ALEVİ-BEKTAŞİ-SABATAYCI MÜNASEBETLERİ

Bu Siteyi Başlangıç Sayfası Yap!


Sabetaycılar, Aleviliğin SARI KEÇELİ TÜRKMENLERİ, KAYALAR BEKTAŞİLERİ, ALİ KOÇLULAR ve BABAİLER (Otman Baba) kollarına mı girdiler? Özellikle SARI KEÇELİ TÜRKMENLERİ ve KAYALAR BEKTAŞİLERİ hakkında bilgi sahibi olanlar var mı? Çünkü bu kol, Yunanistan'ın Selanik iline bağlı Vardar nehri yakınında bulunan Gevgeli ilçesi, Nutya, Kara Sinanlı, Alçaklar, Vodina, Kilkis , Mayadağ, Poroy köylerinden mübadele ile göç ettirilmiş. Bu toplum Tekirdağ iline bağlı Şarköy ilçesinin, Uçmak dere, Gazi köy, Hasköy, Kirazlı, Çinarlı, Yukarı ve Aşağı Kalamış, Mürefte, İğdelibağlar köylerine yerleşmiş. Bir kısmı ise İstanbul, Bursa, İzmir, Balıkesir, Çanakkale, Edirne ve Kırklareli'ne yerleşmişler. KAYALAR BEKTAŞİLERİ ise, Babagân koluna bağlı olan guruplar içinde yer alır ve günümüzde; Kırklareli, Keşan, Tekirdağ ve Manisa’da toplu halde mahalleler kurmuşlar. Bu toplum mensuplarının tümü Bektaşi kökenlii Yunanistan'ın Kayalar kasabası ve çevre köylerdendir. Özellikle bu iki kol tamamiyle Sabetaycılarla AYNI özellikler teşkil etmektedirler!

Acaba yukarıda sözü geçen guruplar arasından, Cumhuriyetin ilk yıllarında Alevi insanlarımızın yoğun olarak yasadığı, mesela Sivas’a Alevi görünümüyle gelen ve Alevi topluluğun içine sızan insanlar mevcut mu? Mevcuttur.  Bu yıllarda Sivas’a hükümet göreviyle gelen MAN soyisimliler Sabetaycıydı.
Bülbülderesi Mezarlığı sadece Sabetaycı Mezarlığı mıdır? Mezarlığın aşağı kesimlerinde Aleviler de yatıyor mu? Bu zatlar Aleviliğe girmiş Sabetaycılar olabilirler mi? Hangi gurupların mensuplarıdırlar?
Bedri NOYAN kimdir? Bu zat, Sabetaycı mıdır değil midir?

Ben daha çocukken çok yakın bir arkadaşım bana gelip kendisinin Alevi olduğunu söylediğinde, ben ‘ne farkeder ki?’ demiştim. Çok saşırmıştı. Belli ki, kendisine öğretilenler benim için göya farkedeceği yönündeydi. Bu memlekette, çok ilginçtir, Türk Sunnilere Alevileri sorduğunuzda bir düşmanlık ya da bir art niyetli söz duymazsınız. Laf edenler de zaten kendini din koruyucusu zanneden birkaç kendini bilmezdir. Ayni soruyu Alevilere sorarsanız, Sunnilerin kendilerine düşman olduklarını sanırlar ve daima uzak durmaya çalışırlar. Sunnilerce kesinlikle böyle bir şey yokken peki Alevilerce neden böyle bir his vardır? Bunun sebebi, Sabetaycı Yahudilerdir.  Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış ve maddi zenginliklerinden dolayı yükselmeyi başararak, esas ve gerçek Alevi ailelere sözlerini geçirmiş, ve bu andan itibaren Alevilerin güvenini kazanarak onların temel düşünce öğretilerini değiştirmis, kutsal Dedelik ünvanını dahi alarak ve bazıları da kendi geliştirdikleri gelenekler ve Alevilik tarihi kitapları yazarak Alevi insanların doğuştan itibaren, Sabetaycı mahsülü bu doktrinlerle beyinlerini yıkamışlardır. Aynı zamanda
Güner Ümit gibi Sunni görünümlü provakatör bir Sabetaycıyı da kullanaraktan, göya Güner Ümit’in kasten kullandığı sözcük, sanki Sunnilerin genel ve gerçek tavrıymış gibi Alevilerin beyinlerine tekrar bu gerçekte olmayan imajı kolayca yerleştirmeyi başarmışlardır. Zaten Güner Ümit’in para içinde yüzmesi biraz garip değil miydi? Kimin adamıydı? Türkiyede bunca kolay para kazanmanın yollarını bize de söylesinler de biraz biz de ihya olalım!
Sunniler içinde de yerleşik Sabetaycı bir gurup vardır. Bu gurup Türkiye’nin kaymak ve üst düzey tabakası içinde yer alır. Aynı oyunlar Sunniler içinde de dönmektedir. Aynı türlü kitapları Sunniler içinde de yazmaktadırlar. Sizi temin ederim, bunu size memleketimizde dönen kirli hesapların farkında olan ve yine Sabetaycıların bu ülkenin insanlarının arasını açmak maksadıyla yarattığı ne ‘İslamcı’ ne de ‘Milliyetçi’ terimine uymayan görmüş geçirmis bir vatandaş olarak yazıyorum. Sayın Alevi kardeşlerim, eğer hala aranızda Yahudiliklerine sıkı sıkıya bağlı Sabetaycıları görmüyorsanız, inanınız bu çok büyük bir gaflettir. Çünkü, onlar Türkiye’de Sunni ve Aleviler arası tansiyonu ellerinde bulundurmakta ve gerektiğinde de bu kozlarını çok iyi kullanmaktadırlar. Bunu direk inkar etmek yerine lütfen oturup bir düşününüz. Gözlerinizden ve gözlerimizden perdeler insin artık. İnsanlar arasına düşmanlık sokan ve Yahudi kimliklerini gizleyen Türk isimli şahısların farkına varalım. Çok geç olmadan gerçekleri görelim artık.

