Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!


eczaneesra@hotmail.com
Son Güncelleme
Kasım 05, 2001

HAFTANIN KONUSU
Prof. Dr. Murat Akova
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İnfeksiyon Hastalıkları Ünitesi

Biyoterörizm ve Biyolojik Silahlar  
Çok sayıda mikroroganizma biyolojik silah amacıyla kullanılabilir.  1925 yılında Cenevre Protokolü ile biyolojik ve kimyasal silah kullanımı tüm dünyada yasaklanmışsa da, günümüzde en az 17 ülkenin elinde bu tür silahların olduğu ve zaman zaman kullanıldığı da bilinmektedir.  Şarbon (antraks) sporları son günlerde başta Amerika Birleşik Devletlerinde olmak üzere çeşitli ülkelerde biyoterorizm amacıyla kullanılmaktadır.  Bu yazıda güncel önemi nedeniyle şarbon ayrıntılı olarak incelenmiş, diğer potansiyel biyolojik ajanlara ise kısaca değinilmiştir.

Biyolojik savaşın tarihçesi:
Biyolojik savaşın bilinen en eski örneklerini, düşmanların içme suyu elde etmek için kullandıkları kuyu ve rezervuarların insan ve hayvan ölüleri ile “kirletilmesi” teşkil eder.  14. yüzyılda şimdiki Ukrayna sınırları içinde kalan Kaffa’yı kuşatan Tatarlar, vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin surlarından içeri atarak salgın oluşturmaya çalışmışlardı.  18. yüzyılda Kuzey Amerika’daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olan Sir Jeffrey Amherst,  çiçek virüsü ile kontamine olmuş battaniyeleri kızılderililere vererek çiçek salgınına neden olmuştu.

2. Dünya Savaşı sırasında 1939-1942 yılları arasında Japon kuvvetleri Maçurya’da şarbon, veba, çiçek, tularemi, ruam, kolera, kızıl, menenjit, tüberküloz, salmonellozis, tetatnus, hemorajik ateş ve difteri gibi çeşitli infeksiyon hastalıklarını esirler üzerinde deneyip, çok sayıda ölüme neden olmuşlardı.  Aynı yıllarda İngilizler İskoçya açıklarındaki Gruinard adasında şarbonla çok sayıda deneme yapmışlar ve ada topraklarının takibeden 36 yıl boyunca şarbon sporları ile kontamine kalmasına neden olmuşlardı. Adanın dekontamine edilmesine 1979 yılında başlanmış ve 280 ton formaldehit kullanıldıktan sonra ancak 1987 yılında tam anlamıyla temizlenebilmişti.
1950’li yılların başında Amerikan ordusu biyolojik bir silahı taklit amacıyla San Fransisco kentine Serratia marcescens isimli bir bakteriyi yaydı. Normalde bu bakterinin solunum yoluyla bulaşarak hastalık yapması söz konusu değildi.  Bu denemenin amacı gerçek bir biyolojik silahın kullanılması halinde meteorolojik koşulların etkisini araştırmaktı.  Bu deneme 1970 yılında The Washington Post gazetesi tarafından yayımlanıncaya kadar halktan gizlendi.  Ordunun yaptığı denemeden hemen sonra şehirdeki Stanfor Üniversitesi hastanesinde  S. marcescens’e bağlı bir nozokomiyal üriner sistem infeksiyonu salgını oldu ve bir hasta endokardit nedeniyle yaşamını yitirdi.  Salgının ordunun yaptığı denemeyle olan ilgisi hala bilinmemektedir.

1972 yılında 100’den fazla ülkenin katılımı ile imzalanan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası”na dair anlaşma yürürlüğe girdi.  Buna karşın başta eski Sovyetler Birliği olmak üzere bu silahların üretimi günümüze kadar süregeldi.  Sovyet Savunma Bakanlığına bağlı bir kuruluş olan “Biopreparat”ın biyolojik silah üretimi amacıyla 1980-1990 yılları arasında 55.000 bilim adamı ve teknisyeni istihdam ettiği bilinmekteydi.  Bu kişilerin bugünkü Rusya sınırları içinde yaşadıkları bilinmektedir.  1979 yılında, şimdiye dek biline en büyük akciğer (inhalasyon) şarbonu salgını eski Sovyetler Birliği sınırları içindeki Sverdlovsk şehrinde saptandı.  Devlete ait bir biyolojik silah fabrikasının filtresindeki bir bozukluk nedeniyle havaya karışan şarbon sporları 79 kişide hastalığın ortaya çıkmasına ve bunların en az 68’nin ölümüne neden oldu.  Gerçek hasta ve ölüm sayısının resmi olarak açıklanan bu sayıdan çok daha yüksek olduğu da iddia edildi.

