1.Bölüm
Puslu bir hava vardı, gökyüzünde, ben bir çınar ağacının altında dinleniyordum. Yabani otların arasında bir papatya, açılmış saçılmış ama bu güzelliğini göstermeye utanan bir kız çocuğu yada eşinden çekinen yeni gelin gibi boynu bükük bir şekilde öylece otların arasında ürkekçe rüzgarla dans ediyordu. Belki de o an şunları geçiriyordu aklından "Yalnızım". Evet işte şu anda bende aynı şeyleri düşünüyorum yanı "Ben burada öylece yalnız mıyım?" derce sine duruyordum olduğum yerde kıpırtısız.”evet hayata karşı bazı suçlar işlemiş ve şimdi yapa yalnız kalmıştım. Peki şimdi neler olması gerekiyordu?”. Ona bir iyilik yaptım yargıladım ve suçlu buldum yaşayışını. Kopardım köklerinden biliyorum yaşamakta istiyordu, ama madem üzülüyordu, kendini yaban otlarından üstün görüyordu o zaman yaşamaması daha iyiydi. Öylece avuçlarımın içinde solup giderken üzülüyordum ama yaptığıma değil papatyaya hiç değil, kendime üzülüyordum çünkü ben de böyleydim çevrem yaban otlarıyla kaplanmıştı peki beni kim kurtaracaktı. İşte kafamı karıştıran soru buydu. Ben bu yüzden papatyaya yardım ettim özgür olması için, bu yüzden koparıp aldım onu köklerinden ve bu yüzden rüzgara saldım bir anda ellerimin arasından uçup gidişini seyrettim. İşte ya ben, ya ben nasıl rüzgarla dans edecektim yani bunu benim için kim yapacaktı...Ve işte sorularım gene yanıtsız kalırken ben yaban otlarının arasında bir papatya misali yaşarken öylece yalnızlığımın kimsesiz soğukluğunu bu kadar derin bir şekil de yaşarken içim içimi kemirirken seni düşünmek sensiz düşünmek. Sonra yaşam gelirdi aklıma, yaşamımın o gizemli anıları, kimsesiz, solgun akşamları, o ızdırap ve karanlığın ötesinde bir yerlerde görüşüm gelirdi aklıma, kendimi. Yaşamın en çocuksu haliyle sen gelirdin aklıma, ölüm geçiriyordum aklımdan, yüreğimden ve derin bir sessizlik aklımda bir boşluk, uçurumlar, kimsesiz, yoksun bir adam zamansız bir isyan, acemi tedirgin ve boş bir yokluk duyuluyordum yüreğimde. Evet işte yüreğim daralıyor her geçen dakika kendimi cehenneme daha çok yakın hissediyordum. O boşlukta bir gölge gibi senin hayalin beliriverdi. Ne olduğunu anlayamamıştım önce sonra sen gene her zaman ki sakin fakat yürekte çok büyük izler bırakabilen o tatlı masum gülümsemenle gölgelerin arasından bana merhaba dedin, ve gittin.
I
Bütün bunlar nasıl başlamıştı. Sanırım Aralığın 19’du hava biraz esiyordu üzerimde annemin bana 21. Yaş günümde aldığı palto vardı ütylü siyah yakaları uzun büyük düğmeli eski fakat çok güzel bir palto ve bu havada beni yeterince sıcak tutuyordu. Okuldan dönüyordum, yolda hiç tanımadığım birisi adımla seslendi bana, dönüp baktığımda büyük bir şaşkınlık içinde sadece adımla seslenen kişinin gözlerinin içine bakıyor ve yerimden kıpırdı yamıyordum. Bu kişiyi tanımıyor fakat tanıdığımı hissediyordum ama ne zaman ve nerede görmüştüm onu hatırlamıyorum. Hissettiklerimi eminim ki o da hissediyordu. Sonra yaklaştı ve sanki kulağıma fısıldar bir sesle yavaş sessiz ürkek bir şekilde bana “Benim gel” dedi; evet başka hiçbir şey söylemedi ben de peşinden gittim. Daha önce de geçtiğim sokaklardan geçtim fakat sanki şu anda vücudum benim yönetimimden çıkmıştı yani ayaklarım beni onun peşinden götürmeye başlamıştı oysa ki ben gitmek istemiyordum ama bir yandan da böyle bir güzelliğe sahip bir insan “bana ne yapabilir ki hem ben ondan daha güçlüyüm” diye düşünüyor sonra kendime merakla soruyordum. “acaba benden ne istiyor olabilir.” Hem korkuyordum hem de korkmuyordum. Onun yüzüne baktıkça korkum silinip gidiyordu. Ama düşünmeye başlayınca tekrar korkuyor ve bunu ona belli etmemeye çalışıyordum. Bu o kadar güzel bir yaratıktı ki İncecik ve küçük elleri vardı gözlerinde çok büyük ve korkulu bir şaşkınlık okunuyordu saçları siyah ve gözleri çakıl taşı gibi kocaman sanki göz yuvalarının bulunduğu boşlukta iki tane büyük siyah misket yerleştirilmiş gibiydi ve parıl, parıl parlıyordu. dudakları ince ve çenesi de dudaklarına çok büyük bir uyumluluk sağlıyordu zayıf açık