Yayınlandığı
Yer: Dokuz Eylül
Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı, 23, İzmir 2006, ss. 87-127.
Benlik-Kavramı ve Benliğin Gelişiminde Dinin Rolü
Murat YILDIZ*
Abstract
The Self-Concept
and the Role of Religion in the Development of Self-Concept
The aims of this paper can be summarized
at three points. First of them is to review the literature in relation to the
self-concept; at the same time, it is intended to give information about the
conceptualization and measurement of the construct of the self-concept. Also,
the factors which play important roles in the process of development of the
self-concept. The second aim of this paper is to indicate the several explanations proposed by major psychological
approaches such as behavioristic, psychoanalystic, humanistic, personalistic,
symbolic-interactive, etc. Finally, this
literature review aims at presenting some knowledge of relationship between
religion/religiousness and the development of the self-concept.
Key Words: The self-concept, development of the self-concept, elements of the
self-concept, religion/ religiousness.
Özet
Bu makalenin üç amacı
vardır. Birincisi, benlik-kavramının tanımlanması, öğeleri, ölçümü, gelişimine
etki eden faktörler hakkında bilgi vermektir. İkincisi, belli başlı bilimsel
paradigmaların benlik-kavramı konusundaki çeşitli açıklamalarını bir kurgu içinde
özetlemektir. Üçüncüsü ise, din/dindarlık değişkeninin, benlik-kavramı
gelişiminde etkili bir rolünün olup olmadığını incelemektir.
Anahtar
Kelimeler: Benlik-kavramı, benlik-kavramının gelişimi, benlik kavramının öğeleri,
din/dindarlık.
Giriş
Benlik-kavramı[1] (self-concept), yaklaşık son yarım asırdır üzerinde en çok tartışmanın yürütüldüğü
psikoloji kavramlarından biridir. Bu kavram, ‘gelişimi, tek veya çok
boyutluluğu, ilişkisi kurulan diğer kavram ve alanlar’ gibi bir çok yönden
inceleme konusu olmuştur. Örneğin, Markus ve Zajonc (1985), psikoloji açısından
benlik-kavramını, bireyin bilişinin temel bileşeni olarak ileri sürerken,
Erikson (1968), benlik-kavramının, psikolojik stres ve çatışmanın kaynağı
olduğunu belirtmektedir. Sosyoloji açısından ise, Kaplan (1986)
benlik-kavramının, hem bir sosyal ürün hem de sosyal bir güç olduğunu iddia
etmektedir (akt.
Rosenberg, 1989).
Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi, James ile Mead’in
benlik-kavramıyla ilgili açıklamalarıyla başlayan ve Freud’un ‘ego’ kavramını
ortaya koymasıyla da, daha da önem kazanan bu kavram, bilim dünyasında çok
sayıda araştırmaya konu olmuştur (Gezici
ve Güvenç, 2003). Bu araştırmalar, hem benlik-kavramının ve öğelerinin (ilgili
alt-kavramlarının) daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasına, hem de çeşitli
değişkenlerle olan ilişkilerinin saptanmasına katkıda bulunmuştur. Akademik
başarıdan, cinsiyet değişkenine; psikiyatrik tanı türlerinden ırk değişkenine
varıncaya kadar geniş bir yelpaze içinde ilişkisi kurulan benlik-kavramının
gelişiminde etkili diğer bir değişken de ‘din/dindarlık’ değişkeni olduğu
gözlenmektedir.
Dolayısıyla çalışmamızın amacı, benlik-kavramı ve öğeleri hakkında
tanım, analiz, yaklaşım ve araştırmaların bir kurgusunu yapmak, aynı
zamanda, benlik-kavramının gelişiminde ‘din/dindarlık’ olgusunun rolünü betimlemeye
çalışmaktır.
A-Benlik-Kavramının Tanımı
Bireyin farkında olduğu, yani algılayabildiği tarafı
veya parçası olarak nitelendirilen benlik, aynı zamanda kişinin bilinçli bir
şekilde kendi varoluşu olarak adlandırabildiklerinin de toplamıdır. Kişinin “ben” veya “benim olarak ifade
ettikleridir. Başlangıçtaki benlik-kavramı sözel ifade öncesi bile olsa,
büyük ölçüde benlik-yaşantılarından oluşmaktadır. Bu benlik yaşantıları da
bireyin “ben”, “benim” veya “kendim” olarak ayırt ettiği fenomenolojik alandaki
olaylardan oluşur. Benliğimiz, zaman içinde herhangi bir anda
farkındalığımız hakkında sahip olduğumuz fikir ve tutumlardan oluşur.
Dolayısıyla, kendimizle ilgili farkındalığımızdan, kendimizi bir varlık olarak
nasıl değerlendirdiğimize ilişkin fikirler ortaya çıkmaktadır (Nelson-Jones, 1982, s.
21; Verkuyten, 1989; Rosenberg, 1989; Hamachek, 1995,
Kulaksızoğlu, 2001, s.113). İşte, bu
benlik durumu, bilinçlilik halidir ve zihinsel bir içeriktir. Benlik, Kohut’un
(1998a) da belirttiği gibi, egoyu da içine alan bir kavramdır.
Kişinin atıf merkezidir, deneyimleri ve geçmişi yaşayan yönüdür. Her birimizi,
bir diğerinden ayıran özelliktir. Organizma içinde, bireyde bütünü oluşturan
parçaların, hem birbirlerine, hem de çevreye karşı geliştirdikleri ilişkidir.
İnsanın herhangi bir şey olmasından öte, bir nitelik olmasıdır. Gelişme ve
olgunlaşma ile ortaya çıkan kişisel bilinçliliktir (Kozacıoğlu ve Gördürür, 1995, ss.42-43).
Sonuç olarak,
“benlik-kavramı; kişinin kendi kimliği, değeri, yetenekleri,
sınırları, değer yargıları, amaçları, vb. gibi kendisi hakkında algılayabildiği
görüşlerinin, duygularının ve tutumlarının tamamı; bireyin kendi benliğine
ilişkin tanımı; kendine ilişkin zihinsel tablosudur” (Byrne, 1974, s.271; Yörükoğlu, 1993, ss.101-103; Erden ve Akman, 1998,
s.92; Budak, 2000, s.583; Gander ve Gardiner, 2001, s. 492).
B-Benlik-Kavramının
Çok-Boyutluluğu
Benlik-kavramı, bireyin karşılaştığı yeni roller, durumlar ve hayat geçişleri gibi değişimlerden kolay etkilenen, bundan dolayı hem sürekli ve değişmez, hem de dinamik özellik taşıyan karmaşık bir yapı ve süreçtir. Yani, benlik-kavramının, kişiliğin diğer boyutlarındaki gibi, hayat boyunca biyolojik, gelişimsel ve sosyal süreçlerle karşılıklı etkileşim içinde olan bir görevi vardır. Buradan hareketle, pek çok araştırmacı ve kuramcıya göre, bir obje hakkındaki benlikle ilgili düşünceler, tutumlar şemalar veya kuramlar benlik-kavramının çok yönlü yapısını gösterir (Epstein, 1980; Markus, 1983; Kihlstrom ve Cantor, 1984; Hoelter, 1985; Demo, 1992; Sondhaus ve diğ., 2001).
Kuramsal ve ampirik çalışmalar
benlik-kavramının çok boyutluluğunu destekler mahiyettedir (Byrne, 1984; Fleming ve
Courtney, 1984; Marsh, Barnes ve Hocevar, 1985; akt. Marsh, 1987). Bu
kavramı, çok yönlü bir fenomen, imajların, şemaların, kavramların, protiplerin,
kuramların, hedeflerin veya görevlerin bir toplamı olarak görmek gerekir (Markus ve Wurf, 1987).
Aksi takdirde, benlik-kavramı ile diğer yapılar arasındaki ilişki, eğer onun
çok-boyutluluğu görmezlikten gelinirse yeterli düzeyde anlaşılamayabilir (Marsh, 1987).
Markus ve Wurf (1987), benlik-kavramının açıklanması ve tanımlanması hakkındaki çoğu araştırmanın, görevi ihmal etme, evlilikte tatmin veya okul başarısı gibi daha çok benlik-saygısını ilgilendiren tek boyutlu bir benlik-kavramıyla, kavramı tanımlamaya teşebbüs ettiklerini ve yetersiz kaldıklarını iddia etmişlerdir. Onlar alternatif olarak, benlik-kavramının dinamik yorumlayıcı yapısı üzerine odaklanmışlardır. Bu yaklaşım, bireyin içsel süreçleri (bilgi edinme süreci, etkilemek, güdülenme) ile kişiler arası süreçlerini (sosyal algı, durum, ortak ve ilişki staratejisini seçme ve geri-bildirim tepkisi) içermektedir (Markus ve Wurf, 1987).
Westen (1990) de, benlik-kavramının, sosyal bilinci, sosyal güdülenmeyi,
duygu ve psikopatolojiyi içeren geniş bir psikolojik fenomen olduğunu teyit
etmektedir. Benlik-kavramı konusunda bir tarafta kalıcı özellikler, arzular,
amaçlar, dürtüler, güdüler ve hatta libido gibi içsel süreçlere yükleme yapan
psikanalitik, davranışçı, deneyci ve insancı psikolojik yaklaşımlar varken,
diğer tarafta, kişilerarası ilişkileri içeren ve kültürel faktörleri dikkate
alan daha geniş bir benlik anlayışı sunan bilişsel-sosyal yaklaşımlar yer
almaktadır (akt.: Kitayama, 1992; McCann, 1992; Markus ve
Kitayama, 2003).
Sonuç olarak, benlik-kavramının bu çok-yönlü yapısı, kendi içinde, benlik-saygısı, benlik-farkındalığı, benlik-algısı gibi çok sayıda alt-kavramın ortaya çıkmasına imkan tanımış, ayrıca sözkonusu kavramın incelenmesi yönünde farklı yaklaşımların da ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren, yapısalcılık, işlevselcilik,
davranışçılık, psikanaliz, gibi bir çok psikolojik yaklaşım, insan davranışını
ve onun altında yatan süreçleri anlamak amacıyla kuramsal açıklamalarda
bulunmuştur. Bunların herbiri ortaya çıktıkları dönemin felsefi ve bilimsel anlayışı
çerçevesinde psikoloji bilimine yaptıkları katkılarıyla, onun tarihi
serüveninde yerlerini almışlardır. Örneğin, Schultz ve Schultz’un da (2001)
belirttiği gibi, işlevsel
psikolojinin öncüsü James (1842-1910), psikolojiye yaptığı katkılardan dolayı A.B.D.’nin en büyük psikoloğu
olarak kabul edilmiştir. Onlara göre, özellikle James’in, 1890 yılında iki cilt
halinde yayımlanmış olan “The Principles of Psychology” adlı eseri,
bugün bile psikolojiye yapılan en büyük katkı olarak düşünülmektedir (s.204). James, bu eserinin en uzun bölümünü (100
sayfa), “Benlik-Bilinci
(The Consciousness of Self)” konusuna ayırmıştır. Böylece, ilk
önceleri felsefi problemlerle ilgili bir kavram olarak kullanılan benlik
terimi, artık psikolojinin bir konusu olmaya başlamıştır (Hilgard,
1962, s.463 ve 491).
James (1952/1890), sözkonusu eserinde
benliğin “bilen benlik (self
as knower)” ve “bilinen benlik (self as known)” olmak üzere iki boyuttan oluştuğunu ve bilimin
konusu olabilecek benlik boyutunun ise, ‘bilinen benlik’ olması gerektiğini
ileri sürer. O, ilk defa benliği,
fiziksel, sosyal, duygusal ve zihinsel nitelendirmelerle tanımlanan “benim
(me)” ile algılama, düşünme, hatırlama işlevlerini içeren “ben (I)”i eş
zamanlı bir gelişim olarak betimler. Bu yapı içinde ‘bilen benlik’ özne
(I), ‘bilinen benlik’ ise nesnedir (me). Bilimin konusunun nesne
niteliğinde olması gerektiği için, o zaman psikolojinin konusu olabilecek
benlik, bilinen benlik alanıdır (Hamachek, 1988;
Bacanlı, 2004, s.11).
James’e göre, maddesel, ruhsal ve sosyal olmak üzere
benliğin üç yönü vardır. Maddesel benlik kişinin, diğer kişiler ve
maddesel şeylerle özdeşleşmiş olmasıdır. Örneğin, bir iş adamının büyük para
kaybederek iflas etmesi sonucunda, intihara teşebbüs etmesi gibi. Ruhsal
benlik, çok subjektif olup, kendimizi nasıl algıladığımızı, nasıl
değerlendirdiğimizi içerir (Bruno, 1996,
ss.100-101). Sosyal benlik hakkında ise, James şöyle demektedir: “İnsanın onu tanıyan ve
zihninde imajını taşıyan bireyler kadar sosyal benliği vardır. Ama, imajları
taşıyan bireyler tabii olarak gruplara ayrıldığı için, pratik açıdan, o
kişinin, düşüncelerine önem verdiği birbirinden farklı kişiler veya gruplar
kadar çeşitli sosyal benliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle kişi, bu
çeşitli grupların her birine kendinin farklı bir tarafını gösterir... Kendimizi
çocuklarımıza, arkadaşlarımıza gösterdiğimiz gibi; müşterilerimize, emrimizdeki
işçilerimize göstermeyiz. Bu olay, insanın birkaç benliğe bölünmesinin pratik
açısından ne olduğunu ortaya koyar” (akt.: Bacanlı, 2004, s.15).
2. Davranışçılık
ve Benlik-Kavramı: James’ın sözkonusu
eserinin yayınlanmasından 1948 yılına[2] gelinceye kadar, yani yaklaşık 60 yıl boyunca
benlik-kavramının, psikoloji alanıyla ilgili herhangi bir çalışmaya konu
olmadığı gözlenmiştir. Acaba bu konuya niçin ilgisiz kalınmıştır? Cevap olarak,
“davranışçılık yaklaşımının etkisi” denilebilir. Özellikle 1910’lardan itibaren
kendini ciddi bir şekilde hissettiren ve öncülüğünü John B. Watson’ın yaptığı
“davranışçılık” olarak bilinen yeni bir hareket başlamıştır. Davranışçı
paradigma, psikolojinin bir bilim dalı olabilmesi için, yöntem ve teknikler
açısından fizik ve doğa bilimlerindekine benzer bir yapıya sahip olması
gerektiğini, dolayısıyla laboratuvar ortamında ya da gözlenebilirliğe dayalı
objektifliğin sağlanarak incelenebilecek konuların, ancak psikolojinin konusu
olarak kabul edilebileceğini savunmaktaydı. Bu bakış açısı doğal olarak, zihin,
bilinç, duygular gibi subjektif olguları psikolojinin ilgi alanının dışında
tutulmasına yol açmıştır.
3. Psikanaliz, Ego ve Benlik-Kavramı: Kişiliğin oluşumuna ilişkin
psikodinamik yapının önemli üç sacayağından biri olan ego, psikanalitik
çalışmalarda benlik (self) yerine kullanılmaktadır. Topografik kişilik
kuramında, daha çok vurgu, bilinç düzeyleri üzerine olmasından dolayı, bu kuram
Freud’un düşünce gelişimi içerisinde geçici bir model olarak yer almıştır.
Çünkü Freud, klinik çalışmalarında elde ettiği bazı verilerin topoğrafik modele
göre açıklayamayacağını farketmişti. Bu ve benzeri durumlar onu, kişilik
örgütlemesini açıklayacak yapısal bir model geliştirmeye sevketti. Bu kurama
göre, id-ego-süperego şeklindeki sınıflandırmada ego, kişiliğin bilinçli
tarafını oluşturmakta ve id ile süperegonun dış dünya arasında dengeyi sağlama
işlevini görmektedir. (Geçtan, 1984, s. 17-18).
