11 Eylül saldırılarını
gerçekleştirerek Afganistan merkezli, Ortadoğu'ya doğru yayılan küresel
bir savaşın doğmasına neden olan El-Kaide örgütü, internette
Al-Ansar adlı iki haftada bir yenilenen bir dergiyi yayına soktu
Bu internet dergisinde Usame bin Ladin'in
sağ kolu olarak bilinen Ebu Ubeyd El-Kuraşi'nin imzasıyla yayınlanan
"Savaşların Dördüncü Kuşağı" başlıklı yazı,
El-Kaide'nin "savaş doktrinini" belgeledi :
"1989 yılında, bazı Amerikalı askeri uzmanlar, "geleceğin
savaşında" çok önemli değişimler yaşanacağını öngördüler.
Söyledikleri, 21.yüzyılın savaşının "Savaşların Dördüncü
Kuşağı" olarak adlandırılabilecek yeni bir yapı taşıyacağı
yönündeydi.
Diğerleri ise buna
"Asimetrik Savaş" adını verdiler.
Askeri
tarihçiler, sanayi devrimi sonrasında yaşanılan savaşları esas
olarak üç ana başlıkta inceler ;
Birincisi,
askerlerin cepheye yığılarak ellerindeki basit tüfeklerle gerçekleştirdikleri
savaştır.
İkincisi, Amerikan İç
Savaşı ile Birinci Dünya Savaşı arasında geçen süredeki savaşlarda
düşmanın ekonomik hedeflerinin yok edilmesi ve yeni üretilen makineli
tüfeklerle mümkün olduğunca fazla düşman askerinin yok edilmesine
dayanan yapılanma.
Üçüncü Kuşak
Savaş Doktrini, İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ordusunun düşmanı
tanklar ve savaş uçaklarıyla kıpırdayamaz hale getirmesiyle yaşama
geçti.
Bu gelişme, Birinci Dünya
Savaşı'nın "cephe savaşlarından" çok farklı bir yapı gösteriyordu.
"Dördüncü Kuşak Savaş" teorisyenlerine göre ise, geleceğin
savaşları, sadece düşmanın ekonomik ve askeri hedeflerini yok
etmekten çok, sosyal yapıyı çökertmeyi hedefleyecekti. Bu
teorisyenlere göre, tv yayınları, yeri geldiğinde bir zırhlı
tugaydan çok daha büyük önem taşıyacak, hatta, düşman cephesinin,
arkada, sosyal patlamalarla çökmesine neden olacaktı.
Diğer
batılı uzmanlar bu yaklaşımlara karşı çıktılar. Bunlara göre,
yeni savaşlar, tv'ler başta tüm haberleşme güçleri kullanılarak düşman
savaş plancılarının beyinlerinin karıştırılmasına, bu insanların
üzerinde psikolojik baskı kurulmasına dayanacaktı. Burada hedef, yönetici
elitin baskı altına alınmasıdır. Bu yaklaşıma göre, bu savaşlar,
genelde "gölgedeki bir düşmana karşı" yerkürenin bir çok
yerinde birden başlatılan küçük çaplı askeri harekatlardan oluşacak
ve hedefleri de siyasi, sosyal, ekonomik yönde olacaktı.
Bu
teorsiyenlerin görüşleri doğrultusunda batılı orduların son derece
yüksek maliyetli bir yeniden yapılanma sürecine girmeleri kaçınılmazdır.
Bu noktada, göremedikleri gerçek, bu yeniden yapılanma sürecinde yaşanılacak
boşluktur. İşte bu nedenle, bir devleti bile olmayan bazı unsurlar,
ulusal devletlere kafa tutar hale gelmişlerdir.
Müslüman
toplumu, son yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş döneminden
bu yana yaşayamadığı pek çok zaferi aynı anda yaşadı. Bu zaferler
son 20 yıl içinde en iyi donanımlara sahip, en iyi eğitimlerden geçmiş
dünyanın en tecrübeli ordularına karşı kazanıldı (Afganistan'da
Rusya, Somali'de ABD, Ççenistan'da Rusya, ve Güney Lübnan'da İsrail
varlığı).
Afganistan'd Mücahidler,
o dönem, dünyanın en büyük ikinci ordusu olarak tanımlanan bir
orduyu yendiler. Aynı şekilde son derece küçük ve basit bir
Somali aşireti, Amerika'yı yendi ve bu ülkeden çekilemesine neden
oldu. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra Çeçen Mücahidler Rusya'yı
yendiler. Lübnan'daki direniş ise, İsrail'in Güney Lübnan'dan tek
taraflı bir kararla çekilmesine neden oldu. Tabii ki, bu zaferler, düşmanların
esas kurumlarını etkilemedi. Zaten, biz burada bunu tartışmıyoruz.
Ele aldığımız konu tamamen askeri açıdan bir bakışı gündeme
getirmektedir.