tenli orta boylarda çok güzel çok narin bir yapısı vardı. Sonunda dış cephesi sarmaşıklarla ve yosunlarla kaplı, büyük fakat bakımsız bir bahçesi olan çok eski bir evin önünde durdu, daha öncede buradan birkaç kez geçmiş hatta bir keresinde bu evde kimleri yaşıyor olabileceğini merak etmiştim ama hiç araştırmamış ve bir daha bunu düşünmemiştim daha sonraları buradan geçişlerimde içimde hep bir tedirginlik hissetmiştim sanki beni çağırıyor gibiydi... Ve tekrar bana dönerek o ana kadar hiç konuşmamış birbirimize bakmamıştık, gözlerimizi hep kaçırmıştık . Bana döndü ve “hadi içeri girelim” dedi. Artık korkmaya iyice korkmaya başlamıştım ayaklarım sıtmaya tutulmuş gibi titriyor ellerim çözülmüştü o anda isteseydim de bir karşılık verebileceğimi zannetmiyorum.(halen o anı hatırladıkça bazen tedirginleştiğimi hissedebiliyorum) İçeri girdik burası çift katlı oldukça büyük bir evdi kapısı hemen hemen benim iki katım boyunda denecek kadar büyük ve gül işlemeliydi kapı çok açık bir yeşil renge boyanmıştı ama daha önce renginin siyah yada siyaha yakın koyun bir renk olduğu kapının bazı yerlerinde koyuluklardan anlaşılıyordu. İçeride pek fazla bir eşya yoktu hepsi, hepsi duvarın kenarına yaslanmış eski yaşlı bir saat (sanırım şu antika değeri taşıyanlardan) sağanlıkta büyük bir masa üç tane koltuk ve ufak bir sehpa dan başka da bir şey yoktu. Sanırım tek başına yaşıyordu elimden tuttu ve pekte sağlam gözükmeyen merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başlamıştık sürekli soruyordum kendime “benim burada ne işim var. Eve gitmem gerekiyor hemen buradan uzaklaşmalıyım”sonra dar bir koridordan geçerek en arkadaki odanın kapısının önünde durduk kapıyı araladı bu durum bana korku filmlerinde çokça rastlanan bir sahneyi hatırlattı ve “ şimdi içeriden kocaman dev gibi bir adam yada bir canavar çıkacak ve beni bir lokmada yutacak”diye düşünüyordum. Ama hiçbir şey olmadı kapı gıcırdı yarak açıldı ve içeri girdik . O heyecanla odaya şöylece bir göz attım ve odadakilerin büyük bir yatak bir sehpa yerde güzel At desenli bir halı yatağın kenarında bir komodin üzerinde kül tabağı ve duvarda kocaman bir tablodan başka bir şey yoktu. Beni doğruca yatağa çekti ve oturmamı söyledi. (şimdi o anda aklımdakileri düşünüyor ve bunların neden olduğunu düşünüyorum)Yatağın bir ucuna öylece yerleştim ve beklemeye başladım sonra o da yanıma oturdu ve bana ;
“seni uzun zamandır izliyorum sen de bana benzer bir şeyler var ve bunları senden öğrenmek istedim ve seni kendi evime çağırmayı düşündüm ve işte buradasın.”
Tam ona ne öğrenmek istediğini soracaktım fakat konuşmaya devam ederek.
“hem burada daha güvenli oluruz. Ve daha rahat konuşabiliriz.”
Sonunda bana sıra gelmişti ona döndüm gözlerinin içine baktım tam kalkıp gitmeyi düşünüyordum ki sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi hiç kafasını kaldırmadan:
“benden korkmana gerek yok sana zarar vermek yada bunun gibi bir niyetim yok yalnızca seni tanımak istiyorum...”Ve sözlerine devam ederek:
“seninde gördüğün gibi yalnızım ve sen benden daha kuvvetlisin yani sana zarar vermek istesem de veremem . şimdi lütfen otur ve sana kendimi tanıtmamam izin ver. Benim adım sima senin adını zaten biliyorum dedim ya seni uzun zamandır izliyorum ve seni kendime çok yakın hissediyorum çünkü aynı acıları yaşıyoruz ikimizde bu hayatta yalnız ve insanlardan farklıyız bu yüzden hayatımız boyunca eminim bunu sende yapmışsındır yani kendin gibi insanları aramışsındır.”evet bunu gerçektende yapmıştım ama bulamayınca vazgeçmiştim aramaktan”ve işte bende aradım ve sonun da seni buldum.” Sonun da bende söz alarak:
“daha önce sizinle karşılaşmıştık öyle değil mi?”
“evet, sanırım okuldan dönüyordunuz ve gene aynı dalgınlık vardı üzerinizde. Sizi görünce hemen tanımış fakat bir şey söylemeye cesaret edememiştim. Bu benim sizi ilk görüşümdü. Sadece sizin o anki merakınızı gidermek için size saati sormuş sonra geldiğim yöne doğru tekrar dönmüş ve eve gelip uzun süre sizi düşünmüştüm.”
