Hüseyin ÖZTÜRK / Muhteşem Cuma                  11.02.2001,Pazar                    Akit

Fatih Camii, Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’dan bu yana ilk defa böylesine muhteşem bir kalabalığa ev sahipliği yaptı.

Yüreğinin sesine kulak veren herkes oradaydı. Gelenlerin yüzlerindeki ifadeler kalplerinin aynasıydı. Müthiş bir duygu seli vardı. Birlik, beraberlik, sevgi, aşk, yardımlaşma, kardeşlik buydu ve her şey gerçekten muhteşemdi.

Hocaefendi’yi tanıyan, tanımayan, İskenderpaşa Cemaatine mensup olan, olmayan, onbinlerce insan, Fatih Camii’ne girebilmek için adeta caminin dış duvarlarını tavaf ediyorlardı.

Saat “onbir”den itibaren caminin avlusuna girmek mümkün değildi. Yanımda Mehmet Doğan ve diğer misafirlerim vardı ve dört ayrı bahçe kapısını zorladığımız halde giremedik.

Ancak Malta Çarşısı tarafında, kıyıda köşede bir yer bulabildik ve olduğumuz yere çöktük. Caminin ihata duvarlarının üzeri de karınca gibi insan doluydu.

Türkiye’de barışı ve kardeşliği yok etmek isteyenlerin gördüğü ve eminim ürktüğü bir manzaraydı. Böylesine muhteşem bir manzara karşısında “idrak damarları” açık olan herkes, hangi ülkede yaşadıklarının farkına varabilmişlerdir herhalde.

İzdihamdan cami avlusundan yarım saatte zor ayrıldık, Fevzi Paşa Caddesi yürünmeyecek haldeydi. Balat semtine inen yolun sakin olabileceğini hesap ettik, oralar da tıklım tıklım otomobil ve insan doluydu.

Eyüp’e gidebilme şansımız yoktu. Haliç’e kadar yürüyerek indik. Oradan bir vasıta bulup Eminönü’ne gidelim istedik ama nafile, Cağaloğlu’na kadar yürümek zorunda kaldık.

İsteyen inanır, isteyen inanmaz, halkın büyük desteğini alan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hocaefendi’nin Süleymaniye’ye defni konusunda puan kaybetti.

Günboyu duyduğumuz en çok kınama bu meyandaydı. O kadar fazla dile getirildi ki, açıkçası Sayın Ahmet Necdet Sezer’i sevenlerinin kalbinin kırıldığına şahit oldum.

Evet, “Muhteşem Cuma’da” Hocaefendi’ye dua ve niyazlar vardı, Cumhurbaşkanı’na da sitemler. Hocaefendi’nin cenazesi ülke barışı için ne kadar birlik ve beraberlik göstergesi olduysa, Cumhurbaşkanı’na bu kararı aldırtanlar da, o derece ayrılık ve bölücülük tarafı olarak zihinlere kazındı.

İrtica gibi sapık bir taarruzla masum insanları suçlayan artistler, gördünüz mü manzarayı? Bir sineğin kanadı bile ezilmedi. Çünkü bu insanların imanları, her varlığın canını kutsal bilir. Ne olur, biraz da sizin kutsallarınız olsa. Tabi rant için sahip çıktığınız kutsallarınız değil.


 (Sabah Gazetesinin Korkut Özal ile yaptığı röportaj)

Nakşibendi Dergâhı Öğrencisiyiz

 Özal Ailesi'nin en yaşlı üyesi Korkut Özal, "Esad Coşan bizim şeyhimizdi, biz de onun talebeleri... Talebelik ömürboyu sürebiliyor tabii" diye konuştu

Nakşibendi dergahı lideri Prof.Dr. Esad Coşan'ın önceki gün trafik kazasında yaşamını yitirmesiyle birlikte gözler, bu tarikatın üzerine çevrildi. Nakşibendi tarikatı, Türkiye'de çok sayıda ünlü ismi, ünlü siyasetçiyi bünyesinde barındırmasıyla tanınıyor. Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın da Nakşibendi olduğu konuşulur, annesini bu nedenle Nakşi şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun mezarının bulunduğu Süleymaniye Camii avlusuna defnettiği söylenirdi.