Freud’un ego ile ilgili düşünce dönüşümü şöyle özetlenebilir: Birinci
dönem olarak kabul edilebilecek, 1896-1897 tarihinden[3],
önceki dönemde Freud, ego’yu bilinçli düşünce ve değerlerden meydana
gelen, bastırılmış bilinçdışındaki dürtü, arzu ve isteklerle ilişkisi olmayan
bir sistem olarak düşünmüştür. İkinci dönem, 1897 ile 1923’de Freud’un
‘Ego ve İd’ adlı kitabının yayınlanması arasındaki dönemi kapsamaktadır. Bu
dönemde, ego kavramı topoğrafik kuramın ortaya koyduğu sistem içinde yer alan
ve içgüdülerle yakından ilişkisi kurularak biyolojik bir temele
dayandırılmıştır. Ego’nun savunma işlevi, bilinçdışı türevlerini bastırma ile
sınırlı olan içgüdüsel bir süreç olarak tasarlanmıştır. Üçüncü dönem olan,
1923 ile ego-analistlerinin sözcüsü olan Hartmann’ın bu akım hakkındaki
görüşlerini Viyana Psikanaliz Derneği’nin bir toplantısında açıkladığı tarih
olan 1937 arasındaki dönemde, ego, yapısal bir oluşum olarak tanımlanmış ve
kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri de kapsayan, doğuştan gelen gizil güçlerin
tümü olarak tanımlanan ‘id’den tamamıyla
ayrışmıştır. Ego, gerçeklik ilkesinin egemenliğindedir ve ikincil sürece uygun
etkinlik gösterir, doyumu erteleme yeteneği vardır. Ego kişiliğin yürütme
organıdır (Geçtan, 1984, ss.17-18; 29-32; 67).
Ego kavramının dördüncü dönemi, Freud’dan sonra gelen bir grup
kuramcının özellikle yapısal kurama getirdikleri önemli boyutlardan dolayı
topluca “ego-analistleri” olarak anılan grubun 1937’de hız verdiği
faaliyetleriyle başlar. Aslında, bu faaliyetler, Anna Freud’un 1936’da
yayımladığı “Ego ve Savunma Düzenekleri” adlı eserinde ortaya koydukları
düşüncelerin, Hartmann ve Rapaport tarafından daha da geliştirilmesiyle
gerçekleşmiştir. Hartmann’ın, düşüncelerin giderek içgüdüsel enerjilerden bağımsızlaşması
anlamında ego özerkliği kavramı ve uyum yetenekleri konusundaki ısrarı
daha güçlü bir ego psikolojisinin geliştirilmesine, egonun dış dünyayla ilişki
içindeki etkin rolünün anlaşılmasına yol açmıştır. Onun bu kavrama getirdiği en
önemli katkının, dürtüler ve çatışmalardan bağımsız olarak gelişen özerk ego
işlevlerinin varlığını ileri sürmesi olduğu söylenebilir. Uyumsal işlev gören
ego, doğuştan olup, dış çevrenin ve id’in beklentileri arasındaki dengeyi
sağlamaktadır. Ego-analistleri, egonun bilişsel işlevlerine özel bir önem
vermiş ve psikanalitik kuramın, psikanaliz dışı, örneğin, psikoloji, sosyoloji,
kültürel antropoloji gibi alanlarda uygulanabilmesi için pek çok varsayımın
oluşmasına ilham kaynağı olmuştur (Geçtan, 1984, ss.70-71).
Diğer taraftan tarihsel kökenini Klein’in görüşlerinden alan
Nesne-İlişkileri Kuramcılarından
(Object-Relation Theory) Fairbairn, kendi ego kuramını biyolojik içgüdü kuramından ayırmıştı.
İçgüdülerin enerjiyi ya da gerilimi azaltma yerine, nesne arama eğiliminde olduğunu
ileri sürmüştür. Ruhsal aygıtın yaşamın başlangıcından itibaren dinamik
yapılardan oluştuğunu bu yapılarla bir bütün oluşturan ego’nun nesnelerle
ilişkili olduğunu varsaymıştır. Günümüze doğru gelindiğinde ise, ego
psikolojisi ile günümüzün Nesne-İlişkileri Kuramcısı olarak tanınan diğer bir
teorisyen de Mahler’dir. Onun en önemli katkısı erken çocukluk dönemindeki
gelişim dönemlerini ve psikolojik doğum olarak nitelendirdiği ayrımlaşma-bireyleşme
sürecini tanımlamasıdır (Tura, 1996; akt.: Şafak ve Arkar, 2003). “Benlik-psikolojisi”[4]
çerçevesinde yazdıklarıyla Kohut, Hartmann ile başlayan, ‘benliğin (self)’,
‘ego’dan kavramsal olarak ayrılma sürecine önemli katkılarda bulunmuştur (Kohut, 1979; 1998a; 1998b).
Kohut, kuramı ilk ortaya koyduğunda benliği (self), ego içinde yer alan
bir benlik-kavramı yani
‘kişinin kendini algılayış biçimi ve kendisiyle ilgili imgeler bütünü’ şeklinde
düşünmüştür. İkinci kuramında ise o, benliği, bir üst örgütlenme, “kişiliğin
çekirdeği, algıların ve girişimlerin merkezi” şeklinde nitelendirmiş ve tüm
psikopatoloji alanına açıklama getirmeyi hedeflemiştir (Terbaş, 2004). Ona göre,
benlik-kavramının, nedensellikten ve işlevsellikten bağımsız temel bir fenomeni
içermesi gerekmektedir (Bertelsen,
1996).
Jung (1968), insanda doğuştan geldiğine ve kendisini
gerçekleştirmeye, kusursuzluğa ulaşma yönünde insanı güdülediğine inanılan
evrensel bir benlik tanımını benimser. Ona göre benlik, egonun şablonudur,
kolektif bilinçaltında bulunan merkezî, örgütleyici, yönetici arketiptir ve
diğer bütün arketipleri kapsar. Buna göre benlik, ruhun çekirdeğidir, gelişimin
arketipidir (Budak,
2000, s.124). O, ‘benlik’i bütünlüğün merkezi olarak
değerlendirmekte ve bütünlüğe ulaşabilmek için, kendimizi her yönüyle tanımamız
ve kabul etmemiz gerektiğini belirtmektedir. Bu aşamaya büyük çaba harcamaksızın,
olgunlaşmadan ulaşılamaz. Ayrıca, benlik, sadece merkez değil, aynı zamanda
bilinç ve bilinçaltını çevreler (Fordham, 1996, s.78 vd.). İşte, bilinç ve bilinçaltı öğelerini birleştiren orta noktayı
Jung “benlik” olarak adlandırmış ve onu, bireyleşmenin son
noktası olarak nitelendirmiştir (Jung, 1968, sözeden, Kısa, 2005, s.91). Jung’a göre bireyleşme süreci, doğal
bir süreç olup, fiziksel gelişim ve yaşlanmaya bağlı olarak psişede ortaya çıkar.
Çoğu insan bunun farkında olmasa da insanoğlunda potansiyel olarak bu süreç
vardır. Yani, insan bedeni biyolojik olarak yaşlanmaya programlandığı gibi,
onun kişiliği de bireyleşmeye programlanmıştır. İnsan psişesindeki bu süreç,
kendiliğinden doğal bir şekilde ortaya çıkmasına rağmen, kalıtım, aile, çevre
gibi çok çeşitli etkenler nedeniyle kolaylıkla engellenebilmektedir. Benlik, sadece
bireyleşmenin amacı değil, bu süreci ortaya çıkaran bir dürtü olarak da
görülmelidir, böylelikle benlik, hem neden hem de sonuç olmaktadır (Kısa, 2005, s. 90 vd.).
Hayat
biçimi ve yaratıcı-benlik (creative power of the self), Adler’in
(1927) en önemli kavramlarındandır.
Öncelikle yaratıcı benlik kavramını Adler şöyle açıklamaktadır: Yaratıcı
benlik, bölünmez, tutarlı ve yaratıcı olan bir benliktir ve kişilik yapısına
hakim olur, yani, ‘kalıtımın ve edindiğimiz tecrübelerin sağladığı kaba
malzemeden’ kişiliğimizi oluşturur. Başka bir deyişle insanoğlu, kendi
kişiliğini kendine özgü bir şekilde yine kendi yaratıcı benliği sayesinde
şekillendirmektedir. Bu bakımdan yaratılan bir kişilik, subjektiftir,
dinamiktir, bütündür, şahsidir ve kendine özgü bir tarzda şekil almıştır. O,
hayata anlamını veren şeydir, ulaşmak istenen gayeleri ortaya koyduğu gibi, bu
gayelere ulaşmanın yollarını da telkin eden veya gösteren şeydir (Yörükan, 2000, s.50 ve 87). Hayat biçimi
ise, bireyin çocukluk dönemlerindeki etkileşimleri sonucu kendine özgü
geliştirdiği bir davranış örüntüsüdür. Bir anlamda bu kavram, kişinin
geliştirmiş olduğu hayat tasarısıdır. Bireyin amaçlarını, kendisine ve
dünyasına ilişkin görüşlerini ve hedeflerine erişebilmek için edindiği sıradan
davranışları ihtiva eder. Yazılarında çok net açıklanmamakla birlikte, bu
tanımlamalar, benlik ya da ego’nun, ‘kişilik’, ‘genel tutum’ gibi kavramlarla
eşanlamlı olduğunu gösterir (Geçtan, 1984, s. 82).
Horney’e (1950) göre ego, nevrotik kişilerde gözlemlenen
‘kişilik işlevlerinin bölümleşmesi’ olgusunun kısımlarından birini oluşturur.
O, ‘ego ülküsü’ (ego ideal) kavramını tanımlarken,
‘ego ülküsü’nün kişide ana-baba imgesinin bir kalıntısı olduğunu ve
kusursuzluğa karşı geliştirilen bir hayranlığın anlatımı, dolayısıyla kendisini
kabul etmeyen bir benliğin ulaşmak istediği ütopik bir amaç olduğunu ifade eder
(Geçtan, 1984,
s.153). Horney, ‘benlik-sönmesi (self-extinction)’ kavramını, kendini sadece başkalarının bir yansıması
olarak görür ve onların hayatı aracılığıyla yaşamaya çalışan nevrotik kişileri
tanımlamak için kullanır (Budak, 2000, s.586).
Diğer bir psikanalist olan Sullivan (1947), geliştirdiği ilişkiler kuramı çerçevesinde benlik-sistemi
(self-system) adını verdiği bu kavramın, insan ilişkilerinin
ürünü olan anksiyetinin azaltılması ya da kaçınılması için kişinin aldığı bir
dizi koruyucu önlemleri ve denetlediği davranışlarını içerdiğini belirtir.
Bunlar, bir kısım davranış biçimlerini onaylayan ‘iyi-ben’ ile bir kısım
davranış şekillerini yasaklayan ‘kötü-ben’ nin oluşturduğu bir yapıdır (Yanbastı,
1990, s.123).
4. Allport’un Personalistik Psikolojisi ve ‘Proprium’
Kavramı: Allport
(1961), kişilik kuramını geliştirirken normal insanı, yani hasta olmayan bireyi
ölçüt olarak almıştır. Onun kişilik gelişim kuramında, ego kavramıyla
karışmaması, alana yeni bir terim kazandırma ve bireyin bilen oluşunu
vurgulamak amacıyla, benlik (self) kavramını kullanmayı tercih etmemiş, onun
yerine ‘proprium’ terimini
kullanmayı önermiştir. Ona göre bu terim, kişiliğin bebeklikten başlayarak ve
giderek örgütlenen, aslında bireyin benliğine olan duygularını kapsayan yedi
boyuttan oluşmaktadır. Bu boyutların her biri, kişiliğin özel ve gizli
yönlerini içerir ve bireyin kendini nasıl bildiğini, duyduğunu ve tanıdığını
belirler. Tümü yaşanan ve hissedilen, bilinen beni tanımlar. Proprium,
özetle, kişiliğin bedensel biliş, benlik-imgesi, benlik-saygısı,
benlik-özdeşimi, benlik-algısı, mantıksal düşünme, benlik-kimliği, amaçlı çaba
ve bilen işlevlerini kapsayan çok yönlü bir kavramdır (Yanbastı, 1990, s.208;
Kayıklık, 2000, ss.29-32). Ayrıca Allport’un olgun kişiliğin (mature personality)
özelliklerine ilişkin açıklamalarını başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz: Benlik duygusunun yayılımı;
benliğin başkalarıyla sıcak ilişkileri; duygusal rahatlık ve benliği kabul;
akılcı algılama, beceriler ve düzen; benliğin nesnelleştirilmesi, anlayış ve
şaka; bütüncül hayat felsefesi; kuramcı insan; ekonomik insan; estetik insan;
sosyal insan; politik insan; dindar insan (daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Kayıklık, 2000, ss.34-36).
5. İnsancı (Hümanistik) Psikolojinin Benlik-Kavramına
Yaklaşımı: Davranışçılık, etkisini,
D. Snygg (1941) tarafından yazılan ve davranışçılığa karşı alternatif bir
paradigma, yani “fenomenolojik yaklaşım”ı teklif eden makalenin A.B.D.’de
yayınlanmasına kadar devam ettirdi. Sözü edilen makalede Snygg, psikolojinin
bireyin fenomenal ve algı dünyasını, incelenme konusu olarak kabul etmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Bu makale, özellikle A.B.D. psikoloji çevrelerinde
çok kısa sürede etkisini göstermiştir (Rosenberg, 1989). İşte bu gelişmeler, 1960’lı
yıllara gelindiğinde insancı (humanistic) yaklaşım adı verilen bir
akımın psikolojide davranışçılık ve psikanalizden sonra üçüncü güç
olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. A. Maslow ve C. Rogers tarafından
öncülüğü yapılan bu yaklaşım -ki Rogers (1961) yaklaşımını fenomenolojik
yaklaşım diye adlandırmıştır- insanın
doğasına iyimser bir bakış açısıyla, özellikle davranışçılık ve psikanaliz
kuramlarından ayrılır. Fenomenolojik yaklaşıma göre, insan davranışını
biçimlendiren en önemli etken, onun kendini ve çevreyi o andaki algılayış ve
anlamlandırış biçimidir. Bir başka ifadeyle, bireyin kendini ve dış dünyayı
kendine özgü bir biçimde algılama sırasındaki öznel yaşantısıdır (Cüceloğlu, 1991, s.32). Burada, sosyo-kültürel çevreyi de içeren dış dünyayla, bireyin öznel
yaşantısı olarak nitelendirilen deruni dünya arasında bir ilişkinin olduğu
ifade edilmektedir. İşte, Rogers (1942), bu ilişkinin farkında olduğumuz
bölümüne benlik-kavramı (self-concept) adını veriyor (Yanbastı, 1990, s.254, Sarı, 1998). Bu, “ben (I)” veya “benim
(me)” in -benliğin- algılamalarına
dayanan bölümüdür. Organizmanın temel bir güdüsü, kendini gerçekleştirme
eğilimidir, organizmanın büyütülmesi ve korunmasına hizmet eden oluşumlardaki
tüm kapasitelerini geliştirmeye yönelik doğal bir eğilimdir. Rogers (1951),
kişilik gelişim kuramında, kişilik kavramının yerine, onun merkezi kavramı olan
benlik-kavramını kullanmayı tercih etmiştir (Byrne, 1974, ss.275-276). James’in sosyal-benliğiyle, Rogers’ın benlik-kavramı
birbirine benzemektedir. Sosyal benlik veya benlikler, bireyin sosyal
yaşantısı içinde pek çok maskeler takmasını, roller üstlenmesini ifade eder ki,
baba rolü, anne rolü, öğretmen rolü, sevmediği kişiye karşı takınılan
sevecenlik maskesi gibi bir çok durumla ifade edilebilir (Bruno, 1996, ss.100-101). Rogers, benlik-yapısı
kavramını, insanın dışındaki durumlara ilişkin değerlendirmelerde kullanır (Geçtan, 1984, s.234).
Rogers’ın benlik kuramında, ideal-benlik, bireyin ulaşmak istediği
ve sahip olduğu takdirde kendisini çok değerli bulacağı benlik-kavramını ifade
eder. Bu durumda kişide ortaya çıkan uyumsuzluk, benlik ile tecrübe edilen
benlik, -yani gerçek-benlik- arasındaki farkın büyüklüğünden
kaynaklanmaktadır. Farktaki artış benlik
yapısını bozmakta ve anksiyeteye yol açmaktadır. Gerçek-benlik ile ideal benlik
arasındaki fark arttıkça, uyumsuzluk düzeyinde de bir artış gözlenmektedir. (Byrne,
1974, ss.284-285).