Tokyo’da 1995 yılında bir metro istasyonuna sarin gazı ile saldırı düzenleyerek  çok sayıda kişinin ölümüne neden olan terörist örgüt Aum Shinrikyo’nun, aynı şehirde en az 8 defa şarbon ve botulismus ile saldırı düzenlediği ancak bilinmeyen nedenlerle başarılı olamadığı saptandı.

1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün bir uzmanlar kurulunun yaptığı tahmine göre, 5 milyon nüfusa sahip bir şehir üzerine uçakla 50 kg şarbon basili aerosol halinde atıldığı takdirde 250.000 kişide şarbon görüleceği ve bunlardan 100.000 kişinin tedavisiz bırakıldığı takdirde öleceği hesaplandı.  ABD’deki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’inin (CDC) tahminine göre hastalıkla temas eden 100.000 kişi için toplam maliyet 26.2 milyar USD olacaktı.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin çeşitli şehirlerindeki terörist saldırılar sonrası değişik kuruluşlara gönderileren mektuplar içinde toz halinde şarbon sporları saptanmış ve 23 Ekim itibariyle üç kişi inhalasyon şarbonuna bağlı olarak yaşamını yitirmiştir.  Bu arada Kenya ve Arjantin’deki değişik adreslere gönderilen bazı mektupların içinde şarbon sporları bulunmuş, ancak ABD dışından şimdiye kadar şarbona yaklanan kişi bildirilmemiştir.

Şarbon (Antraks):
    Şarbon, gram-pozitif, spor oluşturan bir bakteri olan Bacillus anthracis’in neden olduğu akut infeksiyonun adıdır.  Hastalık doğal olarak ot yiyen hayvanlarda (koyun, keçi, sığır gibi) görülür. Hayvanlar şarbon sporlarının bulaştığı toprakta otlanırken hastalıkla temas ederler.   İnsanda hastalık sporlarla derinin teması veya solunum yoluyla sporların alınması sonucu oluşur.  Kaynak çoğunlukla infekte hayvanlar veya hayvan ürünleridir.  İnsanda vakaların %95’i deriden çizik ve yaralardan şarbon sporlarının girmesiyle oluşan deri şarbonu biçimindedir.  Günümüzde ülkemizde yılda yaklaşık 100 civarında deri şarbonu olgusuna rastlanmaktadır.
 
Biyolojik silah amacıyla şarbon kullanımı:  Şarbon sporlarının büyük miktarlarda aersl olarak kullanımı sonucu ölümcül akciğer şarbonu tablosu ortaya çıkar.  Ancak şarbonu bu şekilde silah olarak hazırlamak için belli ölçüde teknolojiye gerek vardır.  Hazırlanacak aerosol içinde partikül büyüklüğünün 1-5 mikron boyutunda olması gereklidir.

Bulaşma: Şarbon sporları dış ortama çok dayanıklıdır.  İnsandan insana şarbon bulaşması söz konusu değildir.  İnsanlarda şarbon, bakteri veya sporların alınma yoluna göre deri, inhalasyon ve mide-barsak (gastrointestinal) şarbonu biçiminde kendini gösterir.

İnfekte edici doz:  ID50 (sporları soluyan kişilerin %50’sinin hastalanması için gereken doz) yaklaşık olarak 10.000 spor olarak belirlenmiştir.

Kuluçka dönemi: Deri yoluyla bulaşma halinde 3-7 gün, solunum yoluyla bulaşma halinde 1-6 gün, ağız yoluyla bulaşma halinde 1-7 gün olarak saptanmıştır.  Muhtemelen alınan spor sayısıyla ilişkili olarak solunum yolu şarbonunun, bulaşmadan yaklaşık 1,5 ay sonra bile ortaya çıkabileceği bilinmektedir.

