçukluların sahip oldukları topraklar üzerinde değil, başka bir devletin, Kilikya Ermeni prensliğinin toprakları üzerinde kurulmuş tek beyliktir. Karamanoğulları beyliğinin Ermeni prensliği içindeki toprakları, Kilikya Ermeni prensliği içindeki Rubenian hanedanının hakim olduğu topraklarla sınırlı kalmıştır. (Rubenianlar, Sultan Selahattin’in Kilikya’ya girmesiyle prensliğin yönetimine gelmişler, Selahattin’in Kilikya’dan ayrılmasıyla da iktidarı Hetumianlara kaptırmışlardır. O nedenle o sırada iktidarda bulunan Hetumian hanedanı ile iktidar çekişmesi içindeydiler. Rubenianlar Türklerle bir yakınlaşma içine girmişlerdi. Pek çoğu Türkçe isimler kullanıyorlardı.) Karamanoğulları, Selçuklu toprakları dışında bir bölgede kurulmasına rağmen en güçlü ve en uzun ömürlü beylik olma özelliğine sahiptir. Anadolu’da kurulan beyliklerin çoğu kurumsal devlet yapılanmasını gerçekleştirememişlerdir. Karamanoğulları ise rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede ve o döneme göre mükemmel sayılabilecek kadar düzgün bir devlet yapılanmasını gerçekleştirmişlerdir. Tarihçilerin bildirdiğine göre Nureddin Sofi önderliğinde Sivas dolaylarından toplanıp getirilen göçebe Türkmenlerden oluşan bir beyliğin, hiçbir devlet tecrübeleri olmadığı halde bu kadar kısa sürede ve düzgün bir devlet yapılanmasını gerçekleştirmesi çok şaşırtıcıdır. Nureddin Sofi’nin Ermeniden dönme olduğu yolundaki iddialar olduğu gibi, Nur-e Sofinin oğullarının kimlikleri ve sayısı konusunda da farklı görüşte olan tarihçiler vardır. Nureddin Sofi’nin Ermenek, Mut ve Gülnar’ın ele geçirilmesinden hemen sonra (henüz beylik bile kurulmamışken) her şeyden elini eteğini çekerek yönetimini oğullarına (?) bırakmasının ardında yatan sebepler karanlıktır. Karamanoğulları beyliği kurulur kurulmaz kendilerine bu toprakları bahşeden Anadolu Selçuklularına savaş açan ilk beylik olma özelliğine sahiptir. (Türkiye Selçuklu sultanı Dördüncü Kılıç Arslan, Karaman Beyin hadise çıkarmasından çekinerek ona, Lârende (Bugünkü Karaman) Kalesini iktâ olarak verdi. Aynı zamanda kardeşi Bunsuz da, Selçuklu sultanının sarayında “candar” yani muhafız olarak görevlendirildi. Fakat, uç beylerinden bazılarının cezalandırılmasından endişelenen ve bir gün sıranın kendilerine geleceğini düşünen Karaman Bey, beraberinde kardeşi Zeynül-Hac ve Bunsuz olduğu halde, 20.000 kişilik bir kuvvetle Konya üzerine yürüdü. Ancak, Gevele Kalesi önünde yapılan muharebede Selçuklu veziri Muînüddin Pervane, Karamanlıları mağlup etti. Karaman Beyin kardeşleri Zeynül-Hac ve Bunsuz yakalanarak Konya’da idam edildi.) Karamanoğullarının ilk kurulduğu sırada, Ermenek, Mut ve Gülnar’ın ele geçirilmesi sırasındaki 10 binleri ancak bulan asker sayısı çok ani ve aşırı bir artışla kısa sürede 70 binleri bulmuştur. Asker sayısı bu kadar ani artış gösteren başka bir beylik yoktur. Osmanlı kayıtlarında Karamanoğlu topraklarından diyar-ı Rum diye bahsedilir. Diğer beyliklerde Arap harfleri kullanılırken Karamanoğullarında Grek alfabesi kullanıldığı için bu şekilde anıldığı sanılmaktadır. Karamanoğullarının “Karamanlika” denilen bir yazı dili kullandıkları iddia edilir. Yapılan araştırmalarda Karamanoğullarına ait çok sayıda Türkçe ve Grek harfleriyle yazılmış Hıristiyan mezar taşları bulunmuştur. (araştırmayla ilgili geniş bilgiler Atlas dergisinde yayınlanmıştır) En fazla Hıristiyan nüfus bulunduran beylik Karamanoğullarıdır. Türk devletlerinde İslamiyetten önceki devirlerde Devlet