Rogers, bireyin benlik-kavramının ve onun değerlerinin, birey için önemli
bir kişiyle –genelikle bu kişi, annedir-
hayatının ilk dönemlerinde etkileşim içinde olmasına dayanarak
kazanılmış olduğunu ileri sürer. O, farklı cinsiyet türlerini içeren
ebeveyn-çocuk etkileşimlerinin, benliğin gelişimi üzerine oldukça farklı
etkiler bıraktığını ifade eder. Tüm bebekler açısından, farkındalığın ilk
ortaya çıkışı hoşlanma ve hoşlanmamayı, zevk ve acıyı içerdiği farzedilir.
Soğuktan hoşlanılmaz, sarılmaktan hoşlanılır gibi (Byrne,
1974, s.280).
6. Sembolik
Etkileşimci Yaklaşım ve Benlik-Kavramının Kültürel Boyutları: Benlik-kavramı konusunda
katkıda bulunan diğer bir yaklaşım ise, sembolik etkileşimci ekolünün ortaya
koyduğu düşünceleri içermektedir. Bu kuramın öncüleri arasında, C.H. Cooley, G.
Mead ve E. Goffman gibi isimler sayılmaktadır. Benlik konusuna 1900’lü yıllarda
ilgi duymaya başlayan Cooley, bireyin benlik (self) olarak kabul ettiği
duyguların, benlik-olmayan (non-self) türünden kabul ettiği
duygulardan daha güçlü olduğunu ileri sürer. Bununla birlikte, onun konuya en
önemli katkısı, ayna-benlik (looking-glass
self)
kavramıyla olmuştur. Bu kavram, ‘bireyin kendini, başkalarının algıladığı gibi
algılaması olarak’ tanımlanmıştır. Daha sonra, ayna-benlik kavramından hareket
eden Mead’a göre benlik-kavramı, ‘kişinin başkalarının kendisine nasıl tepkide
bulunduğuyla ilgilenmesinin bir sonucu olarak sosyal etkileşim içinde ortaya
çıkar’. Yani, sosyal-benlik yoluyla, birey ile diğerleri, karşılıklı etkileşim
sonucu, birbirlerinin tepkilerini şekillendirirler.
Özetle, sosyal-benlik (social-self), Mead’ın etkileşimci
kuramına göre, benlik–kavramının da temeli olarak kabul edilmektedir (Epstein, 1973; akt.: Bacanlı, 2004, s.14; Budak,
2000, s.687).
Goffman’a (1959) göre ise, ‘kişilerarası etkileşim, hatta daha geniş bir perspektif içinde, ‘dünya’ (görünüşler
dünyası)
herkesin kendi rolünü oynadığı bir tiyatro sahnesidir’. Bireyler sosyal
etkileşim içinde karşılarındaki kişilerde arzu ettikleri izlenimi meydana
getirebilmek için çeşitli roller oynamakta ve maskeler kullanmaktadırlar. Bu
maskeler kişi için birer benlik haline gelmektedir, çünkü kişiler farklı
ortamlarda farklı amaçlarla çeşitli roller oynamak zorunda kalmaktadırlar.
Özetlenmeye çalışılan bu görüşlerdan anlaşılacağı üzere, sembolik etkileşimci
yaklaşımın W. James’in sosyal benlikle ilgili görüşlerden oldukça etkilendiği
söylenebilir (Bacanlı, 2004, s.15 ve 21). Dolayısıyla bu bağlamda, benlik-kavramının, sosyal etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve
kişinin benlik gelişiminde sosyo-kültürel çevrenin belirleyici
bir rolünün olduğu ifade edilebilir (Hortaçsu, 1989).
Bu düşüncenin
sonucu olarak, son zamanlarda, sosyal benlik kavramının daha net ortaya
koyabilmek amacıyla, benliğin kültürlerarası bakış açısıyla incelenmesine
yönelik yürütülen araştırmalarda bir artış gözlenmektedir (Karakitapoğlu-Aygün, 2004). Bu artışın altında yatan ana fikir, Kotre’nin (1985),
“bir kimsenin sosyal konumu ne olursa olsun, kültürden bağımsız benlik
diye bir şey yoktur” sözünde ortaya çıkmaktadır (akt.: Bock, 2001, s.371). Yine, Sayar’a (2003) göre, benlik, tanımı gereği tarihsel ve kültürel bağlamdan,
içinden çıktığı toplumun değer ve yargılarından ister istemez etkilenir.
Tarihten ve kültürden etkilenmemiş, bağlantısız, evrensel bir benlikten
bahsedilemez.
Kağıtçıbaşı
(1998), benliği inceleyen bazı yeni psikolojik ve antropolojik yaklaşımların ve
özellikle de Amerikan sosyal psikolojisinde benliği ön plana çıkaran yeni
eleştirel yaklaşımların olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşımlar, ona göre,
bireycilik/toplulukçuluk ikilemine yönelik kültürel ve kültürlerarası yeni
araştırmalarla birleştiğinde, benlik tanımlarının kültürel farklılıklar
gösterdiğine yönelik temel bir boyutun varlığına işaret eder. Bu boyut, ilişkisel-ayrışmış
benliğe yansıyan (karşılıklı) bağımlılık-bağımsızlık boyutudur (s.83). Birçok araştırma, Amerikalıların, Çin,
Hindistan ve Japonya’lı katılımcılardan farklı bir benlik-tasviri (self-description) gösterdiklerini ortaya
koymuştur. A.B.D. dışında, örneğin, Filipinler, Çin, Zimbabwe ve Japonya’da
yapılan araştırmalarda da, Batılı benlik-kavramından farklı bir yapının
saptandığı belirtilmiştir. Kısaca özetlersek, bireycilik-toplulukçuluk kültürel
boyutları, benlik-kavramlarındaki kültürlerarası farklılıklar bakımından
açıklayıcı bir değişken olarak gözükmektedir (Watkins ve diğ., 1998).
Ayrışmış benlik, Kağıtçıbaşı ve birçok sosyal psikolog
tarafından eleştirilmektedir. Onlara göre, ‘Batı psikolojisi sağlıklı örnek
olarak tek bir benlik türünü kabul eder: O da ayrışmış benliktir.
Psikanalitik yaklaşım içinde, Nesne-İlişkileri Kuramının yeniden yapılandırdığı
bu süreç, bireyleşme-ayrışma sürecinin “çözümlenmesinden” kaynaklanır.
Bireyleşme-ayrışma, çevreden özerk olmayı sağlayan bir erken gelişim sürecidir.
Aynı zamanda nesne değişmezliği ve nesnelerin bilişsel ifadelerinin oluşmasıyla
ilgili bilişsel gelişime dayanır’ (Kağıtçıbaşı,
1998, ss.97-98). Fakat, Geertz (1975), “belirgin sınırları olan,
kendine özgü, az veya çok güdüsel ve bilişsel uyum içinde bir evren olan;
belirgin bir bütünlük oluşturmuş farkındalık, duygu, yargı ve hareketin dinamik
merkezi olan; hem diğer bütünlüklere hem de sosyal ve doğal geçmişe karşı zıt
bir şekilde oluşmuş diye tanımladığımız Batılı benlik kavramı, bize çok
mantıklı gelse de, dünya kültürleri bağlamında çok garip bir fikir olabilir” demektedir. O, Bali’de bireylerin önemli olmadığını,
toplumda üstlendikleri rollerin ve diğer kişilerle nasıl ilişkide
bulunduklarının önemli olduğunu vurgulamaktadır. O, kişilerin, kendilerinin
bile unutabileceği anlamsız bir sözcük olan isimleriyle değil, kimin oğulları
olduğuyla tanımlandığı bir ortamda, benliğin “ilişkisel” olarak
kavramlaştırılması üzerinde durmaktadır (akt.:
Kağıtçıbaşı, 1998, s.84). Tarihe bakmak
bu konuda daha fazla bilgi sağlayabilir. Müslüman gelenekde, ataerkil anlayış,
oğlan çocukları ve erkekleri kendi isimleriyle değil, kimin oğlu olduklarını
gösteren bir yapıyla çağrılmakla, kendini göstermiştir. Arapçadaki ‘ibn’ ve ‘bin’ veya Türkçedeki ‘oğlu’
kelimeleri genellikle kişinin kendi adını kullanmadan babasının ismiyle
birlikte kullanılmıştır. Bu yüzden bazı Türk halk ozanları (Köroğlu, Dadaloğlu) ile İbn
Sina ve İbn Rüşd gibi ünlü İslam
filozofları sadece babalarının adıyla tanınmaktadırlar (Kağıtçıbaşı, 1998, s.86).
Benlik-kavramının
içeriğinden hareketle, gerçekleştirilen çok sayıdaki araştırma, -bir çok
kavramda da yaşandığı üzere- benlik-kavramının farklı yönlerinin olduğunu
göstermiştir. Bugün literatüre giren çok
sayıda öğe (alt-kavram) bulunmakla birlikte, benlik-kavramıyla ilgili
çok kullanılan öğe, benlik-saygısı olmuştur. Bu öğeler, aralarındaki çok küçük
farklardan dolayı zaman zaman iki öğenin birbiri yerine veya aynı anlamda
birlikte kullanıldığı sözkonusudur (bkz. Tamar ve diğ. 1992; Hortaçsu, 1989).
Öğeler hakkında verilen bilgiler, yapılan tanımlamalar irdelendiğinde, benlik-algısı
ile benlik-kavramı; benlik-imgesi ile benlik-tasarımı; benlik-farkındalığı
ile benlik-bilinci alt-kavramlarının benzer veya aynı anlamda
kullanıldıkları gözlenmektedir. Zaten kavramlara ilişkin tanım ve açıklamalar
incelendiğinde de bu tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz gözükmektedir. Bu
durum, sözkonusu kavramların soyut, tanımlanmasının güç olmasından ve bu
kavramları kullanan araştırmacıların bakış açılarının farklılıklarından
kaynaklandığı düşünülmektedir. Bundan dolayı, bu kavramlar hakkında kısa
bilgiler vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
1. Benlik-Algısı (Self-Perception): Benlik-algısı, kişinin kendi
hakkında neye inandığı ve ne bildiğine dayanır. O, kişinin kendi hakkındaki
belirli görüşleri, duyguları, arzuları, yetenek ve sınırlılıkları, ilgi ve
ilgisizlikleri ile hakim davranış biçimlerine ilişkin algılaması ve yorumudur.
Bu yorum, şu andaki görüşlerin yanında gelecekle ilgili umut ve beklentileri de
içerir (Eisenberg ve Delaney, 1998, s. 65; Budak, 2000, s.
444).
Benlik-algısının dört boyutundan sözedilmektedir: 1) Aracı olarak benliği
algılama: Yaptıklarımız için tepkiler hissederim. 2) Devamlılık olarak
benliği algılama: Devamlı benlik-algısı, geçmişin yüklerini bugüne ve
geleceğe taşıyan yansıtıcı bir benlik-değişimini mümkün kılar. Benliğin
devamlılığı benliği bireyle ilgili kalıcı bir obje haline getirir. 3) Öteki insanlarla
ilişkide benliği algılama: Kişiliğin oluşumunda, insanlar arası ilişkinin,
yani diğer insanlarla sosyal etkileşimde bulunmanın önemli bir etkisi olduğu
gibi, bu durum benlik-algısında da önemli bir etkendir. Sağlıklı ruhsal
durumumuzu, bizim benlik algımızla öteki insanların bizim hakkımızdaki genel
algılamalarıyla örtüşmesine bağlayabiliriz. 4) Değer ve hedeflerin somutlaştırılması
olarak benliği algılama: Hırs, kıskançlık, kibir, saygınlık, suçluluk gibi
olgular anlamına gelmektedir (Hilgard, 1962, ss.491-492).
Söz konusu kavramla ilgili geliştirilen kuramlardan biri olan, Bem’in
(1972) Benlik-Algısı Kuramına göre, bireyler, başkalarının duyguları,
davranışları ve inançlarıyla birlikte kendi duygu, davranış ve inançlarının
yaşandığı ortamı gözleyerek, inceleyerek düşüncelere ya da duygulara ilişkin
çıkarsamalarda bulunurlar (Arkonaç, 1998, s.222; Budak, 2000, s. 444). Bireyin kendine dair
algısı ile ilintili olarak Tajfel ve diğ.’nin geliştirdikleri ve Rosch’un da
katkıda bulunduğu Benlik-Kategorileme Kuramı’nda (Self-Categorization Theory) ise, benliği diğerlerinden
ayrıştırmayı içeren bilişsel kategorileme süreçlerine odaklanılmaktadır. Bu
kurama göre, örneğin, kendini belli bir etnik grubun özellikleriyle tanımlayan birey,
kendisi ile bu etnik grup arasındaki fiziksel ve sosyal benzerlikleri
algılarken, diğer etnik grupların bireyleriyle olan farklılıklarını da
algılayacaktır (Gezici ve Güvenç, 2003).
2. Benlik-Saygısı (Self-Esteem): Benliğin duygusal boyutu olan benlik-saygısı,
bireyin, kendisinin kim olduğu hakkındaki fikirlere sahip olmasının yanı sıra,
kim olduğuyla ilgili duygulara da sahip olmasını içerir. Benlik-saygısı, benlik-kavramının tasvirine
veya kısımlarına ilişkin hoşnutluk düzeyidir. Bizim önemimize, değerimize, özel
oluşumuza dayanır. (Beane
ve diğ., 1980; Hamachek, 1995). Ruh
sağlığının bir göstergesi olan benlik saygısı, bir yeterlilik duygusu ve başarı
için gerekli bir koşuldur (Karadağlı,
1992). W. James benlik saygısının,
kişinin kendisiyle barışık olma derecesiyle, ayrıca elde ettiği başarılarının
isteklerine oranıyla belirlendiğini ileri sürer. Buna göre, ancak istekleri ve
amaçları gerçekçi bir kişi, kendini değerli göreceğinden dolayı mutlu olacaktır
(Bruno, 1996, s.102). Benlik-saygısı; kişinin
kendini benimsemesi, değer vermesi, kendine güven ve saygı duyması, bireyin
psikolojik açıdan etkin olmasını sağlayan temel belirleyicilerden biridir (Güçray,
1989, akt. Torucu, 1991).
Bazı yazarlar (Branden, 1969; Battle, 1987), benlik-saygısını insanın
temel bir ihtiyacı olduğunu ve gelişiminin tüm safhalarında bireyin hayatını
etkileyen en önemli değişkenlerden biri olarak ileri sürerler. Örneğin, Battle
(1987), benlik-saygısının, kişinin başarı örüntüleri, becerileri, diğer
insanlarla olan ilişkileri ve ruh sağlığı gibi faktörlerden etkilendiğini
belirtmektedir (Battle ve diğ., 1988).
3.
Benlik-Tasarımı (Self-Representation): Birey birden fazla benlik-tasarımına sahiptir ve
bunların tümü, benlik-kavramının
içeriğiyle örtüşmez, örtüşmeyebilir. Bazısı olumlu, bazısı olumsuz, bazısı şu
andaki tecrübesiyle ilgili, bazıları ise geçmiş veya gelecekle ilgili
olabilmektedir. Bundan başka, bazısı benliğin gerçekte ne olduğuna dair
tasarımlardır, bu arada başkaları da benliğin olması istenen olabilecek olan, olması
gereken veya olmasından korkulduğuna dair tasarımlardır. Bilinçli yansımanın
konusu olabilen benlik-tasarımları, genelde gerçek-benlik olarak betimlenirler (Markus
ve Wurf, 1987).