“Şimdi siz de anımsatınca hatırladım. Çok garip bir şekilde yüzüme bakmıştınız
bunu sonra fark etmiştim sanırım benim böyle bir şüpheye düşmemem için saati sordunuz.”
Sima konuşmasını sürdürerek:
“evet ama sonunda tüm cesaretimi toplayıp doğruca sizin yanınıza gelmeyi
başardım.”
“evet ne sormak istiyorsunuz ben hazırım.”
Ama aslında hiç de hazır değildim içimde bu yabancıya karşı büyük bir öfkeyle karışık sevgi ve korku vardı. Duygularım çok karışmıştı beni takip etmesi benim hakkımda bilgi toplaması hoşuma gitmemişti ama aslında bir yönden de sevinmekteydim en azından bana benzeyen birisini bulduğum için benim gibi düşünen ve benim duygularımı taşıyan bir insan. İşte sonunda canlı bir şekilde aradığım insan karşımda durmaktaydı. Ama ona söyleyecek bir söz bulamıyordu ve o da aynı şekilde düşünüyordu sanırım o da söze nasıl başlayacağını bilmiyordu.
Bir süre böyle devam etti yalnızca birbirimize bakıyor ama hiçbir şey söylemiyorduk. Sonunda konuşmaya başladı ve bana :
“Şu anda neler hissettiğini anlayabiliyorum sanırım , diye söze başladı. Belki de bu durum seni korkutuyordur emin ol beni de aynı şekilde etkiliyor. Ama yapacak bir şey yok bunu kaçınılmaz bir son olarak düşün yani eninde sonunda bu karşılaşma gerçekleşmeliydi. Evet şimdi bana biraz kendinden bahsetmek ister misin. Yani insanların çevrendeki insanları ailen arkadaşların tabii varsa ama eminim ki yalnızlık seni her zaman çekiyordur. Evet lütfen biraz da siz konuşunuz.”
Evet aslında bu yabancı ile konuşmak dertleşmek sonra onu sevmek belki de ona aşık olmak sonra, sonra onunla çok uzaklara gidip insanlardan uzak kalmak evet bunu isterdim
Sonra sima ayağa kalktı ve sehpanın üzerinde duran kül tabağını alıp yeniden yatağa oturdu ve konuşmasını sürdürdü:
“Görüyorum ki halen benden çekiniyor belki de bana güvenmiyor bu yüzden de
kararsız kalıyorsunuz. Bun da haklı olabilirsiniz yani sizinle beraber bazı gerçekleri bulabileceğimize inanıyorum ve o zaman bu dünyada ki yalnızlığımızı azınlığımızı daha açık ve net bir şekilde bulma şansımız da olabilir ve o zaman şimdikinden daha yalnız olabilir ve belki de birbirimizden bile.”
Son sözünden sonra hiçbir şey söylemedi. Aradan neredeyse üç dört dakika böylece geçip gitti hiçbir şey konuşmadan ve sonunda sıranın kendisine geldiğini anlayan Erdem ilk önce Sima ya şöyle tepeden bir baktı ve :
“Evet sanırım birbirimize çok benziyoruz. Bir an durakladıktan sonra ; sanırım
insanlardan farklı olduğum gerçeğinden yani çoğunluktan farklı olduğum gerçeği hiçbir zaman yakamı bırakmayacak ama bu farklılıktan nefret ediyorum yani insanları artık kıskanıyorum benim hayatım boyunca hiç arkadaşım olmadı olduysa da bir süre sonra bende ki farklılıktan dolayı ya onlar benden uzaklaştı ya da ben onların tek düzeliliğinden sıkılıp onlardan kaçtım. Şimdi ise sen geçmiş karşıma bana birbirimize benzediğimizi söylüyorsun peki kabul edelim ki birbirimize benziyoruz yada bir elmanın iki yarısı olduğumuzu farz edelim, bu neyi değiştirir söyler misin arayacağımız şey nedir? Ve diyorsun ki belki sonunda kendi yalnızlığımızdan başka bir şey bulamayabiliriz. Ben zaten yalnız olduğumuzu biliyorum ve bak bizim birbirimizi bile bulmamız çok zor olduğunu söylüyorsun o zaman bana sorarsan aramanın bir anlamı yok eğer istersen yalnızca biz oluruz belki bu çok çabuk bir karar olacak ama istersen eğer aklımdan geçenleri sana söyleyeyim.”
Bundan sonra biraz duraklayan Erdem derin bir nefes aldı ve Simanın gözlerinin içine bakarak sözlerine devam etti:
“İstersen buralardan gidebiliriz hemen şimdi senin bu evden benimden ailemden
başka kaybedebileceğim bir şey olduğunu zannetmiyorum. Evet kabul edelim ki biz yalnızız ve belki de deyim doğru ise biz türümüzün son örnekleriyiz. O yüzden ben bu arama işini lüzumsuz bulduğumu söylemek zorundayım. Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? Benimle gelmek istiyor musun? Yoksa aramaya devam mı edeceksin?”
