DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ


YAVUZ SULTAN SELİM VE İDRİS-İ BİTLİSİ

Kürt ayırımcılar Kürtler adına bir şey yapamayınca, Aleviler adına dövünmeye başlarlar ve hemen Yavuz Sultan Selim'i suçlarlar.

Yavuz Sultan Selim'in "40.000 aleviyi öldürttüğü" iddiası, İdris-i Bitlisî'nin "Selimşahnâme" adlı padişahı övme kitabından kaynaklanmaktadır. Aynı dönemde yazılmış 20'yi aşkın "Selimşahnâme"de böyle bir olay yoktur. Öldürülenler, hapse atılanlar olmuşsa da, rakam kayda geçecek kadar önemli bulunmamıştır. Kaldı ki, Yavuz, Şah İsmail'e sığınıp ta sonra geri dönenlere vergi muaviyeti tanımış, iskânlarını sağlamıştır.

Hem Kürtler hem de Aleviler bilmelidir ki, eğer Yavuz Sultan Selim Çaldıran'da galip gelmeseydi (1514), Şah İsmail bölgede hakim olacak, belki Anadolu'da Osmanlılar'ın yerine alacak ve sonunda biz İranlı olacaktık!..

Bugün de Humeyni tipi bir idarenin altında pek çok değerimizi yitirmiş olarak yaşamaya çalışacaktık!..

Bölgede daha önce hiç bir Kürt devleti olmadığı gibi, Selçuklular'dan sonra büyük devlet olarak Karakoyunlu ve Akkoyunlu TÜRKMEN devletleri vardı. Akkoyunlular 1469'da Karakoyunlular'ı yıkarak yerlerini almıştı. AKKOYUNLU TÜRKMEN DEVLETİ'nin başkenti DİYARBAKIR'dı.

1502'de TÜRKMEN Şah İsmail Akkoyunlu devletini yıktı ve 1508'e kadar Maraş'tan Bağdad'a kadar bölgeyi ele geçirdi. Şah İsmail Alevi olduğu için sünni Kürtler zaten onun bölgeye gelmesiyle Osmanlılar'ı desteklemeye meyletmişlerdi. Bu yüzden Çaldıran'da Kürtler'in Şah İsmail'in safında yer almaları zaten mümkün değildi.

Şii İran etkisinden çekinen İdris-i Bitlisi, işte bu sebepledir ki, 25 kadar Kürt aşiretinin Osmanlılar'a bağlanmasını sağlamış, bu yolla aşiretlere de bazı imtiyazlar elde etmişti.

Çaldıran savaşından sonra, Şah İsmail'in adamı Karahan, tekrar gelip Diyarbakır'ı kuşattı. Bunun üzerine 25-30 kadar Kürt beyi İdris-i Bitlisî vasıtasıyla Padişah'a bir ârıza, yani dilekçe gönderdiler. Dilekçede şöyle yazıyordu:

- "Cân-ı gönülden İslâm'ın Sultanı'na biat ettik. Mülhid Kızılbaşlar'dan uzak durduk. Kürdistan diyarı bir aylık mesafededir. Kızılbaş'ın dalâlet ve bid'atlerini kaldırıp, Ehl-i Sünnet üzre Şafiî mezhebini icra ettik. Hutbelerde İslâm Padişahı'nın adını zikredip, onun yardımını bekliyoruz. Mevlâna İdris'i yüce huzurunuza gönderdik. Cümlemizin talebi budur. Bu muhlis kullara yardım buyuralar! Zira bizim beldelerimiz Kızılbaş'a çok yakındır. Diyarbekir, Bağdat, Azerbeycan ortasında bulunuyoruz. Yıllardır bu mülhidler sitem kılıcıyla kökümüzü kazımıştır. 14 sene bizimle savaşmışlardır. Muhabbet üzre olduğumuz padişahımızdan, temiz inançlı bizleri o zalimlerden kurtarmasını bekliyoruz. Zira bizler kendi başımıza onlarla baş edemeyiz. Kürt taifeleri muhtelif kavim ve aşiretlerden oluşmaktadır. Din birliğimiz dışında birbirimize tâbi olmamız mümkün değildir. Sünnetullah (ALLAH'ın takdiri) böyledir. Padişah bize yardım ederse, Irak, Arap, Acem ve Azerbaycan beldelerinden o sitemkârların elleri kesilmiş olacaktır. Bilhassa İran diyarının kilidi ve Bayındır Sultanları'nın (Akkoyunlu Türkmenleri) payıtahtı olan Diyarbekir, bir yıldır Kızılbaş n askerinin işgâli altındadır. Bu civarda 50 binden fazla kişi helâk olmuştur. Eğer bu sene Sultan bize yardım ederse, uhrevî ve dünyevî kazançlara nâil Olacaktır."