Öncelikle, bu
orduların elindeki teknoloji, bütün dünyayı yok edecek düzeye gelmiş
de olsa, büyük orduların zafer kazanmasına yol açmamıştır. Örneğin
Mücahidler, sadece dağlarda saklanarak bu tür büyük bir orduyu yok
etmişlerdir.
Bütün bu örnekler,
işgalci bir orduyla ona karşı direnen küçük unsurlar arasında geçen
savaşlar olduğu için El-Kaide'nin bugün yaşamakta olduklarına uymadıkları
söylenebilir. El-Kaide, bugün kendi topraklarında savaşamamaktadır.
Bu iddiaları yanıtlamak istiyorum : Birincisi,
El-Kaide, yerel bir savaş gücü olan Taliban ile birlikte savaşmıştır.
El-Kaide, bununla birlikte savaştığı toprakların yaşamakta olduğu iç
çatışmaların çok üzerinde bir yapı göstermiştir.
El-Kaide,
11 Eylül günü, geçmişte Sovyetler Birliği'nin yapamadığını gerçekleştirerek,
Amerika'nın tüm stratejik savunma sistemini çökertmiş olmaktan
gururludur. El-Kaide bu eylemle erken uyarı, savunmaya dönük karşı
saldırı ve caydırıcılık kavramlarını yerle bir etmiştir.
Erken
uyarı : 11 Eylül saldırısıyla El-Kaide, Japonlar'ın 1941'de Pearl
Harbor, Nazi'lerin aynı yıl SSCB'ye ani saldırısı, 1968'deki Çekoslavakya'nın
Sovyetler tarafından işgali, 1973'te İsrail'in Bar-Lev Savunma Hattı'nın
geçilmesi gibi çok az örnekleri bulunan bir işi becererek düşmanın
tüm erken uyarı sistemini delmiştir. Bununla birlikte,
"bireyci" bir yapıya sahip olan Amerikan toplumunda, yukarıda
sözü edilenlerden çok daha büyük yara açmıştır. Bu, özellikle,
İç Savaş'tan bu yana hiçbir savaştan etkilenmemiş Amerikan toplumu açısından
ödenmesi gereken çok yüksek bir ekonomik ve ruhsal bedeldir.
Karşı
saldırı : Erken uyarı sisteminin çökmüş olması, Amerika'yı
hareketsiz bırakmıştır. Hızlı karşı saldırı ancak, erken uyarı
sisteminin çalışması halinde geçerli olabilecektir.
Caydırıcılık
: Bu kavram, bir savaşta, sağ kalmak ve düşmanını yenmek isteyen iki
tarafın doğru görüşüne dayanır. Eğer taraflardan birinin sağ
kalmak gibi bir düşüncesi yoksa, 11 Eylül'de olduğu gibi çöker. Bu
kavrama dayanan tüm yapılanmalar, kurumlar ve mekanizmalar işlevsiz
hale gelir.
Ölümü baştan
kabullenmiş bir insanı neyle caydırabilirsiniz?
Bu
üç unsurun yok edilmesiyle birlikte El-Kaide aynı zamanda düşmanın
psikolojik çöküntü içine girmesine neden olmuştur. Teorisyenler,
"eğer düşmanını ruhsal açıdan çökertmek istiyorsanız onu,
kendinden en çok emin olduğu yerde vurun" derler. Bu görüş,
Mücahidler'in New York'a yaptığı saldırıyla birebir örtüşmektedir.
Bu
noktada, uzmanların önemle ele aldıkları bir konuyu, Amerika ile Mücahidler
arasındaki askeri dengesizliği değerlendirmeliyiz. Amerikalılar,
kendilerini "dördüncü kuşak savaşlara" göre hazırlarlarken,
ölmeyi amaçlamış insanların gerçekleştirdiği bir cihadla karşılaşmışlardır.
Şimdi
batılı uzmanlar tarafından yapılan tahliller, bu tür bir savaşın
kazanılmasının olanaksız olduğu yönündedir. İslami hareketler açısından,
artık, dördüncü kuşak savaşa yanıt verme zamanı gelmiştir.
Artık,
stratejik hedefleri belirlemeli ve savaş planımızı bu gerçekler doğrultusunda
yapmalıyız. Eski savaşlar döneminde, insanları sadece dini yönleriyle
değil, akıl ve ruhlarıyla bu tür davalra yönlendirebilmiş von
Clauswitz veya Mao Zedung gibi stratejler başarıya ulaşmışlardır. Müslüman
Filistin halkının, güçlü İsrail ordusuna karşı kazandığı
intifada zaferi de bunun en son örneklerinden biridir. Amerika artık, Mücahidler'in
ölümü göze alarak gerçekleştirdikleri eylemler sonrasında Müslüman
dünyasında yaşanılan "kahramanlaşma" eğilimini yok
edebilmesi için askeri bütünlüğünü ön plana çıkartmaya çalışıyor.
Oysa, Müslüman dünyasından dördüncü kuşak savaş teorilerine
gereken cevabı alacağını biliyor."