Özal ailesinin en yaşlısı ve lideri durumundaki Korkut Özal, Nakşibendi dergahı ile ilişkilerini SABAH'a anlattı:

'ESAD COŞAN ÖĞRETİCİDİR'
"Bu bir manevi sisteme dahil olmak işidir. O manevi sistemin kuralları içinde sen orada manevi gelişmeni ve beslenmeni sağlarsın. Buna feyz diyorlar. Bu da manevi bir silsile ile oluyor. Burada yetkilenme keyfi değil. Bu sistem 1400 senedir çalışıyor. Erciyes dağı gibi Ağrı dağı gibi, dağlar oluşuyor. Mevlana, Yunus bu sistemin ürünüdür. Bu sistemlerle yetişmiştir. Biz oradan feyz alanlardanız. Onun üretici kısmı var bir de. İnsanlara yön veren. Onlara güzel değerler taşıyan sistem vardır. Bir de kendini güzel ahlaklı yapmak isteyen vardır. Öğreticiler yol göstericidir, öğreniciler de doğru yolda ilerlemek isteyenlerdir. Biz hep öğrenci kaldık. Öğrenciyiz. Peygamber efendimiz; 'öğretici, öğrenici, dinleyici ve bunları sevenlerden ol' diyor. Esad Coşan öğreticidir. İrşat makamındadır. Mürşit diyorlar ona. Yol gösterici."

40 SENELİK MÜNASEBET
Korkut Özal, ağabeyi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Nakşibendi tarikatı arasındaki bağlantıyı da şöyle açıkladı:


"Turgut Bey, Zahit Korkut Efendi'nin sağlığında onun talebesi oldu. Onun Zahit Efendi'yle hoca- talebe münasebeti 60'lara gider. Zahit Bey 80'de öldü. Dolayısıyla Turgut Bey'in Zahit Efendi'yle münasebeti çok uzundur. Turgut Bey'in, Mehmet Zahit Efendi'den önce irşat makamında olan Abdülaziz Bektine ile de tanışıklığı vardı. Öğrenciliği döneminde. Ama bir hoca talebe münasebetinden öte bir tanıma olmuş. Fakat Mehmet Zahit Efendi'yle hoca talebe münasebeti vardı. Bunlar gönül bağlarıdır. Bu gönül bağı Esad Coşan döneminde de devam etti. Turgut Bey vefatından bir ay önce Orta Asya gezisinde Nakşibendi hazretlerinin kabrini de ziyaret etti, iki rekat namaz kıldıktan sonra ağladığını duydum."

Korkut Özal, Esad Coşan'la yakınlığını da şöyle anlattı:

"Aramızda karşılıklı saygıya, sevgiye dayanan güzel bir münasebet vardı. Benim ona çok saygım ve sevgim vardı. Bizden 10 yaş küçüktü. Yeni evlendiği günleri hatırlıyorum. Ondan sonra uzun komşuluklarımız oldu. Çocuklarının, torunlarının doğuşunu beraber yaşadık. 40 seneyi aşkın süredir çok şeyi paylaştık. Aramızda her yönüyle güzel bir dayanışma vardı. Sorumluluğu üstlendikten sonra, hakkıyla yapabilmek için elinden gelen tüm gayreti gösterdi. Ben onun talebesiydim. Talebelik ömür boyu sürebiliyor tabi. Peygamber efendimiz bunu söylüyor. 'Beşikten mezara kadar ilmi öğreniniz' diyor. Öğrenmenin sonu yok."

Oğlu Nurettin de yeni lider olabilir
Korkut Özal, Nakşibendi dergahında lider olmak için illa akrabalık bağı gerekmediğini söyledi. Esat Coşan'ın, Zahit Kotku ile akraba olduğu için değil, vasıflarından ötürü lider olduğuna dikkat çeken Korkut Özal, sözlerini şöyle sürdürdü:


"Oğlu Nurettin Coşan da çok değerli bir insandır. Gene dergahın hizmetleriyle uğraşıyor. Babası Türkiye'deyken bir takım işleri yönetiyordu. Yani dünya işleri. Mesela okullar, iktisadi kuruluşlar var. Radyo var. Akra radyosu. Esat Bey, her Cuma günü Avusturalya'dan bu radyo aracılığıyla Türkiye'ye konuşuyordu. İmam hatip kökenli. Suudi Arabistan ve Amerika'da tahsilini tamamladı."

Ahmet KURUCAN/Es'ad Hocam                07.02.2001                      Zaman 

12 Eylül ihtilalini takip eden günlerdi. Ankara İlahiyat Fakültesi'nde talebelik günlerimiz başlamıştı. 12 Eylül öncesi anarşi ortamının tabii uzantısı olan "ülkücü— selametçi" bölünmesi bütün şiddetiyle devam ediyordu.

