AYRILIK ÇANI
Her taraf karanlık... Ve ben karanlığa -karanlığın tam içine-
doğru yol
alıyorum. Seni arıyorum tatlı kız, oradasın işte. Gördüm seni.
Oradasın,
karanlığın orta yerinde... Soru işaretleriyle dolu bir hayat
getirdim sana.
Karanlık bir hayat...
Neden üzgünsün, neden uzun kirpiklerin ıslak? Neden, neden, neden?
Durmadan akan nehirler mi ürkütüyor seni? Durmadan çatallaşan
yollar...
Ayrımlar mı ürkütüyor seni, ayrılıklar mı? Nedir bu? Ayrım mı,
ayrılık mı?
İşte bir gülümseme sezdi duyularım, dudaklarında belli belirsiz.
Yine de bir
gülümseme... Evet, bana Pasific Okyanusu'ndaki uzun yürüyüşleri
betimleyen
dudakların gülümsedi. Acıyla gülümsedi hem de... Ne çok acı
var değil mi
tatlı kız? Ne çok kırgınlık, ne çok ayrılık, ne çok ölüm
var.
Kırılmalıyız biliyor musun? Başkalarının kırılmaması için...
Ve ayrılmalıyız
başkalarının birleşmesi için... Ve lanet olsun ölmeliyiz başkalarının
yaşaması için... Şairin deyişinin bir başka biçimiyle sen ölmesen,
ben
ölmesem nasıl yaşar ki diğerleri?
Sen geçmişi bilir misin tatlı kız? Hiç silinmeyen ayak izleri gördün
mü sen
kalbinin üzerinde? Çiğnediler mi senin kalbini hoyratça? Sert, soğuk
bir
rüzgar esti mi ruhunun derinliklerinde? Bilmenin nasıl bir azap olduğunu
bilir misin sen? Varlığın -yokoluşçu cenderesinde- salına salına
hiçliğe yol
almanın ne demek olduğunu bilir misin?
'İnsan düşünür, Tanrı güler' diyor Museviler. Kahkahalarını
duyumsuyorum
Tanrı'nın. Kulaklarımda çınlıyor onun sesi. Ne kadar gür bir
sesi var, sen
de duyuyor musun? Uzayın en üst, ya da en alt köşesinden bana,
sana ve
diğerlerine -diğer primat dönmelerine- bakıyor. Gerçek dışarıdan
daha iyi
görünür. İşte bu yüzden -gerçeği daha iyi gördüğü için-
bize bakıp gülüyor
ya.
Sayısız yol var burada, sayısız seçenek... Hepsi karanlık. Ama
seçmelisin
birisini, seçmeliyiz birini. Kaybetsek de seçmeliyiz. Zaten seçmek,
seçilmemiş olanı kaybetmek demek değil midir?
İşte sen de bir yola sabitledin bakışlarını. Gözlerini buradan
bile
görüyorum, tıpkı bir süre önce kalbini -kalbinin bütün hücrelerini-
gördüğüm
gibi. Arıyorsun sen de geleceğini. Seni bekleyen karanlığı arıyorsun.
Nietzsche'nin deyişiyle maymunla üst insan arası bir insan olarak
düşünüyorsun ve yeni bir seçime hazırlanıyorsun. 'Düşünüyorum
o halde varım'
diyorsun tıpkı 17. yüzyılın büyük rasyonalisti Descartes gibi.
Ve düşündüğün
için sen de bir düşünür oluyorsun. DescartesRA oluyorsun.
Ellerini kaldırdın şimdi. Küçük, yumuşak ve sımsıcacık
ellerini... Elini
gördüm senin. Tanrım! Yüzyıllar önce nasıl da tutardım o
ellerini. Bana
yeryüzünün en uzak diyarlarını anlatırdı ellerin. Aşk şarkıları
söylerdi
bana. Rock Tanrı'nın en büyük harikası olan High Hopes'tan bile
daha güzel
şarkılardı onlar. Zaten en güzel olan şey hiç olmayan ve hiçbir
zaman da
olmayacak olan değil midir?