Hem siz hem de biz, içimizde bizim kılığımıza bürünmüs kişileri farkedelim, içimizden defedelim.
Unutmayalim ki, beyin yalan ve dolanlarla yikanır, gerçeklerle beyin yıkanmaz!      

Abgeschickt von Tarihsel belge                                                                  
Menü için sağ
                                                                                                                                           tuşu tıklayınız !
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolu                           
 

Dün, Büyük âlim Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatından, inancından ve yaşayışından bahsetmiştim. Bugün de tasavvufta takip ettiği yoldan bahsetmek istiyorum...
Bu yola, adına izafeten, “Bektaşilik” denildi. Bektaşi denilen tarikat mensupları, Hacı Bektaş-ı Veli’ye bağlı olarak Anadolu’nun dinî, iktisadî, askerî ve sosyal teşekkülü olan Ahilik teşkilatına büyük yardım ve hizmetlerde bulundular.

Fakat, Bektaşi denilen bu tarikatın hak yolda olan mensupları zamanla azaldı. Tekkelere, kendilerini Bektaşi gösteren Fadlullah-ı Hurufi’nin bozuk fikirleri yayıldı. Bir müddet sonra da hakiki Bektaşilik tamamen unutularak yerini hurufi fikirleri aldı. Bugün Bektaşi denince iki çeşit insan anlaşılır: Birincisi, hakiki doğru Bektaşi olup, Hacı Bektaş-ı Veli’nin gösterdiği hak yolda giden temiz Müslümanlardır. İkincisi sahte, yalancı bektaşilerdir. Bunlar bozuk yolda olan hurufiler olup “batıla” ismi ile anılırlar.
Bu arada, Bektaşiliğin içine sızıp, adeta istila eden “Hurufilik” nedir, biraz da bunun üzerinde durmak istiyorum. Hurufilik, İslâmiyeti yıkmak için kurulan bozuk yollardan biridir. Kurucusu bir Acem (İran) Yahûdîsi olan Fadlullah bin Abdurrahman Tebrizî’dir.

Kurduğu bozuk yolun esaslarını anlatmak için Câvidân adında Farsça büyük bir kitap yazdı. Kitabında, Kur’ân-ı kerîmdeki harflere mânâlar vererek, kendisinin “tanrı” olduğunu bildirdi. Bütün dinleri inkâr ve İslâmiyetle alay etti. Kurduğu bu bozuk yola, Yahûdîlik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük gibi inançları da karıştırdı. Bunlarla iç içe oldu.
Nitekim, Yahudi Sabataist İlgaz Zorlu, Bektaşiliğin içine nasıl sızdıklarını şöyle ifade ediyor: “Sabetaycılar kendi din adamlarını Melamilik tarikatı içinde yetiştirmişlerdir. Bu çok ilginç; adam hahamdır, ama dışarıdan baktığınız zaman Melamilik, Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatları içinde din adamı gibi görünür.” ( Eğitim-Bilim dergisi, Kasım 2000)