 Klinik belirtiler:

  İnhalasyon (akciğer) şarbonu:  Hastalık grip benzeri bir tabloyla başlar.  Ateş, başağrısı, adale ağrısı ve kuru öksürük görülür.  Takiben 1-2 günlük kısa süreli bir iyilik hali sonrası şiddetli solunum yetmezliği gelişir.  Akciğer filminde mediastinal genişleme görülmesi karakteristiktir.  Bu görüntü mediastinal lenfadenopati ve hemorajik mediastinite işaret eder.  Hastalığın başlangıcından 2-3 gün sonra kan kültürlerinde bakteri saptanabilir.  Erken dönemde antibiyotik tedavisi başarısı yüksektir. Ancak belrtilen başgösterdikten sonra  tedavi hastanın ölümünü engellemez.  Hasaların yaklaşık yarısında menenjit tablosu gelişir.

  Deri şarbonu:  En sık el, önkol ve başta rastlanır.  Temas sonrası deriden kabarık, kaşıntılı ve kızarık lezyonlar gelişir. Takiben papül ve vezikül gelişimi gözlenir.  2-6 gün sonra siyah renkli kabuklu karakteristik lezyon ortaya çıkar.  Lezyon etrafında ödem görülmesi karakteristiktir.  Kabuklu lezyon 1-2 haftada kendiliğinden iz bırkamadan iyileşir. Ağız yoluyla alınan antibiyotiklere iyi yanıt verir.  Nadiren bakteremi ve menenjit gelişir.

  Gastrointestinal şarbon:  Hastalığın en nadir formudur.  Ciddi karın ağrısı, kanlı ishal ve bulantı-kusma ile karakterlidir. Sıklıkla bakteremiye yol açar ve ölümle sonuçlanır.

 Dayanıklılık: Şarbon sporları kuruluğa, ısıya, UV ışığına, gama ışınlamasına ve çoğu dezenfektana dirençlidir.  Toprakta çok uzun yıllar canlılığını koruyabilir.  1/10 oranında sulandırılmış (evde kullanılan) çamaşır suyu sporların çevreden temizlenmesi için en etkili ajandır.

 Antibiyotik duyarlılığı:  Çoğu şarbon suşu pensiline ve doksisikline duyarlıdır.  Buna karşın bakteri geniş spektrumlu (3. kuşak) sefalosporinlere ve trimethoprim-sulfametoksazole dirençlidir.  Biyoterörizm amacıyla üretilen bakterinin bu iki antibiyotiğe dirençli olma kukusu nedeniyle siprofloksasin kullanımı önerilmektedir.  Diğer sefalosporinler de in vitro koşullarda şarbon basiline etkili bulunmuştur.  Siprofloksasin biyolojik terör amacıyla kullanılabilecek diğer bakteriyel ajanlardan veba ve tularemi etkenlerine karşı da etkilidir.

 Tedavi:
  İnhalasyon ve mide-barsak şarbonu:  Erişkinlerde başlangıçta her 12 saatte bir 400 mg siprofloksasin iv kullanılır.  Hastanın koşulları uygun olduğunda tedavi günde iki defa 500 mg oral şekle dönüştürülebilir.  İn vitro deneyler siprofloksasin yerine 2 X 400 mg ofloksasin veya 500 mg günde tek doz levofloksasinin iv kullanılabileceğine işaret etmektedir.  Eğer şarbon suşu duyarlı saptanırsa başlangıç tedavisi penisilin G  6 X 4 milyon U veya doksisiklin 2 X 100 mg iv biçiminde de uygulanabilir.  Doksisiklinin intravenöz preparatı ülkemizde bulunmadığından bu tedavi şekli bir seçenek olarak kullanılamaz.  Özellikle ciddi infeksiyonun söz konusu olduğu bu hastalık tablosunda başlangıçta oral tedavi önerilmez.  Çocuklarda başlangıç tedavisi olarak 20-30 mg/kg/gün siprofloksasin iki eşit dozda uygulanmalıdır. Alternatif olarak <12 yaş çocuklarda 50.000 U/kg her 12 saatte bir; >12 yaş çocuklarda erişkinlerde kullanılan  dozda penisilin G verilebilir.  Hamile kadınlarda tedavi erişkinlerde olduğu biçimdedir.  Tedavi süresi tüm hasta gruplarında iki aydır.

Deri şarbonu: Tedavi 7 gün süreyle 2 X 500 mg oral siprofloksasin ile yapılır.  Eğer mikroroganizma duyarlı bulunursa tedavi amoksisilin veya doksisikline değiştirilebilir.  Tedavi süresi byotereörizm sonucu ortaya çıkan deri şarbonunda, hastanın aerosol halinde şarbon sporuna maruz kalma riskini de gözönünde bulundurarak iki ay olarak önerilmektedir.