Bunu sorduktan sonra cebinden bir paket sigara çıkartıp sima yada bir tane uzattı ve sigara içmeye başladılar konuşmuyorlardı sanırım simanın düşündüklerini anlayabiliyordu. Sigaraları bitince sima döndü ve:
“Belki de bekli de gerçekten buralardan gitmeliyiz. Peki ama gidebileceğimiz bir
yer var mı?” Erdem’ e baktı ve sustu sonunda erdem :
“Bilmiyorum, bilmiyorum şimdi ne yapacağımızı bilmiyorum, ama öğreneceğiz
yani belki de gitmemiz gerekiyor. Birbirimizi bulduğumuza göre daha fazla buralarda kalmamızın bir anlamı yok bence. Sen ne diyorsun?” Ve sima ya dönüp baktı bunları söylerken gözlerini duvarda asılı duran tablodan hiç ayırmamıştı, o anda aklına tabloda ki kişinin kim olduğunu sormak geldi ama nedense bu düşüncesinden dolayı biraz utandı ve hiç soru sormamayı yeğ tuttu. Sonra sözlerini devam etti :
“Evet haklısındır belki de, yani biz den başkaları olduğu konusunda ama onları
nerede ve nasıl arayabiliriz söyler misin ? Yani onları bulmamız neyi değiştirecek biz önceden yalnızdık şimdi ise beraberiz yani artık yalnız değiliz, peki o zaman onlara neden ihtiyaç duyalım söyler misin lütfen ?” (ve Simaya doğru yavaşça dönerek sözlerini sürdürdü :
“Bence biz birbirimize yeteriz ve bu bizim mutlu olmamızı sağlayabilir. Ya sence?”
Simanın suratında belli bir ifade yoktu yalnızca erdem’ e dönmüş ve donuk bakışlarla onu dinlemekteydi. Erdem’ in bakışları alev alevdi, sanki içinde bir ateş yanmaktaydı ve her saniye güçlenmekteydi... ve bu ateşi simanın fark etmesi uzun sürmedi ona dönüp baktı ve özür dileyerek söze başladı ve sözlerine devam etti:
“Aslında sen haklısın ama ben yalnızca biz olduğumuza inanmıyorum ve bizim
gibi bu acıyı ve farklılığı derinden hisseden ve bunları yaşayan insanları bulup onlarla dertlerini ve acılarını paylaşmak istiyorum işte bu yüzden onlara ulaşmak zorundayım ve sen olsan da, olmasan da bunu yapmalıyım bu yüzden senden af dilemeliyim. Çok üzgünüm.” Dedikten sonra arkasını döndü ve yavaşça ayağa kalktı sanki gitmeye hazırlanıyor gibiydi. Erdem hiçbir şey söylemedi. Yalnızca onu izledi ve peşinden aşağıya indi. Daha sonra söz alarak :
“Artık gitsem iyi olacak belki de daha sonra görüşebiliriz. Sen ne dersin?”
Erdem artık simanın yüzüne bakamıyordu genç kızdan çekinir gibi bir hali vardı. Sima söz alarak :
“evet daha sonra görüşebiliriz ve görüşeceğiz de buna emin olabilirsin. Diyerek
arkasını döndü ve gerisin geriye yukarı çıktı.”
Erdem bu süre içersin de hiçbir şey düşünmemiş ve hiçbir şey söylemek istememişti. O da bahçeye çıktı bir süre evi saran sarmaşıklara ve evi kaplayan yosunlara baktıktan sonra bahçeden çıktı ve sokağın başına gidip oradaki otobüs durağında öylece birkaç dakika oturup yoluna devam etti bu süre içersinde hiçbir şey düşünememişti. Ama bir süre sonra kafasında anlamını çözemediği bir düşünce belirdi. Bütün bunların ne anlama geldiğini anlamayı o kadar çok istiyordu ki. Sonra neden diğer insanlardan farklı olduğunu düşünmeye başladı fakat buna da bir yanıt bulamadı. Ve sustu düşüncelerini susturmayı başarmıştı ama şimdi başka bir şey olmuştu ona daha önce hiç duymadığı bir duygu çekmeye özlemeye başlamıştı ve bunu içinde ta yüreğinde hissediyordu ve korkmaya başlamıştı yani böyle bir şeyi daha önce hiç tatmamış duymamış ve düşünmemişti. Ama şimdi olabilir miydi? bunu o da bilmiyordu ve bilmeye de korkuyordu. İçinden gelen bir titreme ile ürperdi olduğu yere yığıldı kaldı ne olduğunu anlayamadığı bir şeydi. Ve şu anda aklında ki tek şey hemen buralardan kaçıp kurtulmak tüm bu düşünceleri kafasından atmak duygularını felç etmek belki de öldürmek ama gitmeliydi... ve yalnızca gitmeliydi. Şu aklında ki tek gerçek buydu ve bunu gerçekleştirmekte acele ediyordu. Artık eve yaklaşmıştı ama evet gitmeden önce yapması gereken bir şey vardı. Yukarıya çocukluğundan beri onu gizleyen bir yer orayı ondan başka kimse bilmiyordu evlerinin arkasında bulunan koruluğa gitti. Büyük çok büyük ve yaşlı bir ağacın önünde durdu burası onun gizli yeri ve düşünmek için kullandığı bir yerdi ağacın hemen altında bulunan ufak bir kişi ancak sığabileceği ufak bir açıklıkta ağacın içindeki oyuğa giriliyordu. burası yetişkin bir insanın kolayca ayakta durabileceği kadar yüksek ve ayaklarını uzatıp oturabileceği kadar da geniş bir oyuktu Erdem içeri girdi ve oturup düşünmeye başladı gözünden iki damla yaş süzülerek indi yanağında aşağıya o da bunun nedenini yani neden ağladığını bilmiyordu ama ağlamak istiyordu daha önce hiç ağlamadığı gibi. Uzunca bir süre geçmişti Erdemin göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı ve kendinden geçti. Kendine geldiğinde havanın kararmış olduğunu gördü. Uyurken gördüğü düşü çok net bir şekil de hatırlıyordu.
