Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!


Aşagıdaki yazı Lousville Universitesi tarih profesörlerinden Justin McCarthy'nin "Death and Exile/The ethnic cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922" başlıklı kitabından alınmıştır. Kitap Türkçe'ye çevrilip "Ölüm ve Sürgün" ismiyle İnkılap Yayınevi tarafından Türkiye'de yayınlanmıştır.
Kitap sekiz bölümden oluşmaktadır. Ben sadece Ermeni eylemlerinin genişçe anlatıldığı altıncı bölümü seçtim. Kitabin muhtelif yerlerinde de Ermeni vahşetini kanıtlarıyla gözler önüne seren bölümler vardır.
Aşağıdaki yazıda parantez içindeki numaralar o bölümün hangi kaynaklardan yararlanılarak aktarıldığını açıklamaktadır. Ancak bu bölümleri buraya almadım. Fakat isteyen olursa kitabin aslindan bakarak öğrenebilir.
[...] işaretleri içindeki yazılar cevirmene ait notlardır.
Ayrıca, yazarın bölüm içinde (3) numarali parantez içinde yaptığı açıklamayı, yazının başına koymayı uygun gördüm


(3) Doğu Anadoluda ve Kafkaslarda Birinci Dünya Savaşı üzerine tarih yazımı şaşılacak ölçüde kıttır ve var olanın da çoğu kasden çarpık tutulmuş bir bakış açısından yazılmıştır. Benim araştırmama için bazı genel kaynaklar,yararlanılabilir durumdaydı. Örneğinde bu bölümde [metinde] askeri harekat üzerine aktarılan ayrıntıların çoğu, Kafkasyadaki savaşlar üzerine yazılmış sırf askeri tarih niteliğindeki en iyi kitaptan W. E. D. Allen/Paul Muratoff'un Cambridge'de 1953'de basılmış Caucasian Battlefields adlı eserinden alınmıştır. Bununla birlikte şunlardan yararlanıldı: General C. Korganoff La Participation des Armeniens a la Guerre Mondiale sur le Front du Caucase (1914-1918), Paris 1927; Komutan M. Larcher, La Guerre Turque dans la Guerre Mondiale, Paris, 1926; A. Poidebard, Militaire des Armeniens sur le Front du Caucase, Reveu des Etudes Armeniennes, I, 1920, s, 143-161; T.C Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Türk İstiklal Harbi, Ankara, 1962-1968.

Ermeni-Osmanlı ilişkileri konusunda, kitaplarda "gerçekler" diye yazılıp çizilmesi adet olmuş birtakım varsayımların sorgulanmaksazın ve pek talihsiz biçimde onun tarafından da kabullenilmiş olmasına rağmen, Norman Ravitch, Ermeni sorununun tarih bibliyografyası üzerine ilginç bir analiz yazısı yayınlamıştır. (Encounter, C. LVII, No. 6, Aralık 1981.s, 69-84). Onun makalesine, aşağı yukarı 1980'e kadar, konuya ilişkin olarak batılılarca yayınlanmış eserlerin bir özeti gözüyle bakılabilir. Kuşkusuz o zamandan beri birçok yeni yayın yapılmıştır, ayrıca Türk ve Ermeni tarihçilerin verdiği bir hayli bilgiyi Ravitch incelememiştir. Konuyla ilgili olup kendilerinden yararlanılmış başlıca kitapları burada, bir yorum yapmaksızın, listelemek yersiz olmayacaktır, (......)

