ATATÜRK DÖNEMİ - 2

MUSTAFA KEMAL:

" Kan ile yapılan inkılâblar daha muhkem olur. Kansız inkılâb ebedileştirilemez... Fakat biz lüzumu kadar kan döktük. Memleketimizde bir çok isyanlar vukua geldi, ve bunların hepsi tenkil edildi... Şayan-ı temennidir ki, bu dökülen kanlar kafi gelsin, ve bâdema kan dökülmesin!" demişti. (22.1.1923)

Ancak burada bahis konusu olan "kan" düşmanla savaş dönemine aittir... Kanın gerçekten orada durması gerekirdi. "Şapka", "Türkçe" EZAN gibi konuların isyanlara sebep olması, yeniden gereksiz yere kan akması dönemin talihsizliklerindendir.

Çünkü ATATÜRK İNKILÂBÇILIĞI aslında TÜRK İNKILÂBI'dır!.. Ve aslında TEK'tir!.. Bütün diğer uygulamalar bu TEK hedefe ulaşmak için yapılmıştır ve TEFERRUAT'tır!..

Bu hususu ATATÜRK şöyle ifade eder:

"TÜRK İNKILÂBI nedir?..Bu İNKILÂB geniş bir değişimi ifade etmektedir!..MİLLET'in, VARLIĞI'nı DEVAM ettirmek için, fertleri arasında düşündüğü MÜŞTEREK BAĞ, asırlardan beri gelen şekli ve mahiyeti değiştirmiş; yani MİLLET, dini, mezhebi bağlılık yerine TÜRK MİLLİYETİ BAĞIYLA FERTLERİNİ TOPLAMIŞTIR!.."

Yani TÜRKİYE CUMHURİYETİ ve yeni TÜRK DEVLETİ sadece ve sadece TÜRK MİLLETİ'ne dayanır!.. TÜRK MİLLETİ'nin hemen tümü MÜSLÜMAN olmasına rağmen, MÜSLÜMAN olmayıp ta kendini TÜRK sayan herkes bu DEVLET'i kuranlardandır!.. Aksine, MÜSLÜMAN olup ta, kendini TÜRK saymıyanların ne bu DEVLET'te, ne de CUMHURİYET'te söz hakkı yoktur!.. İşte GERÇEK ATATÜRK İNKİLABI budur, ve adı TÜRK İNKILÂBI'dır!..

TÜRK İNKILÂBI'nın tabii sonucu İSTİKLÂL ve HÜRRİYET, ANTİ-EMPERYALİST ve ANTİ-KAPİTALİST OLMAK, YANİ EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI'ya direnmektir.

Şimdi ortalıkta dolaşıp ta, "atatürk ilkeleri, atatürk devrimleri" diye etrafı tozu dumana katanlarla, gizli-açık ATATÜRK düşmanlığı yapanlara bir bakınız!.. Hepsi MEZHEPÇİLİK, KÜRTÇÜLÜK, LAZLIK, ÇERKEZLİK, hatta ÇİNGENELİK , ERMENİCİLİK peşindedir!.. Hepsi DİN'i, veya kendi çarpık LÂİKLİK anlayışını siyasete âlet eder!.. Hepsi UŞAK RUHLU, OMURGASIZ, BATI HAYRANI, BATI HİZMETKÂRI'dır!.. Çok enteresandır, 2003'den bu yana TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'nde yeralan dört partiden üçü olan AKP, CHP ve BDP-HDP'den "TÜRK, TÜRKLÜK, TÜRK DEVLETİ, TÜRK MİLLETİ, TÜRK BAYRAĞI" gibi ifadeler duyulmaz olmuştur. Zaten üçünün de başkanı ve ileri gelenleri TÜRK değildir!.. Üçünün de BELKEMİĞİ KIRIK. BOYNU EĞİK'tir!.. Bu yüzden ATATÜRK DÖNEMİ uygulamalarının temelindeki gerçek TÜRK İNKILÂBI unutulup gitmiştir!..

Bundan sonra sıralayacağımız, ve POLİTİKACILAR'ın ve SÖZDE AYDINLAR'ın bir kısmına sıkı sıkı sarılıp ta, bir kısmını tamamen göz ardı ettikleri ATATÜRK DÖNEMİ UYGULAMALARI'nı, bu gözle değerlendirmek ve hepsinin bu TEK TEMEL İNKILÂB'la bağlantısını kurmak gerekir!.. Rahmetli MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK zaferden sonra YERLİ SERMÂYE, YERLİ YATIRIM, YERLİ MALI üzerinde durmuş, YABANCI SERMÂYE'nin elindeki tesisleri, kuruluşları birer birer, ve parasını tıkır tıkır ödeyerek satın almıştır! Yabancı misyoner okullarının çoğunu kapatıp, diğerlerini Millî Eğitim Bakanlıoğı'nın kontrolüne almış, böylece sömürge kültürünün köküne kibrit suyu ekmiştir... Şimdi bu uygulamaları görelim.

3 Mart 1924'de Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartılıp bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı... Ancak sayıları 70'ı bulan yabancı okulların büyük kısmının kapatılması, kalanların denetime alınması için, Bursa Olayı'nı beklemek gerekti.(Bakınız: ATATÜRK DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR-3, 11)

11 Mart 1924'te Diyarbakır-Ergani demiryolu inşasına ait kanun kabul edildi. TÜRK mühendis ve işçisi ile, ve TÜRK sermayesi ile!

23 Mart 1924'te Samsun-Sivas-Ankara demiryolu inşasına ait kanun kabul edildi. Yine TÜRK seryamesi ile!

1 Nisan 1924'te Ergani Bakır madeninin devletçe işletilmesi konusunda Kanun, T.B.M.M.'nde kabul edildi. (İlk "devletçi" uygulama sayılabilir.)

22 Nisan 1924'te T.B.M.M.'nde "Anadolu Demiryollarının Mübayaasına ve Müdüriyet-i Umumiyesinin Teşkiline ve Vezaifine Dair Kanun" kabul edildi. (Bu Kanun'la, Devlet Demiryolları kurulmuş oldu.)

1 Eylül 1924'te Ankara'da Musikî Muallim Mektebi kuruldu. Arkeolojik kazılar, müze ve arşiv kurma, restorasyon çalışmaları başladı... (Konya Eski Eserler Müzesi 1928'da açıldı.)(12)

16 Şubat 1925'te Türk Hava Kurumu (Türk Tayyare Cemiyeti adı ile) kuruldu.

17 Şubat 1925'de AŞAR kaldırıldı. Böylece Devlet vergi gelirlerinin dörtte birinden vazgeçmiş oldu. (13)

25 Şubat 1925'de "DİN'İN POLİTİKAYA ALET EDİLMEMESİ" konusunda bir kanun çıkarıldı.

26 Şubat 1925'da Fransız Tütün Rejisi kaldırıldı... Fransızlar'a bağlı olarak çalışan kolcu teşkilatı kaldırıldı. Böylece TÜRK tütününü Fransız'a vermek istemeyen "kaçakçılar" ile kolcular arasındaki çatışmalar sona erdi... Her yıl yüzlerce gencin ölmesi önlenmiş oldu.

5 Nisan 1925'te Şeker Fabrikaları'nın kurulması ile ilgili kanun T.B.M.M.'nde kabul edildi.

17 Nisan 1925'te Ankara-Yahşihan demiryolu işletmeye açıldı.

5 Mayıs 1925'te Ankara'da Gazi Orman Çiftliği'nin kurulması için işe başlandı. Aynı gün Yunanistan'daki Ermeni komitecilerinin Gazi Mustafa Kemâl'i öldürmekle görevlendirdikleri Manok Manukyan Ankara'da idam edildi.

1 Ekim 1925'te Bursa dokuma fabrikası, Gazi Mustafa Kemâl'in konuşmasıyla açıldı.

5 Ekim 1925'te İstanbul Darphanesi'nde ilk Cumhuriyet altını basıldı.

14 Ekim 1925'te Türkiye’de ilk betonarme köprü, Menderes Nehri üzerinde yapıldı.

16 Kasım 1925'te Samsun-Sivas ve Ankara-Kayseri-Sivas demiryollarının inşasına dair kanun kabul edildi.

20 Kasım 1925'te Yahşiyan-Yerköy demiryolu işletmeye açıldı.

25 Kasım 1925'de Şapka kanunu çıkarıldı... Bu da Sivas'ta, Rize'de, Trabzon'da, Erzurum'da yeni isyanlara sebep oldu. (14)

30 Kasım 1925'de tekke ve zaviyeler kapatıldı... Cübbe, sarık yasaklandı. Şeyh, derviş, mürit, türbedar gibi ünvanlar kaldırıldı.(15)

9 Aralık 1925'te T.B.M.M.'nde "Yerli Kumaştan Elbise Giyilmesine Dair Kanun" kabul edildi.

26 Aralık 1925'de milâdî takvim ve BATI saat sistemi kabul edildi.

17 Şubat 1926'da MEDENİ KANUN İsviçre kanunlarından tercüme edilerek kabul edildi. (Bakınız: ATATÜRK DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR-4, 16)

Yine aynı günlerde Ticaret Kanunu Fransa, Almanya ve Belçika'dan alındı... İtalyan kanunlarından kopya edilen "Türk" Ceza Kanunu yürürlüğe girdi... Hukuk Mahkemeleri Usulü Kanunu Neuchatel Kanunu'ndan aşırıldı... Ceza Muhakameleri Usulü Kanunu ve Deniz Ticareti Hukuku Kanunu Almanya'dan alındı... (1929) İş İdaresi Hukuku Kanunu da İsviçre'den devşirilince hukuk sistemimiz her bakımdan BATI hukukuna benzedi...(1929) Halbuki İtalyan Ceza Kanunu 1889 tarihli idi!.. Ötekiler de ondan hallice değillerdi... Yani biz hâlâ o kanunlarla idare edilmekteyiz. (17)

Bülent Tanör Kuruluş konferanslarında "Neden yarı sömürge TANZİMAT DÖNEMİ Batı kanunlarını KISMEN aldı da, BAĞIMSIZ CUMHURİYET döneminde TOPTAN alındı?" sorusunu soruyor... Haklı olarak...

Medenî Kanun ile MÜLKİYET kavramı temelinden değiştirildi... Mülkiyet, ferdî ve masun (dokunulmaz) hale getirildi. Bu yolla kapitalist dönüşümün yolu açılmış oldu ki, bizce son derece hatalı, suça, soyguna, yağmaya açık bir durum yaratıldı... Gelir dağılımı bozuldu.

GAZİ bu köklü "reformlar"ın Takrir-i Sükûn kanunu sayesinde gerçekleştirildiğini açıkça ifade etmiştir... Yani halkın çoğunluğunun kolay "evet" diyeceği, yenilir yutulur şeyler değildi!..

Cumhuriyet öncesinde Şer'iye, Nizâmiye, Ticaret, Cemaat, Konsolosluk mahkemeleri vardı... Lozan'dan sonra 3 gayrımüslim cemaat kendi cemaat hukuklarını uygulamaktan vazgeçtikleini Ankara hükümetine bildirdiler... Buna rağmen, niye böyle köklü bir değişikliğe gidildi???

17 Mart 1926'da T.B.M.M.'de "Demir Sanayinin Tesisine Dair Kanun" kabul edildi.

17 Mart 1926'da Müskirat inhisarının (İçki tekeli) devlete geçmesine dair kanun kabul edildi.

24 Mart 1926'da Türkiye'de petrol arama ve işletilmesinin devletçe yönetilmesini öngören kanun T.B.M.M.'de kabul edildi.

10 Nisan 1926'da "İktisadî Müesseselerde Mecburî Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun" T.B.M.M.'de kabul edildi. İngilizce, Fransızca devreden çıktı. Tabii Anayasa ve bu kanun gereğ4i Kürtçe de kullanılamaz.

19 Nisan 1926'da Türkiye sahillerinde nakliyat-ı bahriye (Kabotaj) ve limanlarla, karasuları dahilinde icra-yı sanat ve ticaret hakkındaki kanun kabul edildi.

