Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!


eczaneesra@hotmail.com
Son Güncelleme
Ağustos 08, 2001

Polemik



Bu yazı 22 Ağustos 2001 Çarşamba Günü Radikal Gazetesinde Yayınlanmıştır.

Son asker-sivil tartışması, başka hiçbir şeyi göstermediyse şunu göstermiş olmalı: Türkiye normal değil.

Türkiye'de rejim anayasal sınırların dışına taşmış durumda. Kuralları hiçbir yerde yazılı olmayan, herhangi bir hukuka dayanmayan bir rejime doğru ilerliyoruz, hatta kısmen onu yaşıyoruz. Bir ülkenin anayasası o ülkenin ulusal güvenlikle ilgili danışma organında değil parlamentosunda değiştirilir. Bir ülkede anayasanın nasıl olması gerektiğine, rejimin temel çerçevesine o ülkenin halkı karar verir, başkaları değil. Ve normal bir ülkede rejimin çerçevesi zaten bilinir. Onu MGK'nın hatırlatmasına ve bir ağabey rolünü üstlenmesine gerek kalmaz.

Türkiye, bu saatten sonra normalleşmeye doğru yol alacaksa, ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın değil Başbakan Bülent Ecevit'in yaptığı doğrudur. Yılmaz'ın -eğer yaptıysa- konuyu MGK'ya getirmesi, normalleşmeye bir hizmet değil tam tersine askerle çatışmaya hizmettir, amacı ve hedefi belirsizdir. Başbakan'ın da söylediği gibi bu gibi konuları tartışmanın yeri parlamentodur. Çünkü Anayasa değişiklikleri hükümetin işi bile değildir. Dolayısıyla MGK bu konuda karar alsa da anlamı olmaz, bu kararı 'bildireceği' organın değişiklikler konusunda yetkisi yoktur.

Öte yandan Anayasa'yı bu şekilde değiştirmek, aşağı yukarı bütün partilerin seçmene verdikleri bir sözdür. Seçmenler, bu sözün yerine getirilmesini ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin Kopenhag Kriterleri'ne uyum sağlamasını beklemektedir. Yani Anayasa'yı değiştirmeye kalkışan parlamentonun bir meşruiyet sorunu da yoktur, seçmenin vekâleti bu değişiklik için parlamentoyu ehliyetli kılıyor zaten.

Öyleyse sorun Anayasa değil, rejimin normal dışı karakterindedir. Bu hükümetin de, sonra gelecek hükümetlerin de yapması gereken ilk iş, normalleşmeyi sağlamaktır. Normalleşmeden kasıt, bütün devlet organlarının ve kurumlarının Anayasa'da yazılı yerlerine gidip oturmaları ve işlerini yapmalarıdır. Normalleşmeyi Türkiye'de başka kimse değil siyaset kurumu sağlayacaktır. O yüzden, ne kadar kızsak da siyaset kurumunu yıpratmak, o olmasa ülkenin çok daha iyi olacağını söylemek, esasen üzerine binilen dalın kesilmesinden başka bir şey değildir. Dal koptuğunda yere sadece siyasetçi düşmeyecek, bugün siyaseti kötüleyen yazılar yazan bütün o 'düşünürler' de kendilerini yerde bulacaklar.

Etraf umutsuz insan dolu. Herkes siyasetten ümidini kesmiş durumda ve ülkenin başına gelen her türlü kötülüğün siyasetten kaynaklandığını düşünüyor. Üstelik haksız da değiller. Türkiye, kendisiyle aynı koşullarda ya da daha kötü yola çıkan pek çok ülkenin gerisinde bugün. Yani, Türkiye'nin son 50 yılda iyi yönetildiği iddiası, karşılaştırmalı baktığınızda o kadar da doğru değil. Ama karşılaştırmayı yaparken de insaflı olmak lazım, kıyaslanan ülkelerin neredeyse tamamı son 50 yılın yarıdan fazlasını diktatörlük altında geçirdiler. Bu bakımdan kör topal da olsa seçimli demokrasiyi deneyen Türkiye zor yolda ilerliyor.

Son yaşanan krize bir fırsat diye yaklaşmak da mümkün. Bu hükümet ve bu parlamento, sonuçta başka hiçbir parlamentonun yapamayacağı cinsten reformları yapıyor. Sadece 'Derviş yasaları' diye bilinen yasalar bile gelecekte siyasetin yapılma biçimini ciddi olarak değiştirecek nitelikte şeyler. Bunlara şimdi bir de demokratikleşmeyle, özgürlüklerle ilgili yasalar eklenince geçmişte konuştuğumuz sorunların önemli bir bölümü kendiliğinden ortadan kalkacak.

Öte yandan kriz sayesinde siyasette ciddi bir yenilenme ihtimali de belirdi. Tayyip Erdoğan'ın ve AKP'nin o alanda yalnız kalacağını düşünenler yanılıyor. İlk seçimden sonra Türkiye'yi yeni bir siyasetçi neslinin teslim alması büyük olasılık. Seçimden sonra bugünkü parlamentodan ve partilerden geriye çok fazla bir şey kalmayacak. Türkiye eninde sonunda normalleşecek. Herkes kendini buna hazırlamalı.


Ana Sayfa Polemik