Bütün bu kitap boyunca Avrupa kaynaklı yayınları olabildiğince kullandım. Bunun nedeni, kısmen tam konuya ilişkin Osmanlı arşiv kaynaklarını elde etmenin güçlüğüydü ama asıl neden, bilim çevrelerinde, Osmanlı imparatorluğundaki Müslüman-Hristiyan ilişkilerinin incelenmesi sözkonusu olduğunda öteden beri kendini göstermiş peşin yargılı kanılardır. Daha açık söyleyişle, Osmanlıların olayları kasden çarpıtarak anlatan propaganda kitapları yayınlaMAdıgı [[Burada vurguyu ben yaptım, H.N]] ve hatta Osmanlılarca yayınlanmış [Rus ve Ermenilerin] vahşet eylemlerini konu almış kitaplarında anlatılanların gerçeği yansıttığı kanıtlandığı halde [Avrupa ve Amerikalı okuyucular için] Avrupada yayınlanmış kaynaklar daha inanmaya değer sayılacaklardır. O yüzden böyle kaynaklardan yararlanmaya ağırlık verdim. Bu kitapta incelenen tarih olaylarının çoğu bakımından Avrupada yayınlanmış kaynakları kullanmanın sakıncası en az düzeydedir. Avrupalıların düzenlediği [Dışişleri arşivlerinde bulunan o zamanın konsolosluk raporları gibi] kayıtlar boldur ve Avrupalıların gözleriyle gördüklerine ilişkin gözlemleri, [kanıt olarak] kullanılabilir, buna karşılık Avrupalıların önyargılarından kaçınmak da mümkündür [Onları doğruluğu kuşkulu diyerek bir yana koymak yerinde olur] Ancak bunu yapmak Osmanlının doğusu için hele Birinci Dünya Savaşı dönemi bakımından mümkün olamadı. Özellikle daha önceki bölümlerde kendilerine çok geniş ölçüde dayandığım bilgi kaynakları -İngilizlerin [konsolosluk raporları] Birinci Dünya Savaşı boyunca ve hemen sonra olan bitinler için pek korkulacak [hiç güvenilmeyecek] kaynaklardır. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş durumunda bulunduğundan o dönem için İngiliz konsolosluklarından gelme bilgi kaynakları yoktu. Üstelik konsolos olmayan İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar tarafından savaş döneminde yazılmış her ne varsa bunların tümü "savaş zamanı propagandası" başlığı altına giriyordu. Aynı dönemde Almanları hedef alan bozuk ağızlı propaganda metinlerinden de beter olan bu metinler, ne gerçeğe uygundu ne de yararlanmaya [herhangi bir yönden] elverişli idi. Bu nedenle büyük savaşta Müslümanların ahvali üzerine, Osmanlı kaynaklarından başka dürüst kaynak yoktu.

Çok şükür ki, Birinci Dünya Savaşı dönemine ilişkin Osmanlı askeri belgelerinin yayınlanmasına başlanmıştır. Ben bu belgelerin hem Osmanlı Türkçesiyle yazılmış asıllarını hem de İngilizceye yapılmış çevirilerini inceledim ve şu kanıya vardım ki o kaynaklarda Müslümanların içinde bulunduğu koşullar tam doğru olarak betimlenmiştir. Bunlar "olay yerinde" bulunan gözlemcilerin gerçek raporlarıydı. Bunlar ayrıca, o dönemin Osmanlı basılmış bilgi kaynakları ile (mesela bu kitapta başka yerlerde kendilerinden aktarma yapılan Osmanlı Tahkikat Komisyonu raporları ile) birbirine uygunluk gösteriyordu. Bunlar (Müslümanların işlediği suçları belirtmemişlerdir diyerek) Müslümanların Ermenilere karşı yaptığı eylemler oknusunda bir tarihçe çıkarmak için kullanılmayacak iseler de, Ermenilerin Müslümanlara karşı yaptığı eylemleri saptamak bakımından pek mükemmel kaynaktırlar ve işte benim anlatmak istediğim de bu eylemlerin öyküsüdür. Onların [Osmanlı belgelerinin] Müslümanları [Müslümanların başına gelenleri] odak noktası edinmesi, değerlerini azaltmaz. [Bunların anlattığı olaylardan söz eden] Ermeni kaynaklı, yahut Ermeni nitelikli bilgi kaynakları da ayrıca bol sayıda mevcuttur.

ALTINCI BÖLÜM
DOĞUDA KESİN SONUCU BELİRLEYİCİ SAVAŞ


Osmanlı doğu'sunun müslümanlarıyla Ermenileri arasındaki, bir yüzyıldan beri süregidip gelişen çekişme, Birinci Dünya Savaşı sırasında bir doruk noktasına ulaştı. Doğuda'da aynı zamanda olarak, iki savaşın çarpışmaları bir arada yürütülüyordu: bir yandan Osmanlı ve rus orduları savaşmakta, bir yandan da doğu Anadolu'nun güney Kafkasya'nın Ermenileri ile Müslümanları, bir toplumlar arası savaşta, birbirine girmiş bulunuyorlardı. Olaya sivil halkın ve orduların verdği kayıp yönünden bakılırsa, doğuda 1914 ile 1920 yılları arasında yapılmış olanlar, insanlık tarihi boyunca en yüksek kayba yol açmış savaşlar arasındadır (1) Osmanlı güçsüzlüğünün, Rus emperyalizminin, Avrupalıların işe burun sokmasının ve Ermeni ayrılıkçı uluşçuluğunun sonucu, çok yaygın kapsamda yakılıp yıkılma idi. Savaş sonrasında, Van, Bitlis Bayazıt ve Erzincan gibi kentler geniş ölçüde yıkıntı yığınına dönmüştü. Binlerce köy yakılıp yıkılmıştı. (2) Her iki yandan, milyonlarca insan ölmüştü. Bağımsız bir ulus kimliğini kazanmak için ayaklanan Ermeniler, kendi kendilerinin efendisi olmadıkları bir Sovyet Cumhuriyeti içinde bırakılmışlardı. İşin sonunda savaştan galip olarak çıkan Türklerin elinde, yıkıntı halinde bir ülke kalmıştı.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI-ASKERİ OLAYLAR