23 Nisan 1926'da Samsun-Kavak Demiryolu işletmeye açıldı.

15 Haziran 1926'da İzmir seyahati sırasında Gazi Mustafa Kemâl Paşa’ya suikast hazırlığında olan eski Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit ve adamları, kendilerini suikasttan sonra Yunanistan’ın Sakız adasına kaçıracak olan motorcu Şevki’nin İzmir Valisi Kazım Dirik’e ihbarıyla yakalandılar.

18 Haziran'da Ankara İstiklâl Mahkemesi, İzmir’de görevlendirildi.

20 Haziran'da suikast girişimiyle ilgili olarak, Ankara’da İstiklâl Mahkemesi’nin talimatıyla geniş ölçüde tutuklamalar yapıldı. Tutuklananlar arasında Milletvekillerinin ve Ordu Komutanı paşaların da bulunması heyecanı artırdı. Şark Fatihi Kâzım Karabekir Paşa da tutuklananlar arasında idi. Başbakan İsmet Paşa, Emniyet Müdürü'ne emir vererek Kâzım Karabekir Paşa’yı serbest bıraktırdı. TBMM’nin kararı olmadan Milletvekillerinin tutuklanmaması lâzımdı. İstiklâl Mahkemesi ise; “TBMM adına yargı yetkisini kullandığını” ileri sürerek, işine karışan İsmet Paşa’nın da tutuklanmasına karar verdi. Ancak İsmet tutuklanmadı.

4 Temmuz'da Kâzım Karabekir Paşa ve Ali Fuat Paşa, İzmir’de İstiklâl Mahkemesi’nde sorguya çekildiler.

5 Temmuz'da İstiklâl Mahkemesi ile araları açılan Başbakan İsmet Paşa, tutuklama kararı üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyeleriyle İzmir’e geldi. İstiklâl Mahkemesi heyetiyle ayrı ayrı görüştü. Yapılmakta olan işlemlerin usule uygun olduğu taraflarca kabul edildi.

13 Temmuz 1926'da İzmir suikastı karara bağlandı: Eski Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit, İzmir Milletvekili Şükrü, Saruhan Milletvekili Halis Turgut, İstanbul Milletvekili İsmail Canbulat, Erzurum Milletvekili Emekli Tümgeneral Rüştü Paşa (Kurtuluş Savaşı komutanlarından), Trabzon Milletvekili Hafız Mehmet, Sarı Efe Edip, Emekli Teğmen Çopur Hilmi, Emekli Baytar Albay Rasim, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Eski Ankara Valisi Abdülkadir ve Kara Kemâl ölüm cezasına çarptırıldılar. 13 ölüm cezası, gece yarısı infaz edildi. (Kara Kemal firarda idi, 27 Ağustos 1926 günü intihar etti.)

Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Mersinli Cemal Paşa ve Milletvekilleri Faik Bey, Sabit Bey, Halet Bey, Feridun Bey, Fikri Bey, Kamil Zeki Bey, Bekir Sami Bey, Besim Necati Bey, Münir Hüsrev Bey beraat ettiler.

1 Ağustos'ta Ankara’da İstiklâl Mahkemesi, suikast davasının 2. bölümüne başladı. Sanıkların çoğu eski İttihad ve Terakki Fırkası mensubuydu. Zaten "İzmir Suikasti" davası, Mustafa Kemâl'in İttihatçılar'ı tasviye davasıdır.

26 Ağustos'ta Ankara İstiklâl Mahkemesi kararını açıkladı: Eski Maliye Nazırı Cavid, Dr.Nazım, Milletvekili Hilmi ölüm cezasına çarptırıldı. Gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) beraat etti. Rauf (Orbay) ve eski İzmir Valisi Rahmi Bey gıyaben 10’ar yıl kalebentliğe mahkûm edildiler. Salih Kaya ve Ali Osman da 10’ar yıl hapis cezası aldılar. Diğer 37 sanık ise beraat ettiler. Ölüm kararları gece yarısı infaz edildi. (18) (Kemâl Tâhir KURT KANUNU adlı eserinde bu olayın ve dönemin çok güzel bir değerlendirmesini yapar.)

Musul'un elden çıkışı da bu tarihe denk gelir. Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Bey'in 7 Haziran 1926 günü (İçtima: 115, Celse: 2) TBMM'de yaptığı konuşmada söylediği şu sözler:

- "Şurasını da derhal arz etmeye mecburum ki, hudut üzerinde bile bin kilometre murabbaı (kare) miktarında lehimize tashihat ilavesini teklif ettiler. Esas davamızın böyle bin veyahut iki bin kilometrekarelik arazi dâvâsı olmadığını söyleyerek bu teklif olunan araziden de sarf-ı nazarla bütün Musul vilâyetinden müstakil Irak devleti lehine feragati, prensiplerimize daha uygun bulduk."

Uygun bulanlar arasında ATATÜRK te var görünüyor... O tarihte ne düşünerek bunu yaptı, bilemiyoruz. Musul, petrolden dolayı ve İngilizler'in burada bir Kürt devleti kurmak istemesi nedeniyle önemliydi. "'Atatürk - Bir Milletin Yeniden Doğuşu" ve "Kutsal Anadolu Toprakları" kitaplarının yazarı, İngiliz Lord Kinross'a göre, Musul'un Irak'a verilişi, "Atatürk'ün dış politikada yaptığı tek hata"ydı. Başka türlü davranmasına imkân var mıydı, bilemiyoruz.

11 Eylül 1926'da Ankara’da otomatik telefon işletmeye açıldı.

6 Ekim 1926'da Kayseri Uçak Montaj Fabrikası açıldı... Savaş mağlubu Almanlar'ın uçak üretmesi yasaklanıp fabrikaları sökülünce, rahmetli MUSTAFA KEMÂL atik davranmış, bu fabrikaların parçalarını gemiyle Mersin limanına, oradan da deve sırtında Kayseriye taşıtmış, uçak fabrikası kurmuş, üretilen uçakların bir kısmını da yurt dışına satılmasını sağlamıştır.

26 Kasım 1926'da Alpullu Şeker Fabrikası hizmete açıldı... Rahmetli ATATÜRK köyleri şehir yapan biriydi. Menderes, Demirel, Özal ve son alarak ta Potamyalı rantçı Erdoğan ise şehirleri büyük köy yapma ustasıdırlar. Kırıkkale bir tek silah fabrikasıyla köy iken şimdi il olmuştur. Nazilli, Ereğli, Turhal başka gelişen ilçe örnekleridir.

Kasım 1926'da Arabistan'da Hicaz'ı ele geçiren Vehhabî Suud ailesinin bütün sahabe kabir ve mezarlarını tahrip etmeye başlaması ve Peygamberimiz'in mezarını da yıkmaya niyetlenmesi üzerine, MUSTAFA KEMÂL bir telgraf) çekerek biraz da tehditle bu yıkımı önledi.

17 Aralık 1926'da Uşak Şeker Fabrikası hizmete açıldı.

18 Ocak 1927'de Lozan Barış Antlaşması, Amerikan Senatosu'nda 34' oya karşı 50 oyla reddedildi.

17 Şubat 1927'de Lozan'daki anlaşmaları kabul etmeyen Amerika Birleşik Devletleri ile, yeniden siyasî ilişkilerin kurulması için notalar alınıp verildi... Herifler Sevr'i kabul ettiremedikleri, bir Ermenistan ve bir Kürdistan kurduramadıkları için kudurup duruyorlardı. Hâlâ da emellerinden vazgeçmiş değillerdir. ABD bizim dostumuz ve müttefikimiz değil; amansız düşmanımızdır!

Ezelî ve ebedî düşmanımız A.B.D., Lozan'da imzaladığı anlaşmayı meclislerinden geçirememiş, böylece yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni tanımamıştı!.. Kuyruk acısı vardı. Wilson prensiplerine göre TÜRKİYE topraklarında Ermenistan kurulmalı, İzmir Yunan'a verilmeliydi. Bunlar sağlanmadığı için Amerika'nın TÜRKİYE'ye kini vardı. Bu kini eski A.B.D. Büyük Elçisi Henry Morgenthau, 1923 yılında The New York Times gazetesine verdiği demeçte,

- "ABD ve İngiltere birlikte İzmir'e asker çıkartmış olsaydık, Türkler'in Avrupa'dan kovulması gerçekleşebilecekti,"

demişti!.. Bu herif yazdığı kitapta da pek çok Ermeni kıyımı yalanı uydurmuştur.

İşte bu anlayışla ezelî ve ebedî düşmanımız ABD, 1927 yılına kadar Türkiye'ye büyükelçi göndermedi. 1927'de elçi göndermek istediğinde, kendisinden önce Lozan Anlaşması'nı imzalaması talep edilmiş, ancak Kongre'de bu sağlanamayınca, Modus Vivedi uygulanmıştır. Yani, Amerika geçici bir anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti'ni "lûtfen" tanımış oldu!.. Hâlâ gerçek anlamda tanımış değildir!.. Onun için askerimizin kafasına çuval geçirir, muhribimizi kaptan köşkünden füze ile vurur! Amerika bize hep düşman muamelesi yapar!..

Buna rağmen 1927'de bu uyduruk tanımanın kabul edilmesi, MUSTAFA KEMÂL'in Batı ile ilişkileri yumuşatma arzusundan kaynaklanmıştır... O arzu için ne fedakârlıklara katlanılmıştır, bir bilseniz!..

Halbuki TÜRK DEVLETİ, 3 Aralık 1920'de mağlup Ermeniler ile Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırı çizen Gümrü Antlaşması imzalamasından itibaren pek çok devletten kabul görmüş, anlaşma imzalamıştı. Bu meyanda,

- 1 Mart 1921'de Afganistan’la Moskova’da dostluk anlaşması imzalandı.
- 16 Mart 1921'de B.M.M. Hükûmeti ile Sovyet Rusya arasında “Moskova Antlaşması” imzalandı.
- 13 Ekim 1921'de TBMM Hükûmeti ile Kafkas Cumhuriyetleri (Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) arasında Kars anlaşması imzalandı.
- 20 Ekim 1921'de TBMM Hükûmeti ile Fransa Hükûmeti arasında Ankara Anlaşması imzalandı.
- 23 Ekim 1921'de İstanbul’daki Ankara temsilcisi Hamit Bey ile İngiliz temsilcisi Sir H. Rumbold arasında, İngiliz esirleriyle Malta’daki Türk tutukluların değiştirilmesi konusunda anlaşma imzalandı. (Bunlar hep Ankara Hükûmeti'nin tanındığına işarettir.)
- 2 Ocak 1922'de Ankara Hükûmeti ile Ukrayna Hükûmeti arasında dostluk antlaşması imzalandı.
- 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı.
- 12 Temmuz 1923'de Polonya ile ticaret antlaşması imzalandı.
- 23 Temmuz 1923'de Türkiye-Polonya dostluk antlaşması imzalandı.
- 6 Ağustos 1923'de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Lozan’da suçluların geri verilmesi ve başka konularda sözleşmeler imzalandı. Ancak bunlar densiz Amerikan Kongresi tarafından onaylanmadı.
- 10 Aralık 1923'de Türkiye-Arnavutluk arasında dostluk antlaşması imzalandı.
- 15 Aralık 1923'de İstanbul'da Türkiye-Macaristan dostluk antlaşması imzalandı.
- 28 Ocak 1924'te İstanbul'da Türkiye-Avusturya dostluk, ticaret ve ikamet antlaşmaları imzalandı.
- 13 Nisan 1924'teTürk-Alman Dostluk Antlaşması imzalandı.
- 8 Ağustos 1924'te Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi.
- 3 Ocak 1925'te Türkiye-Letonya dostluk antlaşması Varşova'da imzalandı.
- 21 Haziran 1925'te Türkiye-Yunanistan Anlaşması Ankara’da imzalandı.
- 17 Aralık 1925'te Türk-Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması ve bağlı üç protokol Paris'te imzalandı.
- 30 Ocak 1926'da Türkiye-Şili dostluk antlaşması imzalandı.
- 5 Haziran 1926 tarihinde İngiltere ile Musul konusunda Ankara Antlaşması imzalandı.
- 1 Temmuz 1926'da Türkiye, Uluslararası Cenevre Antlaşması’na katıldı.
- 25 Mayıs 1927'de Türkiye-Meksika dostluk antlaşması imzalandı.
- 12 Ekim 1927'de Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C.Grew, Ankara’dan Gazi Mustafa Kemâl’e itimatnamesini sundu. böylece Lozan'dan 3 yıl sonra A.B.D., TÜRKİYE'yi tanımış oldu.
- 22 Mayıs 1928'de Türkiye-Afganistan dostluk ve işbirliği antlaşması yapıldı. Afgan Kralı Emanullah Han ile Kraliçe İstanbul'da MUUSTAFA KEMÂL tarafından kabul edildi.
30 Mayıs 1928'de Türkiye-İtalya Tarafsızlık Antlaşması imzalandı.
- 13 Haziran 1928 - Düyunu Umumiye (Dış Genel Borçlar) hakkında Paris'te, ilgililerle bir anlaşma yapıldı.
- 4 Ocak 1929'da Türkiye-Uruguay dostluk antlaşması imzalandı.
- 17 Ekim 1929'da Türkiye-SSCB arasında Karadeniz Deniz Silahlarının Sınırlandırılması Antlaşması imzalandı.
- 10 Haziran 1930'da Türkiye-Yunanistan arasında ‘Ahali Mübadelesi Antlaşması’ imzalandı.
- 17 Eylül 1930'da Türkiye-Litvanya Dostluk Antlaşması Moskova'da imzalandı.
- 9 Temmuz 1932'de Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne katıldı.
- 22 Nisan 1933'te Türkiye Cumhuriyeti ile, Osmanlı Düyunu Umumiyesi hâmilleri (alacaklılar) arasında, Paris'te borçların saptanması ve ödeme şekli hakkında anlaşma imzalandı.
- 14 Eylül 1933'te Ankara'da Türkiye-Yunanistan dostluk antlaşması imzalandı.
- 4 Nisan 1934'te Ankara'da Türkiye-Çin dostluk antlaşması imzalandı.
- 20 Temmuz 1936'da Montrö Boğazlar Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Boğazlar tamamen Türk hâkimiyetine geçti. Türk askerleri, Türk toprağı olup ta "gayri askerî" adı verilen bölgelere girdi. Bu Antlaşma ile ticaret gemilerinin geçmesi serbest bırakıldı, savaş gemilerinin geçişinde ise, şartlar ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
- 7 Nisan 1937'de Türkiye - Mısır dostluk, ikamet ve tâbiiyet antlaşması yapıldı.
- 27 Nisan 1938'de Yunanistan ile Dostluk Antlaşması imzalandı.