Korunma:  Temas sonrası profilaksi de tedavi amacıyla kullanılan antibiyotiklerle yapılır.  Ancak bu durumda antibiyotiklerin ağız yoluyla alınması yeterlidir.  Erişikinlerde siprofloksasin 2 X 500 mg, alternatif olarak amoksisilin 3 X 500 mg veya doksisiklin 2 X 100 mg kullanılabilir.  Profilaksi süresi 2 aydır.  Çocuklarda ve hamilelerde doksisiklin önerilmemektedir.  İmmünsüpresif  hastalarda uygulanacak tedavi biçimi diğer hastalarda olduğu gibidir.

Şarbon aşısı:  ABD’de insanlar için üretilen şarbon aşısı (anthrax vaccine adsorbed, AVA) 1970 yılında FDA tarafından onaylanmıştır.  Bu aşı 1999 yılından itibaren Amerikan askerlerine rutin olarak uygulanmaktadır.  Aşı 0,2, 4. haftalarda takiben 6, 12 ve 18. aylarda toplam 6 doz uygulanır. Takiben her yıl yeni bir doz rapel gerekir.  Aşı 18-65 yaş arasındaki erişkinlerde kullanmak üzere ruhsatlanmıştır.  Aşının yaygın olarak toplumun tüm kesimlerine uygulanması henüz önerilmemektedir.

Şarbonla kontamine olduğundan şühelenilen bir paket veya zarfla karşılaşan bir kişi nasıl davranmalıdır?  Bu konuda CDC tarafından aşağıdaki önlemlere uyulması önerilmektedir:

a) Zarfı sallamayın ve açmayın
b) Zarfı plastik bir torbanın veya akma ya da sızıntıyı engelleyecek bir kabın içine koyun
c) Eğer torba veya kap bulamazsanız, zarfı her hangi bir şeyle (kağıt, örtü vb) örtün
d) Bulunduğunuz odadan çıkın, kapıyı sıkıca kapatın ve başkalarının girmesini engelleyin
e) Ellerinizi su ve sabunla iyice yıkayın
f) Güvenlik birimlerini olaydan haberdar edin
g) Eğer zarf içindeki toz yere dükülür veya üstünüze bulaşırsa:
a. Derhal dökülen tozun üstünü örtün ve odadan çıkın
b. Toza bulaşmış giysilerinizi çıkartın ve bir torbaya koyup ağzını sıkıca kapatın.
c. Su ve sabunla tüm vücudunuzu yıkayın.

Biyoterörizm amacıyla kullanılabilecek diğer ajanlar:

Veba: Yersinia pestis adı verilen bir bakteri infeksiyonudur.  İnsanlarda ve kemiricilerde hastalık oluşturur.  İnsanlarda veba, hastalığı taşıyan sineklerin ısırması sonucu ortaya çıkar.  Salgınlar öncesinde farelerde çok sayıda ölüm görülmesi karakteristiktir.  Biyolojik silah olarak kullanılan veba mikrobu akciğerlerde infeksiyona neden olur.  Kuluçka süresi ortalama 2-4 gün arasında olup, 1-6 gün arasında değişebilir.  Hastalığın ilk belirtileri ateş, başağrısı, halsizlik ve sulu, kanlı balgamla karakterize öksürüktür.  Akciğer filminde  iki taraflı infiltrasyonlar görülür.  Hastalık solunum sekresyonları ile bulaşır.  Hasta kişiyle yüz yüze temas edenlere veba bulaşabilir.   Erken tedavi hastayı ölümden korumak için mutlak gereklidir.  Streptomisin, tetrasiklin, kloramfenikol ve siprofloksasin etkili antibiyotiklerdir.  Vebaya karşı bulunmuş bir aşı yoktur.  Koruyucu amaçla 7 gün süreyle antibiyotik alınması hastalığa karşı etkin koruma sağlar.

