Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
İNTERNETTE DENİZLİHABER'E HOŞ GELDİNİZ, HEMŞEHRİLERİMİZİN 2008 YILINDA SAĞLIK VE MUTLULUKLAR DİLERİZ.
  TEL&FAKS:(0.258)251 45 06 PBX.
HİDROLİK VE TEKNİK MALZEME
 

Bugün   2009 yılına; yalnız      gün kaldı

Politika

Ekonomi

Bilim - Teknik

Magazin

İletişim

DENİZLİHABER İNTERNET GAZETESİ
KURUCUSU
Faruk ALYAZ
Yazı İşleri Müdürü
A.ihsan BURSALIOĞLU
Bilgi İşlem Sorumlusu
Hilmi KONYALIOĞLU

SPOR

İŞTE YENİ DENİZLİSPOR YÖNETİMİ

ALİ İPEK
Başkan

01.08.1955
İŞADAMI

MEHMET ÖZSOY
Başkan Yrd.
26.12.1959
İŞADAMI

YASİN CİNKAYA
Başkan Yrd.
İŞADAMI

SALİH AKİLİLİ
As Başkan
20.05.1957
İŞADAMI

TURAN ÖZEN
As Başkan
05.08.1959
AVUKAT

MEHMET EKİZLER
As Başkan
24.12.1954
İŞADAMI

GANİ KÖSEOĞLU
As Başkan
28.03.1954
İŞADAMI

CENGİZ AYYAVUZ
As Başkan
01.01.1950
İŞADAMI

KADİR SEYREK
As Başkan
01.01.1950
İŞADAMI


NECDET DURMUŞ
Yönetim Kurulu Üyesi
18.03.1952
DOKTOR

O. VURAL YAPICI
Yönetim Kurulu Üyesi
05.08.1958
İŞADAMI

KAMİL BATTAL
OSMAN DURAN
MEHMET ÇAYAN
HALİL TUN
MUSTAFA CAN PEKDEMİR
HAKAN BAKIRSOY
ÖZAY TANRIVERDİ
ÜNAL İNCEGÜR
ALİ FAİK İŞMAR

 

GÜNCELLEME İÇİN ÖZÜR DİLERİZ
GAZETEMİZ YAKINDA GÜNCELLENECEKTİR.

başarılar dileriz.

Sibirya Treni Honaz'da durdu

Ahıska Türkleri'nin dramı 1994'te başladı. Yarım asır boyunca Ahıskalı Türklerin yaşadığı ve Honaz'a uzanan bir sürgünün öyküsü...

Ahıska Türkleri'ni herkes bir şekilde duymuştur. Ahıskalıların, bu toprağın insanı olan, ancak yarım asırdan bu yana sürgün hayatı yaşadıklarını ve acı çektiklerini çok az insan bilir. Kafkasya'dan başlayan ve Honaz'a kadar uzanan bir dramın, sürgünün öyküsünü Honazlı Ahıskalılar, bir kez daha hatırlattı bize. Arkadaşımız Şengül Boz, Honaz'da yaşayan Ahıskalılarla görüştü, sorunlarını dinledi. Sohbetten, vatan sevgisi, dram ve dışlanma çıktı. İşte o sohbet:

Onların dramı İkinci Dünya Savaşı'nın öncesinde başladı. Sovyet Diktatör Stalin, Türk kimliğini kabul etmiyordu... Stalin Ahıska Türkleri üzerindeki baskısını 1937'de iyice artırdı, halkın ileri gelenleri ya öldürüldü ya da sürgün edildi, Türkçe eğitim yasaklandı.

İkinci dünya savaşı yıllarında ise baskı gören Ahıskalılar'da eli silah tutan tüm erkekler savaşa çağrıldı. Geride kalan kadın ve çocuklar ise asker zoruyla Ahıska'ya kadar uzanan tren yolunun inşaatında çalıştırıldı. Kadın ve çocuklar kendi elleriyle yaptıkları bu tren yolunun bir dramın başlangıcı olduğunu bilmeden gece gündüz çalıştı.