Hurûfîliğin bu bozuk inanışları İslâm ülkelerinde câhil halktan bazı kimseler arasında yayılmaya başlayınca Tîmûr Hanın oğlu Miran Şah, babasının emri ile 1393 senesinde Fadlullah-ı Hurûfî’yi öldürdü. Bacağına ip takıp sokaklarda sürükledi. Böylece Tîmûr Han, İslâmiyet için çok tehlikeli olan Hurûfîliğin yayılmasını önledi. Bunun için Bektâşî ismi altında kendini gizleyen Hurûfiler, Tîmûr Hanı sevmezler, hep kötülerler.

Fadlullah-ı Hurûfi öldürülüp, Esterâbâd şehri yakılınca dokuz yardımcısı kaçtı. Bunlardan Aliyyül-a’lâ adında bir kimse, Anadolu’ya gelerek bir Bektâşî tekkesinde Câvidân’ı gizlice yaymaya ve câhilleri aldatmaya başladı. “Hacı Bektâş-ı Velî’nin yolu budur” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî’in yolundan ayrılmayan hakîkî Bektâşîler, bunlardan tamamen ayrıldılar.
Bektâşî tarîkatı adı altında saklanan Hurûfîlere göre, namazı bir kere kılmak, orucu bir kere tutmak, guslü de ömründe bir kere almak farzdır. “Gusül edip vücudunuzu hırpalamayın” derler.
Bektaşiler çoğu zaman bilhassa Tanzimattan sonra siyasetle de içli dışlı olmuşlardır. Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisine göre; Bektaşiliğin siyasetle yakın ilgisini gösteren hadiseler 19. yüzyılda da devam etmiştir. Jön Türkler ile Bektaşi Tekkelerinin münasebetleri eskiden beri bilinmektedir. (bk. Ramsaur s.7-14) Özellikle 1826’dan hemen sonra, Mason locaları ile iş birliğine girmeleri ilgi çekicidir. Bektaşi şeyhlerinin çoğunun bu localara kaydoldukları, bunun sonucu olarak Bektaşilerin siyasi düşüncelerinde, tarikatın ayinlerinde önemli ölçüde mason tesirlerinin belirdiği görülmektedir (bk. Melikoft,Turcica, XV,160-162)

Özetleyecek olursak, Bektaşilik Ehli sünnetten ayrıldıktan sonra, İslam inancından tamamen uzaklaşarak; Şaman, Şii, Budist, Maniheist, Zerdüşt, Hıristiyan (Hıristiyanların teslisine, üçlü ilah inancına benzeyen “Hak-Muhammed-Ali” inancı gibi) vs. pek çok bozuk düşünceleri içine alan bir inanç haline gelmiştir. (Daha geniş bilgi için, Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Bektaşilik” maddesine bakılabilir.)
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
HURUFÎLİK                                                        Mason, Bektaşi ve Melâmi Jöntürkler

Sabetaycılar en çok Bektaşilik içinde daha sonra da Hurufilik, Mevlevilik, Melamilik içinde görülüyor. Son bulgulara göre, Nakşibendi Sabetaycılar da varmış.
İslam mistisizmi ile Yahudi mistisizmi bu tarikatlarda buluşuyor. Sabetaycılığa en yakın öğreti Hurufiliktir. Hurufilik, Allahı ve genel olarak da alemi sayılar ve harflerle açıklayan bir öğreti.

Sabetaycılıkta Tanrı'nın söylenmesi yasak olan adının harflerinin sayısal değerlerinin toplamı 26, o yüzden 26 kutsal sayıdır. Hurufilikte de bu sayı 28. Kuranı meydana getiren harflerin toplam sayısı 28. Huruf, harfin çoğulu oluyor, harfler demek. Huruf ilmi ya da ilm-i huruf harflerden anlam çıkarıp yorumlamak oluyor.
Hurufilere göre insan yüzünde de 28 harf var, dolayısıyla insan yüzü Tanrı'yı gösterir. Örneğin, ağız ayın harfine, burun lam harfine,çene ye harfine benzetilerek insan yüzünde Ali okunuyor derler.

'Orhan Pamuk’un bir romanında insan yüzlerini okuyan bir karakter vardı. Bu bölüm daha sonra "Gizli Yüz" ismiyle senaryo olarak yazıldı ve sinemaya aktarıldı. Sabetaycı Orhan Pamuk'un bütün yazdıklarında, Kabala'dan kaynaklanan bu tarz mistiklikler vardır zaten.