 Botulinum toksini:  Bu toksin bilinen zehirler içinde en güçlü olanidir. Bir gram kristalize hale getirilmiş toksin uygun şekilde etrafa saçılır ve solunum yoluyla alınırsa  bir milyondan fazla insanın ölümüne nedne olabilir.  Ancak teknik nedenler bu şekilde bir yayılımı hemen hemen imkansız kılmaktadır.  Toksin botulism adı verilen adale felci yapan bir hastalığa yol açar.  Toksin Clostridium botilinum adı verilen bir bakteri tarafından üretilir.  İnsanlarda üç tipte botulism görülür:  Yiyeceklerle bulaşan (ülkemizde özellikle ev yapımı konserve zehirlenmelerinde görülür), infant botulizmi (barsaklarında bakteriyi taşıyan duyarlı bebeklerde görülen formu) ve yara botulizmi.  Biyolojik terör amacıyla kullanılan botulizm toksini solunum yoluyla alındığında da benzer semptomlara yol açar.  Ancak şimdiye kadar bu yolla hastalığa yakalanmış sadece 3 kişi tanımlanmış olup, bu kişiler toksini soluduktan sonraki 72 saatte hastalık belirtilerini ortaya çıkarmışlardır.

Hastalığın bulguları arasında çift görme, gözkapaklarında düşme, yutma güçlüğü, peltek konuşma, ağız kuruluğu, vücüdün üst kısmındaki kaslardan aşağıya doğru yayılan kas güçsüzlüğü (omuzlardan bacaklara doğru) sayılabilir.  Solunum kaslarının felci ölüme nedne olabilir.  Bu nedenle hastaların yapay solunum cihazlarına bağlanması gerekebilir.

Botulizm insandan insana yayılmaz.  Hastalığın tedavisi erken dönemde uygulanan antitoksin iledir.  Çoğu hasta hastalık belirtileri başladıkatn haftalar ve aylar sonrası normale dönerler.

 Çiçek: Çiçek hastalığı tüm dünyada 1977 yılından itibaren ortadan kaldırılmış viral bir hastalıktır.

Hastalığın kuluçka dönemi kişinin virüsle temasından sonra 7-17 gün arasındadır.  Hastalığın ilk belirtileri yüksek ateş, yorgunluk, baş ve sırt ağrıları biçimindedir.  Takiben 2-3 gün içinde hastalık için karakteristik bir döküntü gözlenir. Bu döküntü en belirgin biçimde yüz, kollar ve bacaklarda ortaya çıkar.  Döküntü başlangıçta kırmızı, deriden hafifçe kabarık biçimde olup, takiben içi cerahat dolu kabarcıklara dönüşür.  Hastalığın ikinci haftasında bu lezyonlar kabuklanmaya başlar, 3-4. Haftada kabuklar düşer.  Çiçek hastalığına yakalananların %70’i hastalıktan tam olarak kurtulur, ancak kabukların iyileştiği yerlerde deride iz kalır.  Hastaların %30’u ölür.

Çiçek hastalığı hasta kişlerden sağlıklı bireylere tükrük damlacıkları aracılığıyla bulaşır.  Bu nedenle çiçekli bir kişiyle yüz yüze temas sonrası hastalık bulaşabilir.  Çiçek, hastalığın ilk bir haftasında yüksek oranda bulaştırıcıdır. Ancak bulaştırıcılık kabuklar düşünceye kadar azalmakla birlikte devam eder.

Çiçek hastalığına karşın henüz etkinliği kanıtlanmış bir antibiyotik yoktur.  Çiçek virusu ile temas eden bir kişiye temastan sonraki ilk 4 gün çinde aşının yapılması hastalığın ciddiyetini azaltır, hatta kişiyi hastalıktan tamamen koruyabilir.  Çiçek aşısı içinde çiçek benzeri bir başka virusun (vaccinia virusu) zayıflatılmış hali mevcuttur.

Dünyada insanlar çiçek hastalığına karşı aşı 1972 yılından beri uygulanmamaktadır.  1972 yılından önce aşılanmış kişlerde de aşının etkisi kalmadığı ve bu kişilerin de çiçek hastalığına karşı duyarlı oldukları kabul edilmektedir.

Diğer ajanlar:  Biyolojik silah olarak kullanılabilecek ve bu yazıda ayrıntıları anlatılmayan pek çok mikroroganizma da mevcuttur.  Yazının sonunda bu hastalıklar ilişkin kaynaklar verilmiştir.  Bu hastalıklar arasında tularemi, brusellozis, Q humması, hemorajik ateş yapan virüler, ve çeşitli ensefalit virüsleri sayılabilir.
 
YAZININ BAŞINA DÖN


Ana Sayfa HAFTANIN KONUSU