Takvimler 15 Kasım 1944'ü gösterdiğinde insanlık tarihine kara bir leke olarak sürülen "Sibirya Treni" Ahıska'daki bir istasyona yanaştı. İçinden inen askerler bir kaç saat içinde tüm evleri boşaltıp herkesi yük trenlerine bindirdi. Ve dram başladı. Bir çok Ahıskalı bu sürgün yollarında hayatını kaybetti, kalanlar ise Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'a yerleştirildi. Stalin tarafından askere alınan bir çok Ahıskalı genç cepheden geri dönemedi, dönenler ise yurtlarının terk edilmiş haliyle karşılaştı ve aileleriyle bir daha görüşemedi. Bu dram yıllarca dünya kamuoyundan saklandı.

1989 yılında Ahıskalı Türkler'i ikinci bir yıkım bekliyordu. Ozbekistan'ın Fergana Vadisi'ndeki bir pazaryerinde çıkan küçük bir tartışmayı fırsat bilenler Ahıskalılar'ı hedef gösterdi. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla bazı Ahıskalılar ana yurtları Türkiye'ye dönmek için tekrar yollara düştü.

İşte o dramları, yıkımları yaşayanlar ya da yaşayanların çocukları torunları şimdi de Honaz'da bir dram yaşıyor. 1992'de Ahıskalı Türkler'in Türkiye'ye yerleşmesi için Türkiye Hükümeti yasa çıkardı. Bu kapsamda Türkiye'ye gelen 350 Ahıskalı aileden 77'si Honaz'a yerleşti.

1998'de Honaz’a yerleşen ilk 7 aileden biri olan ve Ahıskalı Türkler Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mesut Paşa, kendilerine oturma izninin verildiğini ancak çalışma izni verilmediği için sıkıntılarının devam ettiğini söylüyor.

Honaz’a yerleşen 300’ün üzerindeki Ahıskalılar’dan çok azının Türkie Cumhuriyeti vatandaşı kimliği taşıdığını belirten Paşa, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilmek için 2 yıl bulunduğumuz yerde ikamet etmek zorundayız. Müracaat ettikten sonrada 1,5 yıl bekliyoruz. Ayrıca, çok masraflı olduğu için çoğu aile müracaatta bulunamıyor. Bu konuda bizlere yardımcı olunmasını ve kolaylık sağlanmasını istiyoruz” dedi. Ayrıca kendilerine konut yardımında da bulunulması gerektiğini belirten Mesut Paşa, “1992 yılında çıkartılan yasa ile Türkiye’ye kabul edilen Ahıskalılar, kendi kaderlerine terk edildi. Konut yardımında bile bulunulmadı. Konu ile ilgili Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na başvurduk. Ankara’dan gelecek cevabı bekliyoruz. Ancak, siyasilerinde bizlere destek vermesini istiyoruz” diye konuştu.

Tek servetleri dilleri

Kimi 38, kimi 8 yıl Özbekistan’a hizmet etmişler. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte kendilerine uygulanan zulüm ve baskılara dayanamayıp tüm mallarını ve servetlerini orda bırakıp Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Ahıskalıların tek servetleri dilleri. Rusya’dan kendilerine miras kalan dillerini kullanarak, geçimlerini sağlamaya çalışan Ahıskalılar, turizm sezonunda Antalya, Marmaris, Pamukkale gibi tatil yörelerinde rehberlik yapıyor. İkili ilişkileri sayesinde fabrikalarda sigortasız da olsa çalışmaya başlayan Ahıskalıların burada da dilleri avantajları olmuş. Rehberlikten belki de çok iyi para kazanıyorlar, ancak onlar kendi mesleklerini yapmak istiyorlar. Aralarında doktor, öğretmen bulunan Ahıskalıların, Özbekistan üniversitelerinden aldıkları diplomalar burada geçmiyor. Öğretmen Türkiye’de öğretmenlik yapamıyor. Doktor kendi mesleğini ircaa edemiyor. İşadamı çalışma izni olmadığı için yatırım yapamıyor. Öğretmenlik yapmak istiyor