- "Bâki ferman yüce dergâhındır."
(Koca Hüseyin , Bedâiyü'l Vekâi , Moskova, 1961, sf.921-922

Diyarbakır'ın geri alınmasından sonra, İdris-i Bitlisî'nin Yavuz Sultan Selim'e gönderdiği mektup ta özetle şöyledir:

- "Diyarbekir ve civarındaki mazlum Müslümanlar Devlet'imizin hizmetine tâliptir. Siz İstanbul'a döndükten sonra bu kullarınız Diyarbekir beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa'ya itaatlerini arz etmişlerdir. Daha önce düşmanlarımız Kürt beylerini isyana teşvik etmekteydiler. Kürt belderinin Devlet-i Aliyye'ye iltihakı İstanbul'un fethini tamamlayacak kadar önemlidir. Çünkü bu bölgenin ilhakıyla Bağdat, Basra, Azerbaycan ile Halep ve Şam'ın yolları da açılmış olacaktır."

- "Bende-i ahkâr ve çâker-i efkâr İdris" (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ,nr E-1019)

Yavuz sultan Selim de cevaben şöyle yazmıştır:

- "Mektubun tarafıma ulaşmıştır. Diyanet, emanet, sadakat ve istikametinle Diyarbekir vilâyetinin fethine sebep olduğun bildirilmiştir. Yüzün ak olsun. İnşaallah diğer vilâyetlerin de fethine sebep olasın! Her türlü ihsan ve inayetim seninledir."'

- 'Biriken ulûfeniz ile 2000 flori ve çeşitli hediyeler tarafına gönderilmiştir. Bu arada Diyarbekir Beylerbeyi Mehmet Paşa'ya nişan-ı şerifimle mühürlenmiş beyaz kâğıtlar gönderilmiştir. Gerektiğinde bunları berat haline getirip o bölgedeki sancakların beylerine gönderesiniz. Birer suretini de tarafıma yollayınız ki, burada da saklansın. Bu beratlar dışında istimaletnâme gönderilmesi gereken beyler için de yine boş nişanlı kâğıtlar gönderilmiştir. Bunlar da ilgili kişiler için kullanılsın. Bunların da defterini Merkez'e gönderiniz ki, burada da bilinsin."

- "Niyetim, o taraflara gelmektir. O beyler hakkında lütuflarım fazladır. Şu günlerde Şah İsmail elçiler göndererek yalvararak, ve ne istenirse yapacağını beyan ederek sulh talebinde bulunmaktadır. Ancak onun sözlerine ve salâhına Kat'iyyen itimaz câiz olmadığından, gönderdiği elçileri hapsettirdim. sen de gerektiğinde bu hususta elinden geleni yapasın! "
^li, Künhü'l Ahbar , 610-611 . Koca Hüseyin , Bedâiyü'l Vekâi , Moskova, 1961, sf.936-939 - Bu üç mektup Derin Tarih mecmuası sayı 16, sf.57-58'den alınmıştır.)

Bu gruba giren Kürt ve Türkmen aşiretlerinin yanısıra bölgedeki bazı Arap aşiretleri de yine kendi istekleriyle Osmanlı idaresine geçmişlerdi. Padişah ta, onların sadakat ve bağlılıklarının mükâfatı olarak bölgeyi mutad "timar sistemi" dışında tutmuş, "özel sancaklar oluşturmuştu. Bölge bir kısmı babadan oğ4ula geçen "yurtluk-ocaklık", bir kısmı da "hükûmet" denilen beylikler halinde yüzyıllarca sorunsuzca idare edilmişti. Onlardan vergi ve asker almama gibi haklar da tanımıştı.

Buna ek olarak, Akkoyunlu devletinin eski teb'ası Türkmen ve Kürt aşiretlerinin bir kısmını BOZ ULUS, bir diğer kısmını da KARA ULUS adıyla gruplandırmıştı. Boz Ulus 75.000 kişiden oluşmaktaydı, kışları Suriye'de, yazları Dersim'de geçirirlerdi. Kara Ulus daha çok Kürt aşiretlerinden oluşuyordu. Van, Diyarbakır, Şahrizur bölgesinde dolaşırlardı. Toplam olarak 400 aşiret reisi birleştirilmişti.

