KAYIP KİTAPLAR VE FUAD SEZGİN

 

 

 

 

1995 Ağustos’unda kabul edilen “Buhârî’ye Yöneltilen Bazı Tenkitler” isimli yüksek lisans tezimin İmam Buhârî’nin eserlerini konu eden kısmını yazarken, bugün elde bulunmayan ya da yeri bilinmeyen bazı isimlerle karşılaşmış; bir kısmının yazma nüshalarının hâlâ mevcut olabileceği ihtimâli karşısında meraka kapılmış ve heyecanlanmıştım.

O günden beri; İmam Buhârî’nin, kaynaklarda otuzaltı kadarının isminden bahsedilen (1) ve yarısından fazlasına hiç tesâdüf edilmemiş kitaplarından altısı hakkında, meçhul bir kütüphane rafında ve metruk bir durumda keşfedilmeyi bekledikleri ümidiyle, ilgilenecek birilerini bilgilendirmek gerektiğini düşündüm…

Aşağıdaki yazıda, kayıp kitapların ad ve adresleriyle ilgili edinebildiğimiz malûmâttan, konuyu aydınlığa kavuşturabilme çabasıyla Fuad Sezgin’e yaptığımız başvurudan ve sonra da bunun ilginç sonuçlarından bahsedeceğiz.

* * *

Hind Alt-Kıtası’nın hadisçi ve tarihçi âlimi Ebu’l-Hüdâ Muhammed b. Abdi’s-Selâm el-Mübârekpûrî (v.1342/1924)’nin,(2) “Sîretü’l-İmâmi’l-Buhârî” adıyla Urduca aslından Arapça’ya tercüme edilen 480 sahifelik eserinin, İmam Buhârî’ye ait yirmidört kitabın kısa açıklamalarla tanıtımına ayrılan bölümüne,(3) Delhi-Rahmâniyye Dâru’l-Hadîs’i müderrisi ve aynı zamanda müellifin oğlu Ubeydullah er-Rahmânî (4) tarafından ilave edilen önemli bir takım notlar dikkatimi çekmiş idi. Rahmânî’nin, İmam Buhârî’nin altı eseriyle ilgili olarak babasının verdiği isimlere düştüğü dipnotlar ve bunlara dâir ulaşabildiğim bulgular şöyle:

1. el-Câmiu’s-Sağîr

ßÇäÊ ÊæÌÏ áå äÓÎÉñ ŞáãíøÉñ ÈÎØ ÇáÍÇİÙ ÇÈä ÍÌÑ İì ãßÊÈÉ ÇáãÎØæØÇÊ ÈÏÇÑ ÇáÚáæã İì ÃáãÇäíÇ Åáì ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíøÉ ÇáËøÇäíÉ.

“el-Câmiu’s-Sağîr’in İbn Hacer hattıyla yazma bir nüshası, II. Dünya Savaşı öncesine kadar Almanya İlimler Akademisi Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunuyordu.”(5)

Eserin, İmam Buhârî’nin elde mevcut müellefâtından olduğunu daha önce Kâtip Çelebi kaydetmiştir.(6)

Ayrıca Ürdün Kraliyetine bağlı bir kurum tarafından 1986’dan bu yana Amman’da neşredilmekte olan ve dünyanın 431 seçkin kütüphanesini içine alan toplu yazmalar kataloğunun hadisle ilgili ciltlerinde de bu esere rastlamaktayız.(7) Katalogda el-Câmiu’s-Sağîr’in bulunduğu iki kütüphane şöyle verilmektedir:

Karl Marx / Leipzig, 10 [no. 80].