Rüyasında büyük bir alandaydı. Etrafı insanlarla doluydu ama sanki onu göremiyorlardı yanından geçip gidiyorlar bazıları çarpıyorlar ama hiç kimse onu fark etmiyordu yanından geçiyorlar etrafından dolaşıyorlardı ama sanki onu hiç görmüyor gibiydiler. Sonra bir kız çocuğu Erdemin karşısında oturdu ve :
“ne oldu kayıp mı oldun sen de benim gibi?”
Bu altı yaşlarında sarı lüle lüle saçları mavi gözlü çok tatlı bir çocuktu üstünden mavi kısa etekli bir elbise ve sırtında koyu yeşil bir şal vardı... ve şimdi öylece oturmuş donuk gözlerle erdem’ e bakıyordu. Erdem ilk önce bir şey söylemedi sonra ayağa kalktı ve bağırmaya başladı.” Hey sizer beni görmüyor musunuz?” ama kimse Erdem’ i fark etmiyordu. Karşıdan gelen ufak tefek şişmanca göbekli bir adamı tuttu ve “beni görmüyor musun” ama adam sanki ondan çekiniyormuş gibi boynuna bir tarafa büktü ve hiçbir şey söylemeden yoluna devam etmek istercesine kollarını ileriye uzattı. Erdem adamı bıraktı ve ufak kıza döndü “beni görmüyorlar” ama sen bani nasıl görüyorsun ve onlar neden beni görmüyorlar. Küçük kız:
“Çünkü biz birbirimize benziyoruz... bir elmanın iki yarısı gibiyiz....çünkü onlar
bizden farklı yada biz onlardan farklıyız...”ve sustu yavaş yavaş sanki sözleri zorla söylüyormuş ve onu birsinin duymasından korkuyormuş gibi kısık ve tane tane konuşuyordu. sözlerine devam ederek :
“artık gitmelisiniz.” Diyerek onu itti.
Erdem kendini bir anda bir uçurumun boşluğunda buldu ve bir ot parçasına tutunmuştu eli kaydı ve düştü tam o sırada uyandı.
Şimdi ağacın tam yanında ayakta durmakta idi ve sanki hala rüyada gidiydi bir anda aklına Simayı o eski evde neden yalnız bıraktığı geldi aklına ve hemen gerisin geriye oraya simanın yanına gitmeye karar verdi. O anda yanından geçtiği insanların yüzüne bakıyor ama sanki onları görmüyor gibiydi. Eve vardığın bahçe kapı ve evin kapısının ardına kadar açık olduğunu gördü. İçeri girdi ve bağırmaya başladı tekrar tekrar bağırıyor “hey orada mısın?” “kimse yok mu?” ama cevap veren yoktu. Bir ara mutfakta bazı tıkırtılar duyduğunu zannetti gidip baktı ve bunların birkaç küçük kemiriciden başka bir şey olmadığını gördü ve sima aramaya devam etti evin her tarafına bakmıştı ama yoktu hiçbir yerde yoktu. Kendi kendine “gitmiş olmalı” diye söylendi ve o da evden çıkıp gitti akşam eve gittiğinde saat onu geçiyordu. Annesi çok merak etmiş ve hemen oğlunu soru yağmuruna tutmuştu.
“Nerelerdesin bu saatlere kadar, meraktan öldüm seni aramaya çıkmıştım biraz
önce geldim. Neredeydin lütfen söyle bana.”
Annesi kırk beş yaşlarında hayli genç ve güzel bir görünüme sahip orta boylarda ve hafif kilolu gözlerinde yaşlılık ve yorgunluk görülüyordu hayat karşı bir yorgunluk belirtileri vardı. Erdem annesinin yüzüne baktı hiç cevap vermeden doğruca odasına gitti kapıyı kilitledi ve hiçbir şey düşünmeden kendini yatağına attı. Ve uykuya daldı.
Burası pekte öyle büyük bir oda değil di içeride karyola yanı başında bir ders masası duvarda yazı tahtası, tablo ve kendisine ait yazılar, yerde desenli bir halı vardı ve pencerenin önünde üzerinde bir küllük ve sigaralık bulunan bir sehpa tüm oda bunlardan ibaretti.
“Çok kötü bir rüyaydı çok kötü ama bütün bunların anlamı nedir ? (aynı rüyayı
iki defa görmüştü) tüm bunların anlamı nedir? Evet onu bulmalıyım onu bulmam gerekiyor bir şeyler oluyor ama ne olduğunu bilmiyorum.”