Antalya’da rehberlik yaparak geçimini sağlayan 4 çocuk babası 42 yaşındaki matematik öğretmeni Yusuf Paşa, bunlara yalnızca bir örnek. Özbekistan Sırderya Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra 8 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra baskılara dayanamayıp Türkiye’ye göç eden ve Honaz’a yerleşen Yusuf Paşa, öğretmenlik yapmak istediğini belirterek “Denizli’ye ilk geldiğim yıl öğretmenlik için müracaat ettim. Ancak T.C vatandaşı olmadığım için müracaatım kabul edilmedi. T.C vatandaşlığı kimliğime kavuşmak için tam 7 yıl bekledim. Daha Bir buçuk ay önce vatandaşlık belgemi aldım. İkinci kez müracaat edeceğim. Özbekistan okullarında okuyan ve öğrenimini tamamlayan çok sayıda gencimizin diplomaları geçerli sayılmadığı için iş bulamıyor. Mesleğinde çok iyi olan doktorlarımız var. Yıllarca Rusya’da hizmet etmişler, neden Türkiye’ye kendi öz vatanımızda hizmet edemiyoruz anlamıyorum” dedi.

O trendeydim

Rus diktatör Stalin’in 1944’ün en soğuk günlerinde, Kasım ayında 17 bini çocuk 120 bin Ahıskalı Türkü, Sibirya treni adı verilen yük trenine bindirerek Orta Doğu ülkelerine sürgün ettiği aileler arasında bulunan 83 yaşındaki Altun Aslan, 30 bin insanın soğuktan ve açlıktan öldüğü bir aylık yolculuğu anlatırken korkudan hala içi titriyordu. 20 yaşında bir genç kız iken yaşadığı yolculuğun Özbekistan’da son bulduğunu, orada kırbaç altında pamuk tarlalarında çalışan Altun Nine, Stalin döneminde yaşadığı sıkıntıların Kruşçev döneminde son bulduğunu, Gorbaçov dönemin de ise Ahıskalı Türkleri refah düzeyinin yükseldiğini anlattı. Ancak, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile başlayan etnik kavgaların yeniden huzurlarını bozduğunu ve üçüncü bir sürgüne neden olduğunu söyleyen Altun Aslan, yıllarca çalışıp kazandıkları mal varlıklarını Özbekistan’da bırakarak anayurtlarına yani Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Honaz’da olmaktan mutlu olan Altun Aslan, Rusya’da bulunan ve Türkiye’ye dönmesine izin verilmeyen bir oğlu ve 5 torununun özlemine dayanamıyor. 1994 yılında Orta doğu ülkelerine sürgün edilen Türkler arasında biri 12 diğeri 8 yaşında olan iki çocukta bulunuyordu. Şimdi Honaz’da yaşayan ve 73 yaşındaki Mustafa Vezir ile 69 yaşındaki Demir Şah, “Asıl soy kırımı Ahıskalı Türkler yaşadı. 1944’ün dondurucu soğuğunda 120 bin Ahıskalı Türkü bir yük trenine bindirip yolculuk etmeye zorlanması ve bu yolculukta soğuk ve açlığa dayanamayıp 30 bin çocuk yaşlı ve kadınların ölmesi bizde bir soykırımdır” dedi.

“Amerika sahip çıkıyor”

Bugün Rusya’nın Krasnodar vilayetinde 20 milyonun üzerinde Ahıskalı Türk yaşıyor. Türkiye’ye geçiş izni olmayan ve etnik baskı altında olan Ahıskalılar hiç istememelerine rağmen Amerika’ya yerleşmek zorunda kalmış. Beş ay önce, Krasnodar bölgesinden alınarak Amerika’ya yerleştirilen ve orada ev iş imkanı tanınan 5 bin Türk içerisinde 36 yaşındaki kızları Halime Şakir’in de bulunduğunu söyleyen baba Seyfettin Şakir, “Nedenini bilmediğimiz bir sahiplenme var. Ahıskalılar aslında Amerika’da yaşamak istemiyor. Onlar kendi yurtlarına Türkiye’ye dönmek istiyorlar. Ancak Rusya buna izin vermiyor. Türkiye’nin yapamadığını Amerika yaptı. Ancak tek sorun ailelerin parçalanmış olması. Kızım orada biz buradayız. Tek tesellimiz resimler. Yalnızca telefonla görüşebiliyoruz. Sırf türkiye’ye geçiş yapabilmek kızım Amerika’da bu çileye katlanıyor. Bizde burada. Amerika’ya götürülen 5 bin Ahıskalı içinde meraklanıyoruz. Türkiye’ye geçişi izin verilmeyen Türklerin Amerika’ya gönderilmesi akıllarda soru işareti bulunuyor. Devlet yetkililerinden yardım bekliyoruz. 5 bin Ahıskalı’nın Amerika’ya yerleştirilerek, ailelerinden yurtlarından ayırmanın nedenini öğrenmek istiyoruz” diye konuştu.

