PAZARTESİ SENDROMU
Hayatta emeğin boşa gitmesi kadar kötü bir şey yok. İnsan kendini
salak hissediyor. Kim bilir bugüne kadar kaç tane emeğiniz boşa gitmiştir.
Kocasını memnun etmek için saatlerce mutfakta yemek yapan, fakat
pembe diziye dalıp yemeği yakan kadınlar, ÖYS’yi kazanamayanlar,
aylarca şirinlikler yaptığı sevgilisi tarafından terk edilenler,
senelerce öde Allah öde, kooperatif evine ancak cennette kavuşanlar,
iflas edenler, onca acılara katlanıp dişine dolgu yaptıranlar ama su
içerken dolgusu düşenler yine haydi bakalım dişçi koltuğuna
oturanlar:
-Dıgiciyüuuvvv...pıtıgijjjjjüüü...Evet tükürün lütfen...Suratıma
değil efendim!!!
Bebeğin altını özenle temizleyip kuruladıktan sonra tam Ultra
Prima’yı bağlamak üzereyken, bebeği tekrar “Zaart!” diye ..çanlar,
..çanlara kapan kurup bi’ halt yakalayamayanlar, vs. Kim bilir
hangisi hanginize uyuyor, uyumuyorsa ne zaman kalkar, niye yatmıyor,
hacıyatmaz mı falan filan. Bunlar ayrı tartışma konusu.
Benim en uyuz olduğum emeğin boşa gitme konusu, hafta sonu hafta başı
vakası. Bir başka deyişle “Pazartesi Sendromu!” Bir insanın emeği
boşa gidebilir. O konu hakkında insan kendine ders çıkarır, bir
daha aynı hatayı tekrarlamaz ve emeği boşa gitmemiş olur. Mesela
saatlerinizi, günlerinizi, haftalarınızı, aylarınızı verir, emek
harcayarak playboy dergisini ezberlersiniz. Bu emek sonunda tutup ÖYS’
ye girerseniz, emekleriniz boşa gider. Ama anlarsınız ki ÖYS’ye
giden yol playboy’dan değil playmen’den geçiyor?!?!...Şaka şaka...Penthouse’dan
geçiyor!!! Her neyse, zekanız olduğuna göre aynı hatayı
tekrarlamazsınız. Tutar geometri çalışırsınız.
Ama tabii herşey yerine göre. Her olaya hazırlık için aynı yöntem
kullanılamaz. Mesela kaçamak bir gece için tutar Remzi Yayınevi’nden
Analitik Geometri çalışırsan, o da olmaz. Yine emeklerin boşa
gider. Bir kadında hipotenüs olduğunu zannediyorsan öl zaten! Ha
geometride üçgenin bir “G Noktası!” vakası vardır. Köşeden
iki birim kenardan bir birim uzaklıktaki noktaya “G Noktası!”
denir. Bunun kadınlarla bir ilgisi olabilir mi, eğer ilgisi varsa bunu
keşfeden zat-ı muhterem köşeden iki birim kenardan bir birimi nasıl
hesaplamış, o da efsanevi bilim adamı Havyar Dümen’in konusu!
Her neyse, Pazartesi Sendromu diyorduk. İnsan her Pazartesi küfürler
ederek işyerine gelir bilirsiniz. Hele ki sevmediğiniz bir işiniz
varsa, küfür literatürüne girmemiş küfürler bile icat
edebilirsiniz. Cuma’yı iple çekersiniz; sanki kuyuya düşmüştür
adi Cuma! Bir türlü gelmek bilmez. Ve siz sabredersiniz aynen benim
gibi. Tadı damağınızda kalır Cuma’nın; hatta kalmaz bile. Mesela
yeri gelmişken anlatayım, ben küçükken teknoloji bugünkü kadar
ileri değil, sağlık adına evde abuk sabuk faaliyetlerde bulunulurdu.
Mesela bizim evde saçma sapan bir komposto sempatisi vardı, sözüm
kendimden dışarı. Komposto!!! İnsanın içini temizlermiş! İğğrennç!!!
Onca güzel yemeğin üstüne komposto içmek gibi bir vahşet uygulanırdı
bizim evde. İnsanın general olup darbe yapası geliyor!
- Hüdaverdi?! Nereye?! Gel bakalım buraya! O komposto bitecek! Çabuk
dik onu kafaya! Yoksa bisikleti unut! Bunu alırsın!
Onca güzel yemeğin üstüne komposto içersen, damağında kalacak
olan tat komposto olur elbette! İşte Cuma da böyle. O güzelim Hafta sonundan
sonra gelen Pazartesi, tam bir komposto etkisi bırakıyor insanın
ruhiyatında. Aç parantez komposto ismi bile antipatik! Kalitesiz araba
ismi gibi:- Lada Komposto 1,6 XL! Hayatınızı değiştirir?!
Sendrom diyorduk. Her hafta çabalıyorsun Cuma’ya ulaşmak için, bir
bakıyorsun tüm emekler boşa gitmiş. Salak Pazartesi, Cuma’yı
elinizden almış. Hem de Cumartesi ve Pazar ile birlikte! Açgözlü
Pazartesi! Her Cuma, Pazartesi'ye şah çekiyorsun, adi Pazartesi pata
yatıyor.
Veya Karamurat olduğunuzu düşünün. Bütün kaleyi kılıçtan geçiriyorsunuz,
sonra bilgisayar oyunu gibi, kale tekrar insan doluyor! Bütün emekler
boşa gitmiş!