Hızânetü Tamgrût (ËãßÑæÊ) / Warzâzât (æÑÒÇÒÇÊ), 2/177, [no. 2980]; 3 cüz; mecmua içinde.(8)

Bu adresten; Ubeydullah er-Rahmânî’nin varlığından bahsettiği kütüphanenin, eski Doğu Almanya’nın Leipzig şehrindeki Karl Marx Kütüphanesi olması ihtimali ortaya çıkmaktadır. Hadisle ilgili yazma eserleri içeren ciltlerin sonunda, katalogda adı geçen kütüphanelerin fihristleri tanıtılmaktadır ki, “Karl Marx / Leipzig” hakkında şunları okuyoruz:

Alman İlimler Akademisi Kütüphanesi / Doğu Almanya. “Alman İlimler Akademisi Kütüphanesi’ndeki nâdir ya da mevcut yazma eserler fihristi (h.1383 / m.1963, Arapça)”nden seçmeler.(9)

Adı geçen kütüphane fihristinin 1963’te neşredilmiş olmasına karşılık Rahmânî’nin, eserin II. Dünya Savaşı’ndan önce orada bulunduğuna dâir ifâdeleri, ya bizzat gördüğü ya da bir başka kanaldan bu habere ulaştığı izlenimini vermektedir.

Zaferullah Daudî’nin “Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları” isimli basılmış doktora tezinde, Tuhfetü’l-Ahvezî Mukaddimesi’nden sözettiği bir bölümde gözümüze çarpan şu cümleleri de kaydetmek yerinde olacaktır:

“(Mübârekpûrî) bu hususta bazı elyazması nüshaların Alman Kütüphanesi’nde bulunduğundan bahseder. Kanaatimize göre o bu bilgiyi, bizim de elde ettiğimiz hazırlayanı belli olmayan (eski) Doğu Almanya’da Leipzig şehrindeki Karl Marx Kütüphanesi’ndeki bazı Arapça eserlere ait listeden almıştır. Biz bu listeyle onun verdiği bilgileri karşılaştırdığımızda, verdiği bilgilerle bu listedeki bilgilerin tıpatıp birbirini tuttuğunu görmekteyiz. Bu liste, Almanya’daki kütüphanede pek çok nâdir elyazması nüshayı büyük zâtların yazdığını belirtmektedir. Bununla birlikte, bugünlerde Batı bibliyografyalarında bu eserlerle ilgili bir bilgiye henüz rastlanabilmiş değildir.”(10)

Müstensih isimlerini de vermesi sebebiyle, Rahmânî’nin de aynı fihriste istinâd edip etmediğini kesin olarak bilmiyoruz.

2. el-Mebsût fi’l-Hadîs

ßÇäÊ ÊæÌÏ áå äÓÎÉñ ÎØøíÉñ ßÇãáÉ ãßÊæÈÉ ÈÎØ ÇáÍÇİÙ ÅÈä ãäÏå İì ãßÊÈÉ ÃáãÇäíÇ Åáì ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíÉ ÇáËÇäíÉ .

“İbn Mende hattıyla eksiksiz yazma bir nüshası, II. Dünya Savaşı öncesine kadar Almanya Kütüphanesi’nde bulunuyordu.”(11)

Tirmizî şârihi Mübârekpûrî, aynı bilgileri Cermeniyye Kütüphanesi (ÇáãßÊÈÉ ÇáÌÑãäíÉ) adıyla vermektedir.(12) el-Fihrisü’ş-Şâmil’deki kütüphane adı ve numarası ise şöyledir:

Karl Marx / Leipzig, 8 [no. 48]. (13)

3. Esâmi’s-Sahâbe (ya da Esmâü’s-Sahâbe)

ßÇäÊ äÓÎÉñ ÎØíÉñ ßÇãáÉ ãä åĞÇ ÇáßÊÇÈ ãæÌæÏÉğ İì ÏÇÑ ÇáÚáæã ÈÃáãÇäíÇ ŞÈá ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíÉ ÇáËÇäíÉ . (14)

“Kitâbü Ashâbi’n-Nebî” ismiyle İmam Buhârî’nin et-Târîhu’l-Kebîr’inde geçen (15) ve sahâbe isimlerinin sonrakilerle karıştırılmaması için te’lif edilmiş ilk eser olduğu belirtilen (16) bu kitabın bulunduğu yer el-Fihrisü’ş-Şâmil’de şöyle kaydedilmiştir:

Karl Marx / Leipzig, 15 [no. 20]. (17)

4. el-Müsnedü’l-Kebîr (ya da et-Tefsîru’l-Kebîr)