Benlik-tasarımlarının benlik-kavramından ayrıldığı noktalar:
a) Bazı benlik-tasarımları, muhtemel benlik
açısından gerçekle örtüşmezler, yani gerçek-benlik/ideal-benlik ayrımı
bakımından değerlendirilirler. Bireyin, “Ben
neyim?, Ben ne yapabilirim?” sorularının cevapları gerçek benliği
(real self); “Benim için neler değerlidir?”, “Hayatta ne
istiyorum?” sorularının cevapları ise, erişilmek istenen moral düzeyini,
gerçekleştirilmek istenen istek, özlem ve emellerini gösteren ideal
benliği (ideal self) oluşturur (Baymur,
1985, ss.268). .
b) Benlik-tasarımlarının ayrıldığı diğer bir özellik
de, geçmiş, gelecek veya şimdiyle ilgili olup-olmaması konusundadır.
c)
Üçüncü bir özellik de, onların bir kısmının olumlu,
bir kısmının olumsuz olmasıyla ilgilidir. Sullivan’ın “kötü ben” diye
adlandırdığı veya bireyin olumsuz benliği kavrayışlarını içerir. Burada “ben
iyi değilim, işe yaramazım, değerli değilim” gibi depressif kişilerin benlik
yapılarını ifade eder.
Benlik-tasarımlarının bazılarına bilinçli bir farkındalıkla doğrudan
ulaşılabilir, fakat bazılarına ise, sözlü olduğu kadar sinirsel, motor ve
duyumsal şekillerde farzedilen otomatik tekrarlar gibi durumlarda
ulaşılamayabilir. Bazı benlik-tasarımlarının kökeni, insanların kendi
davranışlarını seyrederken tutumları ve eğilimleri hakkında yaptıkları
çıkarımlarının bir sonucudur. Bunları insan, içsel fizyolojik tepkilerinden (Bandura,
1977);
bilişleri, duyguları ve güdülenmelerinden (Harter,
1983; Anderson, 1984) elde edebilir. Benlik-tasarımları, bireyin kendini değerlendirmeye
doğrudan teşebbüs etmesiyle birlikte, diğer insanlarla olan karşılıklı
etkileşimleriyle de oluşur.
Dinamik bir benlik-kavramı, benlik-tasarımlarının
bir toplamı olarak gözükür ve benlik-kavramının çalışması, şu anda ulaşılabilen
tasarımların altkümesini oluşturur. Bu tasarımlar yapıları ve işlevleri
açısından farklıdır ve çeşitli isimler alır. Bunlar, egemen sosyal şartlara ve
bireyin motivasyonel durumuna bağlıdır. Bazı benlik-tasarımları çarpıcı
durumsal bir uyarıcı olarak fazla veya daha az otomatik davranış özelliği taşır
(Markus ve Wurf, 1987).
4. Benlik-İmgesi (Self-Image): Benlik-imgesi bireylerin
hayatlarının her yönde kendileriyle ilgili yaşantılarının, fikirlerinin,
duygularının fenomenolojik örgütlenmesi olarak tanımlanmakta (Tamar ve diğ. 1992) ve herhangi bir zamanda, herhangi bir durumda kendimize, ne olduğumuza
ilişkin bir imaj olarak betimlenmektedir. Bu imaj, bilinçli veya bilinç dışı
olabilir, gerçekçi olabileceği gibi fantastik ya da idealleştirilmiş de
olabilir (Öner, 1985; Budak, 2000, s.583).
5. Benlik-Farkındalığı (Self-Awareness): Benlik-farkındalığı ‘dikkatin
bireyin kendi üzerinde yoğunlaşarak, başka insanlardan ve şeylerden ayrı bir
varoluşa sahip olduğu bilincinde olması’ olarak tanımlanmaktadır (Budak, 2000, s. 576). İnsanlar, kameraya
alındıklarında, ayna karşısında kendilerini izlediklerinde, ruh halleri
sorulduğunda, vb. durumlarda dikkatlerini kendilerine yöneltmekte ve
kendilerinin farkına varabilmektedirler. İşte bu aşamada birey, kendisinin
başka insanlardan ya da nesnelerden ayrı bir varlık olduğunun bilincine varır.
Benlik-farkındalığı iki boyutta gerçekleşmektedir. Kişi dikkatini, ruh hali,
biyolojik gereksinimleri, duyuları, güdüleri, kişisel standartları gibi özel
benlik yönlerine yönelttiğinde özel benlik-farkındalığı (private
self-awareness);
sesi, görünüşü, sosyal standartları gibi benlik yönlerine yönelttiğinde ise genel
benlik-farkındalığı (public self-awareness) söz konusu olur (Franzoi,
1996; akt. Hasta, 2002).
6. Benlik-Bilinci (Self-Consciousness): Benlik-farkındalığı hemen
herkes için geçerli bir süreçtir. Bununla birlikte bazı insanlar
benlik-farkındalığına daha fazla, bazıları ise daha az zaman ayırmaktadırlar.
Buradan yola çıkarak Fenigstein ve Vanable (1992), benlik-bilinci
kavramını ortaya atmışlardır. Benlik-bilinci, benlik-farkındalığıyla meşgul
olma eğilimidir (Rugancı, 1995; Franzoi, 1996; akt.: Hasta, 2002). Yani, benlik-bilinci,
bireyin kendinin, başkalarından ayrı bir insan olarak sosyal kimliğinin
farkında olması demektir (Budak, 2000, s.576).
Benlik-bilinci dediğimiz bu nitelik, yani bireyin kendini sanki dışarıdan
izliyormuşçasına ayrı bir varlık olarak değerlendirme yetisi, insana özgü bir
özelliktir. “Ben” ile dış-dünya arasında ilişki kurabilme yeteneğidir. Ancak bu
şekilde zamanı doğru biçimde algılayabiliriz, geçmişe dönebilir ve geleceği
tasarlayabiliriz. Böylece geçmişimizden bir şeyler öğrenir ve geleceği
planlarız. Benlik-bilincimiz sayesinde kendimizi başkalarının bizi gördüğü gibi
görebilir ve diğer insanlara karşı diğergamlık türünden davranışlarda
bulunabiliriz. Kendimizi başkasının yerine koyup, yani empati (=sempati)
kurarak, onun yerinde olmamız durumunda neler yapacağımızı düşünebiliriz (May,
1998, ss.82-83). Bu noktada, Hasta
(2002), ilgili literatüre atıfta bulunarak benlik-bilincinin, özel ve genel
olarak iki farklı boyutta incelenebileceğini ileri sürmektedir. İlki, özel
benlik-bilinci, kişinin kendinin örtülü, özel yönlerinin farkında olma
eğilimidir. Bu eğilim, bireyin iç dünyasına döndüğü, benliğin paylaşılamayan
yönlerine odaklandığı bir eğilim olarak nitelendirilebilir. İkincisi ise, genel
benlik-bilinci, kişinin toplumsal bir nesne olarak kendinin farkına
varmasıdır. Bu durum, kişinin genel, sosyal ortamlarda sergilenen yönlerinin
farkında olma eğilimi olarak tanımlanabilir.
7. Benlik-Kurgusu (Self-Construal): Benliğe ilişkin bilginin
yorumlanmasında ve kurulmasında rol oynayan en önemli faktörlerden birinin
kültür olduğu ileri sürülmektedir. Benlik-kavramının içerdiği sosyo-kültürel
işlevler ve değerler, “benlik-kurgusu” (self-construal) terimiyle ifade
edilmektedir. Örneğin, kadın ve erkekler aynı kültürel hayata farklı biçimlerde
katılmaktadırlar. Kültürel normları yansıtan cinsiyete özgü sosyal roller
farklı yeteneklerin ve becerilerin kazanılmasında etkin olmaktadır. Birçok
kültürde kadınlar bugün, çocuk yetiştirme işlevlerinden sorumlu tutulan
cinsiyet olma özelliğini korumaktadırlar. Dolayısıyla aile üyelerine bakım
verme ve hizmet yönelimli uzman işlerde çalışan kadınların oranının erkeklere
nispeten daha fazla olduğu gözlenmektedir. Bir başka ifadeyle, kadınlar
erkeklere kıyasla başkalarına sosyal destek verme davranışını daha fazla
göstermekte ve sosyal ilişkilerin sürdürülmesinde erkeklere oranla daha fazla
sorumluluk taşımaktadırlar (Markus ve Kitayama, 1991; Cross ve Madson,
1997; Crossley, 2000; akt.: Gezici ve Güvenç, 2003).
8. Benlik-Yeterliği
(Self-Efficacy): Bandura, hayatla mücadele ederken hissedilen
yeterlik ve beceri duygusunu ifade eden benlik-saygısı veya benlik-değeri
duygumuz olan benlik-yeterliği kavramını ele almıştır. Bu içsel durum bizim
davranışlarımızı bir çok bakımdan etkileyebilir. Onun çalışmaları,
benlik-yeterliği duygusu yüksek insanların, hayatlarındaki çok çeşitli
olaylarla daha iyi başa çıkabildiklerini göstermiştir. Bu insanlar güçlüklerin
üstesinden gelebilmeyi ümit ederler. Görevlerinde sebat ederler ve başarılı
olacaklarına ilişkin, kendine güven seviyelerini daima yüksek tutarlar (Schultz
ve Schultz, 2001, s. 385).
9. Benlik-Sunumu
(Self-Presentation): Budak
(2000), benlik-sunumu kavramını, ‘kişinin kendini toplumsal veya kültürel
açıdan kabul edilen eylem ve davranış normlarına uygun yollardan ve arzu edilen
imajı bırakacak şekilde sunması’ olarak tanımlamaktadır (s.586). Önemli bir başvuru eseri olan The
Presentation of Self in Everyday Life (1959) kitabında Goffman,
benlik-sunumu kavramını, ‘tiyatro-gibi-hayat’ benzetmesiyle, bireyin
gündelik hayatlarında kendini diğer insanlara sunuş biçimi, diğer insanların da
onun hakkında tasavvur ettikleri izlenimleri ve onların karşısında yapabileceği
ve yapamayacağı şeyleri düzenleyiş ve kontrol ediş şekli olarak açıklamaktadır.
Bireyler, benlik-sunumunu gerçekleştirebilmek için bir takım roller oynamakta
ve sosyal maskeler kullanmaktadırlar (Bacanlı, 2004, ss.20-21).
10. Benlik-Ayarlaması/Kendini-Ayarlama
(Self-Monitoring): Goffman’ın benlik-sunumuna ilişkin
görüşlerinden hareketle, Snyder (1972) tarafından ortaya konan kendini-ayarlama
kavramı, James’ın sosyal-benliğine benzemektedir. Bu kavram, bireyin farklı
ortamlarda duruma uyum sağlayabilmek, sosyal beklentileri karşılayabilmek gibi
etkenlerden dolayı farklı benlikler
sergilemek suretiyle kendini bu farklı durumlara ayarlaması anlamına
gelmektedir. Hem sosyal psikolog hem de kişilik psikoloğu olan Snyder, bu
kavramla, değişen toplum şartlarına bireylerin niçin farklı tepkiler
verdiklerini açıklayabilmeyi amaçlamıştır
(Bacanlı, 2004, ss.22-23 ve 75).
11.
Kendini-Gerçekleştirme (Self-Actualization): Modern psikoloji tarihinde kendini-gerçekleştirme
kavramını[5]
yazılarında kullanan ilk psikologun C.G. Jung olduğu ileri sürülmektedir.
Jung’a göre, biyolojik ihtiyaçlar hayatın gençlik yıllarında önemli ise de,
yerlerini zamanla doyum sağlayan, yüksek düzeyde amaçlara bırakırlar. Jung,
kişiliğin sürekli gelişme eğiliminde olduğunu, uyumlu, dengeli ve olgun bir
benlik oluşturma potansiyeline sahip olduğunu kabul eder. Bu ise başlangıçta
farklılaşmış bir bütünün zamanla uyumlu bir şekilde gelişmesi, ayrışması (bireyleşme
süreci) ve sonra bu
ayrışmış sistemlerin bütünleşmesidir. Bu bütünleştirme sürecinde temel güdü,
zıt eğilimleri uzlaştırma ve birliğe erişmektir (Kuzgun, 1982).
Kendini-gerçekleştirme kavramı, benlik gelişimi kuramcıları olarak bilinen Rogers ve Maslow
tarafından benimsenip, sistematik bir biçimde geliştirilmiş ve kuramlarının en
önemli kavramı haline getirilmiştir. Onlara göre, kişiliği en önemli güdüleyici
güç, kendini-gerçekleştirme dürtüsüdür. Kendini gerçekleştirmeye yönelik
bu istek doğuştandır, ancak yaşantıları ve öğrenme yoluyla desteklenebilir veya
engellenebilir. Dolayısıyla çevresel şartlar ve ortam elverişli olduğu zaman
kişi kendini gerçekleştirebilecek, ilerleyebilecek ve kendini aşabilecektir (Arı ve diğ., 1998, s.52; Schultz ve
Schultz, 2001, s.526). Rogers’a göre,
benlik, kişinin kendisi hakkında doğru ya da yanlış olan bir takım
hipotezlerinden oluşur ve hiçbir zaman tamamlanmaz sürekli değişir. Organizma
ve benlik, kendini gerçekleştirmeye, genişletmeye, zenginleştirmeye yöneliktir (Yanbastı, 1990, s. 255 ve 257; Bruno, 1996, s.198). Ona göre, birey, geliştirici ve geriletici davranış yollarını ayırt
etmedikçe kendini gerçekleştiremez. İyi seçim, ‘iyi-kötü’ hakkında bilgiye
dayanır. Kişi bunu bilirse iyiyi seçmeye yönelir. Rogers, kendini
gerçekleştiren kimseye, ‘kapasitesini tam olarak kullanan’ kimse demektedir (Kuzgun, 1982).
12.
Benlik-Karmaşıklığı (Self-Complexity): Bu kavram Linville (1987) tarafından ortaya konmuş ve
stresle başa-çıkmada bir tampon etkisi olduğu ileri sürülmüştür. Bu modele
göre, benlik-karmaşıklık düzeyi yüksek olan birey, bilişsel açıdan çok sayıda
benlik yönüne sahip olan ve bu benlik yönleri arasında ilişkileri az olan
bireydir. Bu kişilerde, olumlu ve olumsuz olayların taşma etkisi (spillover effect) ve bu olaylara gösterilen tepkiler,
benlik-karmaşıklığı düzeyi düşük olanlara oranla daha azdır.
Benlik-karmaşıklığı yüksek olan bireylerin stresle daha kolay başa
çıkabildikleri, kendilerini daha olumlu değerlendirdikleri belirlenmiştir (Güngör, 1998).
Benlik-kavramının en çok ele alınan ve ölçülmesine yönelik
araştırmalara konu olan yönü, benlik-saygısıdır. Halbuki benlik-kavramının
zamana bağlı değişen özelliklerini daha iyi anlamak için benlik kavramını
yeniden kavramlaştırma ihtiyacı olduğu bazı araştırmacılar tarafından ileri
sürülmektedir. Dolayısıyla, benlik-kavramı
hem yapı hem de bir süreç olarak ölçülmelidir. Süreçten kastedilen ise, dinamik
bir yapıdır (Demo, 1992). Shavelson ve diğ. (1976) çok boyutlu bir
benlik-kavramı modelini ilk defa ileri sürmüşlerdir (Sondhaus
ve diğ., 2001). Biz
bu bölümde, benlik-kavramı ve alt-kavramları ile ilgili geliştirilmiş ölçme
araçlarından çok bilinenlerine yer vermek suretiyle bu konuda bilişsel bir
çerçeve oluşturmaya çalışacağız.
Byrne’a (1974) göre, benlik-kavramını ölçmek için geliştirilen ilk ölçme
aracı Stephenson’ın (1953) Q-Sort’tur (s.277). Fakat çok bilinen ölçek
ise, Tennessee Benlik-Kavramı Ölçeğidir.
Fitts (1965) tarafından geliştirilmiş olup, Ergener’in (1985) çalışmasıyla
Türkçeye uyarlanmıştır.
Benlik-saygısını ölçmeyi amaçlayan çoğu araştırmada, Rosenberg’in
Benlik-Saygısı Ölçeğinin kullanıldığı gözlenmektedir. Bu ölçek Rosenberg
tarafından, 1963 yılında geliştirilmiş, 1965 yılında da güvenirlik-geçerlik
çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Çuhadaroğlu (1985) tarafından Türkçeye
uyarlanan ve psikometrik çalışmaları yapılan ölçek, 12 kategoriden oluşmaktadır
(Çuhadaroğlu,
1986).