Şimdi yol ayrımında ellerin. Yine bir tercih yapacak ve
kaybedeceksin. Hadi
gerçekçi bak olan bitene. Pişman olma benim gibi. Ve sırtın üşümesin
bu
yeğin pişmanlıktan ötürü. Tercih yap bitsin. Zaten her koşulda
pişman
olacaksın. Pişmanlık ademoğlunun en biricik yazgısıdır.
Lanet olsun tatlı kız üşüme artık. Neden üşüyorsun? Neden
kirpiklerin
soğuktan donmuş? Neden titriyor ellerin? Sana gerçeği göstermedi
mi
kahrolası zaman? Bekareti bozulmamış fahişeyle sevişmedin mi sen
hiç?
Tinine, usuna, kalbine, bedenine ve başka herşeyine hiç tecavüz
etmedi mi
zaman? Hiç karalamadılar mı senin kağıdını? Hiç hüzünler çiziktirilmedi
mi
biricik, kutsanası yaşantına? En koruyucu meleklerin bile yalnız
bırakmadılar mı seni? Hiç yalnız kalmadın mı sen lanet olsun?
Hiç
bırakılmadın mı? Yalnızsın işte sen de diğerleri gibi. Yalnız,
bir başına ve
bırakılmış...
Anımsa tatlı kız. Sana ağlama derdim hep. Ben yokken sakın ağlama.
Zavallı
düşünen bir özne olduğunu bilip acı çeksen bile ağlama derdim.
Artık
ağlayabilirsin. Çünkü 'yok'um ben. Özde bir 'yok'oluşçu olarak
'yok'um
artık. Hiçbir zaman da olmayacağım. Hiç olmamak, eksik olmaktan
daha iyi
değil midir? Senin için eksik olmayacağım artık, hiç olmamaktan
ya da 'hiç
olmaktan' ötürü... Evet bir 'hiç'im artık senin için, koca bir
hiç... Beni
sakın yeniden varetmeye çalışma. Bırak herşey olduğu gibi kalsın.
Bırak
soğuk kış gecelerinde gökyüzünün karanlığına bakıp Rock
Tanrı'ya
gülümseyeyim yine. Beni yalnız bırak. Yalnız, bir başına ve bırakılmış
bırak
beni. Lanet olsun. Bırak, bırak, bırak...
Bir kez daha deneyimleyeyim ne kadar büyük bir maymun olduğumu. Bir
kez daha
deneyimleyeyim Aristippos'un özdeksel hazlarının -küçük
mutlulukların-
dayanılmaz hafifliğini kaldıramayacak kadar tahammülsüz bir
primat olduğumu.
Varolmanın dayanılmaz hafifliğini kaldıramayacak kadar zayıf olduğumu
göreyim bir kez daha.
Ne kadar primitif, hoyrat ve aynı zamanda acınası bir ruhum olduğunu
bir kez
daha göreyim deneyle. Pavlov'un 'şartlı refleks' deneyi kadar gerçeğe
yakın,
keskin ve acımasız olsun bu deney. Salyalarım aksın Pavlov'un köpeği
gibi.
Hemen savunmaya geçsin tinim. Hemen havlamaya başlasın. Hemen
yumruklar,
tekmeler sallasın sağa sola. Yediği küçük -küçücük- bir
fiskeden ötürü...
Seni nasıl unuturum tatlı kız? Kağıdıma sıcak bir nefes üfledin
sen. Hayat
kağıdıma... Kokmuş ve de kokuşmuş hayatım sıcak, sımsıcak
nefesinin
kokusuyla uyandı. Hala anımsıyor o kokuyu hayatım. Öznel tarihim,
hala
hatırlıyor nefesinin kokusunu... Eskiden olduğu gibi kimi zaman bir
rüzgar
getiriyor o sıcak kokuyu bana.