ßÇäÊ äÓÎÉñ ßÇãáÉñ ãÎØæØÉñ ãä ÇáãÓäÏ ÇáßÈíÑ ÈÎØ ÇáÅãÇã ÅÈä ÊíãíøÉ İì ãßÊÈÉ ÇáãÎØæØÇÊ İì ÏÇÑ ÇáÚáæã ÈÃáãÇäíÇ ŞÈá ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíøÉ ÇáËøÇäíÉ. (18)

Aynı bilgiyi Tuhfetü’l-Ahvezî Mukaddimesi’nde, yukarıda geçtiği üzere Cermeniyye Kütüphanesi şeklinde bulmaktayız. (19) el-Fihrisü’ş-Şâmil’de ise bu ve bundan sonraki eserin isimleri yer almamaktadır. (20)

5. el-Câmiu’l-Kebîr

ßÇäÊ äÓÎÉñ ŞáãíøÉñ ßÇãáÉñ ÈÎØ ÇáÍÇİÙ ÅÈä ßËíÑ ááÌÇãÚ ÇáßÈíÑ İì ãßÊÈÉ ÇáãÎØæØÇÊ İì ÏÇÑ ÇáÚáæã ÈÃáãÇäíÇ ŞÈá ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíøÉ ÇáËøÇäíÉ. äÏÚæ Çááå Ãäú Êßæäó åĞå ÇáãßÊÈÉõ ãÍİæÙÉğ . (21)

İbn Hacer’in hocası Sirâcü’d-Dîn b. el-Mulakkın (v.804/1401)’in Şevâhidü’t-Tavdîh adlı el-Câmiu’s-Sahîh’e yazdığı şerhde bildirdiğine göre; İbn Sa’d İsmâîl b. Ebi’l-Kâsım el-Bûşencî (v.536), (22) Kitâbü’l-Cehri bi’l-Besmele’de İmam Buhârî’nin 100.000 sahih hadis ihtivâ eden bir kitap tasnif ettiğini kendisinden nakleder. (23) Şu durumda; İbn Tâhir el-Makdisî (v.507)’nin adından bahsettiği bu kitabın, İmam Buhârî’nin ezberlediğini bildiğimiz (24) 100.000 sahih hadisi içermesi ve el-Câmiu’s-Sahîh’in bu hacimli eserden istihrâc edilmiş olması ihtimal dâhilindedir. (25)

6. et-Târîhu’l-Evsat

ßÇäÊ äÓÎÉñ ÎØíÉñ ßÇãáÉñ ááÊÇÑíÎ ÇáÃæÓØ ÊæÌÏ İì ÇáãßÊÈÉ ÇáÍßæãíÉ İì ÃáãÇäíÇ ŞÈá ÇáÍÑÈ ÇáÚÇáãíøÉ ÇáËøÇäíÉ. (26)

Bu eserin 56 varaklık çok eksik bir yazma nüshasının Bankipur, 12/32, No. 687’de bulunduğunu M. M. el-A’zamî’den; (27) hicrî 1325’de Allahâbad’da M. el-Ca’ferî tarafından neşredildiğini de S. Kemal Sandıkçı’dan öğreniyoruz. (28) el-Fihrisü’ş-Şâmil’de Hüdâbahş/Bankipur Kütüphanesi’nde yukarıda geçen numarada bulunduğu belirtilen eserin, 52 varak olduğu ve hicrî 12. asırda istinsâh edildiği kaydedilmiştir. (29)

* * *

Sözü edilen Almanya İlimler Akademisi Yazma Eserler Kütüphanesi ya da Karl Marx Kütüphanesi nerededir? hâlâ ayakta mıdır? kitapların âkıbeti nedir?… gibi cevap bekleyen sorular karşısında bir hadis talebesi için belki de en doğru ve en kısa yol, Prof. Dr. M. Fuad Sezgin’e müracaat etmekti. Çünkü o, Cumhuriyet Türkiyesi hadis çalışmalarının önde gelen isimlerinden biri ve bir ilimler tarihçisiydi. Seksen küsur senelik ömrünün önemli bir bölümünü, Almanya’nın Frankfurt şehrinde kurup geliştirdiği İlimler Tarihi Enstitüsü (ve Müzesi)’ne vakfetmiş, tüm mesaisini sahip olduğu kıymetli kütüphaneye ve kitaplara hasretmişti. (30)