Devam edelim, rahmetli ATATÜRK'ün TÜRKİYE'yi Hıristiyan Batı hegemonyasının aracı yabancı sermaye yatırımlarından kurtarma, yerli yatırım yapma faaliyetine:

10 Nisan 1927'de Yerköy-Kayseri Demiryolu işletmeye açıldı.

29 Mayıs 1927'de Ankara-Kayseri demiryolu İsmet Paşa tarafından hizmete açıldı.

1 Haziran 1927'de Devlet Demiryolları ve Limanları İdaresi kuruldu.

27 Ağustos 1927'de GAZİ MUSTAFA KEMÂL’e suikast hazırlamak üzere Sisam Adası’ndan Anadolu’ya geçen Hacı Sâmi ölü, arkadaşları yaralı olarak yakalandı.

9 Eylül 1927'de Samsun-Havza demiryolu hizmete açıldı.

10 Ekim 1927'de, nicedir ilk defa Memurların maaşı peşin olarak ödendi.

28 Ekim 1927'de Türkiye’de birinci genel nüfus sayımı yapıldı. Sonuç: 13.648.270 kişi... Kaybettiğimiz topraklarla 40 milyondan bu rakama düşmüştük!

3 Kasım 1927'de Küstah Amerikan Büyükelçisi Grew, savaş sırasında geçici olarak kapatılmış bulunan Amerikan misyoner okullarının yeniden açılması için bir muhtıra verdi.

13 Kasım 1927'de Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Aras Amerikan Elçiliği'ne "okulların açılmasının yararlı olup olmadığının Maarif Vekâleti tarafından incelendiğini, ve gerekirse bu okulların Devlet tarafından satın alınacağını" bir mektupla bildirdi. Telâşa kapılan Büyükelçi Grew bir mektupla "önce okulların açılmasını, sonra satın alınma meselesinin görüşülmesini" istedi.

16 Kasım 1927'de Bünyan Mensucat Fabrikası açıldı.

8 Eylül 1927'de Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın ilk hastalığı ortaya çıktı. Almanya’dan Prof. Dr. Von Romberg ve Prof. Dr. Kraus davet edildi.

29 Ocak 1928'de Hristiyanlık propagandası ile öğrencilere zararlı olan Bursa Amerikan Kız Koleji Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı.

3 Şubat 1928'de hutbeler İstanbul'da Türkçe okunmaya başlandı.

14 Nisan 1928'de Anayasa'dan "DEVLET'in dini İSLAM'dır" hükmü çıkartıldı... Mebusların yeminlerindeki VALLAHİ ifadeleri kaldırıldı... (19) Halbuki "Lâik" BATI ülkeleri ise hâlâ İNCİL üzerine yemine devam ederler!.. Üstelik müslümanlar için içinde ALLAH'ın adı geçmeyen bir yemin, yemin sayılmaz! Hele kürsüye çıkan heriflerde namus, şeref, vicdan yoksa, olmayan şey üzerine içilen andlardan hayır gelmez! Tek ayak üstüne yemin etmekten farksızdır!.. Hıristiyan Batı saldırılarını bir ölçüde engellemek için verilmiş bir tavizdir.

28 Nisan 1928'de Bursa'daki Amerikan Kız Okulu'nda misyonerlik faaliyetinde bulunan üç kadın öğretmen 3'er gün hapis ve 3'er lira para cezasına mahkûm edildiler. (Daha sonra 4 Amerikan okulunun açılmasına, ancak Türk müdür yardımcısının denetiminde olması ve Türkçe dersler okutulması kaydıyla izin verildi.)

Ancak Turgut Özal ve Potamyalı Tayyip Erdoğan dönemlerinde hıristiyan misyonerler sinek gibi yurdun dört bir tarafında faaliyet gösterdiler. Hatta üçlü mabedler, cami-kilise-havra bir arada, inşa edildi ki, dinimize göre bunlar mescid/i dırar (zararlı mescit) kabul edilir, içinde namaz kılmak haramdır!.. (Tevbe Sûresi, 107-110. âyetler) Bunlara gösteriş ve rant için Çamlıca tepesine yapılan cami ile, Atatürk Orman Çiftliği7nin içine yapılan "mililet camisi" de dahildir!..

24 Mayıs 1928'de Lâtin asıllı diye bilinen Türk rakamları kabul edildi. (Aslında Batı o rakamları, bilhassa "sıfır"ı Araplar'dan aldı. Yoksa Romen rakamları ile hesap yapmak imkânsız denecek kadar zor idi.) (20)

9 Ağustos 1928'de Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın, Sarayburnu’nda yazı devrimini başlattı: “Arkadaşlar! Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahengi zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz… Yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir içtimaî heyetin yüzde sekseni okuma yazma bilmez. Bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış ve iftiharla tarihini doldurmuş bir millettir…” (Biraz mübalâğalı olmuş tabii!.. "Anlamadığımız" işaretler ile Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı 3 yaşında okumaya başlamış, 4 yaşında hatim indirmiş. Prof. Dr Yaşar Nuri Öztürk 4 yaşında okumaya başlamış, 9 yaşında hafız olmuştur. Bütün 1000 yıllık tarihimiz o "işaretler" ile yazılmıştır. Onlardan vazgeçmemiz ne din açısından, ne de tarih açısından mümkün değil. Ne var ki, TÜRKÇE'ye ve DÜNYA TÜRKLERİ'nin ortak yazı diline daha uygun yeni harfleri benimsetmek için Gazi öyle konuşmak mecburiyetinde idi.)(21)

3.2.1928'de ilk TÜRKÇE hutbe okundu. (Bakınız: ATATÜRK DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR-5, 22)

Kemâl Tâhir bu konuda şu gerçekçi yorumu yapar:

-" Tevfik Rüştü. "BATILILAR devrimler tutmadı sanırlarsa, mahvoluruz," diyormuş. Tevfik Rüştü'ye göre devrimler bizim için değil, BATILILAR için yapılmış!.."

- "Ne demektir 'Köylü bizim efendimiz'?... Köylü kim, koca GAZİ PAŞA kim?..."

- Bu lâf 'Vatan-Millet yolunda zorlanmaktayım!' anlamınadır!.. 'Köylü takımına efendi dedikse, gerisini anlamalı!' demektir!.. Bunca padişah gelip geçmiştir OSMANOĞULLARI'ndan... Bak bakalım, böyle okkalı lâf var mı?.."

Kemâl Tâhir bu sözleri ile GAZİ'nin baskılardan bunaldığını, çevresine söz geçiremediğini anlatmak istemektedir!..

2 Eylül 1928'de Kütahya-Tavşanlı Demiryolu işletmeye açıldı.

26 Eylül 1928 - Türk Dili Sözlüğü’nü hazırlamak için ön komisyon kuruldu. (Sözlük deyince, akla Şemsettin Sâmi'nin Kamuûs-i Türkî adlı eseri gelmektedir.

31 Aralık 1928'de Anadolu ve Mersin-Tarsus-Adana Demiryolları ile Haydarpaşa Limanı'nın satın alınmasına ilişkin anlaşma, T.B.M.M'de bir kanunla onaylandı. (İlk satın alınan yabancı mülkü... MUSTAFA KEMÂL yabancıların eline geçmiş TÜRK MÜLKÜ'nü tıkır tıkır parasını ödeyerek birer birer satın almıştır. Böylece gavurları ürkütmemiş, ülkeyi sıkıntıya sokmamıştır. Böyle davranmayıp, Amerikalılar'ın elindeki bakır madenlerine el koyan Şili Devlet Başkanı Allende ise, devrilip öldürülmüştür. MUSTAFA KEMÂL gerçekçi bir SİYASET ve DEVLET ADAMI'dır. Kendinden sonra gelen kerestelere benzemez!)

1 Ocak 1929'da Yeni Türk harflerinin öğretilmesini sağlayacak Millet Mektepleri yurdun her tarafında açıldı. Bu okullar 1936 yılına kadar faaliyet gösterdi.

4 Nisan 1929'da Yerli Malları Haftası ilan edildi. Uzun yıllar bu hafta kutlanmaya devam etti. Ne zaman Amerikan Pazarları açıldı, ne zaman Turgut Özal "Çikita Muz" ithal etti, ne zaman Potamyalı Erdoğan sigara fabrikalarını gavura sattı, yerli malı unuttuk! Gavur malına dadandık!

10 Haziran 1929'da TBMM’de “Yol ve Köprü Yapımına Dair Kanun” kabul edildi.

1 Temmuz 1929'da Ankara-İstanbul şehirlerarası telefon görüşmesi başladı.

1 Eylül 1929'da okullarda Arapça ve Farsça dersler kaldırıldı. (Tabii bu hata oldu. Batı dilleri konulabilir ama, bir milleti 1000 yıldır birlikte olduğu Arap ve Fars halklarından koparmak, tarihinden edebiyatından koparmak çok yanlış oldu. Çok şükür ki, son yıllarda bu dilleri ve eski yazıyı öğrenenler arttı.)

9 Eylül 1929'da Fevzi Paşa-Gölbaşı Demiryolu açıldı.

8 Ekim 1929'da - Yüksekokullarda Fransızca’dan ayrı ikinci bir Batı lisanının okutulması kabul edildi.

25 Ekim 1929'da İstanbul-Berlin arasında ilk hava postası başladı.

- Ekim 1929'da dünyada iktisadî buhran başladı.

- 1929'da Terkos suyu yabancılar tarafından İSTANBUL'a getirildi, arıtıldı... Yani, kendi yapamadığımızı yabancılara yaptırmakta mahzur yoktur. Olmaması gereken bizim yapabileceğimiz işleri yabancılara verip, yan gelip yatmaktır!

30 Ocak 1930'da Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti (Ulusal Ekonomi ve Araştırma Kurumu) kuruldu... Ada dikkatinizi çekerizi, MİLLÎ İKTİSAD... Gayrımillî değil!.. Gavur güdümlü değil!