Ne istiyorlar

Honaz’da yaşayan 300’ün üzerindeki Ahıskalı’nın , Türkiye Cumhiriyeti vatandaşı olmak, vatandaşlıga için kolaylık sağlanması ve kimlik alabilmek için iki yıl oturma, bir buçuk yıl bekleme süresinin kaldırılması, üniversite mezunu ve yıllarca doktorluk, öğretmenlik yapan Ahıskalıların kendi mesleklerini Türkiye’de de yapma imkanının tanınması, konut ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal güvencelerinin sağlanması gibi talepleri var.

Ahıska nerede

Ahıska, 300 yıl beylik merkezi ve 250 yıl da Osmanlı Devleti’nin Çıldır Eyaleti’ne başkentlik yapmış tarihi bir şehirdir. Ahıska, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan'a en yakın sınır teşkil eden, Gürcistan sınırları içinde yer alan, çok eski bir merkezdir. Abastuban, Adıgön, Aspinza, Ahilkelek, Azgur ve Hirtiz gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardir. (Kaynak: Horoz Gazetesi)- 19/01 /2006

 

 

 
BAŞYAZI
Faruk Alyaz
 
 "ŞEMDİNLİ'Yİ BİLENİNİZ VAR MI?"

Şemdinli
olayları, geçtiğimiz günlerde  basında adeta "Ordumuzun Siviller üzerindeki vahşeti" şeklinde  epeyce kamuoyu oluşturmuştu. Avrupa Birliği tarafından da yakından takip edilen bu olayın pkk. tarafından  çarpıtılarak servis edildiğinin tam aksinedir.  Şanlı Türk Ordusu mensuplarına yapılan saldırının bir başka türü de basın tarafından, hatta  sözde aydınlar tarafından da yaşatıldı. Hem de gözümüzün içine baka baka.
Ben sözü uzatmadan Hakkari Şemdinli olayını yaşamış birisi olan   ve Bu konuyu anlatırken beni ağlatan, bizlere de serzenişte bulunan Emekli Subay Oktay Yıldırım,dan bahsedeceğim. Oktay Yıldırım Güneydoğu'da Yıllarca Çarpışmış Yiğit Ve Kahraman Bir Türk Evladıdır. Kendisi de Güneydoğu Gazilerinden Olan Ve Üsteğmen Rütbesinde İken Ordudan Ayrılan Hakan Evrensel‘ İn "Yer Eksi İki“ Adlı Romanında Anlattığı Gerçek Kahramanlardan Biridir.
Görevi Gereği Yerinden Ayrılmadan Saatlerce Buzlu Suda  Kalması Nedeniyle Donan Ayakları Kesilmiş Ve Bu Nedenle Zorunlu Olarak Malulen Emekli Edilmiştir. Aşağıdaki Yazısı Yeni Hayat Dergisinden Alıntıdır…

Şemdinliyi bileniniz var mı? 

 Ya da hiç gitmişliğiniz?

Otuz iki virajları aşıp, kaymakam çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı?

Her sabah uyandığınızda size merhaba diyen efkâr tepeyi, gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?

Mayına basan aracın içinden, tam on dört metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin?

“Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi dışarı çıktı” diye yalan söylediniz mi karısına?

Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?

Gomane tepenin zirvesinden, içinde eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak gidip evinizin

duvarında patlayan rpg-7 ‘leri

izlediniz mi siz?

Ama yine de bulunduğunuz görev yerini terk etmeden, acaba öldüler mi, yaralandılar mı, diye sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?

Ben bu insanlar rahat uyusun diye buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar diye düşündünüz mü hiç.