Tezimin tamamlanmasından yaklaşık bir yıl sonraydı… Fakültede, Frankfurt’tan İzmir’e kısa süreli bir ziyaret için gelmiş bulunan bir ağabeyle tanışmıştım. (31) Anlattıklarından, Sezgin’le aralarındaki saygıya dayalı dostluğu farkedip kayıp kitaplara dair sorularımı onu vasıta ederek sormaya karar verdim. 11.10.1996 tarihli iki sahifelik bir mektubu, tezimin bir nüshası içine yerleştirdikten sonra paket halinde kendisine takdim ettim. İsteğimi reddetmedi ve emaneti sahibine götürmek üzere benden teslim aldı.

Mektubuma Fuad beyin ellerinden öperek başlamış, altı kayıp kitap hakkında kısa bilgiler aktardıktan sonra, sözlerime: “Şiddetle merak ettiğim bu soruların cevabını ancak sizden öğrenebileğimi düşündüğüm için şahsınızı meşgul edeceğim. Alâka göstermeniz, benim gibi bir hadis öğrenciçin çok büyük ğer taşır. Şimdiden teşekkürlerimi arzediyorum.” diyerek son vermiştim. Yani nezâket ölçülerine gereken hassâsiyeti göstermiş, onun kırılgan yapısını da gözönüne alarak yanlış bir söz sarfetmemeye dikkat etmiştim. Ancak bundan sonraki gelişmeler gösterdi ki, farkında olmadan haddimin fevkinde ve çok daha başka bir suç işlemişim!..

Kasım ayının ilk haftası Enstitü’ye giden ağabeyimiz, Fuad beyin önünde paketi açıp içinden tezi çıkararak kendisine verirken: “Genç bir ilim yolcusunun size bir armağanı var. Tezinin kütüphanenizde bulunmasını ve sizin buna bir gözatmanızı istiyor.” demiş. Fuad bey “nerede yapılmış bu çalışma?” diyerek tezi eline aldığı sırada kapağın altındaki İZMİR 1995 yazısı gözüne çarpınca: “Buralarda ilim adamı olmaz!” diyerek şüphe ızhâr etmiş. Daha sonra, içinde katlanmış vaziyette duran mektubu farketmeksizin sayfaları çevirmiş ve tesâdüf bu ya, bir anda son taraflarda yer alan kendi kitabıyla ilgili tenkid içeren cümleleri yakalamış. (32) Çılgına dönen hoca: Böyle şerefsiz bir kitabı kütüphanemde görmek istemem!” diyerek onu öfkeyle bir kenara fırlatmış. Emanetin içinde ne olduğunu bilmeden böylesine elîm bir suça âlet olduğunu anlayan ağabey de ne yapsın; apar topar kitabı Fuad beyin elinden kurtararak özürler dilemiş ve teskîn etmek maksadıyla aleyhimde sözler sarfetmiş. Fuad bey ona, bana derhal bir mektup yazarak gerekeni söylemesini; yazmayacak olursa bu mektubu kendisinin kaleme alacağını ihtar etmiş. Aradan bir müddet geçtikten sonra bile hâdisenin etkisini üzerinden atamayan hoca, o mektubun yazılıp yazılmadığını tekrar sormuş. O da çaresiz; “yazdım.” demek zorunda kalmış…

Aylar sonra olanları ilk ağızdan dinlediğimde; bu şöhreti dünyaca malum ve mesleğinin duayeni “üstad”ın akıl almaz tavrı sebebiyle şaşkına dönmüştüm. Ulûm-i İslâmiyyeye sayısız hizmeti geçmiş böylesine değerli bir insan için bir yandan; gıyâbımda ne derse desin; kâsesi Leylâ tarafından kepçenin tersiyle vurularak kırılan ve çorbadan mahrum kalmak pahasına özel muâmele” gördüğü için çocuk gibi sevinen Mecnûn’dan farklı bir düşünceye kapılmamalıyım dedim. Diğer yandan da burkulan gönlüme, muhaddislerin pîri Zührî’nin ßäøÇ äÃÊì ÇáÚÇáãó ¡ İãÇ äÊÚáøã ãä ÃÏÈå ÃÍÈøõ ÅáíäÇ ãä Úáãå diyen sesini duyurmadan edemedim.