1 Şubat 1930'da Kayseri-Şarkışla Demiryolu işletmeye açıldı. Aynı gün T.B.M.M.'nde "İstatistik Umum Müdürlüğü'nün Vazife ve Selâhiyetleri Hakkında Kanun" kabul edildi. (1962'de Devlet İstatistik Enstitüsü'ne dönüştürülmüştür. Daha sonra Potamyalı Başbakan Erdoğan eliyle TÜİK oldu, gerçek rakamlar yerine halkı uyutacak uuyduruk istatistikler yayınlamaya başladı.)

20 Şubat 1930'da Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu kabul edildi. Bunu da Turgut Özal kaldırdı. Enfilasyon % 5-10'dan % 150'ye çıktı!..

9 Haziran 1930'da T.B.M.M'de "Tütün İnhisarı Kanunu" kabul edildi. Yani, tütün mamüllerini ancak Devlet eliyle alıp satmak mümkün oldu.l Bunu da önce yabancı sigara ithaline izin veren ALLAH'ından bulası Özal, sonra da tütünü ve sigara imalâtını tamamen gavura veren Potamyalı Erdoğan ortadan kaldırdı.

11 Haziran 1930'da T.B.M.M'de "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu" kabul edildi.

20 Haziran 1930'da İran sınırını geçen eşkiyanın dürtüsü ile Ziylan bucağında gericilik hareketi başladı. (1930 Doğu Ayaklanması... Ağrı isyan diye bilinir.)

18 Temmuz 1930'da Ankara Etnoğrafya Müzesi halka açıldı. Böylece millî kılık-kıyafet ve ev eşyası, zenaat araç-gereçleri, millî kültür varlığımız halka sunuldu.

12 Ağustos 1930'da Fethi (Okyar) Bey tarafından MUSTAFA KEMÂL'in desteği ile Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak Başbakan İsmet'in idaresinden illallah demiş olan halk bu partiye yönelip taşkınlık yapınca 17 Kasım 1930'da - Serbest Cumhuriyet Fırkası kendini feshetti. >

ATATÜRK hiç bir zaman istediği nitelikte adam bulamamıştır... Çoğu zaman aynı kişilere tekrar tekrar muhtaç olmuştur. Bu kişilerin başında Bitlisli İsmet ile Fethi Okyar gelir... Şeyh Sait isyanında vurdumduymazlığından dolayı görevden aldığı Fethi Okyar'a, bu sefer parti kurdurur. İsmet'in dalaverelerinden kurtulmak için!..

Kemâl Tâhir, Serbest Fırka'nın kuruluşunu İsmet'in tavrına bir tedbir olarak görür ve olayı şöyle anlatır:

- " İsmet Paşa'ya kalsa, Cumhurbaşkanı kısmı sarayında oturmak gerektir. Ancak GAZİ PAŞA, şöförü Dadal'a "Yolculuk var" dedi. Yaver'le Şükrü Kaya ekibini atlatıp Çankaya'dan indiler."

- Bözöyük Salih Bey, Ali Kılıç Bey, Zühtü Recep Bey, Abbas Cevat Bey, bunlara da telefon edildi. Bunlar demirbaşlardı... Bilecik Mebusu İbrahim Bey'in köşkünün yolunu tuttular.

- "Senin İsmet Paşa'na bir oyun oynayacağız ki, gör bakalım tedbiri nasıl şaşacak " dedi GAZİ PAŞA...Hasılı Serbest Fırka'nın temeli bir Ağustos günü Yalova'da atıldı.

- Bir muhalefet partisi açılıyor, Serbest Fırka adıyla. Açan Paris elçimiz Fethi Bey!..

- İktidarda olan Cumhuriyet Halk Fırkası'nın lideri GAZİ Hazretleri.. Başvekil İsmet Paşa da onun vekili. Fethi Bey'in kendi teşebbüsüyle böyle bir işe girmesi imkansız!.

- GAZİ Hazretleri parti kurmaya Fethi Bey'i razı edince, meseleyi İsmet Paşa'ya açmışlar, "Hay Hay " demiş. "Açıklamayı birlikte yapacağız, hazırlık yapalım," demiş.

- Öyleyse neden gizli tutuldu GAZİ'nin Büyükdere'ye gelip Necmettin Molla'nın evinde 7-8 gün kalıp Fethi Bey'le görüştüğü?...

- Fethi Bey'le İsmet Paşa'nın arası biraz açık ta ondan!.. Sebep Osmanlı borçlarının altınla ödenmesi...

- Fethi Bey "İlle altınla ödeyelim" diye direnmekte... Delirmiş mi?.. Dünyanın iktisat buhranıyla yanıp kavrulduğu sıra!.. En zengin devletler dünya savaşındaki borçlarını ödemezken!...

- Cumhuriyet hükümetinin payına düşen OSMANLI borçlarının nasıl ödeneceği Lozan'da en çetin meselelerden biriydi. Uyuşulamadı. Barıştan sonra alacaklılarla konuşmanın sürdürülmesi kararlaştırıldı. Çünkü İsmet Paşa, altınla ödemeye karşıydı. "Kağıt para veririm," diyordu. (1924)

- Konuşmalar Paris Büyükelçisi Fethi (Okyar) Bey'e bırakıldı. 1928'de bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre alacaklılar borçtan indirme yaptılar. Buna karşılık biz de altınla ödemeyi kabul ettik.

- Anlaşma imzalandığı zaman "hizmet"i beğenilerek alacaklılarca Fethi Bey'e 10.000 lira "mükafat" verildi!..(1.45TL.=l dolar)

- Bir taksit ödedik... Fakat 2. taksidin ödeme vakti yaklaşırken iktisadi buhran başladı. (1929) Taksidi altınla ödesek, paramızın değeri düşecekti. Altın 8 bonknottan 10 banknota çıktı. Bunun üzerine İsmet Paşa hükümetin borçların altınla ödenmesinin imkansızlığına karar verdi.

- Fethi Bey alacaklılara verdiği sözün tutulmamasını onur meselesi yapmış olacak ki, o yaz izne gelince hükûmet kararını eleştirdi.

- GAZİ PAŞA Hazretleri bir akşam, çekişmeye değinmeden, 1928 anlaşmasının uygulanmamasından sıkıldığını açıkça söyledi.(23)

- İsmet Paşa'dan söz etmeden, "Hiç yoktan mesele çıkarttılar. Cenuptaki demiryolu konusunda çıkan meselede Fransızlar'a karşı ben kendim ortaya çıkmaya mecbur oldum. Bu işte de beni Fransızlar'la İngilizler'e karşı çıkmaya mecbur edecekler," dedi.(24)

- "Fikrinden vazgeç" denilmiyor, "Halktan sakla" deniyor!..

- En zengin devletlerin borçlarını ödemiyeceklerini söyledikleri bir dönemde.. İktisat buhranı dünyayı altüst ederken...Her gün yüzlerce banka, yüzlerce şirket iflas ediyor. Fabrikalar, madenler işçilerini dışarı atarak kapılarını kapatıyorlar!..

- Dünya iş çevrelerinde dolandırıcılıklar, kendilerini öldürmeler gündelik olaylar haline geldi. Borsalar panik içinde!... En güçlü paralar, en güvenilir hisse senetleri paçavralara döndü. Dünyaya hükmeder görünen en yaman para güçlerinin güçsüzlüğü, en sağlam kuruluşların temel çürüklüğü meydana çıkmış!. (25)

- Buna karşılık her yıl 700.000 altın borç ödeyeceğiz...Hem de CUMHURİYET'in değil, OSMANLI İmparatorluğu'nun!... Sanki ANADOLU Savaşında biz yenilmişiz gibi!..

- Daha rezilliği, bir büyükelçinin aldığı 10.000 lira bahşiş yüzünden. "Altınla ödetirim," diye söz vermiş olmalı ki, sözünü tutamadığı için onuru kırılmış olmalı... Parti açacak, hükümetin gırtlağına sarılacak... Nasıl iştir bu?..

- Bütün mahareti GAZİ'nin en ufak heveslerine bile sessiz sedasız itaat etmek olan İsmet Paşa, sinirlerine hakim olarak "Hay hay" dedi, oturdu.

- Bu hürriyet Takrir-i Sükun kanunundan, İstiklâl Mahkemeleri'nden 4 yıl sonra getirilmek isteniyordu. Baskı, devrimlerden çok dalaverecilere, vurgunculara yaramıştı..."

- Falih Rıfkı milletvekilliğinin 1. yılındaki bir olayı anlatır:

- " Yakup Kadri ile Meclis'e gelmiştik. Bir kaç milletvekili bize bir kanun teklifi imzalatmak istediler:. "Hidemat-ı vataniyesine mükâfeten MUSTAFA KEMAL PAŞA Hazretlerine l milyon lira ihda edilmiştir..." Muzaffer kumandanları parayla mükafatlandırmak İngilizler'in âdeti değil miydi?...

- Beynimizden vurulmuştuk. KUVA-YI MİLLİYE devrinde İngiliz entelijansı, hareketin başından ayrılmak şartıyla, MUSTAFA KEMAL'e büyük bir para ve İTALYA'da bir villa vaad etmişti!.. Bu da öyle bir şeydi. İnkılâbların ilk günlerinde suikastlerin en alçakcası idi!.

- GAZİ'yi reislik odasında bulduk. Hamdullah Suphi heyecanlı sözlerle hepimizin ızdırabını anlattı. GAZİ, teklifi getirtip yırttırdı!"

Kemâl Tâhir şöyle devam ediyor:

- " İttihat ve Terakki döneminin nüfuz kazançlarına, veya Kuva-yı Milliye'nin çetecilik günlerindeki yağmaya hasret çekenler, GAZİ'nin yanında ve Meclis'te idi. Milletvekilliği de 'boğaz tokluğuna yetmez' maaşlı bir vazife idi. (26)

- GAZİ varlıksız bir aile çocuğu olarak hayli sıkıntılı bir öğrenci ve subay hayatı geçirmişti. Aylığı hiç bir zaman masrafına yetmezdi. Biraz rahat bir hayata, büyük kumandan rütbelerinde ulaşmıştı. Bununla beraber fikirlerini ve politikasını satmamıştı!..

- Yeni devrin ilk skandallarından biri, Ermeni kaçırma hadisesiydi. Mallarını ele geçirmek isteyen iki Ermeni'nin gizlice İstanbul'a sokulmasına, GAZİ'nin bir kaç eski arkadaşı karışmıştı.

- Bir ara GAZİ'nin sevmediği bir eski subay Ankara sokaklarında görünmüştü. Komisyonculuk için dolaştığı öğrenilince, bazıları "Davanın zahmetini biz çekeceğiz, parayı onlar mı kazanacak?" diye söylenmişlerdi.

- İlk aferizm fesadı, Ankara'ya iş takip etmeye gelenleri haraca kesmekle başlamıştı... Adam ya bakanlara söz geçirenlerle ortak olacak, ya da kazancını kaybedecekti. TÜRK olmıyanlar da bir Ankaralı'yı kendilerine maske edinmek zorunda idiler. (27)

- Çek sefiri bir gün Hakimiyet-i Milliye gazetesi sahibine gelmiş, şöyle demişti: "Bizim Skoda firmasının temsilcisi Sabur Sami Bey, siyasi nüfuzu olmadığı için işleri yürütemiyor. Siz GAZİ'nin gazetesinin başındasınız. Mümessilliğimizi kabul eder misiniz?"

- Milli Savunma Bakanlığı'nın bir eksiltmesine katılan iki firmanın temsilcisinin de, aynı milletvekili olduğu görülmüştü!..

- İş Bankası'nı kuranlar dürüst kimselerdi. Fakat bankayı yürütebilmek, uzun müddet devlet otoritesini kullanmaya bağlı kalmıştı. Bir kaç defa bankayı ağır ziyanlardan kurtarmak için, onu çıkmaz işlere sokmuş olanları kazandırmak gerekmişti.