Evinizin roketlendiği mahalleden ve hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında çalıştığı evin sakinlerinden, vallahi biz bir şey görmedik dediklerini duydunuz

mu kulaklarınızla?

Her şeye rağmen deyip

görevinize devam ettiniz mi?

O patlamalardan dolayı yıllardır psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu?

Hiç böyle bir babanın veya Annenin yüz ifadesini gördünüz mü?

Tabancanızı evinizde bırakıp “bir şey olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme” diyerek her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden, ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?

Sürekli telsiz anonslarını dinlediği için, ilk kurduğu cümle “atışlar normal” olan bir çocuğunuz oldu mu sizin?

Lojmanın emniyetini sağlayan silahlı nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere, mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkırarak ağladıklarını gördünüz mü hiç?

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur efendiler.

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur efendiler.

Affedersiniz bu kadar net konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi artık.

Siz oturduğunuz ceylan derisi koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları geliyor, yeminleri geliyor.

İşte bu yüzden mevzilerini terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar.

Biz de onun için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak. Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında, dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene kadar bekledik.

Bu insanlar tüm bunlara vatanları için, üstüne el koyup yemin ettikleri bayrakları için katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl sağlandığını bile bilmediğiniz egemenlik örtüsünün bekası için katlanıyorlar.

Peki, onlar bu şartlar altında görev yaparken siz veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız?

Şimdi ne yapıyorsunuz?

Anıtlaştırılan terörist mezarlarının hesabını mı soruyorsunuz?

O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin imzasının olduğunu mu araştırdınız?

Başbakana güç gösterisi yaparak “uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca dağdakilerden vazgeçmeyiz” diyenlere mi hesap sordunuz yoksa?

Ya bütün kutsal değerlerimize söverek ayaklanan kalabalıklar, onlara devletin varlığını mı hissettirdiniz?

Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da, Danimarkalısından, Hollandalısından, Rum'undan duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı verdiniz?

Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı buldunuz?

Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar hasar medyana getirdiğini mi, Almanya ile yapılan telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda örgütlendiğini mi, araştırdınız?

Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra, şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı, araştırdınız?

Bütün bu eylemleri kimin planladığını ya da organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o gün halkı sürüsünü idare eden bir çoban maharetiyle kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?

Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız.  

Siz ne yaptınız peki?

Sizin farkında bile olmadığınız değerler için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular, mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar, sendikacılar, susurluk paranoidleri, Soroscular, hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan -ki ben bundan emin değilim-             Vurun Kahpeye konseri verdiniz. 

Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama yinede çaldınız, orkestra şefi, müzik demişti nasılsa.

Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde şu anda bile kuvvetle muhtemel olan sonuç çıkarsa ki bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?

Allanıp pullanıp önüne çıkarak, tek tek arzı endam ettiğiniz o basına (!) bu defa ne söyleyeceksiniz?

Acaba yapacağınız hangi açıklama ile durumu kurtarmaya çalışacaksınız?

 Bir açıklamanız var mı efendiler?  

Daha doğrusu bir B planınız var mı?

Ama bana sorarsanız, sizin minik kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür, besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir?  

Ne demişler gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.

Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem de gözünüz kapalı yapın.

 Açarsanız gözünüzü belki Türk Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız depreşir, vazifeniz yarım kalır.  

Sonra ne der Avrupalı, değil mi?

Hatta bakın ne diyeceğim; asın gitsin o astsubayla uzman çavuşu, Şemdinliyi, Yüksekovayı, Hakkâri’yi de Belediye Başkanlarına teslim edin, seçilmiştir nihayet atanmış değil.

Öyle Valiye filan da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et, beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Bir Belediye Başkanı ile ulemadan bir zat-ı muhterem yeter de artar bile.

Siz de bu arada sanatsal sergiler açın, fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun, dinlere diyalog kurdurun.

Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün, satan satsın, Avşarı da ayırsınlar, Yörüğü de ayırsınlar, Dadaşı da, Sarışını da, Esmeri de.

Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler.

Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet. Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir bilemem. Malum ya yaşlı tarih; fotoğrafları çekilip, tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin, fotoğrafları ile doludur.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN…                                                             

OKTAY YILDIRIM

27 Kasım 2005