O anda odanın ışığı yandı ve içeri yağmur hanım girdi ( bu arada Erdemin annesinin adı Yağmur’ dur Yağmur Özgür)oğlunun bağırdığını duymuştu ve oğlunun her zaman kinden daha farklı davrandığını da anlamıştı. Sorular sormaya ve onu yatıştırmaya çalıştı ama Erdem’ in hiç yatışmaya niyeti yokmuş gibi yataktan fırladı üstüne sabah giydiği kıyafetleri ve geçenlerde annesinin ona aldığı yeni paltoyu alıp çıktı. Hızlı adımlarla koşar casını ilerliyor ve bir yandan da “onu bulmalıyım, onu bulmalıyım” diye kendi kendine tekrar ediyordu. Annesi hemen onun ardından kapıya fırlamış ama onu gitmesine izin vermek zorunda kalmıştı. Dışarıda şiddetli bir rüzgar vardı Erdem paltoyu aldı için seviniyordu çünkü hava çok soğuktu doğruca gene o eski eve gitti ama gene kimseyi bulamadı... ve bunun üzerine sokaklarda dalgın dalgın dolaşmaya başladı öylece nereye gittiğini ya da o anda nerede olduğunun hiç farkında değildi. Ayakları öylece taşıyorlardı onu ve oda bunun farkında idi. Bir ara gölgelerin arasında birini seçer gibi oldu ama buna aldırış etmeden yoluna devam etmeye karar verdi. .X ırmağının oraya geldiğinde sanki arkasından birisi onu izliyormuş gibi bir şey doğmuştu içine arkasını döndü ve baktı biraz önce gölgelerin arasında gördüğünü sandığı selüluit şu anda tam karşısında durmaktaydı. Yüzünü tam seçemiyordu ama karşısında duran bir adamdı ve oldukçada iri bir adam (bu arada Erdem uzunca boylu iri yapılı oldukça sade bir yüzü ve modaya göre kesilmiş yakışıklı denebilecek kadar yakışıklı bir gençti) Erdemin neredeyse iki katı uzunlukta ve irilikteydi. Üzerinde uzun siyah süet ceket , altında mavi kareli bir gömlek ve siyah bir kot pantolon vardı. Adam yaklaştıkça yüzü belirgin bir hal almaya başlamıştı geldi ve Erdem’ e elini uzattı tokalaşmak üzere Erdem o anın şaşkınlığı ile yalnızca adama donuk bir şekilde baktı heyecanlı ve şaşkın bir ses tonu ile :
“siz de kimsiniz ve benden ne istiyorsunuz?”
Adam erdeme doğru baktı ve:
“Ben simanın çok yakın bir dostuyum adım da turan şimdi lütfen beni takip edin
sizi ona götüreceğim.”
“Ama nereye ? diye sormaktan kendini alamadı Erdem.”
“Simanın evine tabii ki.”
“Ama ben biraz önce oradaydım ve orada kimse yoktu .”
“Hayır oradaydık.”
II
Ve sustu Erdem de onu takibe koyuldu. Gene eski evin oraya geri gelmişti işte ama bu sefer yalnız değildi ve korkuyordu. Çokta heyecanlı idi ama bunu fark ettirmemeye çalışıyordu elinden geldiği kadar soğuk ve temkinli davranıyordu. Gene de bacaklarının titremesine engel olamıyordu. Doğruca yukarı çıktılar evet gerçektende Sima oradaydı işte ayakta duruyordu arkasını kapıya dönmüş duvardaki tablodan gözlerini ayırmadan Erdeme :
“Demek turan arkadaşımızla tanıştınız. “Dedi ve sustu sonra uzun bir sessizlik oldu, yalnızca dışarıda esen rüzgarın sesi duyuluyordu. Erdem daha fazla dayanamayarak konuşmaya başladı:
“Akşam buraya geldim ama yoktunuz. Biraz öncede geldim fakat olmadığınızı gördüm daha sonra *X* ırmağının kıyısında arkadaşınızın arkamdan geldiğini fark ettim ve dönüp onunla konuştuğumda bana sizin burada olduğunuz söyledi. Ama aslında ben buna inanmamıştım ama gene de gelmek istedim.”
“0 zaman neden şimdi buradasınız?”
Erdem bu soruya çok şaşırmıştı ama gene de yüz ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu, ve söz alarak :
“Çünkü sizi merak ettim ve sizi görmem gerektiğine inandım ve hem de sizin burada olup olmadığınızı kendi gözlerimle görmem gerekiyordu.” O anda Turan anısızın arkasını döndü kapıyı açtı ve odadan çıktı.
Turan odadan ayrıldıktan sonra ki birkaç dakika yalnızca bakıştılar ve Sima tekrar tabloyu göstererek konuşmaya başladı:
“O benim Büyük Annem, çok güzel bir kadınmış öyle değil mi? Onu hiç hatırlamıyorum ama ona karşı içimde büyük bir sevgi ve özlem var bunun anlamını bir türlü çözemedim.” Erdeme baktı ve : “sen ne düşünüyorsun?”
Erdem gözlerini yere dikti ve :
“ne düşünebileceğimi bilmiyorum.” Ve Sima ya bakamdan konuşmasını sürdürdü. (kafasıyla kapıyı işaret ederek) “peki ya o kim? Yani neden beni izlemesi için onu gönderdin?”