- Bu kurtarılanlardan biri, ki subay emeklisi olarak Meclis'e girdiğinde on parasızdı, bir demiryolu mukavelesinden l.028.000 lira komisyon almış, tümüyle İş Bankası'ndaki hesabını ancak kapatabilmişti. (28)

- Dünyanın hiç bir yerinde reassürans işi imtiyaz altında değildir. Bu işi sigorta kumpanya müdürü İstanbullu levantenlerden biri icat etti. sonra bir gün Banka İdare Meclisi reisi Siirt milletvekili Mahmut Bey'in odasına gelip, "Bu zatıalinizin, bu falanca beyin," diyerek zarflar bıraktı... Zarflar hisse senedi dolu idi!.. (29)

- Başvekil İsmet Paşa şöyle diyordu: "Bir iş ki, devlet yapar, bunu anlıyorum...Bir iş ki, hususi teşebbüs yapar, bunu da anlıyorum...Fakat Devlet'in nüfuzunu kullanarak şahıslar veya bankaların yapmasını anlıyamıyorum. Ben devletçilikten anlarım, dolapçılıktan anlamam!" (30)

Biri anlatıyor:

-Cumhurbaşkanlığı için Çankaya'da yeni ev yapılıyordu. Ben kestkördüm. İhaleler de kestörlükten yapılırdı. Bir gün köşkün devamlı adamlarından biri geldi, "Sıhhi tesisleri filana ihale et," dedi..."Nasıl yapabilirim? İhale zarfları kapalı," dedim. "Sana yolunu gösterirler," diye cevap verdi. Gösterecek olan da daire müdürüymüş!

- İhale en ucuzu verene yapıldı, ama kestörler bu zatın GAZİ'ye şikâyetleri yüzünden çok sıkıntılar çektiler.

- Hele Arif Oruç!...Hürriyet meydanını Arif Oruç gibilere bırakmak olmaz...Urfa mebusu Ali Saip Bey Meclis'te söylemiş... Mücadele yıllarında İstanbul'dan Ankara'ya geçen bir kafile Kefken'de molada iken, Arif Oruç İpsiz Recep diye bilinen hayduta "Bunların üzerinde otuz bin altın var, gel şunları boğalım" demiş!..

- Ali Saip Bey de en çok adam asan İstiklâl Mahkemesi'nin kıyıcı savcılarındandır. Şahit olarak Yeni Sinema sahibi Hüseyin Bey'i gösteriyor. Hüseyin Bey doğrulamış:

- "Merdivenköy'deki Bektaşi tekkesinde buluştuk... 1. kafilede Tanin başyazarı Muhittin, Sadri Edhem, Kemal Ragıp, Ahmet Ensari vardı. 2. kafilede İttihad-ı Terakki kâtibi Vehbi, Selahattin ve Ali İhsan Beyler...

- Ali İhsan Bey de İstiklâl Mahkemelerinin acımasız başkanlarındandı. Bahriye Nâzırı iken Yavuz-Havuz meselesinde Divân-ı Âli'ye çekilip mahkum edildi."

- İstiklâl Mahkemeleri'nin 13.500 kişiyi astığı söyleniyor. (Bir sıfır fazla; aslı 1353) Bunların kimlikleri, niçin asıldıkları bilinmedikçe, Arif Oruç gibilerinin niçin asılmadığı da bilinmez. (31)

- Bizim Laz arkadaşlardan biri geçenlerde vekil oldu...Bir insan hem Laz, hem de Vekil olursa, ilk iş olarak ne yapar?.. İlk yolladığı tamim, KARŞILAMA ve UĞURLAMA işi üzerine... Vekâletin bütün umum müdürleri ile müdürleri, Vekil Bey bir yere giderken iki elleri kanda olsa, İstasyonda toplanıp uğurlıyacaklar. Geliyorsa, karşılıyacaklar!..(32)

- İş Bankası'nın gündüz gözüyle soyulduğu nasıl yazılabilir?..Baş hissedarı GAZİ PAŞA'mızdır. Bankacılığa sıvandın mı soyulmak ta vardır hesapta. Ne demişler?.."Hırsıza beyler borçlu," demişler...

- Kuva-yı Milliye'ye en önce başlıyanlardan biri Çerkez Ethem'dir. Adı vatan haini diye geçiyor. O kadar savunduğumuz Halide Edip, (babası dönme idi) önceleri Amerikan mandasını savunmuştu. Şimdi yurt dışında yaşıyor muhalif olarak...Ötekilerin kaderi de başka türlü değil.. Böyle karışıklıklarda kahramanlık ölçüsü her zaman doğru kullanılmıyor. (33)

- Doğru bir işin peşinden sürüklenen insanların hepsi yürekli, kararlı, yiğit, dürüst olmmazlar elbet.

- Bence Kurtuluş Savaşı'nın bir tek kahramanı var. O da Kurtuluş Savaşı'nın kendisi...MUSTAFA KEMÂL bile bunu kişiliğinde canlandırdığı kadar büyük!..

- İsmail Hakkı Baltacıoğlu bir makalesinde şöyle diyordu "Bizim Taptığımız MUSTAFA KEMAL" başlığı altında:

- " Mikalanj Rönesans'ın büyük sanatkârıdır, fakat 16. asırda kalmıştır. Dolakurva Romantizm'in kayasıdır, fakat unutulmuştur. Bizim taptığımız MUSTAFA KEMÂL, Halk Fırkası'nın Umumî Reisi olan MUSTAFA KEMÂL değildir. TÜRK kavminin istikbalini yaratan, ebedi rehberi 'mutlak MUSTAFA KEMÂL'dir."

- MUSTAFA KEMÂL bu makaleden hoşlanmamıştı. (34) Dalkavukları hiç sevmez, aşırı tezahürata hiç kanmazdı.

- MUSTAFA KEMÂL İstanbul'a ilk girerken halkın yeri göğü sarsan alkışları için yanındaki Hamdullah Suphi'ye:

- Vahdettin de dönseydi, aynı alkışlar duyulurdu. Bu gördüğün kalabalık gün gelir, insanı linç etmek için de böyle toplanabilir. Onun sevgisine de, nefretine de fazla güvenilmez!

demiş, kalabalıkların tezahüratına fazla bel bağlamamıştır.

- Onun için hemen cevabî bir makale yazdırdı. İsmail Hakkı Bey yazılarında bu makaleye cevap vermeyince, GAZİ bir kat daha kızdı. Bu sefer küfür dolu bir makale yazdırdı. Sofrada bulunanlardan imza topladı. Sonra Ağaoğlu'na Fethi Bey için bir telgraf dikte ettirdi. Bir de İsmail Hakkı Bey'e Darülfünun'dan çekilmesi için mektup yazdırdı.

- Ağaoğlu Ahmet Bey bu olaydan son derece rahatsız oldu. Dr. Reşit Galib'i evinden arıyarak yazıların gitmemesi için neler yapılabileceğini sordu.

- Reşit Galib kahkaha ile güldü: "Müsterih olunuz. Telgraf ve mektup ne gitti, ne de gideceği vardır. Gece SAAT ÜÇTEN SONRA yazılan bu gibi yazılara sarayda "GECE EDEBİYATI" denir, ve hiç bir yere gönderilmez. Yaverle kâtipler bunu bilirler," dedi.(35)

- Seçimler olaylı geçti... GAZİ, "Samsun'da kazandınız," dedi. Serbest Fırka'dan Ağaoğlu, "Eğer bütün memlekette Samsun Valisi gibi devlet memurları olsaydı, biz 3/4'ünü kazanırdık."

- Sonra Şükrü Kaya'yı (İçişleri Bakanı) göstererek, "o da pek mâhirâne davranmadı. Hiç değilse bazı yerlerde polisi jandarmayı Halk Fırkası'na karşı çıkartsaydı, hep bizle uğraşmasaydı," dedi.

- MUSTAFA KEMÂL sinirlendi: "Efendi, her tarafta anarşi kaynıyor. Antalya'da kumandanın kafasını iskemle ile kırmışlar. Ben olsaydım, bir mitralyöz getirip hepsini biçerdim!"

- Ağaoğlu hiç çekinmedi: "Kumandanın seçim yerinde ne işi vardır?" dedi. Ve ATATÜRK'le tartışmaya girdi. "Paşam, beni bu fırkaya siz soktunuz. Onun için çıkmayı şerefsizlik sayarım. Ama mademki anarşi sayıyorsunuz, o zaman mebusluktan çekilirim." (36)

Kemâl Tâhir, MUSTAFA KEMÂL'in yeni parti kurdurmaktaki ikinci amacını da şöyle açıklar:

- "Şu Serbest Fırka denemesini bile önceleri anlıyamadık. Babam "Ne gereği vardı?" der hâlâ.. Vardı elbette!.. GAZİ Hazretleri bilmez mi varı yoğu?...İşte küçücük bir kımıltı, bakın neleri hortlattı?..Daha mı iyi olurdu alttan alta işleyen öldürücü çıbanların toplumu zehirlemesi?.. GAZİ Paşamız ne yapmışsa, doğru yapmıştır.

- Fethi Bey partisini liberal olarak daha sola gitmek için açmıştı. Cumhuriyetçiliğe, lâikliğe sımsıkı bağlı kalacağını da söz verdiydi. Buna karşılık illerde ilçelerde partisini kimlere kurdurttuğu meydandadır. Adam seçmede ustalık göstermedi, diyemeyiz.. Her yerde hepsi ezberlemişler gibi aynı sözleri söylediler.

-"Vergileri kaldıracağız...Şekeri 5 kuruşa, tütünü 40 paraya içireceğiz...(37) Din elden gidiyor... Tekkeler açılacak, dediler. Şapkayı defleyip fes giydireceklerine yemin ettiler. Namuslu insanlara kara çaldılar."

İşte SERBEST FIRKA'nın kurulmasına ve kapatılmasına sebep olan olaylar bunlardır.

- 4 Ekim 1930'da GAZİ, o tarihe kadar birikmiş olan bütün mallarını Halk Partisi'ne bağışladı. Bu malların kaynağı halkın hediyeleri idi.

- 23.12.1930'da Menemen Olayı meydana geldi. Nakşibendi tarikatına bağlı Derviş Mehmet ve yandaşları Menemen’de gösteri yapmak istediler. Menemen’de Yedek Subaylık yapan İlkokul öğretmeni Mustafa Fehmi Kubilay (doğumu 1906) bir manga askerle gericilerin üzerine yürümek ve onları durdurmak istedi. Derviş Mehmet, Kubilay’ı vurduktan sonra, başını kesip bir mızrağa takarak kentin sokaklarında dolaştırdı. Bu olayda, Hasan ve Şevki isimli bekçilerimizde öldürülmüşlerdir. Orgeneral Mustafa (Muğlalı) başkanlığında kurulan özel bir mahkemede yargılanan suçlular, ölüme mahkûm edilmişlerdir. (38)

- 1930'da TÜRK Tarihi'nin Ana Hatları yayınlandı. 12 Nisan 1931'de MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın direktifiyle Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) kuruldu. 1931'de Genel Tarih yayınlandı (4 cilt) 1932'de 1. Türk Tarih Kongresi, 1937'de 2.si toplandı. (39)

Türk Dil Kurumu 1932'deki Tarih Kongre'sinden sonra kurulmuştur. Aynı tarihlerde Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp Yeni Lisan hareketini başlatmıştı.

- 3 Nisan 1930'da Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını da tanıyan "Belediye Kanunu" T.B.M.M'nde kabul edildi. 1934'de Milletvekili seçilme hakkı tanındı.

30 Ocak 1931'de Gümrük ve Tekel Bakanlığı kuruldu.

15 Mart 1931'de Gölbaşı-Malatya Demiryolu işletmeye açıldı.

4 Mayıs 1931'de Irak Kralı Emir Faysal Ankara'da ATATÜRK'ü ziyaret etti.

1 Haziran 1931'de Mudanya-Bursa demiryolu Devlet tarafından yabancılardan satın alındı.

1 Şubat 1932'de Malatya-Fırat Demiryolu işletmeye açıldı.