Benlik-tasarımı ile ilgili olarak tercih edilen ölçme aracı ise, Baymur
tarafından geliştirilen Benlik Tasarımı Envanteri’dir (Baymur ve diğ., 1978). Ayrıca, Türkçe geliştirilen
bir diğer ölçme aracı da, üniversite öğrencileri için kullanılabilen Gürel’in
(1986) Akademik Benlik Tasarımı Ölçeğidir.
Benlik-bilincinin ölçülmesinde çok sık kullanılan ölçeklerden birisi
Fenigstein ve diğ. (1975) tarafından geliştirilen Benlik-Bilinci Ölçeğidir.
Benlik-farkındalığı eğilimlerinde karşılaşılan bireysel farklılıkları ölçmeyi
amaçlayan bu ölçek, benlik-bilincinin hem özel hem de genel boyutlarını ayrı
ayrı ölçebilmektedir (Hasta, 2002).
Yetişkin bireylerin farklı benlik
alanlarındaki yeterlik algılarını ve bununla birlikte toplam benlik-değerini
ölçmek amacıyla Benlik-Algısı (Kendilik-Algısı) Ölçeği geliştirilmiştir (Messer ve Harter, 1986). Bu ölçeğin Türkiye’deki
psikometrik çalışmaları Gezici ve Güvenç (2003) tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Benlik-kavramının, kendini-ayarlama yönünü ölçmek için Snyder’in (1974)
geliştirdiği Kendini Ayarlama Ölçeği kullanılmaktadır. Türkçeye uyarlanması
Bacanlı (1990) tarafından gerçekleştirilmiştir (Bacanlı, 2004,
s.63 vd.). Benlik-imgesi yönünde de ölçülmesi
amacıyla tercih edilen tanınmış bir ölçme aracı ise, Offer Benlik-İmgesi
Envanteri’dir (Offer
ve diğ., 1982).
Benlik birtakım yaşantılar sonunda kazanılan bir oluşumdur. Benlik,
doğduğumuz andan itibaren, başımızdan geçen sayısız olaylarla, çevremizde
temasda bulunduğumuz kişilerin etkisiyle yavaş yavaş oluşur. Çocukken benlik
gelişimimiz, fiziksel sınırlılıklarımızı farketmekle başlar ve psiko-sosyal uyumun daha
karmaşık örüntüsü içinde gelişir. Benliğin gelişmesinde kişilerarası
ilişkilerin büyük bir önemi vardır. Çevremizdeki insanların (küçükken ana-baba ve kardeşlerin, daha sonra
öğretmenlerin ve arkadaşların) bize karşı tepkileri benliğin içeriğini oluşturmada önemli bir rol
oynar. Önem verdiğimiz kişilerin, bizim hakkımızdaki olumlu ya da olumsuz her
türlü değerlendirmeleri benliğimizin alacağı şekli etkiler. Böylece benlik, acı
ve tatlı birçok yaşantılar sonunda öğrenilen ve her an gelişmesi devam eden bir
kavramdır. Her yaşantı, benliğe bir şeyler katar (Baymur, 1985, s.268). Örneğin, ana-babadan
birinin ölümü, boşanma[6] veya ayrılma
gibi durumlar çocukların olumsuz benlik-kavramları geliştirmesine yol açar.
Yaşanan olumsuz olaylar (iş kaybı, bir yakının veya arkadaşın ölümü, hastalık, yeni bir yere
taşınma gibi)
benlik-kavramının gelişimi üzerine olumsuz etkide bulunur.[7] Bununla birlikte, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel
düzey, ana-babanın çocuklarıyla ilgilenme düzeyi, akademik başarı, ailede
kardeş sayısı ve doğum sırası, ana-babanın mesleği ve sosyal statüsü,[8] psikolojik rahatsızlığın olup olmaması,[9] cinsiyet türü,[10] ve etnik kimlik[11] değişkenleri benliğin gelişimine etkisi olan en
önemli faktörler arasında sayılmaktadır.
Benlik-kavramının gelişimini
etkilediği belirtilen tüm bu değişkenlerin yanı sıra, bir diğer önemli değişken
de din/dindarlık değişkenidir.
Özellikle aile, arkadaş çevresi, gruplar,
toplumsal etki ve uyma, sosyalleşme ihtiyacı, iletişim ve mimari çevre gibi
etkenler gözönünde bulundurulduğunda, benlik ve benlik-kavramının gelişiminde
ve farklılaşmasında, sosyo-kültürel çevrenin etkili bir faktör olduğu
söylenebilir. Bu faktörün en önemli göstergelerinden biri de, dinsel
sistemlerdir.[12]
Dolayısıyla, dinsel sosyo-kültürel çevrenin, bireyin benlik gelişimine önemli
ölçüde etkisi olduğu kabul edilmektedir (Hökelekli,
1993, s. 110; Uysal, 1996, s. 118; Peker, 2000, s.215).
Dinsel
kimlik kazandırmada dinin rolü: Din
insana verdiği mesajlarıyla benlik bilincini ve saygısını yücelten ve koruyan
güçlü bir içeriğe sahiptir (Spilka ve
diğ., 1985). Özellikle sunduğu modellerle
din, birey için hazır kimlik kalıpları sağlamakla, onu topluma
kazandırılmasında büyük katkıda bulunur (bkz. Hökelekli, 1993, s.110 akt.: Bahadır, 1999, s. 107). Yani, özellikle kendi varlığını hissettirdiği
toplumlarda din, kişiye sunduğu değerler sistemiyle, ortak uygulamalar,
törenler ve değerler etrafında bütünleşen bir topluluk içinde kimliğini
şekillendirmede ona yardımcı olur (Kula, 2001, s.78-79).
Benlik-kavramıyla çok yakından ilgili olan diğer bir kavram ise kimlik (identity) kavramıdır. O, “benliğimiz
konusunda dün, geçen yıl, ondan önceki yıl, vb. kimsek, yine o olduğumuz
yolundaki öznel bir bütünlük, tutarlılık ve süreklilik duygusu; ‘ben kimim?’
sorusuna verdiğimiz başka herkesten ayrı, eşsiz bir insan olduğumuz yolundaki
cevabımız. Bu duygu bedensel duyumlarımızla, beden imajımızla, anılarımızla,
amaçlarımızla, değer yargılarımızla ve yaşadıklarımızla olduğu kadar ait
olduğumuz cinsiyet, etnik, yaş, statü, vb. gibi toplumsal konumumuzla ve
başkalarının bize ne gözle baktığına ilişkin inançlarımızla da şekillenir” (Budak, 2000, s.451). Kimlik kavramının, çeşitli
kuramsal kullanımları vardır. Bunlar, James’in sosyal-benlik kavramına benzeyen
ve bireyin taşıdığı düşünceler hakkında bireylerin ayırıcı grupları olduğu
kadar çeşitli toplumsal seviyelere” sahip olduğunu ifade eden ortak kimlik;
sosyal psikolojik açıdan değerlendirilen ve kimliği bir grup üyeliği olarak
gören toplumsal veya sosyal kimlik kullanımlarıdır. Bu kavram, bireyin
resmi ya da resmi olmayan çeşitli gruplardaki üyeliklerine, aidiyetlerine
işaret eder (cinsiyeti, milliyeti, dini, mesleği, siyasi eğilimi
vb.gibi).
Üçüncü olarak, Erikson’un ben-kimliği (ego-identity) kullanımıdır ki,
ona göre ben-kimliği, ego’nun durağan (ya da durağan olmayan) merkezidir ve
toplumsal bir etiket değildir, bir gruba değil bir bireye aittir. Dinsel inançlar veya dindar bir toplumun
üyesi olmak, ben-kimliği sistemleri için önemli bir destek kaynağı olarak iş
görebilir. Bu, Erikson’un kuramıyla açık bir biçimde ifade edilebilir. Bireysel
kimlik, kişinin psikolojik özellikleri, bedensel ve zihinsel kapasite ve
özellikleri gibi özel sıfatlarını gösterir. Sosyal ve bireysel kimlik,
hipotetik bilişsel yapılar olup, benlik-kavramının büyük bir kısmının
açıklanmasını sağlarlar (Beit-Hallahmi, 1989, ss. 100-104; Arkonaç,
1998, s. 273).
Bireysel kimlik, bir çok farklı boyutun biraraya gelmesiyle oluşur.
Dinsel kimlik de bunlardan biridir. Aslında sosyolog ve antropologlara göre,
çoğu kültürde, çoğu insan için dinsel kimlik kazanımından bahsetmek yerine,
grup tarafından dinsel kimlik verilmesinden sözetmek daha doğrudur. Dinsel kimlikler çoğunlukla, aile içinde araştırma ve
sosyal öğrenmenin sonucu olarak elde edilirler. İlk olarak, bir çok kişi,
mensubu oldukları grubu, hayatlarının ilk dönemlerinde tanır. Başlangıçta
çocukca da olsa, sonraları bu aidiyet duygusu derinleşir ve daha belirgin hale
gelir. Bir grubun üyeliği benimsendikten sonra, dinsel inançlar bu paradigma
çerçevesinde algılanır. Dinin ileri sürdüğü doğru tezler, kimlikle
ilişkilendirilir. Bunlar, sadece kendi içsel doğruluklarından dolayı değil,
aynı zamanda kişinin bir parçası olmalarından dolayı doğrudurlar. İnançlar,
aynı zamanda, toplumsal kimlik vasıtasıyla, benlik-saygısını güçlendirme
sürecinde önemli bir işlev görebilir. Din, dünyevi ıstıraplarına rağmen, daha
üstün olan seçilmiş bir grup kimliği oluşturmak suretiyle, eza çekmenin ve
aşağılanmanın bedelini ödeyebilir. Din kişisel bir kimlik duygusuyla ilişkili
olduğu için, bir inanç sistemi olarak devamlıdır. Dinsel inanca yönelen her
hangi bir tehdit, kimlik sistemine yönelen bir tehdit olarak algılanır ve
insanlar böyle tehditlere çok büyük tepki gösterebilirler. Dindar gruplar,
gerekirse inançlarını savunmaya hazırdırlar. Dinsel inançlar, benlik-sisteminin
(self-system) bir parçası haline geldiğinde, dinsel sisteme yönelik her tehdit, benlik-bilincine
yönelik bir tehdit olarak algılanır (Beit-Hallahmi, 1989,
ss.106-112).
Anlamlandırıcı bir sistem olarak din: Bireyin, “ben kimim?”, “hayattan beklentilerim nelerdir?,
“benim için değerli olan şeyler nelerdir? gibi
benlik-kavramıyla ilgili sorulara verdiği cevaplar dinsel içerikli
olabilir veya cevaplarının atıf merkezini oluşturabilir. Bir başka ifadeyle,
din, bireyin anlam ve değer dünyasını şekillendirebilir, gündelik yaşantısında
hareket noktası olabilir. Din, anlaşılması
güç karmaşık durumlara bir anlam ve yorum katmada ya da en azından bireyin bu
tür olayları, belirli bir çerçevede kabul etmesinde yardımcı olabilir.
Bu durumdaki birey açısından kendi çevresinde meydana gelen olayları
anlamlandırmak ve açıklamak için, neden?, niçin? veya kim? sorularının
cevaplarını anlamlı kılan şey dini içerikli kavramlardır. Bu bağlamda, dinsel
sembol ve inanç sistemleri önemli birer ‘anlam’ kaynağıdır (Spilka ve diğ., 1997, s.7; Yaparel, 1999).
Nitekim Yalçın (1995) da, modern çağ
öncesi insanoğlunun tek anlam kaynağının dinler olduğunu iddia etmektedir.
Özellikle 20. yüzyıl süresince dinin bu işlevi gözardı edilmiş olduğu ve dinin
yerine bu işlevi görmesi için alternatif olarak kabul edilen ekonomik refah,
teknoloji ve bilimin yetersiz kaldığı itiraf edilmektedir. Çünkü, günümüz
insanının bilgiye kolay ulaşması sonucunda çok bilen, düşünen, dolayısıyla çok
soru soran, şüpheci bir özellik taşımasından dolayı, bu sorularının tümünü
cevaplamada bilimin henüz yeterli bir düzeye ulaşamadığı belirtiliyor (Yalçın,
1995; Baltaş ve Baltaş, 1997, s.14). İşte bu sürecin bir sonucu olarak, bazı araştırma
bulguları, anlam arayışında olan bir çok insanın dine yöneldiğini göstermektedir.
Örneğin ABD’de 2000’den fazla insana ‘niçin dindar oldukları’ sorulduğunda en
yaygın olarak ‘din hayatımıza anlam veriyor’ cevabı alınmıştır. Bir ‘anlam
sistemi’ olarak din, bireylere dünyayı anlamada yardımcı olduğu gibi onların
bazı olaylara ilişkin yordamalarda bulunmalarına, olayları kontrol altında
tutma duygusu edinmelerine ve nihayet benlik-saygılarını korumalarına
katkı sağlar (Newman ve Pargament, 1990; Pargament, 1997, s. 48;
akt.: Küçükcan ve Köse, 2000, s.70-71).
Kriz durumlarında ve trajik olaylar karşısında başetme
aracı olarak din: Din, herşeyden önce insan hayatında dönüm noktaları oluşturan doğum,
evlenme, ergenlik, hastalık, felaket, talihsizlik, ruhsal hastalıklar ve ölüm
gibi kriz niteliğindeki olaylarla ilişkilidir. Her din, insan hayatındaki bu
tür belirleyici olaylarla ilgili bazı reçeteler sunar (Göka, 1999, ss.151-152; Kula, 2002; Holm, 2004, s.25). Bazı araştırmalar,
insanların yaşadıkları trajik olaylar karşısında ve kriz anlarında dinsel
yüklemeleri (örn. Tanrı, Kader gibi) daha sıklıkla yaptıklarını
göstermektedir. Ayrıca, dinsel inançların, bireylerin gündelik hayattaki
davranışlarını ve olaylara bakış açılarını önemli ölçüde etkilediğini ortaya
koymaktadır.[13]
Dinsel inançlar, trajik olayların yaşandığı durumlarda “anlam” sisteminin
sürekliliğinin korunması için gerekli olan şu üç elemanı sağlayarak kişilerin
olayları açıklamalarını kolaylaştırmaktadır: a) Gelecekteki olayların
katlanılır ve kontrol edilebilir olacaklarına ilişkin duyulan güven; b) yaşanan
olayın olumsuz sonuçları yanında olumlu yönlerinin de aranıp bulunması; c)
yaşanan olayın “bir planın parçası” olup tesadüfe bağlı olmadığına ilişkin
inanç (Thompson, 1981; akt.: Yaparel, 1994). Bu elemanlarla ilgili
olarak kişi, büyük olasılıkla, şu açıklamaları
yapacaktır: Bu olayın üstesinden gelebileceğimi bilmeden Tanrı bunu bana
yapmazdı; Tanrı, bana iyi bir ders verdi; başıma gelen bu olay, Tanrı’nın
planının bir parçasıdır (Yaparel, 1994). Bu açıklama biçimleri
bireyin iç dünyasında ve toplum içinde kendisini Tanrı ile bağlantılı olarak
güven duygusu geliştirmesine katkı sağlayabilir. Din insanın güven ihtiyacını tatmin edebilir. Din, mensubuna sunduğu
dünya görüşü ile açık biçimde hayatın karmaşıklığını azaltıp, düzenleyebilir.
Bireyin algı dünyasında, din güvenli bir çevre yaratabilir (Duriez ve diğ., 2003).
Bu noktada, Maslow’a göre kendini gerçekleştirmiş kişinin ayırtedici bir özelliği, hakikat ve tabiatla daha yakın ilişki içine girebilmesidir. Böyle bir insan, çatışmaların üstesinden gelebilir ve güvensizliği aşabilir; ayrıca kendini ve başkalarını kabul eder; kendiliğindenlik ve yaratıcılık gösterebilir; toplumsal ilişkilerde sorun çözmeye yönelik bir yaklaşım sergileyebilir. Bu tür insanların pek çoğu, doruk deneyimlere sahiptirler ki, bu tür deneyimlerin dinsel tecrübe ile ilişkisi sözkonusu olduğu söylenebilir (Holm, 2004, s. 117).