Doğu'da savaş, Rus birliklerinin Bayazıt, Diyadin ve Karakilise [şimdi Ağrı ilinin merkezi olan ve kendisine de Ağrı denen kenti] işgal etmek için güneye doğru ilerlemesiyle 2 Kasım 1914'te başladı. (3) Ayın sonunda, geri çekilmeye zorlandılar. Batum yakınlarından saldırıya geçen küçük bir Osmanlı birliği de ayrıca başarı kazandı. Enver Paşa'nın felaketle sonuçlanan Kafkasya istilası 1914 Aralığının ilerlemiş [böylesine dağlık bir yörede, karlı tipili azgın kışta!] günlerinde başladı. 1915 Ocağının ortasında Osmanlı sefer birlikleri yenilmiş ve adamlarından dörtte üçünü kaybetmiş bulunuyordu. Osmanlıların bu büyük kaybı ile [Ruslar'a] Anadolu yolu açılmış oldu. Ruslar, baharda güneye doğru ilerlediler, yolda karşılarına göresel olarak az sayıda birlik çıktı.

Ermeni ayaklanmacılar[ın oluşturduğu çeteler] Van kentini 13 ve 14 Nisan 1915'te Osmanlıların elinden alıp, Bitlis'ten ve rus cephesinden çabucuk getirilen Osmanlı birliklerinin yaptığı kuşatmaya rağmen elde tuttular. Ruslar, ayaklanmadan yararlandı. Zaten güçsüz savunması olan Osmanlı sınırına doğru (çoğu Kafkasya'dan gelme, yaklaşık 4 bin ermeniden oluşan) Ermeni gönüllü birliklerini [Kafkasya ve Anadolu'dan gelme] ve bir Kazak tugayını gönderdiler. Mayıs ortasına gelindğinde, bu birlikler Van'a ulaşmıştı ve Bİtlis'i de tehdit etmekte idi. Van'ı kuşatan Osmanlı birlikleri, Bitlis savunmasını güçlendirmek için geriye çekildiğinde, Rus birlikleri Van'a girdiler (31 Mayıs 1915). Onları yerel Ermeni halk, çılgın bir çoşku ile karşıladı. Ne var ki, Temmuz sonunda Osmanlılar güçlü birlikler getirdi ve bunlar, Ruslarla Ermenileri, Van'dan ve çevresindeki yöreden sürüp çıkardılar. Onlar da Van'dan 4 Ağustos'ta ayrıldılar, kuzeye doğru çekildiler, [kendilerince] işgal edilmiş yörenin tüm Ermeni nüfusu da onları izledi. (4)

Osmanlılar daha ileriye geçemediler ve ancak Van Gölü yöresinin bir bölümünü denetimleri altında tutabildiler. Osmanlılar, [savaşta geniş ölçüde yakılıp yıkılmış olan] Van kentinden geriye kalabileni ele geçirdiler. Durum, 1915 yılının geri kalanı boyunca oynaklık göstermeksizin böyle süregitti.

