VARLIK PROBLEMİ
İnsanlar , varlıklarınlarının mevcudiyetinin farkındalığına sahipler mi? Bir varlık olarak insanı nasıl tanımlarız ? Hadi bir tanımlama yapmış olalım bu yaptığımız tanımlamanın hakikatini ne şekildedeğerlendirebiliriz ? İnsan olarak herşeyin bilgisine erişebilecekmiyiz ? Sınırlı bir varlık mıyız yoksa sınır gibi gözüken şeyler sadece bizim noksanlıklarımız birer yansımasından mı ibaret ? Aslonan ne ? Hakikat nedir ? İnsanı kendi başına bir değerlendirmeye almak ne derece doğru bir yaklaşım ? İnsanlardaki yaratılış farklılıklarının sebebi ne olabilir ? Bu duruma hikmet penceresinden bakılabilir mi? Herşeyden bağımsız bir şekilde kendi hayatımızı kendimiz mi çiziyoruz? İradenin yaşamdaki yeri ne? Bu gibi soruları arttırabiliriz. Aslında bu sorular binlerce yıldır yoruma tabi tutulmuş sorular ve her nesil bunları kendine göre yeni bir bakış açısıyla analiz etmek zorunda.
Yaradılışın gayesini anlamamış bunu sadece bir maddesel varoluş olarak algılayan insanlar bugün mutlu olamıyorlarsa bunun neticesini biraz da kendilerinde aramalıdırlar. Düşünmeyi rafa kaldırmış bir toplumdan da daha başka bir şey herhalde beklenemezdi. Kader mahkumlarına af adı altında yasa çıkartılmakta ama maalesef ki bundan düşünce suçluları yararlanamamakta! Bunu hangi mantıkla yaptıklarını halen kavrayabilmiş değilim. Bu ve buna benzer komikliklerin neticesinde toplum düşünme yetisini kullanamaz olmuştur. Toplumun yerine daima düşünen birileri vardır. Onlar herşeyi bilirler, herşeyin sahibidirler. Bu seviyeye nasıl geldiklerini bana da öğretseler onlara müteşekkir kalırdım.
Bügün, toplumda sanki yönetilenler ve yönetenler diye iki sınıf mevcut. Şimdi, bu iki grubu da biraz irdeleyelim. Yönetenlerden başlıyalım ; yönetim pozisyonuna nasıl gelmekteler? Toplumun birlikteliğini oluşturan adaleti ne kadar uyguluyorlar? Yönetmekten kasıtları insanlara bir faydalarının mı olması yoksa şahsi menfaat uğruna mı yapılmakta tüm bu işler?
Bana kalırsa, günümüz de bu yönetenler sınıfı büyük bir açmaz içinde. Birlik şuurunu dışlamakla hayatlarına yön vermekteler. Çevreledikleri dünyalarında onlar için herşey mubah olmakta. Diğer insanları, farklılıkları anlamaya çalışmak hiç te işlerine gelmemekte. Kendilerini bir tanrı derecesine yükseltmekte ve herşeyi kendi çıkarları doğrultusunda yön vermekteler. Ve bizlere de bu durumda tanrılarımıza itaat yada kulluk etmemiz gerekmekte galiba. Buna bir örnek olarak uluslar arası dış politikaya vermek istiyorum: bu disiplinde asıl olan kendi ülkenin menfaatleridir. Başkaları bizim dışımızdadır ve asimile edilmesi gereken düşmanlarımızdır. İnsanlar sadece birer piyon vazifesindedirler. Kısacası olaylara yaklaşımda insan değil menfaatler ( para, güç, ...) ön plandadır. Yönetenler sınıfına, yönetme hakkını kim vermektedir? Yönetim kurallarını kim belirlemektedir? Bu sorulara insanı dışlayarak cevaplamak oldukça basittir. Yani, davranışlarında bir tutarlılık yoktur bu sınıfın. Kendi aralarında bile asgari müştereklere sahip değillerdir. Tam bir dayatma hegemonyası içindelerdir. Kullanmış oldukları zorbalıkları bize kabul ettirmekte ve bizim de bunlara karşı bir cevapta bulunmamızı önlemektedirler.
Gelelim yönetilenlerin tarafına; onlar düşünmekten adeta ürken korku yuvalarıdırlar. Beyinlerini çalıştırmadan sadece sisteme uysunlar, sistemin doğruluğunu irdelemesinler ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın desinler, onları kısaca böyle tanımlayabiliriz. Ve bu durumun sorumlusu olarak geçmişi görürler. Bize yeterli eğitim verilmedi derler. Böylece, problemi çok ilgisiz bir noktaya çekerek yönetenler sınıfının yararına çalışmaktalar. Eğitimin verilen bir şey olmayıp, alınan bir şey olduğunu hiç kabul etmezler. Bu da kendilerini dar bir çerçeveye oturtmaları için geçerli bir zemin oluşturmaktadır. Ne yapalım böyle gelmiş böyle gider, kolaycılığına kaçmayı çok severler. Zevke, miskinliğe çok düşkündürler.
İnsanın ne olduğunu irdeleyememenin getirdiği bu aşırılıklar bizleri birbirimize karşı düşman durumuna getirmiştir. Herkesin herkese olan ihtiyacını gölgeledik ve bencilliklerimizi ön plana koyduk. Sonuç bu işte: mutsuz, gülmeyen, kendiyle barışık olamayan, geleceğe korkusuz bakamayan bireyler oluşturduk. Bunun sorumluluğunu tek bir kuruma , tek bir kişiye veya tek bir topluluğa yükleyemeyiz. Problemin varlığını kabul ediyorsak, problemin kaynağı hepimiziz.