Bireyleşme
süreciyle ilgili olarak din: Jung, dinin her insanın hayatında, özellikle
de yetişkinlik döneminde önemli bir rol oynadığını söyler. Benlik-din ilişkisi
konusunda Jung, özellikle son noktası benlik-kavramı olan bireyleşme sürecinde
dinin rolüne dikkat çekmektedir. O, bireyleşme sürecinin amacının, dinsel
bir hedefle özdeşleştirilebileceğini belirtmektedir. Ona göre, bireyleşme
süreci dinsel bir süreçtir. Jung kuramında, Tanrı ve benlik (self)
kavramlarının özdeş bir numinous faktöre dayandığı düşüncesinin evrensel
ve ampirik olarak kanıtladığını iddia etmektedir. O, kendini dindar
olarak tanımlayıp tanımlamamasından bağımsız olarak bireyin hayatında, Tanrı
arketipinin, her zaman açık bir şekilde ön plana çıktığını belirtir. İnsanın
bireyleşme süreci, Tanrı arketipiyle bütünleşmeye yöneliktir. Bu hedef ise
benlik (self) kavramıyla ifade edilir (Holm, 2004, s. 136; Kısa, 2005, ss. 63-64). Jung, Tanrı ve benlik arketipinin birbirinden ayrılamayacağını ifade
ederken örnek olarak, Alexandria Clement’e atıfla, Hıristiyanlığın ilk
dönemlerinden beri bilinen -ayrıca
tasavvuf geleneğinde de iyi bilinen-, “kendini bilen Rabbini bilir” sözünü
nakletmektedir (Jung,
1979, söz eden, Kısa, 2005, s.127). Burada,
kendini bilme, kendini tanıma, kendini değerlendirme çerçevesinde, Jung “kendini gerçekleştirme” kavramını kullanmaktadır (Kuzgun, 1982).
Anlaşılmaktadır
ki, hem sosyo-kültürel bağlamda, hem
de bireyleşme süreci bağlamında benlik-kavramının gelişiminde dinsel
sistemlerin etken bir role sahip oldukları
yadsınamaz. Dolayısıyla, kuramsal çerçevede, benlik-kavramı ile
dindarlık ya da dinsel yönelim biçimleri arasında bir ilişkinin olduğu
gözlenmektedir. Bu ilişkiyi inceleyen bir çok araştırma gerçekleştirilmiştir.
Örneğin, dinsel boyutun, bireyin kendini-gerçekleştirme sürecine olumlu
katkılarda bulunduğu belirtilmiştir (Özdoğan, 1995; French ve Joseph, 1999). Bir başka çalışmada, Sümertaş (2003), dinsel yönelim
puanlarıyla, benlik tasarımı puanları arasında pozitif yönde anlamlı bir
ilişki tespit etmiştir.
Yeni bir dinsel hareket bağlamında benlik-kavramını
inceleyen ve dindarlıkla benlik-kavramı arasında pozitif yönde anlamlı
bir ilişkinin olduğunu saptayan araştırmalar da gerçekleştirilmiştir (Latkin, 1990; Emavardhana
ve Tori, 1997; Bhugra, 2002).
Benlik-saygısı
ile bireyin yaşadığı dinsel çevreyle olan uyumu arasındaki ilişkinin
incelendiği bir araştırma Rosenberg (1962) tarafından yürütülmüştür. Araştırma
sonucu, komşuları Katolik olmayan Katolik deneklerin, komşularının yarısı veya
hepsi Katolik olan Katolik deneklerden daha düşük benlik-saygısı
düzeyine sahip olduklarını ve aynı zamanda, kendilerini daha depresif
hissettiklerini ve psikosomatik semptomları daha fazla gösterdiklerini ortaya
koymuştur (akt.: Bhugra, 2002).
G. Değerlendirme
Bu çalışma, benlik-kavramının tanımlanması,
boyutluluğu, öğelerinin belirlenmesi, ölçülmesi, gelişimi ve bunu etkileyen
faktörler konusunda benzer veya birbirinden farklı yaklaşımları kapsayan çok
sayıda görüşün olduğuna dikkat çekmektedir. Benlik-kavramının incelenmesinin
tarihi sürecine bakıldığında, insanı anlamaya ve açıklamaya yönelik diğer
önemli kavramlarda da gözlenen benzer bir analiz süreci geçirdiği
anlaşılmaktadır. Yani bu, her ilerleyen aşamada parçalara bölünen ve başka
kavramlarla ilişkisi kurulan veya onlardan farkını ortaya koyan, onu olumlu ya
da olumsuz etkileyen etkenleri araştıran bir tümdengelimci süreci betimler.
Felsefî
alandan psikolojiye James tarafından transfer edilen benlik-kavramı, geçen 115
yıllık macerasında, hemen hemen tüm önemli kuramcı ve araştırmacıların temel
kavramları arasında yerini almıştır. Bireyin varoluşunu tanımlamaya, anlamaya
olanak sağlayabileceği düşünülen bu kavramın, insanın karmaşık, açıklanması ve
herkes tarafından tamamen kabul edilmesini güçleştiren yapısından dolayı,
farklı biçimlerde yorumlanmış olduğu görülmektedir. Bu durum özellikle,
benlik-kavramının öğelerini tanımlamada ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda,
Tablo.1, benlik-kavramı ile öğelerinin daha net anlaşılması ve aralarındaki
belirgin farkların ortaya konulması amacıyla hazırlanmıştır. Tablo.1
incelendiğinde, daha önce de belirtildiği gibi, benlik-algısı ile benlik-kavramı;
benlik-imgesi ile benlik-tasarımı; benlik-farkındalığı ile benlik-bilinci
kavramlarının benzer veya aynı anlamda kullanıldıkları gözlenmektedir.
Benlik-saygısı ile benlik-yeterliği kavramlarında duygu boyutu öne çıkarken,
benlik-sunumu, benlik-kurgusu ve benlik-ayarlaması kavramlarında ise, sosyo-kültürel
boyut öne çıkmaktadır. Kendini-gerçekleştirme, ‘benlik kapasitesinin tamamına
ulaşma’; benlik-karmaşıklığı da ‘stresle başetme’ bağlamında zikredilmektedir.
KAVRAMLAR |
Tanımı veya öne çıkan özellikleri
|
Benlik-Kavramı (Self-Concept) |
Kişinin kendi kimliği,
değeri, yetenekleri, sınırları, değer yargıları, amaçları, vb. gibi kendisi
hakkında algılayabildiği görüşlerinin, duygularının ve tutumlarının tamamı;
bireyin kendi benliğine ilişkin tanımı; kendine ilişkin zihinsel
tablosudur |
1. Benlik-Algısı (Self-Perception) |
Kişinin
kendi hakkındaki belirli görüşleri, duyguları, arzuları, yetenek ve
sınırlılıkları, ilgi ve ilgisizlikleri ile hakim davranış biçimlerine ilişkin
algılaması ve yorumudur. Bu yorum, şu andaki görüşlerin yanında gelecekle
ilgili umut ve beklentileri de içerir. |
2. Benlik-Saygısı (Self-Esteem) |
Benliğin duygusal
boyutu. Benlik-kavramının tasvirine veya kısımlarına ilişkin duygular ve
hoşnutluk düzeyidir. |
3.Benlik-Tasarımı (Self-Representation) |
Benlik-kavramını
oluşturan parçalardır, bunların tümü,
benlik-kavramının içeriğiyle örtüşmeyebilir.Yani gerçek-benlik/ideal-benlik
kavramları ön-plana çıkar. |
4. Benlik-İmgesi (Self-Image) |
Kendimize,
ne olduğumuza ilişkin bir imaj olarak betimlenmektedir. Bu imaj, gerçekçi
olabileceği gibi fantastik ya da idealleştirilmiş de olabilir. Burada da gerçek-benlik/ideal
benlik kavramları ön-plandadır. |
5. Benlik-Farkındalığı (Self-Awareness) |
Bireyin dikkatinin kendi üzerinde yoğunlaşması
sonucu, başka insanlardan ve şeylerden ayrı bir varoluşa sahip olduğu
bilincinde olması yönünü ifade eder. |
6. Benlik-Bilinci (Self-Consciousness) |
Benlik-bilinci,
benlik-farkındalığıyla meşgul olma eğilimidir Yani, benlik-bilinci, bireyin
kendini başkalarından ayrı bir insan olarak sosyal kimliğinin farkında
olmasıdır. |
7. Benlik-Kurgusu (Self-Construal) |
Benlik-kavramının
içerdiği sosyo-kültürel işlevler ve değerler ön-plandadır. |
8. Benlik-Yeterliği (Self-Efficacy) |
Hayat
mücadelesinde, hissedilen yeterlik ve beceri duygusunu ifade eden benlik-saygısı duygumuzla ilişkilidir. |
9. Benlik-Sunumu (Self-Presentation) |
Kişinin kendini toplumsal
veya kültürel açıdan kabul edilen eylem ve davranış normlarına uygun
yollardan ve arzu edilen imajı bırakacak şekilde sunmasıdır. Sosyal roller
ve sosyal maskeler kullanılmaktadır. |
10. Benlik-Ayarlaması/Kendini-Ayarlama (Self-Monitoring) |
Benlik-sunumuna
ilişkin görüşlerden hareketle, bu kavram, bireyin farklı ortamlarda duruma uyum
sağlayabilmek, sosyal beklentileri karşılayabilmek gibi etkenlerden
dolayı kendini bu farklı durumlara ayarlaması anlamına gelir. |
11. Kendini-Gerçekleştirme (Self-Actualization) |
Benlik, kişinin kendi
hakkında doğru ya da yanlış olan bir takım hipotezlerinden oluşur ve hiçbir
zaman tamamlanmaz, sürekli değişir. Organizma ve benlik, kendini
gerçekleştirmeye, genişletmeye, zenginleştirmeye yöneliktir, kendini
gerçekleştiren kimseye, ‘kapasitesini tam olarak kullanan’ kimsedir. |
12. Benlik-Karmaşıklığı (Self-Complexity) |
Stresle başa-çıkmada bir tampon etkisi olduğu
ileri sürülmüştür. |
Not: Bu tablo, Kuzgun, 1982;
Markus ve Wurf, 1987; Hamachek, 1995; Güngör, 1998; Budak, 2000; Schultz ve
Schultz, 2001; Gezici ve Güvenç, 2003; Bacanlı, 2004 gibi kaynaklardan
faydalanarak hazırlanmıştır.
Bebeğin
doğumundan itibaren, ana-babası ve diğer aile üyeleri başta olmak üzere tüm
çevresel faktörlerin benlik gelişiminde birincil etken olduğu yadsınamaz bir
olgudur. Sosyal etkileşim süreci, bireyi sosyolojik ortamlar içinde hem
bireysel benliklerinin hem de sosyal/toplumsal benliklerinin gelişiminde önemli
bir rol oynar. Sosyal/toplumsal benliğin gelişimiyle ilgili en yakın diğer bir
kavram da kimlik kavramıdır. Kimlik kazanımı, Erikson’un psiko-sosyal gelişim
kuramında ergenlik döneminde ön-plana çıkan bir gelişim özelliği olmasıyla
birlikte, aslında bu sürecin başlangıcını, bebeklik dönemine -yani ailenin terbiye ve eğitim modeline göre
yetiştirilmesine- kadar erken bir döneme
götürülebilir. Dinsel-kimlik kazanımı bağlamında tartışıldığında, din eğitiminin,
bireyin dinsel-kimlik gelişiminde canalıcı bir öneme sahip olduğu tecrübi ve
gözlemsel bir gerçektir. Öyle ki, bu gerçek, çocuğun özgür bir biçimde
yetişmesi gerektiğini savunan ve toplumun olumsuz, kötü taraflarının
dayatılmasına, baskıyla öğretilmesine karşı çıkan Rousseau gibi bir grup eğitimciyi, ‘çocuklara kendileri karar
verebilecek yaşa gelinceye kadar din eğitimi verilmemesi’ gibi, uygulanmasının
ütopik olarak kabul edilebilecek bir düşünceye bile götürmüştür (Rousseau, 1943, s.
268-278).
Benlik
gelişiminde dinin, anlamlandırma, açıklama, kimlik kazandırma ve başetme
işlevleri çerçevesinde olumlu katkılarda bulunduğundan daha önce sözetmiştik.
Bununla birlikte, her konuda olduğu gibi dinin bu işlevleri kazandırılırken ve
kullanılırken, ortaya konan eğitim modeli ve içeriğinin çok önemli olduğuna
dikkat çekmeden geçemeyeceğiz. Örneğin, yanlış kader ve tevekkül inançları
bireyin açıklama ihtiyacını karşılayamayacağı gibi, dinden uzaklaşmasına bile yol açabilir.
Dinsel-kimlik kazandırılma sürecinde, sosyal özdeşleşme ve farklılaşma
kategorizasyonları düzleminde, doğal olarak bir gruba (din,
cemaat, mezhep, akım,...)
üyeliği sağlanacağı için, ‘benim dinim, benim cemaatim, benim mezhebim,....gibi’ bireyde bir mensubiyet duygusu
geliştirilirken, aynı zamanda bireyin toplum içinde bir taraf olması
sağlanır, bir rekabet ortamı oluşturulur. İşte bu süreçte aşırılık, fanatizm ortaya
çıkar ve böylece dinsel-kimlik, kendi dışındaki kimliklere hayat fırsatı
tanımamaya, şiddete, yok etmeye yönlendirilmeye açık ve tehlikeli bir sürece
dönüşür. Nitekim insanlık tarihi, Haçlı seferleri-İslâm, Yahudi-İslâm, Protestan-Katolik,
Sünni-Şii, gibi pek çok çatışmaya sahne olmuştur ve olmaktadır.
Yine
birey, olmak istediği dindarlık modelini (ideal-benlik) seçerken, kendini ve
bulunduğu şartları yeterince analiz etmeden gerçekçi olmayan bir dindarlık
modeline kendisini uydurmaya çalışırsa, ruh sağlığını tehdit altına sokmuş
olur. Çünkü, gerçek-benlikle ideal-benlik arasındaki fark ne kadar artarsa,
kaygı düzeyi de o oranda yükselir (Byrne, 1974, ss.284-285). Bu yüksek kaygı, büyük ölçüde günahkarlık duygusu temelli olur. Yani,
model alınması çok güç olan bir dindarlık anlayışına veya tipolojisine uygun
bir tarzda hareket edemediğini algılayan
bireyde doğal olarak günahkarlık duygusu ortaya çıkar. İşte, bireyin bu
ulaşılması güç dindarlık modeline ulaşabilmek, yani günah işlememek için
gösterdiği çeşitli zorlamaları, aşırı dikkat ve çaba gibi durumları, o bireyde
obsessif-kompulsif davranış bozukluklarının ortaya çıkmasına yol açabilir (Geçtan, 1992, s. 229;
Peker, 2000, s.236).