yöneticisine Han veya Hakan İslamiyeti kabul ettikten sonra ise Padişah veya Sultan ifadesi kullanılmıştır. Devletin idare merkezine Taht-ı Karaman ve yöneticisine Kral ifadesini kullanan tek beylik Karamanoğullarıdır. Gerek Selçukluların gerekse gelecekte büyük bir imparatorluğu kuracak olan Osmanlıları en çok uğraştıran tek beylik Karamanoğullarıdır. Osmanlılar Sofya’ya kadar inen Haçlı kuvvetlerini karşılamaya gittiklerinde, Osmanlı Devletini arkadan vurmakta da tereddüt etmeyecek, Bizans ve Haçlı kuvvetleriyle işbirliği yapmaktan çekinmeyecek kadar bela olan bir beyliktir. Osmanlılar Karamanoğulları beyliğinin varlığına 1515 yıllarında son verdikten sonra buradaki halkın çoğunu "Rum" oldukları gerekçesiyle Trakya ya ve Kıbrıs adasına sürmüştür. KİLİKYA ERMENİ PRENSLİĞİ Tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göçler ve sürgünler sebebiyle Anadolu’nun güneyinde yoğun bir Ermeni nüfusun oluştuğu bilinmektedir. Bu nüfus artışı 1080 yılında burada bir ermeni prensliğinin kurulmasına yol açmıştır. Her ne kadar bir prenslik kurulmuşsa da bu prenslik tek başına uzun süreli bağımsız bir devlet olmayı başaramamış, diğer devletlere bağlı vassal olarak varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Bazı araştırmacıların Mut tarihinden bahsederken bölgedeki Türk varlığından dolayı yer ve yöre isimlerinin hep Türkçe adlar olduğunu iddia etseler de, bölgede artan Ermeni nüfus Thoros isimli bir Ermeni prensi tarafından silahlandırılarak, bölgede hakim bir güç olarak dağları sahiplenmesinden sonra bu dağlar, Toros’un Dağları veya Toros Dağları olarak bu Ermeni prensinin ismiyle anılır olması söz konusu olmuştur. Kilikya Ermenilerinin, bilinen Ermeniceden farklı olarak, ses değişikliğine uğramış ve günümüzde Orta Ermenice olarak tanımlanan bir Ermenice kullandığı bilinmektedir. Yörede en yüksek dağ olarak bilinen Eğre dağının da adını, kutsal saydıkları ve buralara sürgüne gelmeden önce bir zamanlar eteklerinde yaşadıkları Ağrı dağının isminden esinlenerek koymuş olmaları gerektir. Eğri Dağının zirve silueti Ağrı dağıyla benzerlik de gösterir. Mut’a bağlı Navdalı köyünün adı (Elmapınarı köyü olarak değiştirilmiştir ) o dönemde kullanılan Orta Ermenicede Yeni vadi anlamına gelmektedir. (köy vadi içindedir) Mut yakınlarındaki, Aspıt ya da Asbut olarak bilinen ve geçmişte “Aspıt beyleriyle” meşhur yerin adı ise, burada bir adam budundan asıldığı için bu adı aldığı şeklinde saçma bir hikâyeyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Oysa Ermenicede Aspet ya da Aspıt (12. Yüzyılda Türkçede de kullanılmaktadır) “ata binen prens” ya da “atlı bey” anlamındadır. Adının Sason ya da Sosun olduğu konusunda tartışmalar yapılan Mut’a bağlı Çömelek köyündeki kanyonun (kapız) adı ise yine Ermenicede “taşra”, “taşra şehri” anlamına geldiği gibi, Ermenilerce yaygın şekilde Sosoun veya Sosunyan olarak kullanılan bir isim ve soy isimdir. Latince kökeni taşlık ve kayalık kanyon anlamındadır. Son yıllarda adı Prof. Hüseyin Gezer Caddesi olarak değiştirilen, fakat halk arasında hâlâ ısrarla Mara caddesi veya Mara yolu olarak bilinen, Mara antik şehrine kadar ulaşan bir cadde vardır. Mara ismi, bazı yazarlarca Mağara ya da Mera olarak zorlama bir değiştirmeye uğratılmak istenmektedir. Türkçedeki Meryem karşılığı olarak Ermenicede kullanılan Mariam ın kısaltılmış şekli, Mara dır. (Türkçedeki İbrahim’in konuşma dilinde İbo dönmesi gibi.) Avgın, yerel ağızda taştan yapılmış su kanallarına verilen addır. Yöreye göre avgat ya da avga olarak da söylenmektedir. Taştan yapılma bir su yolu gibi duran kayalık bir boğazın ortasında duran Mavga kalesine de bu nedenle bu ad verilmiştir. Manavgat şehri de Manavgat çayının oluşturduğu tıpkı buna benzer bir boğazın önünde kurulduğundan bu adı almıştır. 