Daha çözemedim, ama Orhan Pamuk'un kitaplarının isimlerinde renkler var. Beyaz Kale, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı. Bu renklerin de anlamı olmalı. Özellikle Benim Adım Kırmızı'da roman kahramanları ve muhtemelen katil olacak kişiler de renklerle sembolize edilmiş. Orhan Pamuk'un kitapları Türkiye'den sonra en çok İsrail'de satıyormuş. Hurufiler, 14. yüzyılda
Bektaşilik içine girmişlerdir. Bundan sonrasını www.alevibektasi.com sitesinden bir alıntıyla bağlayayım.

Hurufilik, Esterabadlı Fazlullah (Ölm. 1393) tarafından İran (Horasan)’da kurulmuştu. Kurucusu Fazlullah’ın katledilmesi sonrası Hurufilik, Fazlullah’ın baş halifesi Nesimi ve diğer halifelerin çabalarıyla Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da yayıldı. Bu halifelerden Ali-ül-Ala Fazlullah’ın ölümü sonrası Anadolu’ya geçerek Bektaşi dervişleri arasına girdi. Bazı kaynaklara göre, Ali-ûl-Ala Hacı Bektaş tekkesinde bulunuyor, Bektaşilere Hurufiliği telkin ediyordu. Hurufilik XV.yüzyılda Osmanlı sarayına kadar sızmış hatta Fatih Sultan Mehmed’i bile etkilemişti. Ancak ulemanın şiddetli tepkisi sonucu genç şehzadeye hurufi fikirleri aşılayan kişi yakılarak öldürüldü. Bundan sonra Osmanlı Devleti hurufiliğin kökünü kazımaya, Kanuni Sultan Süleyman zamanında da devam etti. Bu durum, hurufilerin bektaşilerin arasına sızmalarıyla, fikirlerini bektaşilik perdesi altında yaymaya çalışmalarıyla sonuçlanmış, propagandalarını ancak bu yolla sürdürebilmişlerdir. Hurufilik esas olarak harflerden dinsel anlamlar çıkarmaya dayanır. Hurufilik’te varlığın özü sesten oluşur ve Tanrı harfler aracılığıyla insanda tecelli eder. İnsan, tanrısallaştırılır. Hurufiliğin temeli, Tanrı’nın insanda tecelli ettiği düşüncesine dayanır. Hurufiliğin Alevi-Bektaşi inancına etkilerini edebiyat alanındaki örneklerde (Örn. Virani Baba’nın şiirlerinde olduğu gibi) açıkça görmek mümkündür. GÖKYÜZÜ

Kaynak:
http://f6.parsimony.net/forum7330/messages/27868.htm
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
”DERİN DEVLET” TÜRKİYE’NİN GERÇEĞİDİR         Sabataycı-Bektaşi ilişkisini gösteren tarihî belgeyi
                                                                                                                       okumak için lûtfen üstteki resme
tıklayınız.
I- Giriş:
Türkiye’de stratejik siyasi kararlar devletin ilgili kurumları tarafından alınmaz. Başka yerlerde alınan kararlar o kurumlara onaylattırılır. Mesela; parlamento, hükümet, cumhurbaşkanı ve hatta Milli Güvenlik Kurulu, kararları belirleyen asıl kurumlar değildir. Bu artık bilinmeyen bir durum da değildir. Onun içindir ki Türk medyası ve kamuoyunda ”zinde güçler”, ”derin devlet” tabirleri bu gerçeği vurgulamak için sık sık kullanılır oldu. ”Zinde güçler” ya da ”derin devlet” ülkede ordunun yönetiminde etkindirler. Denilebilir ki ordu onların elindedir. Bu güç ile istediklerini yaptırabiliyorlar. Devletin kurumlarının başına gelenler istenmeyen davranışlar içine girerlerse mutlaka başlarına bir şey gelir. Ya tehdit ya skandal ya faili meçhul olmak ya da darbe ile yönetimden uzaklaştırılmak.

O halde Türkiye’deki bu ”derin devlet” ya da ”zinde güçler” kimlerdir?
Devlet icraatları üzerinde yaptığımız yıllarca süren siyasi gözlemlerimiz ve literatür araştırmalarımız ile bizde bu ”derin devletin” ya da ”zinde güçlerin” kimlerden oluştuğuna dair bir kanaat oluşturdu. Bu kanatimize göre onlar ”dönmelerden” oluşmaktadır. Bu kanaatimizi detaylı bir şekilde delillendirmek bir kitap çalışması kapsamında olacağı için bu yazıda detaylara ve tafsili delillere girmeyeceğiz. Sadece bizi bu kanaate ulaştıran bazı hususlara dikkat çekmekle yetineceğiz.