Bu
noktada, benlik gelişimiyle ilgili olarak farklı bir açıklama biçimine, yani
tasavvufun yaklaşımına çok kısa değinmek istiyoruz. Tasavvufta, -tam karşılığı olmasa da- benliğin karşılığı,
benliğin içeriğine en yakın kavramın ‘nefs’ kavramı olduğu ileri
sürülmektedir. Bu bağlamda tasavvufta ‘fenâ fillah’
(self-annihilation=benliği-yok etme) kavramıyla yarı bireysel ve sosyal
benlikten kurtulma ifade edilmektedir. Bilinen benliğin ölüp gitmesine işaret
etmekte, ‘ben’den kurtulmak, yani egoic benliğin yok edilmesi anlamına
gelmektedir. Bu durumda, benlik-bilinci yok olmamaktadır. ‘Beka billah’ kavramı
ise, bireyin kendi benliğinden uzaklaşıp evrensel benlikle (Allah ile)
bütünleşmeyi, yani kendi bütünlüğünü kazanmayı ifade etmektedir. Bu, kozmik
Ben’de yeniden doğuş demektir. Bununla, bütünlük kazanan kişiliğin sırlarını
ortaya çıkararak yeniden ‘ben’ olma süreci gerçekleştirilir (Levenson
ve Khilwati, 1999; Arasteh ve Sheikh, 2000; Sayar, 2000; Shafii, 2000)
Sonuç
olarak, insanın ‘birey’ olma süreci anlamına gelen benlik gelişimini anlamak,
açıklamak ve ifade edebilmek için gerçekleştirilen bir çok çalışma ve
geliştirilen çok sayıda kuram, bu sürecin ve ilgili kavramların herkes
tarafından kabul edilebilen, belirgin, açık bir tanım ve tasvirini yapabilmenin
güçlüğünü ortaya koymuştur. Yine, benlik gelişimini etkileyen bir çok faktörün
bulunduğunu, bunlardan birinin de din/dindarlık değişkeni olduğunu ve bunun
benlik gelişimi üzerinde olumlu bir rolü olmakla birlikte, eğer bu süreçte bir
takım yanlışlıklar yapılacak olursa, olumsuz etkilerinin de olabileceğini
göstermiştir.
Adler, A. (1927). The
Practice on Theory of Individual Psychology. New York: Hac. Br.
Allport. G. (1961). Pattern
and Growth in Personality. New York.
Altıntaş, E. & Gültekin,
M. (2005). Psikolojik Danışma Kuramları. İst.: Alfa Aktüel Yay.
Anderson, S.M. (1984). Self-knowledege
and social inference I: The impact of cognitive/affective and behavioral data.
Pers.
Social Psychology, 46: 280-293.
Arasteh, A.R. & Sheikh,
E.A. (2000). Sufizm: Evrensel benliğe giden yol. Sufi
Psikolojisi
(Ed.: K. Sayar) adlı kitabın içinde, ss. 41-76, İst.: İnsan Yay.
Arı, R., Üre, Ö.& Yılmaz, H. (1998). Gelişim ve Öğrenme: Eğitimin Psikolojik
Temelleri. Konya: Mikro Yayınları.
Arkonaç, S.A. (1998). Sosyal Psikoloji. İst.: Alfa
Yayım-Dağıtım.
Aydın, M. (Ed.) (1993). Din Fenomeni. Konya:
Tekin Kitabevi.
Bacanlı, H. (2004). Sosyal İlişkilerde Benlik (Kendini Ayarlama Psikolojisi). (2.
Baskı). İst.: M.E.B. Yayınları.
Bahadır, A. (1999). Hayatın Anlam Kazanmasında Psiko-Sosyal Faktörler ve Din.
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Bursa: U. Ü. Sosyal Bilimler Enst.
Baltaş, A. & Baltaş, Z.
(1997). Stres ve Başaçıkma Yolları. (16. Basım). İst.: Remzi Kitabevi.
Bandura, A. (1977). Self-efficacy
toward a unifying theory of behavioral change. Psycho. Rev., 84: 191-215.
Battle, J. (1987). 9
to 19: Crucial Years for Self-Esteem in Children and Youth. Seattle, WA:
Special Child Publ.
Battle, J., Jarratt, L. Smit, S. & Precht, D.
(1988). Relations among self-esteem,
depression and anxiety of children. Psychological
Reports, 62: 999-1005.
Baymur, F. (1985). Genel Psikoloji. İstanbul:
İnkılap Kitabevi.
Baymur, F., Özgüven, E., Kuzgun, Y., Kılıççı, Y. &
Kepçeoğlu, M. (1978). Üniversitede Okuyan TÜBİTAK Bursiyerlerinin
Başarılarını Etkileyen Faktörler. Ankara: TÜBİTAK Yayınları.
Beane, J.A., Lipka, R.P. & Ludewing, J.W. (1980). Synthesis
of research on self-concept. Educational Leadership, 38: 84-89.
Beit-Hallahmi, B. (1989). Prolegomena to the Psychological Study of Religion. London and
Toronto: Ass. Uni. Presses. (Bu eser, Psikoloji,
Din, Sanat, Kimlik başlığıyla Hasan Kayıklık tarafından Türkçeye çevrilmiş,
fakat henüz yayınlanmamıştır. Çalışmamızdaki ilgili alıntılar bu çeviriden
yapılmıştır. (M.Y.).
Bem, D.J. (1972). Self-perception
theory. In L. Berkowitz (eds.) Advances
in Experimental Social Psychology, Vol.: 6, New York: Academic Press.
Berger, P. L. (1993).
Dinin Sosyal Gerçekliği. Çev.: A. Coşkun, İst.: İnsan Yay.
Bertelsen, P. (1996). General psychological principles
in Kohut’s self psychology econsidered from a phenomenological perspective. Jou. of Phenomenological Psychology, 27(2): 146-174.
Bhugra, D. (2002). Self-concept: Psychosis and
attraction of new religious movements. Mental Health, Religion &
Culture, 5 (3): 239-252.
Bock, P.K. (2001). İnsan Davranışının Kültürel
Temelleri: Psikolojik Antropoloji. Çev.: N.S. Altuntek, Ankara: İmge
Kitabevi.
Branden, N. (1969). The Psychology of Self-Esteem. Los Angeles, CA: Nash.
Bruno, F.J.
(1996). Psikoloji Tarihine Giriş. Çev.: G. Sevdiren, İst.: Kıbele
Yay.
Byrne, B.M. (1984). The general/academic
self-concept nomological network: A review of construct validation research.
Review of Educational Research, 54: 427-456.
Byrne, D. (1974). An
Introduction to Personality. (2nd Edition), New Jersey: Prentice-Hall,
Inc., Englewood Cliffs.
Budak, S. (2000). Psikoloji Sözlüğü. Ank.: Bilim
ve Sanat.
Can, G. (1986). Lise Öğrencilerinin Benlik Tasarım
Düzeylerini Etkileyen Bazı Etmenler. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara:
H.Ü. Eğitim Fakültesi Eğt. Bil. Böl.
Cross, E.S. & Madson, L. (1997). Models of the self-construals and gender.
Psychological Bulletin, 122 (1):
5-37
Crossley, M.L. (2000). Introducing narrative psychology: Self, trauma and the construction of
meaning. Buckingham: Open University Press.
Cüceloğlu, D. (1991). İnsan ve Davranışı. (1.
Baskı), İstanbul: Remzi Kitabevi.
Çuhadaroğlu, F. (1986). Adolesanlarda Benlik Saygısı. (Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi). Ank.:
Hacettepe Ünv. Tıp Fak., Psikiyatri Böl.
Demo, D.H. (1991). The self-concept over time:
Research, issues and directions. Ann. Review Sociology, 18: 303-326.
Duriez, B., Fontaine, J.R.J. & Luyten, P. (2003). Dindarlık hayatımızı hâlâ etkiliyor mu?
Çeşitli dindarlık tiplerine göre değer yapılarının farklılaşmasını destekleyen
yeni deliller. (Çev.: V. Uysal). Marmara
Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, 24 (1): 25-42.
Durkheim, E. (1969). The Elementary Forms of the
Religious Life, (8 th printing), New York: The Free Press.
Ekşi, A. & Özgüroğlu, M. (1992). Adolans
döneminde benlik imajı. 1992 Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Günleri Kongre
Kitabı içinde, ss. 201-215, İzmir: Saray Tıp Kitabevleri.
Eliade, M. (1995). Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu.
Çev.: M. Aydın, Konya: Din Bilimleri Yay.
Eisenberg, S.& Delaney, D.J. (1998). Psikolojik Danışma Süreci. Çev.: N.
Ören ve M. Takkaç, İst.: M.E.B. Yay.
Emavardhana, T. & Tori, C.D. (1997). Changes in
self-concept, ego defense mechanisms, and religiosity following seven-day Vipassana
meditation retreats. Journal for the Scientific Study of Religion,
36 (2): 194-206.
Epstein, S. (1973). The self-concept revisited or a
theory of a theory. American Psychologist, 28: 404-416.
Epstein, S. (1980). The
self-concept: A review and the proposal of an integrated theory of personality.
In Personality: Basic Issues and Current
Research, ed.: E. Staub, pp. 82-132. NJ: Prentice-Hall, Englewood Cliffs.
Erden, M. & Akman, Y. (1998). Eğitim
Psikolojisi: Gelişim-Öğrenme-Öğretme. (6. Baskı), Ankara: Arkadaş Yayınevi.
Ergener, F. (1985). A Self Exploration Program to Facilitate Change in Self-Concepts of
Students. (Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi), İst.: Boğaziçi Ünv., Eğitim Fak.,
Eğitim Bilimleri Böl.
Erikson, E.H. (1968). Identity: Youth and Crisis.
London.
Erkan, G. (1986). Boşanmanın
Çocukların Benlik Tasarımı Düzeyine Etkisi. (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
Ankara: H.Ü. Eğitim Fak. Eğitim Bilimleri Bölümü.
Fenigstein, A., Scheier, M.F. & Buss, A.H. (1975). Public
and private self-consciousness: Assessment and theory. Jou. of
Consulting and Clinical Psychology, 43: 522-527.
Fenigsten, A. & Vanable, P.A. (1992). Paranoia
and self-consciousness. Jou. of Personality and Social Psychology,
62(1): 129-138.
Fitts, W. (1965). Tennessee
Self-Concept Scale Manual. Nashvillie: Tennessee Counselor Recordings and
Tests.
Fleming, J.S. & Courtney, B.E. (1984). The dimensionality of self-esteem II:
Hierarchical facet model for revised measurement scales. Jou. of Personality and Social Psychology,
46: 404-421.
Fordham, F. (1996). Jung Psikolojisi. Çev.: A.
Yalçıner, İstanbul: Say Dağıtım.
Franzoi, S.L. (1996). Social Psychology.
Dubuque, IA: Brown and Benchmark.
French, S. & Joseph, S. (1999). Religiosity and
its association with happiness, purpose in life, and self- actualization. Mental
Health, Religion & Culture, 2(2): 117-120.
Gander, M.J. & Gardiner, H.W. (2001). Çocuk ve Ergen Gelişimi. (4. baskı),
(Yayıma Haz.: B.Onur). Ank.: İmge Kitabevi.
Geçtan, E. (1984). Psikanaliz ve Sonrası. İst.: Remzi
Kitabevi.
Geçtan, E. (1992). Çağdaş
Yaşam ve Normaldışı Davranışlar. (8. Basım), İst.: Remzi Kitabevi.
Geertz, C. (1975). On the nature of anthropological
understanding. American Scientist, 63:47-53.
Gezici, M. & Güvenç, G. (2003). Çalışan kadınların ve ev kadınlarının benlik-algısı
ve benlik-kurgusu açısından karşılaştırılması. Türk Psikoloji Dergisi, 18 (51): 1-14.
Goffman, E. (1959). The Presantation of Self in Everyday Life. New York: Doubleday/ Anchor.
Göka, E. (1999). Bilimlerin
Vicdanı Psikiyatri. Ank.: Ütopya Yay.
Grom, B. & Schmidt, J. (1979). Auf der Suche nach dem Sinn des Lebens. 4. Auflage,
Freiburg-Basel-Wien: Herderbücherei.
Güçray, S. (1989). Çocuk
Yuvasında ve Ailesi Yanında Kalan 9, 10 ve 11 Yaş Çocukların Öz-Saygı
Gelişimini Etkileyen Bazı Faktörler. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ank.:
H.Ü. Sosyal Bil. Enst.
Güngör, D. (1998). Benlik
karmaşıklığı. Türk Psikoloji
Yazıları, 1 (1): 81-92.
Gür, A. (1996). Ergenlerde Depresyon ve Benlik
Saygısı İlişkisi. (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), Ankara: H.Ü. Sosyal Bil.
Enst.
Gürel, H. (1986). Yabancı
Dil Olarak İngilizce Öğrenme Başarısı ile Öğrencilerin Akademik Benlik
Tasarımları ve Tutumları Arasındaki İlişki. (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Ank.: Hacattepe Ünv., Eğt. Fak., Eğt. Bil. Böl.
Hamachek, D.E. (1988). Evaluating self-concept and ego development
within Erikson’s Psychological Framework: A formulation. Jou. of
Counseling and Development, 66: 354-360.
Hamachek, D.E. (1995). Ergen benliğinin psikolojisi
ve gelişimi. J.F. Adams’ın (Eds.) Ergenliği Anlamak adlı eserinin içinde,
ss.111-152, yayına haz.: B. Onur, Çev.: Ö.H. Ersever, Ank.: İmge Kitabevi.
Harter, S. (1983). Developmental perspectives on the
self-system. In Carmichael’s Manual of Child Psychology, Vol. 4, ed.
P.H. Mussen, New York: Wiley.
Hasta, D. (2002). Kendilik bilinci ve bazı
değişkenler ile ilişkisi. Türk Psikoloji Bülteni, 8 (24-25):
140-146.
Hatipoğlu, Z. (1996). Ergenlik Çağındaki
Öğrencilerin Benlik Tasarım Düzeyleri ile Algılanan Davranışları Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi. (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), İstanbul: M.Ü. Sosyal
Bil. Enst.
Hilgard, E.R. (1962). Introduction to Psychology. (3rd. Ed.). New York: Harcourt, Brace
&World, Inc.
Hoelter, J. (1985). The
structure of self-conception: Conceptualization and measurement. Jou. of
Personality and Social Psychology, 40:
138-146.
Holm, N.G. (2004). Din
Psikolojisine Giriş. (Çev.: A. Bahadır). İst.: İnsan Yay.
Horney, K. (1950). Neurosis
and Human Growth: The Struggle Toward Self-Realization. New York: Norton.
Hortaçsu, N. (1989). Turkish students’ self-concepts and reflected appraisals of significant
others. Inter. Jou. of Psychology,
24: 451-463.
Hökelekli, H. (1993). Din Psikolojisi. Ankara:
TDV Yayınları.
James, W. (1952/1890). The Principles of Psychology. Chicago: Encylopedia Britannica.
Jung, C.G. (1968). Two Essays on Analytical
Psychology. (Eng. Trans.: R.F.C. Hull), Ohio: Meridian Books, Vol.:VIII.
Jung, C.G. (1979). Aion. (Eng. Trans.: R.F.C.
Hull), (2 nd Edition), New Jersey: Princeton University Press, Vol:
IX, Part II.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1998). Kültürel Psikoloji: Kültür
Bağlamında İnsan ve Aile. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yay.
Kapcı, E.G. (2004). İlköğretim
öğrencilerinin zorbalığa maruz kalma türünün ve sıklığının depresyon, kaygı ve
benlik saygısıyla ilişkisi. Ankara
Ünv. Eğt. Bil. Fak. Dergisi, 37 (1): 1-13.
Kaplan, H.B. (1986). Social Psychology of
Self-Referent Behavior. Plenum.
Karadağlı, A. (1992). Öğrenci hemşirelerin
benlik-saygısı düzeyleri ile algıladıkları okul yaşantıları arasındaki
ilişkinin incelenmesi. 1992 Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Günleri Kongre
Kitabı içinde, ss.251-260, İzmir: Saray Tıp Kitabevleri.
Karakitapoğlu-Aygün, Z. (2004). Self, identity, and
emotional well-being among Turkish university students. The Jou. of Psychology,
138 (5): 457-478.
Kayıklık, H. (2000). Dini Yaşayış Biçimleri:
Psikolojik Temelleri Açısından Bir Değerlendirme. (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), İzmir: D.E.Ü. Sosyal Bil. Enst.
Kısa, C. (2005). Carl Gustav Jung’ta Din ve
Bireyleşme Süreci. İzm.: İzmir İlahiyat Vakfı Yay.
Kihlstrom, J. F. & Cantor, N. (1984). Mental representations of the self. Adv. Exp. Social Psychology, 17: 1-47.
Kitayama, S. (1992). Some thoughts on the cognitive-psychodynamic self from a cultural
perspective. Psychological Inquiry,
3 (1): 41-44.
Kohut, H. (1979). The two analyses of Mr Z. Inter.
Jou. of Psychoanalysis, 60: 3-27.