Ve aklıma, yıllar önce dinlediğim, yakın tarihimizden bir kıssa gelip takıldı…(33)

Türk gazeteciliğinin en değerli halkalarından birini teşkîl eden Tercümân-ı Hakîkat’i (1878-1922) vefât ettiği 1912 yılına kadar aralıksız çıkaran Ahmed Midhat efendi, gazetesindeki bir yazı dizisinde devrin kıymetli kalemlerinin isimlerini vermiş, ancak bunlar arasında Fatih dersiâmlarından Mustafa Sabri (1869-1954)’yi saymamıştır. Bir meclisde gazetenin o sayısını eline alan Müderris Mehmed Zihni efendi (1845-1913), yazıya şöyle bir göz gezdirdikten sonra Mustafa Sabri’den bahsedilmediğini farkederek, etrafındakilere onun çok güzel yazılar yazdığını, isminin geçmemesinin bir eksiklik olduğunu söyler. Orada bulunanlardan İpekli Hâfız İbrâhim efendi: “Ama efendim, o sizi de tenkit ediyor.” diyerek Mustafa Sabri efendinin Beyânü’l-Hakk Gazetesi’nde “Raddî alâ mâ fi’l-Kavli’l-Ceyyid mine’r-Radî” başlığını taşıyan bir eleştiri dizisi neşretmekte olduğundan sözeder. (34) Zihni efendinin, yaş ve tecrübesinin getirdiği kemâl ile telâşa kapılmadan verdiği cevap şudur: “Zararı yok, helâl olsun neşretsin!”.

* * *

Başkalarını eleştirme hak ve liyâkatini kendine tanıyan bir kimsenin, kendisini eleştirebilme hakkını da başkasına tanıması gerektiğini düşünüyoruz.

Cemil Meriç, 1964’de Jurnal’ine kaydettiği bir notunda şöyle der: Münâkaşada zafer, mağlup olanındır; yenilmek zenginleşmektir. Karşınızdaki, göremediğinizi gösterecek size.” .

Ne var ki, Fuad hoca bizi bundan mahrum bıraktı.

 

 

 

 

DİPNOTLAR

 

1) Bu kitapların isim ve râvîleri için bkz. İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshâk, el-Fihrist, Leipzig 1871, s.230; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, İstanbul 1943, II/1087; el-Askalânî, Ali b. Hacer, Hedyü’s-Sârî Mukaddimetü Fethi’l-Bârî, Kahire 1986, s.516-517; el-Askalânî, Tağlîku’t-Ta’lîk alâ Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut 1985, V/435-437; Abdü’l-Hâlık, Abdü’l-Ğanî, el-İmâmü’l-Buhârî ve Sahîhuh, Cidde 1985, s.149-154; el-A’zamî, Muhammed Mustafa, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Buhârî Maddesi, İstanbul 1992, VI/371; Sandıkçı, S. Kemal, Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar, Ankara 1991, s.13-20.

2) Bu isim, 1353/1935’de vefat eden Tirmizî şârihi Ebu’l-Ulâ Abdurrahmân b. Abdi’r-Rahîm el-Mübârekpûrî ile karıştırılmamalıdır. Ehl-i Hadis Ekolü’ne mensup bulunan iki âlim de aynı hocaya; Hindistan’ın meşhur muhaddisi Miyân Sâhib Seyyid Nezîr Hüseyn ed-Dehlevî (v. 1902)’ye talebelik etmişlerdir.

3) el-Mübârekpûrî, el-Allâme eşeyh Abdü’s-Selâm, Sîretü’l-İmâmi’l-Buhârî, (neşr. İdâretü’l-Bühûsi’l-İslâmiyyeti ve’d-Da’veti ve’l-İftâ bi’l-Câmiati’s-Selefiyye, Benaras/Hindistan), Bombay 1987, II.Baskı, s. 146-157.