23 Nisan 1932'de Kütahya-Balıkesir demiryolu hizmete açıldı.

1 Mayıs 1932'de Ankara'da Millî Sanayi Sergisi açıldı... MİLLÎ kelimesine dikkatinizi çekeriz!

12 Haziran 1932'de, GAZİ MUSTAFA KEMÂL PAŞA, , Hicaz Genel Valisi Emir Faysal'ı Ankara'da kabul etti.

2 Temmuz 1932'de Ankara Halkevi'nde birinci Türk Tarih Konferansı toplandı.

12 Temmuz 1932'de Mustafa Kemâl Paşa'nın direktifiyle Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kuruldu. (Türk Dil Kurumu) Aynı gün Yugoslavya Kralı Aleksandre GAZİ MUSTAFA KEMÂL'i İstanbul'da ziyaret etti.

18 Temmuz 1932'de Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan İstanbul Müftülüğü'ne yazılan özel - 636 sayılı yazı ile ezan ve kametin birkaç ay içinde Türkçe okunacağı bildirildi. (1941'de İsmet Paşa Türkçe ezanı kanunla mecburî kıldı. Bu bir hata idi. Çünkü EZAN bütün müslümanlar arasında bir mesaj, bir iletişim aracıdır. Hangi milletten olursa olsun, bir müslüman EZAN'ı duydu mu, namaza davet olduğunu anlaması gerekir... 16 Haziran 1950'de, D.P. İktidarı, TCK'nın ilgili maddesinde değişiklik yaparak ezanın Arapça okunmasına olanak verdi. Hata düzeltildi.)

Yine 18 Temmuz 1932'de TÜRKİYE, Cemiyet-i Akvam üyesi oldu.

Bu olayın uzun ve çok enteresan bir serencâmı vardır... ABD Başkanı Wilson meşhur 14 maddelik "prensipler"i ile yetinmemiş, 1920 yılında bir "birleşmiş milletler" cemiyeti kurulmasını istemiş, Cemiyet 1920 yılında kurulmuştu. O dönemin süper gücü olan İngiltere, işine geldiği için bu girişimin savunucusu olmuş, I. Dünya Savaşı mağluplarına barış antlaşmaları imzalatırken bu hususu şart koşmuştu. Sevr Projesi'nin ilk 25 maddesi, savaşla barışla hiç alâkası olmamasına rağmen, Cemiyet-i Akvam'ın kuruluş maddeleridir. Lozan Antlaşması'nda böyle bir durum söz konusu olmamıştır.

Kurulan Cemiyet'te bir Konsey, bir de Genel Kurul vardı. Konsey'in 5 daimi üyesi (İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, sonradan katılan Almanya) ve 9 geçici üyesi vardı. Görevi Genel Sekreter'i seçmek, Misak'ı, yani kuralları belirlmemek idi. Genel Kurul'un görevi de yeni üyeleri kabul etmek, geçici Konsey üyelerini belirlemek, bütçeyi denetlemekti. Şimdiki Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'ndan farkı, her iki kurulda da kararlar oybirliği ile alınıyor, kurul mensuplarının da kararları veto hakkı bulunuyordu. Herhalde II. Dünya Savaşı galipleri bunun "mahzur"unu görmüş olacaklar ki, Birleşmiş Devletler Teşkilâtı'nda veto hakkını sadece 5 ülkeye verdiler. Geri kalanların oylarının hiçbir anlamı kalmadı.

ATATÜRK TÜRKİYESİ, musul meselesinde Cemiyet-i Akvam'ın tamamen İngiltere'nin etkisinde kaldığını gördüğü için, Cemiyet'e girmedi. Ancak zararlı bulmadığı bazı kurallarını uygulamayı kabul etti. Ayrıca TÜRKİYE'nin müttefiki Sovyetler de Cemiyet'i "emperyalizmin siyasî ve örgütlenmiş uzantısı" olarak görmekte idi. TÜRKİYE, İngiltere'nin bitmek tükenmek bilmeyen telkinleri karşısında, "kendisine daimî üyelik verilirse" Cemiyet'e gireceğini bildirdi. Tabii vermediler.

1930'lara gelindiğinde uluslararası dengeler değişmeye başladı. TÜRKİYE, İngiltere'yle yakınlaştı. Müttefiki SSCB, TÜRKİYE'nin Cemiyet-i Akvam'a girmesini doesteklemeye başladı.

Ancak ATATÜRK, (buraya dikkat isterim) TÜRKİYE'nin üyelik için başvuru yapmasını değil, Cemiyet'in TÜRKİYE'yi davet etmesini istiyordu. Şerefli bir milletin haysiyetli devlet adamları öyle yapar. "Ev ödevimizi yapalım da, bizi AB'ye alsınlar," diye köpekleşmez!..

Bunun üzerine 6 Temmuz 1932'de İspanya'nın teklifi ve Yunanistan'ın desteklemesi sonucu Cemiyet-i Akvam üyelerinin oybirliği ile TÜRKİYE'nin davet edilmesi kararı alındı. TÜRKİYE, 9 Temmuz'da bu daveti kabul etti. Cemiyet-i Akvam Genel Kurulu da 18 Temmuz 1932'de oybirliği ile TÜRKİYE'yi üye kabul etti.

Aslında TÜRKİYE, daha üye olmadan, 1928'de Cemiyet'in tertip ettiği Silahsızlanma Konferansı'na katılmış, önemli katkılarda bulunmuştu. Konferansta SSCB, tüm silahların kaldırılmmasını savunmuş, TÜRKİYE ise, silahların mutlak değil, devletlerin büyüklüğüyle orantılı bir biçimde azaltılmasını teklif etmişti. 1932'ye kadar süren görüşmelerde her iki teklif te kabul edilmedi ama TÜRKİYE'nin önemi bütün üyelerce hissedildi.

4 Kasım 1932'de Ankara'da İtalya ile imzalanan sözleşmede, Ege ve Akdeniz'de 20 kadar adacık ve kayalık TÜRKİYE'ye bırakıldı!.. Bunların sayısının 152 olduğu söylenmekte ve AKP iktidarının ihaneti, Pokamyalı Erdoğan'ın umursamazlığı yüzünden Yunanlar'ın bunlara bayrak diktiği haberleri gelmektedir.

Vatan toprağını terkin cezası idamdır!.. Kefenini boynuna dolamış olsan da, olmasan da farketmez!.. O ipte sallanırsın!

1 Aralık 1932'de Demiryolu Malatya’ya ulaştı.

15 Aralık 1932'de Samsun-Sivas demiryolu hizmete açıldı.

1 Şubat 1933'te Bursa’da Türkçe ezanı protesto gösterileri yapıldı... Türkçe ezan da tıpkı şapka devrimi gibi infial yaratmıştı.

3 Şubat 1933'te İstanbul-Ankara arasında ilk uçak seferi denemesi yapıldı.

7 Şubat 1933'te İstanbul'da camilerde ezan ve kametin Türkçe olarak okunmaya başladı... Bu yanlışta ısrara, Şeyh Sait isyanı ve Menemen olayı sebep olmuştu.

3 Haziran 1933'te Sümerbank'ın kurulmasını öngören Kanun T.B.M.M'de kabul edildi. Böylece tekstil, kumaş, halı üretimi desteklendi.

8 Haziran 1933'te Halk Bankası'nın kurulmasını öngören Kanun T.B.M.M'de kabul edildi. Böylece küçük esnafın desteklenmesi sağlandı.

15 Nisan 1933'te Samsun-Çarşamba Demiryolu işletmeye açıldı.

27 Nisan 1933'te Adana-Fevzipaşa demiryolu hizmete açıldı.

12 Haziran 1933'te İzmir Rıhtım Şirketi'nin satın alınması ile ilgili Kanun T.B.M.M'de kabul edildi. (Sözleşme 3 Ekim 1932'de parafe edilmişti.)

29 Haziran 1933'te Sivas-Erzurum demiryolu hizmete açıldı.

2 Eylül 1933'te Ulukışla-Kayseri demiryolu hizmete açıldı.

9 Eylül 1933'te ileride İzmir Fuarı adını alacak olan, 9 Eylül Panayırı, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa tarafından açıldı

26 Eylül 1933'te GAZİ MUSTAFA KEMÂL PAŞA, Dolmabahçe Sarayı'nda Venizelos'u kabul etti.

4 Ekim 1933'TE GAZİ MUSTAFA KEMÂL PAŞA, Dolmabahçe Sarayrı'nda Yugoslavya Kralı I. Aleksandr ile Kraliçeyi kabul etti.

5 Kasım 1933'te Eskişehir şeker fabrikası hizmete açıldı.

1 Aralık 1933'te İktisat Vekâleti'nin hazırladığı, "T.C. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı" Başbakanlığa sunuldu... PLAN, PROGRAM her şeyin başıdır. 1970'li yıllarda Mason Başbakanımız Demirel, "Millet pilan değil, pilav istiyor" demişti. Özal ile Erdoğan da plansız hareket etme uzmanları idi. Bunu marifet, yaptıklarını da keramet sanırlardı.

9 Şubat 1934'te - Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya arasında Balkan Antantı Atina'da imzalandı. Bulgaristan tüm ısrarlara rağmen girmedi.

27 Nisan 1934'te Menemen-Bandırma-Manisa Demiryolu yabancılardan satın alındı.

3 Mayıs 1934'te Kayseri uçak fabrikasında yapılan ilk uçaklardan biri Ankara'ya uçtu.

27 Mayıs 1934'te Basmane-Afyon Demiryolu yabancılardan satın alındı.

14 Haziran 1934'te T.B.M.M' de "İskân Kanunu" kabul edildi. İskân Kanunu ile bazı kürt ailelerin batıya göç ettirilmesi sağlanmıştır... Keşke bazı Türk aileler de doğuya göç ettirilseydi!.. Mübadele ile Doğu'ya yerleştirilenlerin toprağı ellerinden alınmasaydı da, o bölgeye şimdilerde birileri içıkıp "kürdistan" diyemeselerdi!

16 Haziran 1934'te İran Şehinşahı Rıza Pehlevî, GAZİ MUSTAFA KEMÂL PAŞA'yı Ankara'da ziyaret etti.

- 21 Haziran 1934'te Soyadı Kanunu kabul edildi. Soyadı kanunu ile ağa, bey, paşa, hanım, hafız, hoca, hazret gibi kelimelerin kullanılması da yasaklandı. Ama hiç biri kullanımdan kalkmadı. Kalkmaz da!

13 Ağustos 1934'te Bakırköy bez fabrikası açıldı.

2 Eylül 1934'te İstanbul’da Kadıköy-Üsküdar arasında Tramvay işletmeye açıldı.

30 Eylül 1934'te Keçiborlu' da Kükürt, Isparta'da Gülyağı fabrikaları açıldı.

3 Ekim 1934'te İsveç Veliahdı Prens Gustav Adolf, Ankara'da MUSTAFA KEMÂL tarafından kabul edildi.

19 Ekim 1934'te Turhal Şeker Fabrikası açıldı... ÜRETİM olmadan HALKINMA olur mu?.. İste rahmetli ATATÜRK böyle ÜRETİM'e önem verirken, kendini dâhi sanan Özal ile Erdoğan Amerika'ya özenip hep TÜKETİM'i öne çıkarmışlardır. Sonuç?.. BORÇ ÜSTÜNE BORÇ!.. İFLÂSLAR, KREDİ KARTI yüzünden İNTİHARLAR!..

20 Kasım 1934'te Konya Ereğlisi Bez Fabrikası açıldı.

1 Ocak 1935'te yabancıların kontrolündeki özel İstanbul Rıhtım Şirketi Devletçe satın alındı... Önce Anavatan Partisi Başkanı Başbakan Özal, sonra Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı, bütün bu binbir zahmetle gavurlardan geri satın alınmış rıhtımlarımızı, limanlarımızı, fabrikalarımızı, toprağımızı, hatta HES görüntüsü ile nehirlerimizin, ırmaklarımızın sularını sattı!.. Onları her hatırladığımızda BEDDUA ile anmayalım da, ne yapalım?

1 Şubat 1935'te Ayasofya, bir dümenle, kanunu olmadan, hatta Bakanlar Kurulu kararnamesi olmadan, MUSTAFA KEMÂL'in imzasının taklit edildiği sahte bir belge müze olarak hizmete açıldı. Bizans’lılar döneminde yapılmış olan bu ünlü Kilise, 1453'de Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra bir vakfiye ile cami haline getirilmişti. Kimsenin onun vasfını değiştirme hakkı yoktu!