Talebe yıllarındaki tabirle çaylak olan bizler askeri yönetimin idari anlamda getirdiği disiplin ile öncekilerin kamplaşmaya çağıran propagandaları arasında sıkışıp kalmıştık. Anadolu'dan gelmiş her şey olmaya müsaid talebeler onların nezdinde birer avdan ibaretti.

Bu bölünmüşlükten hocalar da nasibini almış, siyasi eğilimleri çizgisinde bir kampın insanı haline gelmişlerdi. Hoca eğer ülkücü kökenli veya sempatizanı ise, selametçinin onu dinlemesi ve devam mecburiyeti yoksa dersine girmesi düşünülemezdi. Çünkü o ülkücü idi. Tersi de geçerli bunun. Ve zavallı bizler bu ortamda din eğitimi alacaktık!!!

Fakat hocalar arasında birisi vardı ki, farklılığı hemen göze çarpıyordu. Vakit namazlarında en ön safta. Koridorlarda yürürken ülkücüsü—selametçisi herkesin ayağa kalktığı, yol verdiği, bir şekilde saygı gösterdiği ve hep hayırla andığı bir hoca. Kılık kıyafeti, sevecenliği, vakar ve ciddiyeti farklı bir insan. Evet, bu merhum Es'ad Coşan Hoca'ydı. Türk İslam edebiyatı dersimize girmesi ile daha yakından tanıma fırsatını bulduğum Hocaefendi, tam anlamıyla bir edep ve nezaket insanı idi. Herkese bağrını açmış, 12 Eylül öncesinin izlerini silmek için elinden geleni yapan, alabildiğine şefkatli ve yumuşak bir insan. O günlerde bir türlü beceremediğim "vav" harfini nasıl yazacağımı bizzat elimden tutarak, kendine has edasıyla tarif edip yazdırışını unutabilmiş değilim.

Başörtüsünün fakültemizde konsey/ihtilal yönetimi tarafından gündeme getirildiği günleri yaşıyorduk. Kenan Evren fakültemizi ziyarete gelmiş, kütüphanede kitap okuyan başörtülü talebe ile tartışmavari diyaloğu herkesin dilinde idi. Güya Evren başörtüsünün dinin bir emri olmadığını söylemiş, söz konusu talebe de hocaların yanında delilleri ile birlikte meseleyi izaha kalkmıştı. Siz isterseniz bugüne bakarak tarih tekerrür ediyor, diyebilirsiniz. O ziyareti takip eden günlerde fakültede bir hareketlilik yaşandı. Dekan sakal bırakmış erkek talebeleri anfiye topluyordu. Onlar anfiye alınırken, sakalsız talebeler de kapının önünde ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Mesele anlaşılmıştı, sakallı dekanımız yönetim ile pazarlık etmiş, kızların başörtüsüne dokunulmayacak; ama öğretim görevlileri dahil sakallı olan herkes sakalını kesecekti. En azından bize anlatılan buydu. Şimdi talebeler böyle bir dayatma karşısında ne yapacaktı? İkna çalışmalarında kullanılan deliller; yani sakalın sünnet, başörtüsünün farz olması, böylece kızların farzı uygulaması için erkekler sünnetten feragat etme teklifini erkekler uygulayacak mıydı? Bugünkü gibi hatırlıyorum, gözler merhum Es'ad Hoca'ya çevrilmişti. O ne diyecekti? Daha da önemlisi o ne yapacaktı? Çünkü fakültede sakal bırakmış birkaç hocadan biriydi. Ve Es'ad Hoca böyle bir baskıya boyun eğmedi. Belki Hatice Babacan olayından hareketle —o zamanlar öyle söylentiler yaygındı— yönetim de daha fazla ısrarcı olmadı ve mesele kapandı. Daha sonraları duyduğum Hoca'nın aynı baskıdan hareketle erken emekliliğini istediği idi. 7 yıl sonra da olsa, planlanan şey hayata geçirilmiş demekti bunun manası.

Es'ad Hoca'nın hizmetleri meydanda. Bu hizmetler karşısında halktan ve yönetimden gördükleri de. Gurbette vuslatı yaşaması fazla söze hacet bırakmayan bir örnek. Belki de Hak dostlarının müşterek kaderi bu. Beşer zulüm etse de kader ağlarını örmüş hükmünü icra ediyor. Bize de İbrahim Hakkı'nın diliyle; "Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler" demek düşüyor herhalde.