Kokun; yıllar, onyıllar, yüzyıllar, binyıllar öncesinde kalmış
gibi... Hiç
olmayan zamanlarda varmış gibi... Ve bundan sonra da hiçbir zaman
var
olmayacak gibi...
Nasıl unuturum gözlerini tatlı kız? Artık bensiz ağlayan ıslak
kirpiklerini
nasıl unuturum? Nasıl unuturum bana Aşk Tanrı'yı betimleyen baygın
bakışlarını? Her seferinde bakışlarımdan kaçıp, uzaklara -en
uzaklara, flu
geleceklere giden- bakışlarını... O bakışlar gösterdi mi sana
geleceği?
Karanlıkta kendini gördün mü tatlı kız? Karanlığın içinde
karanlığı gördün
mü o kutsal bakışlarla? Kendini gördün mü? Sen de karanlıksın
benim gibi.
Karanlık ve kirlisin. Yaşadığın için -karanlıkta sırıttığın
için-
karanlıksın ve yine yaşadığın için -beyaz kağıdına çizikler
attırdığın için-
kirlisin. Yaşamak gülümseyerek kirlenmek değil midir? Evet, inadına
gülümseyerek.... Kirlendiğini bilerek gülümseyerek... Hep gülümseyerek...
Yüzsüzce gülümseyerek... Maymun gibi gülümseyerek...
Charles Darwin'in fizyolojik naturel sellection'ını tinsel mutasyona
uyarlamak isteyen sözde bilim adamları ve de bilim kadınlarının
ruhsal
orgazmını gerçekleştirmek istercesine gülümseyerek... Akan, dönüşen
ve
değişen primatlar olarak gülümseyerek... Yine gülümseyerek, hep
gülümseyerek, sonsuz ötesi gülümseyerek...
Nerede bir gülümseyen görürsen tekmele tatlı kız. Nerede bir yaşayan
görürsen tekmele. Nerede bir maymun görürsen tekmele. Nerede bir
kadın
görürsen tekmele. Nerede bir erkek görürsen tekmele. Nerede bir
ben, nerede
bir sen görürsen tekmele. Miden bulanıyorsa kus onların ruhlarına...
Böğürtünü işitsin kulakları... Aşağılandığını bilsinler.
Nefretini hiç eksik
etme tatlı kız. 'Hiç'liğini hiç eksik etme. Yokluğunu hiç eksik
etme.
Sensizliği hiç eksik etme benden. Yalvarırım nefretini esirgeme
benden.
Nefretine gereksinim duyuyorum. Senden ve tüm insanlardan, tüm
zavallı
primat dönmelerinden daha çok nefret edebilmek için.
Ben kötü olan 'hiç'birşeyi esirgemeyeceğim artık senden.
Nefretimi
esirgemeyeceğim. Benden daha çok nefret etmen için...
Zamanın esiriyiz demiştim sana anımsa. Uzun ve koca zamanın... O
hep
kollarını açmış bizi bekler. Bizse onu bilmeyiz. Ve
pragmatistlerin tam
tersine onu bilmemekten nefret ederiz. Zamanı anlayamamaktan, onu
çözememekten nefret ederiz. Ve zamanı bekleriz. Bekliyorduk onu anımsıyor
musun?
İşte geldi zaman. Şimdi tercih zamanı evet. Şimdi ayrılık zamanı...
Her
tercih bir ayrılıktır. Yollar ayrıldı işte. Gözlerin o
yollarda, ellerin
de... Sen o yollardasın. Bense bu yollardayım. Başka yollarda...
Hadi! Zaman geldi tatlı kız. Çanlar çalıyor şimdi. Ama Ernest
Hemingway'in
çanları değil bunlar. Pink Floyd'un çanları... The Division Bell
diyor buna
Anglosaksonlar. Ayrılık çanı yani.
Çanlar bu kez ikimiz için çalıyor tatlı kız. Çanlar ayrılık için
çalıyor.
Ayrılığın zamanı şimdi.
Veda sana High HopesRA
Ey aşk! Elveda
Ferhat ÜNLÜ