14 Haziran 1935'te T.B.M.M' de "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun" kabul edildi. Aynı gün "Etibank Kanunu" ve "Elektrik İşleri Etüt İdaresi Teşkiline Dair Kanun" kabul edildi. Etibank ile madencilik desteklendi.

10 Temmuz 1935'te Ekonomi Bakanı Celâl Bayar, Sovyet Sanayini incelemek üzere SSCB’ye gitti.

5 Ağustos 1935'te Fevzipaşa-Ergani Demiryolu işletmeye açıldı.

16 Eylül 1935'te Kayseri bez fabrikası açıldı.

13 Ekim 1935'te Türk Mason Derneği , yayınladığı bir bildiriyle, çalışmasına son verdiğini açıkladı. Mallarını halkevlerine bağışladı. Türkiye Mason Locaları kapatıldı. Aslında emri rahmetli ATATÜRK vermiş, böylece 4 yıl sonra Masonlar'ın TÜRKİYE'yi harbe sokmasını önlemişti. Çünkü OSMANLI'yı 1. Cihan Harbi'ne sokan Mason İttihatçılar idi.

Yeri gelmişken belirtelim, sağda solda, bazı kitap ve sitelerde MUSTAFA KEMÂL'in Mason olduğuna dair iddialar dolaşıyor... Hepsi palavradır!.. MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK hayatının hiç bir döneminde Mason olmadığı gibi, 1909 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kongresinde yaptığı konuşmada "Cemiyet'in Masonluk'la ilişkisini kesmesini" istemiştir!.. Hayatında iken onun Mason olduğunu iddia eden tek kişi "Grey Wolf-Bozkurt" kitabının yazarı Armstrong'tur. Cevabını bizzat ATATÜRK'ten yazılı almıştır!

19 Ekim 1935'te Atatürk’e suikast amacıyla, Suriye’den Türkiye’ye sızan kişiler yakalandı... Defalarca suikast teşebbüsüne rağmen, rahmetli ATATÜRK ödü bir şeylerine kaçmış Potamyalı Erdoğan gibi binlerce polis koruması refakatinde gezmezdi.MİLLET'e güvenirdi.

20 Ekim 1935'te genel nüfus sayımı yapıldı. Nüfusumuz 16.158.018 kişi olarak belirlendi.

21 Ekim 1935'te Çerkez Ethem ve kardeşlerinin ATATÜRK'e hazırladığı suikast üzerine İstanbul Üniversitesinde gençlik protesto mitingi yaptı.

23 Ekim 1935'te Ergani-Mardin-Diyarbakır demiryolu hizmete girdi. Aynı gün maden işleri ile ilgilenen Etibank kuruldu.

23 Kasım 1935'te çalışmalarına son veren yabancıların elindeki özel İstanbul Haliç Şirketi'nin işletmesi Belediye'ye geçti.

26 Kasım 1935'te demiryolu Isparta’ya ulaştı.

29 Kasım 1935'te Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası açıldı.

20 Ocak 1936'da Ankara'da toplanan Endüstri Kongresinde 2. Beş Yıllık Sanayi Planı'nın esasları kabul edildi.

25 Ocak 1936'da İstanbul'da yabancılara ait özel Vapurculuk Şirketi ile yapılan sözleşme, bütün kabotajın Denizyolları İdaresine geçmesini sağladı.

21 Şubat 1936'da yabancılara ait özel İzmir Havagazı şirketi satın alındı.

25 Mart 1936'da Afyon-Karakuyu, Bozanönü-Isparta Demiryolları işletmeye açıldı.

26 Mart 1936'da Bozanözü-Isparta demiryolu hizmete açıldı.

9 Nisan 1936'da yabancıların elinde olan İstanbul Telefon Şirketi satın alındı.

18 Mayıs 1936'da Erzurum-Sivas demiryolu yapımına başlandı.

- 6 Mayıs 1936'da Ankara'da Devlet Konservatuarı kuruldu. Musikî Mektebi, Devlet konservatuvarı oldu. Yani Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi kuruldu.

1 Haziran 1936'da- T.B.M.M' de "Bankalar Kanunu" kabul edildi. Böylece millî bankacılık yolu açıldı.

1 Eylül 1936'da ATATÜRK Devletçilik görüşünü açıkladı.

4 Eylül 1936'da ATATÜRK çiftliklerini Devlet'e, bir kısım gayrimenkullerini de Ankara Belediyesi'ne bağışladı. (Bazıları "ATATÜRK bunca malı nasıl edindi? Şimdiki politikacılar gibi rüşvet falan mı yedi?" diye düşünüyor... Bütün bu çiftlikler, evler, hayvanlar , vs., ülkeyi terketmiş Ermeni ve Rumlar'ın kimsesiz kalan mallarından yöre belediyesince kendisine hediye edilen mallardır. Hiçbirini de kullanmamış, bir tek ATATÜRK Orman Çiftliği'nde bazı zıraat ve hayvancıalık çalışmaları yapmıştır. ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ'ne de Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Cumhurbaşkanı Potamyalı Erdoğan tüy dikti!.. Ayasofya konusunda "Fatih'in vasiyetine uyulsun" diyenler, AOÇ konusunda "ATATÜRK'ün vasiyetine uyulsun" ikazını duymazlıktan gelmektedirler.)

4-6 Eylül 1936 tarihleri arasında İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'da ATATÜRK'ü ziyaret etti.

9 Eylül 1936'da Suriye-Fransa anlaşması imzalandı. Bu anlaşma 3 yıl sonra yürürlüğe girecek, Suriye bağımsız olacaktı. İskenderun Sancağı'nın durumu tehlikeye girmişti. Fransızlar Suriye'yi Halep, Şam, Lübnan ve Lazkiye bölgeleri olmak üzere dörde bölmüş, İskenderun'u önce Halep'e, sonra Şam'a bağlamışlardı... Ancak bu anlaşma da Fransız parlamentosundan geçmedi, Suriye'nin bağımsızlığı 1946 yılına kaldı.

3 Kasım 1936'da Ankara'da Çubuk Barajı açıldı.

6 Kasım 1936'da İzmit' de birinci Kâğıt ve Karton Fabrikası açıldı.

28 Kasım 1936'da yabancılara ait özel Ereğli Kömür Şirketi'nin Hükûmet'çe satın alınma sözleşmesi imzalandı.

4 Aralık 1936'da Cemiyet-i Akvam, İseçli Sandler'i raportör tayin etti, Suriye'ye bir heyet gönderdi.

10 Aralık 1936'da Zonguldak'ta Türk Antrasit Fabrikası törenle açıldı.

5 Şubat 1937'de Altı Ok, Anayasa'ya girdi. (T.B.M.M'de görüşülerek, kabul edilen "Teşkilat-ı Esâsiye Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun"la altı ilke de Anayasa'ya alındı. Malatya milletvekili İsmet İnönü ve altı arkadaşının önerdiği değişiklik, ikinci maddeyi şu biçime soktu: "Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve İnkılâbçıdır.")

8 Şubat 1937'de T.B.M.M' de "Orman Kanunu" kabul edildi... Ormanların canına ilk önce Başbakan Menderes okumuştur. Köylüler tarla açmak için orman yakmış, Menderes te peşpeşe af kanunu çıkarmıştır. Daha sonra ANAP döneminde Belediye Başkanı Bedrettin Dalan eliyle İstanbul'un ormanları, Potamyalı Erdoğan döneminde de TÜRKİYE'nin ormanları ranta kurban edilmiştir.

21 Mart 1937'te Dersim İsyanı diye bilinen olay, Seyit Rıza liderliğinde, asker ve vergi vermek istemeyen bazı aşiretlere mensup kişilerce Harçik köprüsünün yıkılması ve askeriyeye saldırı ile başladı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun tam anlamıyla Türkleşmesi için özellikle Dersim'de (Tunceli) bazı tedbirler alındı. Yollar yapıldı. Askerî birlikler gönderildi, karakollar kuruldu. Bu dağlık bölgenin devletle ilişkisi Osmanlı döneminden beri yok denecek kadar azdı. Şimdi de vergi vermek askere gitmek istemiyorlardı. Ayrıca yoksul aşiretler geçimlerini başka aşiretlere ve köylere saldırarak, yol keserek, soygun yaparak sağlıyorlardı.

Ayaklanma Şeyh Hasan aşiretine mensup olan Abasan Aşireti reisi Seyit Rıza önderliğinde, askere gitmek ve vergi vermek istemeyen, ve diğer aşiretlerce de desteklenen bir grup tarafından 20-21 Mart 1937 gecesi Tunceli-Erzincan arasındaki Harçik köprüsünün yıkılması, köprüyle Kahnut Bucağı arasındaki telefon hattının kesilmesi ile başladı. Jandarma birliklerine pusu kuruldu. Pah bucağı karakoluna baskın düzenlendi. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için âsilere emir verdi. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu'na da baskın düzenlendi.

Bazı kaynaklarda ve şahitlerin anlattıklarında isyanın bir jandarma subayının misafir kaldığı evin kızına tecavüz etmesi sonucu, jandarmaya saldırı ile başladığı yer almaktadır. Eğer böyle bir olay varsa, elbette ki yapılan yanlıştır. Ancak bu olayın devlete kafa tutmak isteyenler için bahane teşkil ettiği de ortadadır.

İsyanın yayılması üzerine askerî harekâta karar verildi. General Abdullah Akdoğan komutasındaki birlikler dağları aşamayınca Sabiha Gökçen'in de dahil olduğu hava filosu bölgeye gönderildi. Yine fazla bir başarı elde edilemedi. Bu arada Seyit Rıza Haydaran, Kureyşan, Demenan, Yusufan, Kırgan aşiretleri reisi ile birlikte barış anlaşması için çağırıldı ve tutuklandı, böylece isyan 13 Eylül 1937'de sona erdi. Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak olaylar durulmadı ve 1938'de Kureyşan aşireti intikam için diğer aşiretleri silahlanmaya davet etti ve ikinci bir isyanı başladı. Bunun üzerine başlatılan ikinci askeri harekât ile Eylül 1938'de ayaklanma tamamen bastırıldı. Direniş amacıyla dağlık ve ücra alanlarda kalanların direnişi ise 1948'e kadar sürmüştür. Bu iki harekât sonucunda 13.000 kadar isyancı ve sivil ölürken, 12.000 kişi Zorunlu İskân kanunu ile başka yerlere sürgün edilmiştir. Zaza ve Alevi olan bölge halkının ve bölücü Kürtler'in iddiası ölenlerin çok daha fazla olduğu, sayının 80.000, 100.000, hatta 150.000 olduğu şeklindedir. Ancak kendisi de bir Alevi olan Rıza Zelyut'un araştırması sonucu tesbitlerinin yer aldığı kitapta, "isyana katılan 6 aşiretin toplan nüfusunun 20.000 olduğu ve ölenlerin sayısının 2.500 ilâ 5.000 arasında olduğu" belirtilmektedir. İtiraf etmek gerekir ki, özellikle ikinci harekât sırasında kötü hadiseler yaşanmış, arada kadın ve çocuklar da ölmüştür. Ayaklanmaya veya direnişe katılan aşiret mensupları, Kayseri'nin Sarız ilçesi ve Erzurum, Yozgat, Muş gibi çeşitli illere gönderilmiştir.

3 Nisan 1937'de Karabük Demir ve Çelik Fabrikasının temel atma töreni yapıldı.

1 Mayıs 1937'de ATATÜRK ikinci defa çiftliklerini Hazine'ye ve taşınamaz mallarını da Ankara Belediyesi'ne bağışladı.

İsveçli Sandler'in İskenderun Sancağı hakkında hazırladığı rapor Cemiyet-i Akvam'da kabul edildi. 9 Mayıs 1937'de İskenderun Sancağı'na ayrı bir statü tanındı.

Bölgeye HATAY adını rahmetli ATATÜRK vermiştir. ETİ-HİTTİT-HATTİ'den giderek HATAY adına gelinmiş, böylece bölgenin TÜRK olduğu vurgulanmak istenmişti. Gerçekten de o tarihte Fransızlar'ın tesbitine göre HATAY nüfusunun % 39,7'si TÜRK, % 28'i ALEVİ (TÜRK ve Arap), % 11'i Ermeni, % 10'u Sünni Arap, % 9'u Ortodoks Rum, % 3'ü Kürt, Çerkes, Yahudi, İsmailî, Arnavut idi.