Zaten hafta içi dediğiniz şey boza gibi; iç iç bitmiyor. Hani boza
bardağını kafaya dikersiniz ve boza bitti sanırsınız, bardağa bir
bakarsınız, çeyreği bile bitmemiş! O hesap işte.
Pazartesi adeta dalda geçiyor:
- Allooo...Hani Cuma günü benle dalda geçiyodun?! N’ooldu artist?!
Hafta sonu beni unutup eğlenmeye gider misin?! Al bakalım; şimdi de
ben seninle eğleniyorum! Çalış!!! Cuma’yı rüyanda görürsün.
Ha ha ha...Yaşasın kötülük! Bi’ daha da akıllı ol! Sen kiminle
aşık atıyorsun?! Beni yenemezsin. Ben ki milyarlarca senedir her
hafta gelirim de dinozorlar bile gıkını çıkartamamıştır. Sonunda
nesillerini tükettim. Sen de kimsin?! İbibik!
Cesaretsiz insanları inceleyecek olursanız, bunun temeline Pazartesi
Sendromu’nun yattığını görürsünüz. Bu tip insanlar,
emeklerinin boşa gideceği korkusuyla hiçbir şeye karışmayarak,
mesela ticari faaliyetlere karışmaktansa, devlet memuru olup, salla baş
al maaş felsefesini tercih ederler. Senelik izinlerinde veya
emekliliklerinde gittikleri devlet misafirhanelerinde, kendilerini
Karayip'lerde zannederek dünyanın en mutlu insanları olurlar. Tabi
mutluluklarını suratlarından okuyabilmek imkansız! Sen nereden
biliyorsun diyeceksiniz, babam memurdu! Toplumumuzun çoğunluğu gibi,
ciddi görünmeyi meziyet sanan tiplerdir. Sanırsınız ki ordulara hükmetmiş
mareşal falan.
- Evet hüleaayn!! Mareşalim var mı?! Otuz sene çalıştım ve burası
benim! Sen de çalış otuz sene devlet memuru olarak, hayatta kalarak
emekli olabilirsen, değil burayı Asya Kıtası’nı senin sanırsın!
Şimdi desk tir git tatilimi kesme!
Peki hafta sonu niye böyle çabuk geçiyor? Pazartesi gelince “ Yahu
daha dün gibi, ne güzel Cuma idi be!” diye hayıflanıyoruz da, Cuma
geldiğinde “ Yahu daha dün gibi, Pazartesi’ydi de şimdi Cuma
geldi!” diyemiyoruz? Cuma geldiğinde niye geçmiş Pazartesi bize
seneler öncesi gibi geliyor? Çünkü Cuma denen gün, veya hafta sonu,
hayatımızın içinde bir zevk! Zevk kelimesi ise, hoşlanılan
duyguların kısa bir süre için yaşanması sebebiyle icat edilmiş.
Zevkler kalıcı olurlarsa zevk olmaktan çıkarlar. Her gün Cuma Olduğunu
düşünsenize!
Kimilerinin sesini duyar gibi oluyorum: Vallahi ömrümün sonuna kadar
da olsa Cuma’dan vazgeçmem. Düşünsene, ömür boyu önümde
koskoca Cumartesi ve Pazar var!
Hafta sonu niye sevilir? Dinlenildiği için! Birileri sizi dinler siz
de mutlu olursunuz?!?!?!...Değil elbette. Dinlenmek yorgunluğu atmak
manasında...Yemin et diyeceksiniz; yemin ederim. Öldüğüm gün kelliğime
çare bulunsun ki öyle!?! Bakın büyük yemin verdim. Her neyse, hafta
sonunda ne yapılır?
Bara gidilir, balığa çıkılır, balıktan inilir, dans edilir, maça
gidilir, papaz gelinir, sevişilir, vs. Bunlar hafta içi yapılamaz mı?
Elbette yapılır. Ama burada insanı cezbeden, tatilin stressizliğidir,
kısalığıdır. Yani bir zevk oluşudur. Yoksa hafta içi de sevişin
bi’ şey demiyorum:
- Hafta içi Yaseminden nefret ediyorum! İğrenç şey! O da benden
nefret ediyo’! Hafta içi birbirimizden tiksiniyoruz! Ama hafta sonu
gelince hemen barışıp sevişiyoruz?!
Saçma tabii. Zevklerin kısa olma özelliği dedik ya... Hayat boyu balık
tuttuğunu düşünsene! Sandal ağzına kadar balık dolmuş, kellen
zor gözüküyor. Ne sandalı; tanker! Karadeniz’ de hamsi neslini
kurutmuşsun, Ukrayna Donanması peşinde! Yakalarsa bacağından
vuracak!
Aslında her insan Pazartesi’yle olan satranç maçını bir şekilde
kazanıyor. Pazartesi’nin galip geldiği görülmüş şey değil aslında.
Niye diyeceksiniz. Ortada salak bir Pazartesi var. Her Pazar’dan sonra
gelip, aklı sıra benim psikolojimi bozuyor. Bıkmadan usanmadan... Ama
gün gelecek bel ölecem ve Pazartesi, her Pazar’dan sonra gelmeye
devam edecek; hala yaşadığımı sanıyor ya... Sanki kazık dikecem!
Aklı sıra moralimi bozacak, emeklerimin boşa gittiğini
hissettirecek. Ama benim için bir şey ifade etmiyor ki... Ben zaten ölmüşüm.
Salak Pazartesi!
başa
dön |