Savaşın ilk yılları boyunca, Osmanlılar tüm doğu Anadolu kapsamındaki Ermeni ayaklanmalarıyla uğraşıyorlardı. Yalnız Van'daki ayaklanma [az önce belirtildiği üzere, geçici olarak] başarı kazanmıştı: ama diğer ayaklanmalar, çok büyük can kaybına yol açtı ve Osmanlının savaştaki gayretini önemli ölçüde köstekledi. Osmanlı egemenliği altında her zaman karışıklık çıkarıcı olan Zeytun Ermenileri, daha [Osmanlı için] savaş başlamadan, 1914 Ağustosunda, başlangıçta özellikle askere alınmayakarşı çıkmak üzere, ayaklandılar. Baştaki bu ayaklanmaları bastırıldı; ama ayaklanma, Aralıkta Osmanlı jandarmalarına yapılan saldırılarla, yeniden patlak verdi. Bundan böyle ermenilerin sürgüne gönderilmeleri ayaklanmaya kesin olarak son verinceye dek, Zeytun Ermenileri Osmanlılara karşı zete savaşı yürüttüler. 1915 Haziranında Şebinkarahisar kasabasını Ermeni ayaklanmacılar zaptetti. Kasabanın çoğundan hemen çıkarıldılarsa da, yukarı hisara [Şebinkarahisar kalesini] Osmanlı birliklerine karşı ellerinde tutmay ısürdürdüler. (5) Ermenilerin çok çabuk yenilgiye uğratılmasından dolayı, öldürülen Müslüman sayısı az olmuştu. Ne var ki, Şebinkarahisar yakınlarında kırsal alanda Ermeni çeteleri müslüman köylülere saldırmak ve onları öldürmekte idi. Ermeni çeteleri ve yerel Ermeni ayaklanmacıları, Urfa'da 29 Eylül 1915 günü baş kaldırdılar. Şehrin Ermeni mahallerini ele geçirdiler ve yerel jandarma birliklerine karşı orada direndiler; Müslüman evleri yakıldı ve sivil Müslümanlar öldürüldü. Urfa ayaklanmasında, makineli tüfeklerle silahlanmış bulunan asileri yenmek için Osmanlı birliklerini şehrin üzerine göndermek zorunluluğu oldu. Yenilmeleri sonra, 2 bin Ermeni çok sıkı önlemler altında Urfa'dan Musul'a gönderildiler (6)

Doğu'nun şehirlerindeki ayaklanmalar, Osmanlı doğusu'nun kırsal alanlarına da yansıyordu. Ermeni ayaklanmacılar Müslüman köylerine saldırıyar ve buna misilleme olarak Ermeni köyleri de, özellikle Kürtlerin saldırısına uğruyordu (7)

1916 yılının Ocak ayında, Rus ordusu ilerlemeye geçit ve Osmanlıları yendi. 19 Ocakta [Ruslar] Erzurum yakınına gelmişlerdi, şehri 16 Şubat günü zaptettiler. Muş da aynı günde düştü, Bitlis ise 3 Martta. Karadeniz cephesined, Ruslar Rize'yi 8 mart 1916'da aldılar, bu sonucu elde etmeleri, geniş ölçüde Karadeniz'deki üstünlükleri sayesinde olmuştu. Osmanlılar, 16 Nisanda Trabzon'dan çekilmek zorunda kaldılar. Temmuzda Ruslaryeniden ilerledi. 17 Temmuzda Baybort'u, sonra da 25 Temmuzda Erzincan'ı ele geçirdi. 1916 yılının geriye kalan bölümü, zaptedilmiş bölglerde "temizlik" için harcandı. Osmanlılar için tek başarı notu vesilesi, 1916 yılı Ağustosunda, Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 2. Osmanlı Ordusunun Muş ile Bitlis'i geri alması olmuştur. Ancak daha sonra Bitlis yine elden çıktı.

Hiç kuşkusuz, Rus devrimi doğu'da Osmanlı için kurtuluş sağladı. 1917 Şubat devrimi sonrasında Rus birliklerinden bazısı artık cepheyi bırakıp gitmeye başlamış bulunuyordu (8) . Daha sonra Ekim devrimi ve Petrograd'da Bolşeviklerin kazandığı başarılar Anadoluda Rus ordusu varlığının etkin biçimde sonunu getirdi. Kafkasyadaki ve Doğu Anadoludaki Rus subayları artık [tüm Rus askerler çekip gittiği için] yalnızca subaylardan ve Rus olmayan Kafkasyalılardan, özellikle de Ermenilerden ibaret birliklerin başında kalmışlardı (9) .

1917 yılı boyunca doğudaki osmanlı orduları yeniden toparlandılar. 1918'de saldırıya geçtiler ve Mart ayı sonuna gelindiğinde, 1914'ten beri yitirdikleri yörelir etkin biçimde geri almış bulunuyorlardı. Çatıştıkları, Rusların ve Ermenilerin komutasındaki Ermeni [düzenli] birlikleri ya da Ermeni çeteci birlikleri idi. 1918 yılı Nisanında Osmanlılar Batum'u (14 Nisanda) ve Kars'ı (25 Nisanda) alıp sınırlarını 1877 [[1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı H.N.]] öncesi çizgiye dek genişlettiler.