1180 yılında Selaheddin Eyyubi nin Kilikya ya girmesinden sonra, Selahaddin in gücünün ve ününün ulaştığı pek çok yerde olduğu gibi Kilikya’da da anne ve babalar çocuklarına onun ismini vermeye başladılar. Ancak küçük bir farkla Kilikyalı anne-babalar çocuklarına Ermeni ağzıyla söylendiği şekliyle Salattin ya da Salahattin ismini koyuyorlardı. Ne hikmetse Sultan Selahaddin’in Kilikya’ya girmesinden sonra Ermeni prensliğine Roubenian hanedanı hükmetmeye başladı. 1211-1212 yılında bölgeye gelen ve bir din adamı olan 25 Ağustos 1211'deAkka'da karaya çıkan Wilbrand von Oldenburg adlı seyyah Çukurova'da Ermenilerin hakim olduğu bölgede yaşayan toplulukları sayarken "burada Ermeniler'den başka Franklar, Grekler, Süryaniler, Türkler ve diğerleri yaşamaktadır" demektedir. Kilikya Ermeni prensliğinin hakim olduğu bu topraklar üzerinde değişik milletlere ait toplulukların yaşadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında Ermeni prensliğinde hanedanlar arası sürekli bir iç çekişme ve hanedanlar arası iktidar mücadelesinin yaşandığını da görmekteyiz. Kimi zaman güçlü bir devletin desteklediği bir hanedan iktidar olurken, bir süre sonra başka bir güçlü devlet tarafından atanan diğer hanedanın iktidar olması söz konusu olmuştur. Hanedan içindeki güçlü ailelerin de hanedan içindeki ağırlığı ele geçirme ve iktidar üzerinde etkili olma gayretlerine sık rastlamaktayız. Özellikle Rubenianlar içindeki Türkçede Arslan anlamına gelen Levon (ya da Leon) ailesi oldukça önemlidir. Mut, Silifke ve Anamur’da etkili ve söz sahibi bir ailedir. Kilikya Ermeni prensliğinin 1080 yılında başlayıp 1375 yılına kadar süren tarihi boyunca iktidar, Adana, Mersin ve Kızkalesi gibi sahil kesiminde hakim olan Haetumian, Mut, Ermenek, Silifke, Anamur, Gülnar da hakim olan Roubenian ve son olarak Kıbrıs’ta yoğun olarak yaşayan Lousignan hanedanının arasında el değiştirmiştir. Uzun yıllar Selçuklulara bağlı bir vassal olarak yaşadıktan sonra Selçukluların dağılmasından sonra Ermeni Rubenian hanedanının yoğun olarak yaşadığı topraklarda kurulan Karamanoğulları beyliği de bu hanedan arası çekişmelerin bir sonucu olarak kurulmuştur. Karamanoğuları beyliğinin kurucusu Nureddin sofi Ermenek dağlarından kömür toplayıp Larende de (bugünkü Karaman) satan bir kömürcü iken birdenbire güçlü bir beyliğin kurucusu durumuna gelmiştir. Yalnızcabağ köyü Değirmenlik Yaylası’nda türbesi bulunan Nur-e Sofi’nin kim olduğu, pek çok kişi tarafından merak edilmektedir. Onun hakkında pek çok rivayetler var. Ermeniden dönme olduğu,( Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, çev. Mehmet Ata Bey, yay.haz. Mümin Çevik-Erol Kılıç, İstanbul 1989) Baba-i tarikatına girerek Anadolu’daki alevi nüfus üzerinde oldukça etkili olan bu tarikatta “baba” ünvanına kadar yükseldiği bildirilmektedir. Nureddin Sofi Sivas yöresindeki alevi bahşiş Türkmenleri toplayıp 10 bin kadar silahlı bir güçle yöreye gelerek Ermenek, Mut ve Gülnar kalelerini ele geçirdiği, ardından Mut’un Değirmenlik yaylasına inzivaya çekildiği, yönetimi oğullarına bıraktığı bildirilmektedir. Oğullarının sayısı ve kimliği konusunda da tartışmalar yapılmaktadır.