Yazının başlığına 'Es'ad Hocam' dedim. O bizi talebeliğe kabul eder miydi bilmem. Ama Osmanlıcayı kendisinden öğrenmiş olmamın cesareti bana bunu söyletti. Böylesi acı bir vefat karşısında küçük bir iki hatırayı dile getirmemin sebebi ise tarihin detaylarda gizli olduğu gerçeğidir. Yarınlarda bugünlerin tarihini yazacak olanlara en azından bakış zenginliği kazandırmaktı amacım.

Merhuma ve aynı kazada vefat eden damadına Allah'tan rahmet diliyor ve hepimizin başı sağ olsun diyorum.

a.kurucan@zaman.com.tr

Ahmed ŞAHİN/Sohbetler               05.02.2001                      Zaman 

Esad Coşan Hocaefendi 
Esad Coşan Hocaefendi... Milyonların tanıdığı bir sevimli isim... Yaptığı hizmetleriyle, verdiği geniş irşadıyla gönüllerde yerini almış bir ilim insanı, irşad öncüsü.

Böyle benzeri az görülen mürşidlerin ölümünü öteden beri büyük kayıp olarak ifade eden zatlar:

- Âlimin ölümü, âlemin ölümü diye tavsif etmişlerdir.

Prof. Esad Coşan Hocaefendi'yi de böyle anlamak hiç mübalağa olmaz. Çünkü şimdiye kadar gösterdiği eşsiz gayretleriyle âleme hizmetler vermiş, imar ettiği gönüller ondan aldığı feyiz ve kuvvetle toplumun hayırlı insanları haline gelmiş, bulundukları yerlerde iyilik ve hayrın öncüleri olarak görülmüşlerdir.

Kendisini her dinleyişimde geçmişteki dört duvar arasında hizmetini sürdüren tarikat anlayışını duvarların dışına çıkardığını, topluma maddî, manevî hizmet veren bir tarikat anlayışı takdim ettiğini takdirle müşahede etmiş, işte gönlümüzde tarikat böyle anlaşılmalı diye söylenmiştim.

Hatta bir defasındaki konuşmasında unutamadığım şu ikazlarda bulunmuştu. Şöyle demişti camisindeki kürsüsünde gönüldaşlarına:

- Topkapı surlarının yıkıklarında yoksul insanların yaşamaya çalıştıklarını duydum. Şayet doğruysa, burada yaptığınız ibadetlerinizi gözden geçirin. Evinizdeki içtiğiniz sıcak çorbanızın durumunu iyi düşünün. Siz sıcak evinizde lezzetli çorbanızı içerken sur yıkıklarında çoluk çocuk yaşama savaşı veren yoksulların bulunuşu sizin ne ölçüde dindar olduğunuzun ispatıdır. Şayet siz gerçek gönül insanı olsaydınız, onlar duvar yıkıklarında yaşama savaşı verirken çorbanız boğazınızdan geçmeyecek, ya siz de onlar gibi sıkıntı duyacaktınız ya da imkanlarınızı birleştirip onları oradan alarak insan gibi yaşayabilecekleri bir yere yerleştirecek, ondan sonra sıcak evinizde gönül huzuruyla ibadetinizi yapacak, çorbanızı içme iştihası bulacaktınız!..

İşte Prof. Esad Coşan Hocaefendi...

Tarikattaki bağlılarına böyle sosyal anlayışlar sunuyor, onları topluma peşin hizmet veren gönül erleri haline getiriyordu.

Geçmişin içine kapanık, toplumun derdiyle ilgilenmeyen mistik anlayışını telkin etmiyor, günün ihtiyacına cevap veren hizmet ordusu haline getiriyordu çevresini.

Böylesi anlayışa elbette toplum evet diyecek, kalbini, gönlünü o anlayışa açacaktı. Nitekim açmıştı da.

Şimdiye kadar yaptığı değerli hizmetleriyle âhiretini kazandığını düşündüğüm bu büyük insanın, bir trafik kazasıyla aramızdan ayrılışını, ayrıca bir de şehadet rütbesiyle taçlanma olarak görüyorum.

Rabb'imizden geniş rahmetler diliyor, gönüldaşlarına sabrı cemiller, bütün Müslümanlara da başsağlığı niyaz ediyorum.

a.sahin@zaman.com.tr

Ana Sayfa

© Ziya Information 2000-2001