29 Mayıs 1937'de Türkiye ile Fransa arasında Hatay’ın mülkî bütünlüğünü garanti eden antlaşma Cenevre’de imzalandı. Bu suretle Hatay, bağımsız oluyordu.

4 Haziran 1937'de T.B.M.M' de çiftçiye destek için "Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Kanunu" kabul edildi.

11 Haziran 1937'de ATATÜRK, Trabzon'dan, Hükûmet'e "Bütün çiftliklerini ve mallarını millete bağışladığını" bildirdi.

14 Haziran 1937'de Hatay'ın Bağımsızlık Antlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandı.

15 Haziran 1937'de İş Kanunu yürürlüğe girdi... Şimdilerde gavur şirketlerinde ve onları örnek alan yerli şirketlerde hiç uygulanmıyor. İnsanlar günde 12-14-16 saat köle gibi çalıştırılıp boğaz tokluğu ücreti veriliyor!..

17 Haziran 1937'te yabancılara ait "Kadıköy Su Şirketi"nin satın alınmasına dair sözleşme imzalandı.

1 Temmuz 1937'de yabancıların elinde olan Fevzipaşa-Meydanıekbez, Toprakkale-İskenderun demiryolu satın alındı.

8 Temmuz 1937'de Sadabat Paktı kuruldu. İran, Irak ve Afganistan üye oldu. Böylece TÜRKİYE kuzey batısını ve güneyini emperyalistlere karşı güvence altına almış oldu. (40) Balkan Antantı ve Sadabat Paktı eski Osmanlı topraklarını etkisine aldığı gibi, Afganistan aracılığıyla ta Orta Asya'ya uzanıyordu. Potamyalı Erdoğan'ın ve AKP'nin bir Osmanlılık görüntüsü vaür ya, rahmetli ATATÜRK'ün gerçekleştirdiğinin hayâline bile ulamamışlardır. Eğer ATATÜRK 1946'ya kadar yaşasaydı, 2. Dünya Harbi'nin sonuç larından istifade ederek Lozan'da kaybettiğimiz pek çok yeri (Batı Trakya, 12 Ada, Kıbrıs, Musul-Kerkük, Halep) geri alabileceği gibi, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Suriye, Irak, Hindistan, Pakistan ile de çok yakın ilişkiler kurarak güçlü bir ülke haline gelmemizi sağlayabilirdi.

20 Eylül 1937'de hastalığından istifade edip, ATATÜRK'le sürtüştüğü için mecbûren "izinli" bulunan Başbakan İnönü’nün yerine vekâleten Celâl Bayar atandı.

9 Ekim 1937'de Nazilli Basma Fabrikası ATATÜRK tarafından açıldı.

1937'de bir Folklor Arşivi kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kuruldu. Ancak bundan çok önce Köşk'te faaliyet gösteren bir TÜRK MUSİKÎ HEYETİ vardı, sonra İSMET tarafından kaldırıldı... Dolmabahçe Sarayı'nda bir bölüm Resim ve Heykel Müzesi haline getirildi.

1937'de ilk resim galerisi açıldı. ATATÜRK Mimarlık ve Şehircilik konusuyla da ilgilendi.

25 Ekim 1937 - Atatürk'ün sofrasında "Koskoca memleket rakı sofrasından mı idare edilecek?" diye küstahlaşan İsmet İnönü, trendeki azarlama olayından sonra, Başbakanlık'tan istifa etmek zorunda kaldı. Celal BAYAR Başbakanlık görevini devraldı. ( 9. Hükûmet)

28-30 Ekim 1937 tarihinde ATATÜRK Ankara'da son defa Cumhuriyet Bayramı törenlerine katıldı.

16 Kasım 1937'de Diyarbakır-Cizre demiryolu hizmete açıldı.

27 Aralık 1937'de T.B.M.M' de "Denizbank Kanunu" kabul edildi. Böylece deniz sektörünün desteklenmesi sağlandı.

29 Aralık 1937'de Fransızlar'ın İskenderun Sancağı'nda yapılacak seçim yönetmeliğini TÜRKİYE'ye danışmadan Cemiyet-i Akvam'a göndermesi üzerine, 1930 tarihli Dostluk Anlaşması feshedildi. ATATÜRK güneye 30.000 asker yığdı. Hastalığına rağmen, Mersin ve Adana'da resmigeçit yaptırdı. Bunun üzerine Fransa çark etti. seçim yönetmeliğinde TÜRKİYE'nin istediği değişiklikler yapıldı. Suriye'de yapılacak seçim uluslararası denetimden çıkarıldı... Biz şimdi kendi seçimlerimizi uluslararası denetimlerden çıkaramıyoruz!..

24 Ocak 1938'de yabancılara ait İzmir Telefon İşletmesi Devlet tarafından satın alındı.

1 Şubat 1938'de ATATÜRK'ün hazır bulunduğu törenle Gemlik Suni ipek Fabrikası açıldı.

2 Şubat 1938'de Bursa Merinos Fabrikası ATATÜRK tarafından açıldı.

10 Şubat 1938'de Gölcük’te yeni bir Tersane yapılmasına karar verildi.

6 Mart 1938'de hastalığı gittikçe artan ATATÜRK’e Türk doktorları tarafından ilk konsültasyon yapıldı.

11 Nisan 1938'de yabancılara âit Üsküdar ve Kadıköy Su Şirketi satın alındı.

14 Nisan 1938'de İzmir Konak Vapur İskelesi hizmete açıldı.

23 Mayıs 1938'de yabancılara âit İstanbul Elektrik Şirketi satın alındı.

19 Haziran 1938'de Romanya Kralı II. Carl, ATATÜRK' Ü İstanbul'da ziyaret etti.

3 Temmuz 1938'de Türkiye-Fransa arasında Hatay'da eşit sayıda asker bulundurmaları konusunda askerî bir anlaşma imzalandı.

4 Temmuz 1938'de 2.500 askerimiz Albay Şükrü Kantalı komutasında İskenderun Sancağı'na girdi. Fransa ile yeni bir dostluk anlaşması imzalandı.

5 Temmuz 1938'de Türk birliklerinin tümü Hatay'daki konuş yerlerine geldi. 24 Ağustos 1938'de demiryolu Kemah'a ulaştı.

2 Eylül 1938'de Hatay bağımsız oldu, Millet Meclisi açıldı. Hatay Meclisi'nde 22 TÜRK, 9 ALEVİ, 5 Ermeni, 2 Arap ve 2 Rum milletvekili görev aldı. Devlet Başkanlığı'na Tayfur SÖKMEN seçildi. Peşpeşe TÜRK kanunları çıkarılmaya başlandı. Bunun üzerine Ermeni ve Araplar bölgeden ayrılmaya başladılar.

5 Eylül 1938'de ATATÜRK vasiyetnamesini yazdırdı. (Açılışı: 28 Kasım 1938)

17 Ekim 1938'de ATATÜRK, ilk defa komaya girdi.

9 Kasım'da ATATÜRK bir ara gözlerini yanında durmakta olan Dr. Neş'et Ömer'e doğru dikerek baktı, sonra boşluğa "Ve aleyküm selâm!" dedi. Ardından gözlerini kapadı ve bir-iki dakika içinde son defa komaya girdi... Acaba mechuliyet âleminden kim onu "Selâmün aleyküm!" diye karşılamaya gelmişti?.. (Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal Barış, eski baskı 7. Cilt, yeni baskı 4. Cilt sonu)

10 Kasım 1938 - Ulu Önder GAZİ MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK hayata gözlerini kapadı. Müdavi ve Müşavir tabiplerin verdikleri son rapor: “Reisicumhur ATATÜRK’ün umumî hallerinde vahamet dün gece saat 24.00'te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 İkinci Teşrin (Kasım) 1938 Perşembe günü saat dokuzu beş geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terk-i diyar etmişlerdir.” Müdavi (tedavi eden) tabipler: Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Dr. Nihat Reşat Belger. Müşavir (danışman) tabipler: Prof. Dr. Akil Muhtar Özden. Prof. Dr. Hayrullah Diker, Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter, Dr. M. Kamil Berk, Dr. Abravaya Marmal.

11 Kasım 1938'de 1. Ordu komutanı Fahrettin Altay'ın Mareşal Fevzi Çakmak gibi adayları tehdit ederek adaylıktan vazgeçirmesi sonucu, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Reisicumhur adayının seçilmesi için TBMM toplantısından önce Parti Grubu toplanmıştı. Malatya Milletvekili İsmet İnönü, Parti Grubunda mevcut 323 Milletvekilinin 322 sinin oyu ile aday gösterilmişti. TBMM’de yapılan oylamada ise oybirliği ile (348 Milletvekili) Cumhurbaşkanlığına seçilmişti.

ATATÜRK vefat etti ama, yatırımlar ve önayak olduğu siyasî gelişmeler bir süre daha devam etti.

12 Aralık 1938'de Sivas-Erzincan demiryolu hizmete açıldı. Aynı gün Diyarbakır-Cizre-Van demiryolu yapımına başlandı.

23 Haziran 1939'da Türkiye-Fransa anlaşması imzalandı.

29 Haziran 1939'da Hatay Meclisi TÜRKİYE'ye katılma kararı aldı.

- Kemâl Tâhir ATATÜRK'ün çalışma tarzını da şoförü Daldal'ın ağzından şöyle anlatır:

- Üç yıldır saraydayım, sabah ışımadan GAZİ PAŞA'mızın ışığının söndürdüğünü görmedim, dedi şöför Dadal. Milletin derdini düşünmekten gözüne uyku mu girmektedir ki?.. Nöbetçiler, yaverler değişe değişe beklerler.

- Yahu, senin üstün müstün mü var ki, çabalarsın?.. Arada bir yaverler kahve koşturur. Meğerse okurmuş GAZİ Babamız... Niyeti her kitaptan bir akıl alıp vatanı kurtarmak!.. Hiç yorulmaz, bir ALLAH!.. Yorulduğu gözlerinin biraz kayıp şaşılaşmasından bilinir, öfkesinin kabarmasından anlaşılır. Şuraya uzansa da uyusa ya!.. Yok! Başını elleri arasına alıp gözlerini yumar. Beş dakika... çok çok on dakika...

- Biz soluğu keser bekleriz... Yaverler sinek vızıldatmama nöbetine girerler. On dakika sonra "Geel!" bağırması patlar içerden. Bu "Sade kahvem yetişsin" anlamınadır. Dakka sekmez yetişir. Çünkü cezveler sıra sıra kızgın küle sürülü bekler. Kıyamet kopsa kahve ocağı sönmez... Kahvecibaşının dediğine bakılırsa, savaş alanında da böyleymiş. İlk üçünü emir beklemeden salar kahvecibaşı... Sonra "Geel!" bağırtısını bekler." (41)

- Ne diyelim??? ALLAH gani gani rahmet eylesin. Onun gayretleriyle yürütülmüş olan mücadele sonucu HATAY 1939'da TÜRKİYE'ye katıldı. (42)

Rahmetli hayatının son 20 senesinde düşündüklerinin onda birini bile yapamadı. O KURTULUŞ SAVAŞI bittikten sonra dahi:

- "Biz daha KURTULMUŞ değiliz! Atılan adımlar bundan sonra atılacak adımların başlangıcıdır!" (27.1.1923)

diyordu... İstediği gibi bir CUMHURİYET kuramadı. TÜRKİYE'yi MUASIR MEDENİYET SEVİYESİ'ne çıkaramadı... EMPERYALİZM'i boğamadı!... TÜRKLER'i ve MÜSLÜMANLAR'ı bir araya getiremedi... Ama bunların nasıl yapılacağını gösterdi. İlk adımları attı.

Onun ömrü vefa etmedi... Şimdi GERÇEK ATATÜRKÇÜLER'e düşen, yarım kalanı tamamlamak, bu HEDEFLER'e ulaşmaktır!..

***

> İÇİNDEKİLER< > ATATÜRK DÖNEMİ (1922-1938) - AÇIKLAMALAR <> AÇIKLAMALAR-2 < AÇIKLAMALAR-3 <> AÇIKLAMALAR-4 <> AÇIKLAMALAR-5 <