4) Bu zat, eseri neşreden el-Câmiatü’s-Selefiyye adlı kurumun (1963) kurucusudur.

5) Sire, s.155.

6) Keşfü’z-Zünûn, I/379.

7) el-Fihrisü’şâmil li’t-Türâsi’l-Arabiyyi’l-İslâmiyyi’l-Mahtût (el-Hadîsü’n-Nebeviyyü’şerîf ve Ulûmühû ve Ricâlühû), (neşr. el-Mecmeu’l-Melekî li Buhûsi’l-Hadârati’l-İslâmiyye), Müessesetü Âli’l-Beyt, Amman 1991-1992. Sadece hadisle ilgili son 3 cildini görebildiğimiz bu kataloğun, daha önce (1986-1991 arası) Kur’an İlimleri (tefsir, tecvid, kıraat) ile ilgili 27 cildinin neşredildiğini, böylece 1992’de 30 cilde ulaşğıönsözünden öreniyoruz.

8) el-Fihris, I/595. İkinci olarak zikredilen kütüphanenin kataloğu, 1974’de Fas/Rabat (er-Ribât)’da basılmış. A.g.e., III/1935.

9) A.g.e., III/1935.

10) Daudi, Zaferullah, Şah Veliyyullah Dehlevî’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, İstanbul 1995, s.220-221; dipnot.

11) Sîre, s.152.

12) Mübârekpûrî, Abdurrahmân, Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Câmiı’t-Tirmizî, Beyrut 1990, Mukaddime, I/265-266.

13) el-Fihris, III/1359.

14) Sîre, s.151.

15) el-Buhârî, Muhammed b. İsmâil, et-Târîhu’l-Kebîr, Diyarbakır, ts., II/60.

16) İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Kahire 1972, Mukaddime, I/1.

17) el-Fihris, I/189-190.

18) Sîre, s.150.

19) Tuhfetü’l-Ahvezî, Mukaddime, I/263.

20) Karl Marx 6 [25]’de İbn Ebî Âsım’a ait olduğu bildirilen bir et-Tefsîru’l-Kebîr kaydı vardır. Bkz. el-Fihris, III/1459.

21) Sîre, s.149.

22) Ebû Sa’d (veya Ebû Saîd) İsmâîl b. Abdi’l-Vâhid b. İsmâîl b. Muhammed el-Bûşencî. Herat’lı Şâfiî fakîhi. Bkz. el-Hanbelî, İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Beyrut, ts., IV/112; İsmâil Paşa, Bağdatlı, İdâhu’l-Meknûn fi’z-Zeyli alâ Keşfi’z-Zünûn, İstanbul 1945, I/388.

23) el-Aynî, Bedru’d-Dîn, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, ts., I/6; Sîre, s.154.

24) el-Bağdâdî, Ebû Bekr el-Hatîb, Târîhu Bağdâd ev Medîneti’s-Selâm, Beyrut, ts., II/25.

25) Abdü’l-Hâlık, Abdü’l-Ğanî, A.g.e., s.151.

26) Sîre, s.148.

27) T. D.V. İslam Ansiklopedisi, VI/371.

28) Sandıkçı, S. Kemal, A.g.e., s.19; 61 no’lu dipnot.

29) el-Fihris, I/321; G.A.L. I/264 ve G.A.S. I/133’den naklen. Patna şehrinin batı kesiminde bulunan ve Azîmâbâd diye de bilinen Bankipur bölgesi, 18.000 civarında yazma eser ihtivâ eden kütüphanesiyle ünlüdür. Bu kütüphane, The Patna Oriental Public Library veya Khuda Bakhsh Oriental Public Library adlarıyla bilinir.

30) Sezgin’in elimizdeki Enstitü adresi ve telefonu şöyledir: INSTITUT FÜR GESCHICHTE DER ARABISCH-ISLAMISCHEN WISSENSCHAFTEN, D-6000 Frankfurt, 1.Beethovenstrasse 32. Tel: (069) 7560090.