“Bunu yapmak zorundaydık...sen bizim için çok önemlisin...aslında şu anda biz neden bu kadar önemli olduğunu bilmiyoruz ama...(bir süre sustuktan sonra) önemlisin bunu biliyoruz.”
Daha sonra hiçbir şey söylemeden odadan ayrıldı. Odada yalnız kalan Erdem hiçbir şey düşünmeden bir süre öylece ayakta olduğu yerde boş gözlerle etrafına bakındı ve o da odadan ayrıldı. Hızla sokak kapısından çıktı ve koşmaya başladı Yağmur damlaları tokatlar gibi delice yağıyordu o anda ne Yağmur ne, ne soğuk , ne de dünya hiçbir şey düşünmüyordu, yalnızca buradan hemen uzaklaşıp yalnız kalabileceği bir yere yani ağaç kovuğuna girip derin bir uykuya dalıp belki de bir daha hiç gözlerini açmamacasına dalıp gitmek istiyordu hayaller alemine onu hiç yalnız bırakmayan hayalleriyle olmak istiyordu işte. Şimdi ise hayattan hiçbir umudu kalmamıştı. Kendi barınağına, kaçabileceği tek yer olan yaşlı ağaca doğru hızla gidiyordu. Yolda bir an rüyasında gördüğü küçük kızı gördüğünü sandı ve o tarafa doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladı. *Y* sokağından içeri girdi etrafına bakındı fakat kimsecikler yoktu yolun aydınlatan bir lambanın altına geldi ve çamurlu ıslak kaldırıma oturdu ve işte ağlamaya başladı artık kendini tutamıyordu, hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünüyordu artık. Ve sonunda ayağa kalktı etrafına bakındın birkaç dairenin ışıkları yanıyordu. Saat gece yarısını geçmişti ve çıkarken annesine de bir şey söylememiş olduğunu hatırladı. “acaba şimdi ne haldedir, kim bilir”. Eve doğru yürümeye başladı *E * meydanına geldiğinde gene aynı ufak kızı gördü. Evet işte bu oydu. Lüle lüle sarı saçlarıyla o şirin parlak renkli elbiseleriyle bu oydu. Küçük kızın yanına gitti ama sanki kız onu fark etmiyormuş gibi oynadığı oyuna devam etti. Erdem hiçbir şey söylemeden onu izlemeye koyuldu sonunda ne ile oynadığını merak edip baktı ve ürpererek geriye sıçradı. Küçük kızın elinde kanlı bir şekilde bir insan eli vardı. İlk önce Erdem bunun bir oyuncak falan olabileceğini düşündü ama hiçbir oyuncak bu kadar gerçekçi olamazdı bur gerçekti evet kesinlikle gerçekti. Erdem hızla koşmaya başlaı hiç durmadan hızla koşuyor Yağmur suratını tokatlamaya devam ederken o bunu fark etmeden koşmaya devam ediyordu sonunda ayağı bir taşa takıldı ve yere yuvarlandı. Suratı biraz sıyrılmış kolları sızlıyordu ayrıca sanırım dizlerindede birkaç sıyrık vardı ayağa kalktı gökyüzüne baktı ve “ YETER ARTIK,BÜTÜN BUNLARDAN NEFRET EDİYORUM”. Ve olduğu yere tekrar yığıldı.
III
Kendine geldiğinde şaşkınlık içersinde etrafına bakındı burasını tanıyordu evet burası Simanın eviydi. Buraya bugün üçüncü kez geliyordu. Ama bu sefer kesinlikle kendi isteğiyle gelmemişti onu mutlaka birileri getirmişti ve bu birileri yalnızca Sima yada Turan olabilirdi. Kafasını kaldırıp dışarıya bakmaya çalıştı evet daha gün ağarmamıştı ve halen eve varamamıştı.
Kapı yavaşça ve gene gıcırdayarak açıldı ve içeri Sima girdi. Elinde bir bardak su ve havlu vardı. Erdem’ in sırtından hafif, hafif iterek onu yatağa oturmasını sağladı ve suyu uzattı ardından da tüm vücudunda biriken terleri silmeye başladı. Ve Erdem‘e dönerek:
“Sonunda uyandın seni Turan getirdi buraya oldukça zorlanmış söylediği kadarıyla sen boyna bağırıp çağırıyor küçük bir kızdan bahsetmişsin yol boyunca. Kim bu küçük kız? Çünkü bildiğim kadarıyla kardeşin yok yada yakın bir akraban. Kim bu küçük kız.”
Ama Erdem’ in konuşmaya hiç niyeti yoktu. Düşüncesiz boş bakışlarla yalnızca Sima ya bakıyor ve hiçbir şey söylememekte gayret gösteriyordu. En sonunda Simanın gözlerinin bakarak konuşmaya başladı:
“Önemli değil sanırım rüya görüyordum.” Ama Simanın gözlerinde hüzün vardı
ve bu hüzün onu daha güzel yapıyordu o sanki ulaşılamaz bir güzellikte görünüyordu şu anda Erdem için.