Kohut, H. (1998a) Kendiliğin Çözümlenmesi .Çev.: C
Atbaşoğlu, B Büyükkal, C İşcan. İstanbul: Metis Yay., (İngilizce orjinalinin
basım tarihi:1971).
Kohut, H. (1998b). Kendiliğin Yeniden
Yapılanması. Çev.: O Cebeci. İstanbul: Metis Yay., (İngilizce orjinalinin
basım tarihi:1977).
Kotre, J. (1985). Outliving the Self. Baltimore:
Johns Hopkins Ynv. Press.
Kozacıoğlu, G. & Gördürür, H.E. (1995). Bireyden
Topluma Ruh Sağlığı. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
Kula, M.N. (2001). Kimlik ve Din: Ergenler Üzerine
Bir Araştırma. İstanbul: Ayışığı Kitapları.
Kula, M.N. (2002). Deprem ve dini başa çıkma. Gazi
Ünv. Çorum İlahiyat Fak. Dergisi, 1(1): 1-25.
Kulaksızoğlu, A.
(2001). Ergenlik Psikolojisi. (4. Basım), İst. : Remzi Kitabevi.
Kuzgun, Y. (1982). Kendini gerçekleştirme. A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya
Fak. Felsefe Araştırmaları Enst. Dergisi, ss.167-178.
Küçükcan, T. & Köse, A. (2000). Doğal Afetler ve
Din: Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme. İstanbul: İSAM
Yayınları.
Latkin, C.A. (1990). The self-concept of Rajneeshpuram
commune members. Jou. for the Scientific Study of Religion, 29 (1):
91-98.
Levenson, M.R. &
Khilwati, A.H. (1999). Mystical self-annihilation: Method and meaning. The Int. Jou.
for the Psychology of Religion, 9 (4): 251-257.
Linville, P.W. (1987). Self-complexity as a cognitive buffer
against stress-related illness and depression. Jou. of Personality and
Social Psychology, 52: 663-676.
Lupfer, M.A., Brock, K.F.
& De Paola, S.J. (1992). The use of secular and religious attributions
to explain everyday behavior. Jou. for the Scientific Study of Religion, 31 (4): 486-503.
Markus, H.R. (1983). Self-knowledge: An expanded view. Jou.
of Personality, 51: 543-565.
Markus, H.R. & Zajonc,
R.B. (1985). The cognitive perspective in
social psychology. In The Handbook of Social Psychology (Vol. I, 3rd
Ed.), ed.: G. Lindzey & E. Aronson, pp. 137-230, Random House.
Markus, H.R. & Kitayama,
S. (1991). Culture and the self:
Implications for cognition, emotion, and motivation. Psychological
Review, 98: 224-252.
Markus, H.R. & Kitayama,
S. (2003). Culture, self, and the reality
of the social. Psychological Inquiry, 14(3-4): 277-283.
Markus, H.R. & Wurf, E.
(1987). The dynamic self-concept: A social psychological perspective. Ann. Review
Psychology,
38: 299-337.
Marsh, H.W. (1987). Masculinity, feminity and androgyny: Their
relations with multiple dimensions of self-concept. Multivariate
Behavioral Research, 22: 91-118.
Marsh, H.W., Barnes, J. &
Hocevar, D. (1985). Self-other agreement
on multidimensional self-concept ratings: Factor analysis &
multitrait-multi-method analysis. Jou. of Personality and Social
Psychology, 49: 1360-1377.
May, R. (1998). Kendini Arayan İnsan. Çev.: A.
Karpat, (2. Baskı), İstanbul: Kuraldışı Yay.
McCann, C.D. (1992). The psychoanalytic self and the cognitive
self: Toward a meeting of the minds. Psychological Inquiry, 3(1):
44-47.
Nash, J. (1970). Developmental Psychology: A
Psychobiological Approach. New Jersey: Prentice-Hall, Inc., Englewood
Cliffs.
Nelson-Jones, R. (1982). Danışma
Psikolojisi Kuramları. (Çevirenler ed.: F. Akkoyun), basıldığı yer adı yok,
orijinalinin basım yeri: Cassel Educational Limited.
Newman, J.S. & Pargament,
K.I. (1990). The role of religion in the problem solving process. Review of
Religious Research, 31 (4): 390-404.
Offer, D., Ostrov, E. & Howard, K.I. (1982). The Offer Self-Image Questionnarier for
Adolescents: A Manuel. (3rd. Ed.), Chicago: Michael Reese Hospital.
Okumuş, E. (2003). Toplumsal Değişme ve Din.
İstanbul: İnsan Yay.
Öner, U. (1985). Benlik
gelişimine ilişkin kuramlar. Ergenlik
Psikolojisi adlı eserin içinde, ed.: B. Onur, Ank.: Hacettepe-Taş
Kitapçılık
Özdoğan, Ö. (1995). Dindarlıkla İlgili Bazı
Faktörlerin Kendini Gerçekleştirme Düzeyine Etkisi. (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), Ankara: A.Ü. Sosyal Bil. Enst.
Pargament, K.I. (1997). The Psychology of Religion
and Coping: Theory, Research, Practice. New York: The Guilford Press.
Pargament, K.I., Ishler, K., Dubow, E., Stanic, P., Rouiller,
R., Crowe, P., Cullman, E., Albert, M. & Royster, B.J. (1994). Methods
of religious coping with the Gulf War: Cross-sectional and longitudinal
analyses. Jou. for the Scientific Study of Religion, 33(3): 347-361.
Pargament, K.I., Olsen, H., Reilly, B., Falgaut, K.,
Ensing, D.S. & Van Haitsma, K. (1992). God hep me (II): The relationship
of religious orientations to religious coping with negative life events. Jou.
for the Scientific Study of Religion, 31 (4): 504-513.
Park, C., Cohen, L.H. & Herb, L. (1990). Intrinsic
religiousness and religious coping as life stress moderators for Catholics
versus Protestants. Jou. of Personality and Social Psychology, 59
(3): 562-574.
Peker, H. (2000). Din Psikolojisi. Samsun:
Aksiseda Mat.
Raimy, V.C. (1948). Self-references
in counseling interviews, Jou. of
Consulting Psychology, 12: 153-163.
Rogers, C.R. (1942). Counseling and Psychotherapy: Newer Concepts in Practice. Boston:
Houghton.
Rogers, C.R. (1951). Client-Centered Therapy. Boston: Houghton.
Rogers, C.R. (1961). On Becoming a Person. Boston: Houghton.
Rosenberg, M. (1962). The dissonant religious
context and emotional disturbance. American Jou. of Sociology, 68:
1-10.
Rosenberg, M. (1965). Society and the Adolescent Self-Image. Princeton: Princeton
University Press.
Rosenberg, M. (1989). Self-concept research: A historical overview. Social Forces, 68 (1): 34-44.
Rousseau, J.J. (1943). Emil (Yahut Terbiyeye Dair). (Çev.: H.Z. Ülken, A.R. Ülgener ve S.
Güzey). Türkiye Yayınevi.
Rugancı, R.N. (1995). Private and public
self-consciousness subscales of the Fenigstein, Scheier and Buss Self-Consciousness
Scale: A Turkish translation. Personality and Individual Differences,
18(2): 279-282.
Sarı, E. (1998). Benlik
kavramının gelişimine ilişkin kuramsal açıklamalar. Milli Eğitim, 138: 33-37.
Sayar, K. (2003). Kültürel bakış açısından benlik ve
kişilik. Yeni Symposium, 41 (2): 78-85.
Sayar, K. (2000). Geçmişin bilgeliği bugünün
psikoterapileriyle buluşabilir mi? Sufi psikolojisi örneği. Sufi Psikolojisi (Ed.: K. Sayar) adlı
kitabın içinde, ss. 11-40, İst.: İnsan Yay.
Sayıl, M., Yılmaz, A.G. & Uçanok, Z. (2002). Ergenliğe geçişte bilgilendirmenin ergenin
bilgi düzeyi ve benlik algısına etkisi. Türk Psikoloji Dergisi, 17 (50): 47-58.
Schultz D.P. &
Schultz, S.E. (2001). Modern Psikoloji Tarihi. İst.: Kaknüs Yay.
Shafii, M. (2000). Varoluşsal
vuslat: Benlikten kurtuluş. Sufi
Psikolojisi (Ed.: K. Sayar) adlı kitabın içinde, ss. 93-119, İst.: İnsan
Yay.
Shavelson, R.J., Hubner,
J.J. & Stanton, J.C. (1976). Self-concept:
Validation of construct interpretation. Review of Educational Research, 46: 407-441.
Snyder, M. (1972). Individual differences and the self-control
of expressive behavior. DAI, 33,
4533A-4534A.
Snygg, D. (1941). The need for a phenomenological system of
psychology. Psychological Review,
48: 404-424.
Sondhaus, E.L., Kurtz,
R.M. & Strube, M.J. (2001). Body
attitude, gender, and self-concept: A 30-year perspective. The Jou. of Psychology, 135 (4):
413-429.
Spilka, B., Schaver, P.
& Kirkpatrick, L. (1985). A general
attribution theory for the psychology of religion. Jou. for the Scientific Study of Religion, 204(1): 1-18.
Sullivan, H.S. (1947). Conceptions of Modern Psychiatry.
Washington: W.A. White Found.
Sümertaş, A. (2003). İçedönük Dindarlıkla Benlik
Tasarımı Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma. (Yayınlanmamış Y.Lisans
Tezi), İzmir: D.E.Ü.Sosyal Bil. Enst.
Stephenson, W. (1953). The Study of Behavior: Q-Technique and Its Methodology. Chicago:
Unv. of Chicago Press.
Şafak, C. & Arkar, H. (2003). Aile terapisi bağlamında “kendilik”. Türk Psikoloji Yazıları, 6(11): 43-52.
Tamar, M., Erermiş, S. & Aydın, C. (1992). Çocuk psikiyatrisine başvuran ergenlerde
kendilik kavramı. 1992 Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Günleri Kongre Kitabı
içinde, ss. 406-417, İzmir: Saray Tıp Kitabevleri.
Terbaş, Ö. (2004). Kendilik psikolojisi kuramına
göre kendilik bozuklukları: Bir olgu sunumu. Türk Psikiyatri Dergisi,
15(1): 70-76.
Thompson, S.C. (1981). Will it hurt less if I can control it? A complex answer to a simple
question. Psychological Bulletin,
90: 89-101.
Torucu, B.K. (1992). 13-14 yaşındaki gençlerin sosyo-ekonomik düzeyi ve ana-baba
tutumlarındaki farklılıkların belirlenip, benlik saygısına etkisinin
araştırılması. 1992 Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Günleri Kongre Kitabı
içinde, ss. 241-256, İzmir: Saray Tıp Kitabevleri.
Tura, S.M. (1996). Freud’dan
Lacan’a Psikanaliz. İst.: Ayrıntı Yay.
Uluğtekin, S. (1985). Hükümlü çocukların benlik
tasarımlarıyla yeniden toplumlaşmaya yatkınlıkları arasındaki ilişkiler. XXI.
Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Bilimsel Çalışmaları, ss.
109-113.
Uysal, V. (1996). Din
Psikolojisi Açısından Dini Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri. İst.:
İFAV Yay.
Vergote, A. (1999). Din, İnanç ve İnançsızlık.
Çev.: V. Uysal, İstanbul: İFAV Yay.
Verkuyten, M. (1989). Self-esteem and the evaluation
of ethnic identity among Turkish and Dutch adolescents in the Netherlands. The
Jou. of Social Psychology, 130 (3): 285-297.
Wach, J. (1990). Din Sosyolojisi. Çev.: Ü.
Günay, Kayseri: E.Ü. Yayınları.
Watkins, D., Adair, J., Akande, A., Cheng, C., Fleming,
J., Gerong, A, Ismail, M., McInerney, D., Lefner, K., Mpofu, E. Regmi, M., Singh-Sengupta,
S., Watson, S. Wondimu, H. & Yu, J. (1998). Cultural dimensions, gender, and the nature of self-concept: A
fourteen-country study. Int. Jou. of
Psychology, 33(1): 17-31.
Westen, D.(1990). The
relations among narcissism, egocentrism, self-concept, and self-esteem:
Experimental, clinical, and theoretical considerations. Psychoanal. Contemp. Thought, 13:
185-241.
Yalçın, Ş. (1995). Anlam
arayışı. Bilgi ve Hikmet, 10:
136-139.
Yanbastı, G. (1990). Kişilik Kuramları. İzmir:
Ege Ünv. Basımevi.
Yaparel, R. (1994). Depresyon ve dini inançlar ile
tabiatüstü nedensel yüklemeler arasındaki ilişkiler. D.E.Ü. İlahiyat
Fak. Dergisi, 8: 275-299.
Yaparel, R. (1999). Doğum kontrolüne ilişkin
tutumların oluşmasında dinsel ve dinsel olmayan (seküler) bilginin rolü. İslamiyat,
2(1): 133-140.
Yıldız, M. (2004). İpek böceklerinde kendini
gerçekleştirme kavramına ilişkin bazı ipuçları. D.E.Ü.İlahiyat Fakültesi
Dergisi, sayı: XIX, ss.:137-152.
Yörükan, T. (2000). Alfred Adler:
Bireysel Psikolojisi, Sosyal Roller ve Kişilik. Ankara: Türkiye İş Bankası
Kültür Yay.
Yörükoğlu, A. (1993). Gençlik
Çağı: Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunlar. (8. Baskı) İst.: Özgür Yayın-Dağ.
* Yard. Doç.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi,
İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
[1] Türkçede self-concept’in karşılığı olarak
‘benlik-kavramı’ teriminin yanısıra ‘kendilik-kavramı’ ve ‘öz-kavramı’
terimleri de kullanılmaktadır. Bununla birlikte, bir çok çalışmada olduğu gibi
bu çalışmada da ‘benlik-kavramı’ teriminin kullanımı tercih edilmiştir. Bu
çalışmalardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz: Baymur, 1985, s.267; Yanbastı,
1990, s. 255; Cüceloğlu, 1991, s. 427; Arı ve diğ. 1998, s. 53; Erdem ve Akman,
1998, s. 92; Sarı, 1998; Bacanlı, 2004, s. 14 vd.; Altıntaş ve Gültekin, 2005,
s. 107.
[2]
Bu tarihte yayınlanan benlik ile ilgili
çalışmanın künyesi şöyledir: Raimy, V.C.
(1948).
“Self-references in counseling interviews”, Jou. of Consulting Psychology, 12: 153-163.
[3] Freud, 1896 yılında ilk defa psikanaliz kavramını kullanır, 1897 yılında kendi kendine psikanaliz uygulama cesareti gösterir.
[4] Benlik-Psikolojisi (Self-Psychology): “Psikolojide, insan davranışlarının nedenselliği ve açıklanması konusunda benliği merkezi bir yere oturtan yaklaşımların ortak adı (Budak, 2000, s.124).
[5] Geniş bilgi için bkz., Yıldız, 2004.
[6] Erkan, 1986.
[7] Byrne, 1974, s.284 ve 294; Uluğtekin, 1985; Yörükoğlu, 1993, s.106-108; Kapcı, 2004.
[8] Can, 1986, 119; Yörükoğlu, 1993, ss. 106; Güngör, 1998.
[9] Battle ve diğ., 1988; Tamar ve diğ, 1992; Gür, 1996; Sayıl ve diğ., 2002.
[10] Ekşi ve Özgüroğlu, 1992; Hatipoğlu, 1996; Watkins ve diğ. 1998; Gander ve Gardiner, 2001
[11] Verkuyten, 1989; Gander ve Gardiner, 2001.
[12] Antropoloji, Dinler Tarihi, Sosyal Psikoloji ve Din Sosyolojisi bilim dallarında gerçekleştirilmiş çok sayıda çalışma bu düşünceyi destekler niteliktedir. Örneğin, Durkheim, 1969; Wach, 1990; Berger, 1993; Aydın (Ed.), 1993; Eliade, 1995; Vergote, 1999; Bock, 2001; Okumuş, 2003.
[13] Park ve diğ., 1990; Lupfer ve diğ., 1992; Pargament ve diğ., 1992; Pargament ve diğ., 1994; akt.: Küçükcan ve Köse, 2000, ss.70-78.