31) Kendisi 1997’den bu yana D.E.Ü. İlahiyat Meslek Yüksek Okulu’nda Tefsir öretim görevlisidir.

32) Basılmamış tezimin 199. sahifesi ile 224. sahifeleri arasında “Muallak Hadisin Tarifi ve Buhârî’nin Ta’lîkleri” başğı altında yer alan bu tenkitler, Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar (İstanbul 1956) adlı eserinde Sahîh’deki tüm ta’lîkâtın vicâde ifade ettiğini savunarak İbn Hacer’in konuyla ilgili vuzuhsuzluğu gideremediğini iddia eden Fuad Sezgin’in göşleri hakkındaydı. Kitabının omurgasını teşkil eden bu en önemli iddiasının reddiyesi, tezimin 207. sahifesinde: İbn Hacer’in, yukarıda maddeler haline sokarak ve örneklevanlaşılır biçimde sunmaya çalışğımız izahları, Fuad Sezgin tarafından daha farklı; karışık ve anlaşılmaz tarzda sunulmuştur. Sezgin, t’lif bakımından Hedyü’s-Sârî’ye göre daha mukaddem olan Ta’ğlîku’t-Ta’lîk’in mukaddime kısmını tercüme etmekle yetinmiş; bu çeviri içinde 12 adet tercüme hatası yapmıştır. Biz bunları, 1950’li yıllarda henüz el-yazması olarak bulunan bir eserin okuma zorluğundan kaynaklandığına hamlediyoruz…” cümleleriyle başlamakta ve dokuz sahife boyunca devam etmektedir.

33) Bu hikâyeyi ilk defa, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde örenci olduğum yıllarda Arapça hocamız (Yrd.Doç.Dr.) Halit Zevalsiz’den, daha sonra da bazı düzeltmelerle (Doç.Dr.) Ahmet Turan Arslan beyden dinledim. Her ikisi kıssayı, İstanbul Müftüsü Şeref beyin vefâtının sene-I devriyesi münâsebetiyle düzenlenen bir hatim merâsiminde Ali Yakup Cenkçiler (v.1988) hocadan duymuşlar ve Emin Saraç’a da onaylatmışlar. Onlar ise, Mısır’da talebe oldukları sırada Mustafa Sabri efendiden dinlemişler

34) Pazartesi günleri yayımlanan haftalık dînî, edebî, siyâsî, fennî gazete Beyânü’l-Hakk’ın başyazarı ve Tokat mebusu Mustafa Sabri, yukarıda başğı verilen yazı dizisinin ilkine, el-Kavlü’l-Ceyyid’i ve müellifini şu sözlerle tenkit ederek başlamaktadır: “…Ancak hakîkat-ı mezkûreye mudâd ve münâfî diğer bir hakîkat-ı elîme olmak üzere bu kitap, Hatîb-i Dımeşk, Seyyid Şerîf, Fâdıl Siyelkotî ve bilhassa Allâme-i Teftâzânî, hattâ biraz da Fîrûzâbâdî, Zemahşerî, Abdü’l-Kâhir ve Şeyh Radiy gibi meârif-i İslâmiyyenin en ziyâde hazâin-i metrûkeleriyle geçindiği zevâttan bazıları hakkında zebândirâzlık (hakâret, dil uzatma)ları muhtevî olduğundan, bu sûretle hakîkî bir kuvve-i ilmiyye sâhibinin, daha büyük bir takım kuvây-ı ilmiyyeyi tanımak iktidârından mahrûm kalması; o kadar kudret içerisinde bu kadar cehâlet; -tabir mazur görülsün- insanı hayretten hayrete düşürüyor…” . 9 Cemâziye’l-Âhir 1327 (28.06.1909) tarihli 31. sayıda başlayıp, 11 Receb 1328 (19.07.1910) tarihli 69. sayıda sona eren ve yaklaşık 120 sütun tutan bu dizinin el-Kavlü’l-Ceyyid’den sırayla sayfa gösterilerek kaleme alındığını, ancak kitabın yarısına gelindiğinde yazıya son verildiğini görüyoruz