II- Dönmeler ve Kısa Tarihçesi:
Dönme” tabiri; aslında yahudi olup da müslüman ve Türk görünen, müslüman ismi ve Türk ismi taşıyan çağdaş zındıklardan bir kesim için kullanılır. Bunlara ”Sabataycılar” da denilir. Böyle adlandırılmalarının sebebi Sabatay Sevi isimli bir yahudidir.

1492 yılında İspanya’daki yahudiler oradan sürüldüler. Onlar da doğuya doğru göç ettiler. Osmanlı Devleti’ne sığındılar. Osmanlı Devleti de onların Balkanlarda çeşitli yerlerde, Selanik’te, Edirne’de, İstanbul’da, Bursa’da, İzmir’de yerleşmelerine izin verdi.

Bunlar, Avrupa dillerini biliyor olmaları ve tıp bilgilerine sahip olmalarından dolayı, kâtip, tercüman, hekim ve hekimbaşı gibi sıfatlarla saraya sirayet etmeye başlamışlar, vezirler ve hatta bazen padişaha dahi yakın olmuşlardır. Ayrıca ekonomik alanda da gelişmişlerdir. Osmanlı’nın emanı ile belki de tarih boyunca hiç yaşayamadıkları 400 yıl güven içinde yaşamışlardır. Buna rağmen her zaman yaptıkları gibi Osmanlı’ya ihanetten geri kalmamışlardır. İslâm ümmeti ve devletindeki İslâm’ı anlama ve tatbik hususundaki zaafları istismar ederek Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında büyük rol almışlar, hatta Osmanlı’yı yıkmakta kullanılan el olmuşlardır.

Sabatay Sevi’ye gelince; o 1626’da İzmir’da doğdu. İspanya’dan Romanya’ya oradan da İzmir’e gelen bir yahudi ailesinin çocuğudur. Bazı yahudi hahamlarından dini eğitim aldı. 31 Mayıs 1665’de mesihliğini ilan etti. 1666’da tutuklanıp sarayda Sadrazam vekili ve kadı’nın huzuruna çıkartıldı. Ölüm korkusundan dolayı padişahın aslen yahudi olan başhekimi Hayatizaden Mustafa Fevzi Efendi’nin telkini ile müslüman olduğunu söyledi. Müslüman kıyafetine girdi ve Mehmet Efendi ismini aldı. 1676’da Arnavutluk’ta öldü. O gizli gizli kendi mezhebini yaydı ve kendisine takriben 200 aile bağlanmış ve onun gibi resmen din değiştirmiştir. Bunlar resmen müslüman milletine dahil olarak fakat aslında ise kendi yahudi inancı ve kimliklerini muhafaza ederek yaşarlar. İşte tarihte ”dönmeler” olarak adlandırılan cemaat böyle doğmuş olmaktadır.

Daha sonraki tarihi süreç içinde bunlar üç gruba ayrılırlar. Kapaniler, Karakaşlar, Yakubiler. Daha çok Selanik, İzmir, Edirne ve İstanbul’da yoğunlaşmışlardır. 1900’li yıllarda Selanik’in nüfusu 150 bin civarındadır. Bunun 60 bini yahudi kimlikli 20 bini dönme olmak üzere 80 bini yahudidir. Bugün Türkiye’de takriben 200 bin dönme 100 bin yahudi azınlık kimlikli olmak üzere 300 bin civarında yahudi vardır.

Selanik’in, Osmanlı’nın yıkılışı ve T.C. Devleti’nin kuruluşunda büyük rolü olmuştur. Osmanlı’nın yıkılması için çalışan Jön Türkler ve İttihat terakki Partisi, çeşitli mason lojaları, Abdulhamid II’yi 1908’de görevden indiren Hareket Ordusu Selanik’te kurulmuştur. T.C. Devleti’nin kurucusu M. Kemal Selanik’te doğmuş ve bir dönme okulu olan Şemsi Efendi Okulunda okumuş bir dönmedir. Ayrıca Jön Türkler’in liderlerinin hemen hemen tamamı İttihat Terakki Partisi’nin liderlerinin önemli bir kesimi dönmedir.