Bu tarihten itibaren KÜRT kelimesinin, DAĞ GÖÇEBESİ anlamında kullanılması yaygınlaşmıştır.

Zaten pek çok ayırımcı da Kürtlerin DAĞLI olduğunu kabul eder. David Mc Dowall, "At the time of the Islamic conquests, the term 'kurd' had meant 'nomad'. From the 11th Century and onwards travellers and historians treated the term as synonymous with 'brigandage = bandid, robber',
a view echoed by 19th Century European travellers. By mid 19th Century, it was used to mean tribes people who spoke Kurdish. True, some Kurdish-speaking people had no tribal affiliation whatsoever, living as peasantry or town dwellers, but they were a minority," diyerek "Kürt" kelimesinin İslam'ın yayılması sırasında "konar-göçer" anlamında kullanıldığını, 11. asırdan itibaren de "haydut, eşkiya, haramî" anlamına geldiğini, bunun 19. yüzyıl Avrupalı gezginlerin eserklerinde de yankılandığını, ancak 1850'lerden sonra "Kürtçe konuşan aşiret halkı" anlamı verildiğini yazar. Ve bu ifadesiyle "kürt" kelimesinin hiç bir zaman bir millet, hatta bir kavmi kastetmediğini belirtmiş olur. (A Modern History Of The Kurds - 1997)

Yavuz Selim bu durumu göz önünde tutarak batıdan DOĞU'ya TÜRKMEN aşiretlerini nakletmiş, onların Kürt aşiretler ile karışarak İran Şiiliğine karşı bir duvar oluşturmalarını amaçlamıştı.

YÜRÜK kelimesi de bu tarihten sonra OVA GÖÇMENİ anlamına kullanılmıştır.

Ne yazık ki, arkasından gelen Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlıyan ekonomik sıkıntılar, Devlet'in Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile gereği gibi ilgilenmesini önlemiş, bu dağlık bölgedeki TÜRKMENLER zamanla özelliklerini kaybetmişler, ama tam anlamıyla da kürtleşmemişlerdir.

Böylece Celaleddin Harzemşah'ın Zazalarından sonra, TÜRKMEN kökenli Dersimliler ortaya çıkmıştır. Dersimliler kendilerini Kürt saymaz!...
(Dr. Rıza Nur, aynı eser)

İdris Bitlisi'ye gelince, Kürt ayırımcılar tarafından ihanetle suçlanan bu kişi, belki Kürt bile değildir!... Şimdi de her doğulunun Kürt olmadığı gibi!..

İdris-i Bitlisi pek çok konuda Türkçe, Arapça, Farsça eserler vermiş; ama bir kelime bile Kürtçe yazmamıştır!..

Türkçe'si de sonradan öğrenmiş olamıyacağı kadar düzgündür. (Mehmet Bayraktar, Bitlisli İdris)

Sözün özü, İdris Bitlisi'nin Kürt ayırımcılara ihanet etmiş olması söz konusu olmadığı gibi, Kürt aşiretlerine de bir zararı olmamıştır. Aksine, onlara imtiyaz sağlamış, bu yüzden de doğuya göç ettirilen TÜRKMEN aşiretlerinin bu dağ göçebelerinin serbestisine özenmelerine ve zamanla kürtleşmelerine sebep olmuştur.

Kürt aşiretlere tanınan bu özel haklar Sultan 2. Mahmud zamanına kadar sürmüş, Tanzimat'ın ilanından sonra Osmanlı Devleti Kürtler'den de asker almaya kalkınca, isyanlar başlamıştı!.. Yani isyanların sebebi, "milliyetçilik" falan değildi!.. İmtiyazları korumaktı!

Bu hususun doğruluğunu, aşağıdaki "Ayırımcının Dilinden İsyan ve İhanetler" sayfasında görebilirsiniz!

***
  • SONRAKİ SAYFALAR: YAVUZ SULTAN SELİM VE ŞAH İSMAİL , OLAYLAR NEDEN BU BOYUTA ULAŞTI? , BİR KÜRT AYIRIMCININ DİLİNDEN KÜRT İSYANLARI VE İHANETLERİ , DİYARBAKIRLI ZİYA GÖKALP'İN TESBİTLERİ , BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ , GİRİŞ