Yavaşça yataktan doğruldu ve :
“Seninle ilk konuşmamızı hatırlıyor musun? Evet cevabın nedir? Geliyor musun?
Ve konuşmasını sürdürerek ; istersen o da gelebilir. Kafasıyla tekrar kapıyı göstererek. Ne diyorsun ?”
“bilmiyorum. Eğer seninle gelirsem neleri değiştirebileceğimizi bilmiyorum. Hem bunu Turan’ a da sormalıyız, biliyorsun o da bizim gibi, yani senin ve benim gibi hep dışlanmış yoksun kalmış hayattan ve şimdi biz birbirimizi bulmuşken bırakabileceğimizi yada onun beni bırakabileceğini zannetmiyorum o yüzden bunu ona da sormak zorundayız. Beni anlıyorsun öyle değil mi?” Erdem yalnızca kafasını sallamakla yetindi sonra sırt üstü yatağa uzandı ve öylece iri iri gözlerini tavana dikerek derin düşüncelere, hayallere daldı. “Evet lütfen ne düşündüğünü söyle....... belki de sen haklısın belki de gerçekten gitmeliyiz buralardan ama....... ama neden böyle kaçıyoruz....düşün bir, ya burada kalıp onlarla savaşmak istediğimi söyler....” ama gerisini getirmedi sustu uzun bir sessizlikten sonra sessizliği bozan gene Sima oldu.
“peki Turan’ı çağıralım ve onun bu konudaki düşüncelerini alalım. Evet ne diyorsun?ve hemen ardından Sima Turan’ı çağırmak için kapıya yöneldi ve odadan çıktı.
Ama şu anda Erdem bütün bunların hiç birinin önemli olmadığını ve Simanın kendisi için gittikçe daha önemli hale geldiğini düşünmekteydi bir yandan da aklında şunları geçiriyor ve “ya benimle gelmezse”bunları düşündükçe tüm vücudunda hastalıklı bir titreme başlıyordu. İşte bu onu korkutuyordu.
Sima döndüğünde yanında Turan da vardı. İkisi de Erdem’ in karşısına dikilip öylece durdular Erdem Turan a baktı ve sanki o anda koca bir dağın yamacında durduğunu zannederek irkildi. Zira Turan oldukça iri yapılı bir insandı ve Erdem yatakta uzanırken Turan ona daha büyük görünmüştü. Ve şimdi her şeyi daha net bir şekilde düşünüyor ve gözünde canlandırıyordu. Turan çocuk gibiydi sanki bu dünyada hiç yaşamıyormuş gibi bir hali vardı . Sanki bu dünyadaki bütün pisliklerden onu koruyan bir şeye sahip bir havası vardı. Bir palto giymişti ve bu palto onu kötülüklerden koruyordu. Fakat kötü neydi? Kötü olan şey neydi? Mesela bir insanı öldürmek kötü bir şey miydi? Yada bir insanı soymak, onu ezmek, sömürmek, ona tecavüz etmek? Bunlar kötü şeyler miydi ? Peki iyi olan şey neydi? Nedir iyi nedir? İnsanlara yardım etmek iyi bir şey miydi? Mesela bir insanın ölümü istemesi ve bir başkasının ona yardım etmesi yani ona istediğini vermesi onu öldürmesi bu iyi bir şey miydi? Değil miydi? Yani ona istediğini veriyorsun fakat kötü bir şey yaparak ama ona iyilik etmiş oluyorsun bu nasıl bir çelişkidir? Ya hiçbir şey doğru değilse? Ya hepimiz birer kuklaysak? Ya iyi yada kötülük diye bir şey yoksa? Yada ikisinden birisi, peki ne olacak, ne yapmamız gerekiyor mesela benim bu hayattaki rolüm ne, bir figüran mıyım? Yoksa, başrol oyuncusu mu? Evet bu sorulara cevap istiyorum.... ama ben, yalnızca ya bir hiçsem? Ve sustu belki de hayatında ilk defa bu kadar çok soru sormak istiyordu kendisine ve şu anda odadan süzülüp bir peri misali çıkan Sima ya sorular sormak istiyordu. O anda içeri yanında Turan ile birlikte odaya girdiler. Turan Erdem ‘e yaklaştı ve elini toklaşmak istediğini belirten bir şekilde uzattı. Erdem ilk önce uzanan ele baktı sonra gözlerini yavaş, yavaş önünde dikilmiş olan bu deve doğru kaydırdı. Ve o da elini uzattı. Bir an yalnızca bakıştılar sessizliği bozan Turan oldu ve Erdem’ e : “neden gitmeliyiz?” diye sordu ve sustu sanki isteyerek değil de, birisinin zoruyla söylemiş gibi bir hali vardı konuşurken. Ve Erdem kafasını duvardaki tablodan yana çevirerek:
“Buradan gitmeliyiz yalnızca bunu biliyorum.” Ve Turan dan yana
dönerek konuşmasını sürdürdü. “Peki burada kalıp ne yapacağız?”ve devam etti :
“evet... kesinlikle gitmeliyiz.”bana güvenmek zorundasınız.... yada ben yalnız giderim... ama siz gelseniz de gelmeseniz de gitmeliyim. Bunu bilmenizi istiyorum.