Osmanlı’nın yıkılışında İngiliz-Yahudi/dönme işbirliği:
Son İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti ve Hilâfet hem İngilizlerin sömürü emelleri önünde bir engel ve sömürgeleri için bir tehlike teşkil ediyordu. Hem de yahudilerin Filistin’de devlet kurmaları önünde bir engel teşkil ediyordu. İşte bu ortak tehlikeyi bertaraf etmek hususu; İngilizleri, yahudiler ve dönmeleri kullanmaya, yahudileri ve dönmeleri İngilizlerin gücüne sarılmaya sevk etmiştir.

Bu İngiliz-Yahudi/dönme işbirliği ile Osmanlı yıkılmış ve yine bu işbirlik ile Laik T.C. Devleti kurulmuştur.
Laik T.C. Devleti kurulduktan ve Hilâfet’i ortadan kaldırdıktan sonra Lozan-1924 Anlaşması ile İngilizler T.C. Devleti’ne hem bir coğrafi sınır hem de bir siyasi çerçeve çizip kendi haline bırakmıştır. T.C. Devleti kendisi için belirlenen bu sınır ve çerçevede kaldıkça İngilizlerin maslahatını korumuş ya da maslahatına hizmet eder olmuştur. Bu çerçevenin dışına çıkmadıkça dahili icraatlarında T.C. Devleti’ni kendi haline bırakmıştır. Böylelikle iktidar dönmelerin elinde kalmıştır.

Dönmeler, Sabatay Sevi zamanından beri Balkanlarda, Edirne’de, İstanbul ve İzmir’de bazı Bektaşi, Mevlevi, Melaimi, Halveti ve hatta bazı Nakşi tarikatlarına sirayet etmişler. Onların bugünkü çeşitleri adetlerinin mimarı olmuşlardır. Mesela; Bektaşilik’teki ”mum söndü” olayı, Mevlevi’deki çeşitli inanış ve adetler gibi. Cumhuriyetten sonra da genelde tarikat, tekkeler, zaviyeler yasaklandığı halde bu üç tarikata dokunulmamıştır. Ve bazı tarikat şeyhlerine de dokunulmamıştır. Bu tür sirayetler onları bu toplum içinde çok iyi kamufle etmiş toplum onları pek fark edememiştir. Onları kendilerinden sanmışlardır. Mesela, şu anda Ankara’da Bektaşi tarikatının iki önemli dede-babası dönmedir. Mevlevi tarikatı şeyhi dönmedir.

Laik T.C. Devleti kurulduğunda Anadolu’da halk yaşlılar, dul kadınlar, sakatlar ve çocuklardan müteşekkil idi. Osmanlı’nın son zamanındaki sürekli savaşlar ve sözde Kurtuluş Savaşı esnasında toplumun gençleri, aydınları, alimleri adeta katledilmiştir. Mesela; M. Kemal’in komutasındaki Anafartalar ve Çanakkale savaşında takriben 500 bin Anadolu toplumunun genci ketledilmiştir. Daha sonra da T.C. Devleti çeşitli katliamlar yapmıştır.

Buna ilaveten İslâm’a karşı topyekün savaş ilan edilmiştir. İslâmî kurum, kuruluş ve kavramlara yönelik devrimler ardı ardına gelmiştir. Bunlardan birisi de Harf Devrimi’dir. Bu devrim ile halkın tamamı bir gecede okuma yazma bilmez konuma getirilmiştir. Latin harflerini bilen dönme ve yahudilere meydan tamamen kalmıştır. Onlar bu yeni devremin içerdiği eğitimi hem kendi açtıkları özel okullarda almışlar. Fevziye Liseleri, Işık Lisesi, terakki Lisesi, Robert Koleji, Galatasaray Lisesi v.b. Bu okulları Fransız, Amerika, İngiliz finansörlüğü ile dönmeler açıp yürütmüşlerdir. Hem de Avrupa’ya gidip çeşitli dallarda eğitim almışlardır.

Ayrıca Harf Devrimi, bu halkı bütün kültürel, tarihi ve İslâmî kaynaklarından koparmıştır. Toplum kültürel köklerinden kopuk şaşkınlar topluluğuna dönmüş. Bu anda bir kompleks/aşağılık duygusu oluşturmuştur.Böylelikle bu toplumun muallimleri, doçentleri, aydınları, yöneticileri dönmeler olmuştur. Devletin önemli kurumlarında önemli yerlerde özellikle de ordu içinde tamamen onlar hakim olmuştur. Nitekim T.C. Devleti’nin başından bu güne kadar gelen Genel Kurmay Başkanlarının tamamına yakını onlardan olmuştur. Bugün de yine önemli yerlerde olanlar onlardandır.

Laik Cumhuriyet Devleti’nin ilk günlerinde çıkan gazete, dergilerin özellikle de harf devriminden sonra çıkan gazete, dergilerin, sanatçıların, sinema, tiyatro sektörünün radyo ve TV’nin tamamı dönmelerin hakimiyetinde Ermeni, Rum azınlıkların elinde olmuştur. Dönme olmayanların çıkardığı gazete ve dergiler bu güne kadar ve bugün de dahil halen cılız ve çok zor şartlar altında yayın sürdürürler.

Türkiye’de büyük holdingler, servet sahipleri, TÜSİAD üyelerinin tamamına yakını ya yahudi ya da dönmedir.
1950’ye kadar CHP’nin yöneticileri, ondan sonra DP, AP v.b. partilerin yöneticilerinin büyük kesimi dönme ya da masondur. Şu andaki partilerden DSP, CHP, DYP, ANAP, MHP’nin başkanlarından Bülent Ecevit, Altan Öymen, Tansu Çiller dönmedirler. Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’nin ise dönme ya da Ermeni olma ihtimalleri var. Demirel’in masonluğu malumdur. Fakat dönme olma ihtimali de vardır. İnönü’ler dönmedir.

Şu andaki YÖK’ün başkanı Kemal Gürüz, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve önemli üniversitelerin rektörleri dönmedirler. Şu anda parlamentoda yahudi ve dönme milletvekilleri oldukça fazladır.

İsrail’in kuruluşu esnasında Türkiye’de aktif rol almışlardır. 1943’de çıkartılan varlık vergisi uygulamaları ile Almanya ve Avrupa’dan Nazi tehdidi ile kaçıp Türkiye’ye gelen ve daha önce Türkiye’de var olan yahudilerin ve bir kısım dönmelerin Filistin’e göç etmeleri sağlanmış ve takriben bu uygulama ile 100 bine yakın yahudi ve dönme Filistin’e Türkiye’den göç etmeye zorlanmıştır. Bu uygulama aynı zamanda Avrupa’dan gelen yahudi göçünü Filistin’e kanalize etmiştir. Bunun dışında İsrail’in kuruluşunda T.C. Devleti’nin ne gibi rol aldığı ayrıca inceleme konusudur.

İsrail kurulunca da onu ilk tanıyan devletlerin başında T.C. Devleti olmuştur. Aslen bir dönme olan İsrail’in ikinci Cumhurbaşkanı İzak Ben-Zwi, Türkiye’den giden Sabataycılardan/dönmelerden olduğu söyleniyor. Nitekim İsrail Başbakanı Ben Gurion, Dışişleri Bakanı Golda Meir, Dışişleri Müsteşarı Şimon Peres ve Genel Kurmay Başkanı Zui Zur ile birlikte 28 Ağustos 1958 günüü Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ile görüşmek için gizli bir ziyaret yapmış olması da dikkat çekicidir.

III- Sonuç:
Bu ve daha bir çok husus bizde, Türkiye’de ”zinde güçler” ya da ”derin devlet” olarak ifade edilen kesimin dönmelerden teşekkül ettiğine dair kanaati doğurmuştur. Ancak onların yanında Alevilerden ve İngiliz yanlısı bazı İttihat Terakkici uzantıların olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü bu iki kesimin etkinliği sınırlı tutulmuştur.

Dönmeler yahudi oldukları için aralarında birlik yoktur. Ortak düşmanları ya da maslahatları ortadan kalkınca, kendi aralarında menfaat kavgaları olmaktadır. Bir kısmı İsrail yanlısı politika, bir kısmı ABD yanlısı politika, bir kısmı İngiltere yanlısı politika güdüyor olması dönme oldukları gerçeğini değiştirmez.

Türkiye’de gerçek iktidarın/derin devletin ”dönmelerden” oluşturduğu gerçeğinin bilinmesi ne ifade eder?
1- Bu coğrafyadaki toplum başlarına gelen bunca zulmün ve şerrin asıl adresini bilir. Yanlış yerlere yönelerek enerjisini boşa harcamaz.
2- Diğer müslüman halklar da Türkiye’deki bu denli dinsizliğin, zulmün, İslâm düşmanlığının asıl faillerini bilerek Türk toplumuna bakışlarını değiştirirler. Asıl failleri bilirler.

Şehulislâm Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) bu gerçeği gören aydın müslümanlardandı. Hicret ettiği Mısır’da bu gerçeği anlatmaya çalıştı. Mesela; ”Hilâfet’in İlgasının Arka Planı” isimli eserinde şöyle diyordu:

”Oysa Türkler adına konuşan ve onlar adına iş yapanların ne gerçek Türklerle ne de İslâm’la bir ilgisi vardır. Bilakis onlar hile ve cebirle yönetimi ele geçirmiş, Türk halkının canına, malına ve dinine musallat olmuş ”dönmelerden” başka bir şey değildir. Onların sayesinde bugün Türk halkı fakir, zayıf ve geri kalmıştır. Bazı Arap kardeşlerimizin Türk halkına zorla musallat olan bu dönmelerin yaptıklarını Türk halkına malettiklerini ve Türk milletine düşman olmaya çağırdıklarını görüyoruz.” Müslüman kardeşlerimizin bu hususa dikkat etmeleri, İslâm için can veren Türk milleti ile onlar üzerine musallat olmuş azınlık grubu karıştırmamaları gerekir.”

Son günlerde Türkiye’de müslümanlara hitap eden bazı basın organlarında Türkiye’deki dönme gerçeği anlaşılmaya başlandı elhamdulillah. Bu hayra vesile olur inşaallah.
”Zalimler nasıl bir inkilap ile devrileceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuara: 22)
A. Seyfulislâm
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ 

Aslan-Geyik-Tavşan

Şu satırlar John Freely'nin Kayıp Mesih adlı kitabından:
"(Sabatay) O sırada orada bulunan ve kendisine karşı oldukları bilinen başhahamla beraberindeki üç hahamı, Kutsal Kitap'ta sözü geçen "eti yenmeyen pis hayvanlara", (...) Benveniste'yi bir deveye, diğer üç hahamı da sırasıyla bir yaban tavşanına, domuza ve
tavşana benzetmiştir."

Bildiğiniz ve yukarıdaki pasajlarda görüldüğü gibi museviler domuz eti yemezler. İslâm'da da domuz murdar bir hayvandır ve eti haramdır. Ancak tavşanla ilgili bir yasak yoktur. Böyle bir yasağa alevilerde tesadüf edilir. Alevilerin tavşan eti yememeleri hangi sebeptendir, doğrusu tam bilmiyorum. Onlardaki bu uygulamada yahudilerin, dolayısiyle sabataycıların tesiri var mıdır, yoksa bu bir rastlantıdan mı ibarettir, sadece merak ediyorum.

"Sabetay mektubunu her zamanki gösterişli sözleriyle bitiriyordu: "Baba'nın katına yükseltilmiş adam,
Kutsal Aslan, Kutsal Geyik, İsrail'in ve Yahuda'nın Tanrısı'nın Kutsanmışı olan Sabetay Mehmet Sevi böyle buyurdu."

Bu satırlar da aynı kitaptan. Demek ki Yahudilikte aslan ve geyik, ama ikisi bir arada kutsal sayılıyor. Zaten Zwi(=Sevi) geyik demek. Aslan aynı zamanda Yeruşalayim'in (Kudüs) de sembolü. Aslanın her kültürde ve bu arada Türklerde de bir yeri var. Türklerin tarihinde pek çok Arslan ismi taşıyan şahsiyet mevcut. Kuvveti ve heybeti sebebiyle insanlarımız onu severler. Müslümanlıkta ise ne aslana ne başka bir hayvana kudsiyet izafe edilmez. Evet Hz. Ali için "Allah'ın Aslanı" tanımlaması yapılır, o kadar. Ancak şiilerde, alevi ve bektaşilerde Hz. Ali'yi temsilen aslan figurları kullanılır. Bektaşiler ise
Hacı Bektaş-ı Veli'nin hayâli resimlerinde bir kucağında aslanı öteki yanında geyiği tasvir ederler. Her ne kadar Türklerde hep kurtla kuzu karşılaştırması yapılarak misal getirilse de, bu motif avcıyla kurbanı dostane bir şekilde yanyana getirmek felsefesi olarak anlaşılabilir. Şimdi akla gelen soru şu; Geçmişte Bektaşi Tarikatı içinde yer almış sabataycılar kutsal aslanla, kutsal geyiği bu inanç sistemine taşımışlar mıdır?
Bunlar tesadüfi benzerlikler mi?                                                                  
BİR SONRAKİ SAYFA