Siyasi açıdan Rusya'nın [Çarlık yönetiminin] çöküşü sonrasında Kafkasyadaki durum sürekli değişkenlik göstermiştir. Önceleri Kafkasyanın 3 ülkesini oluşturan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan bir Transkafkasya Federasyonu içinde birleştiler. Gerçekte her birinin bağımsız olmasına rağmen, resmi olarak Rusyaya bağımlı olmayı sürdürüyorlardı. Yeni Transkafkasya Federasyonu, Osmanlı ilerlemesine karşı, Osmanlılarla görüşmeler yaparak uzlaşmaya varma girişiminde bulundu, ama onlar [Osmanlılar], Ermenilerle Gürcülerin kabul edilemez gördükleri koşulları [öne sürüp] kabul ettirmek istedi [ve görüşmeler sonuçsuz kaldı]. Gürcüler Federasyondan ayrılıp kendilerine Osmanlı istilasına karşı güvence sağlayan, Osmanlının büyük bağlaşığı Almanya ile bir bağlaşıklık andlaşması yaparak, durumunu sağlama bağladı. Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Azeri Türkleri, Osmanlı İmparatorluğundaki dil ve din yönünden kardeşleri olan insanlarla bağlaşıklık kurmaya zaten hevesli idiler ve onlar da bu yolda andlaşma yaptılar. Ermenistan kendisini kurtaracaklar diye [Almanya ve Osmanlı ile savaşan] bağlaşıkların, özellikle Britanya ile Amerikanın, işe karışacağına umut bağlayarak, bir bağımsız cumhuriyet durumunda [tek başına] kaldı. Bu türden bir işe karışma yapılmadı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşında yenilgiye uğramasından sonra Türk kuva-yı milliye güçleri, sonunda Mustafa Kemal'in önderliği altında birleştiler. Kemal'in doğudaki naibi Kazım Karabekir, saldırıyı yeniden başlattı. Sonunda Türkiye Cumhuriyeti, 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğundan alınmış olan ve üzerinde Ermenilerin hak iddia ettiği Kars-Ardahan yöresini yeniden elde etti. Sovyetler ise Kafkasya Ermenistanına, keza Gürcistan ve Azerbaycan'a sahip çıktılar.

DOĞU ANADOLU - İÇTEKİ DURUM

Kürt Aşiretleri

Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuncu onyıllarında, Doğu Anadoludaki Osmanlı etkinliğinin önemli ölçüde yaygınlaşmasına tanık olundu. Telgraf telleri ve yeni yollar, Osmanlının yönetimsel buyurganlığını Van'a, Diyarbekir'e ve diğer doğu vilayetlernie taşıdı. Osmanlığı İmparatorluğu'nunyakın çağlardaki tarihinde ilk kez olmak üzere, devletin memurları doğuda, sapa yerledeki köylere girebilmek ve buraların halkını nüfus kayıtlarına, askerlik yükümlülüğü listelerine yazımlamak olanağı bulabildiler (10) Yenilenmiş Osmanlı askeri gücü sayesinde yasa egemenliği ve iç düzen, kurulabildi. Bu askeri birlikler Birinci Dünya Savaşı içinde çekildikleri zaman ülke içi dirlik düzenlik sona erdi.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, güneydoğu ve orta Anadoludaki garnizolarda bulunan Osmanlı birlikleri oralardan çekilip Kafkasya sınırında ruslarla çarpışmaya gönderilmişlerdi. Şurası anlamlıdır ki, doğuda kırsal yörelerde polis işlevi gören jandarmalardan sorunlu az miktar dışında hepsi, kamu güvenliğini sağlayacak kolluk gücü görevinden alınıp ordu içinde [cephede] bulundurulacak jandarma birlikleri bunlardan oluşturulmuştu. (11) Bunlara cephede, hem çarpışmalardaki yetenekleri nedeniyle hem de yöreyi tanımaları nedeniyle dört gözle beklenerek gereksinme duyuluyordu. Jandarmalar [yerel küçük garnizonlardan] ayrılmış, Osmanlı ordusu da Kafkasya cephesinde [karakış ortasında sürüldüğü Allahüekber dağlarında donarak, hastalıklardan telef olarak] ölüp gidince, Kürt aşiretleri, sivil halka yaptıkları çapul saldırılarına yeniden girişmek fırsatını buldular.

Kağıt üzerindeki duruma bakılırsa, Kürt aşiretlerinin erkekleri askere alınmış ve Osmanlı ordusuna katılmış olmalıydılar, ama işin gerceğinde ilke olarak bu böyle olmuyordu. Yerleşik tarımcı Kürtler ve doğu yöresinin kentlernide yaşayan Kürtler tıpkı Türkler gibi askere alınıyor ve savaşmaya gidiyorlardı; aşiretlerin Kürtleri ise gitmiyorlardı. Kürt aşiretlerinin erkeklerini askere alabilmek için, Osmanlının, önce bu aşiretlere buyruğunu geçirmek üzere onlara karşı bir ordu göndermesi gerekirdi; oysa savaşın orta yerinde böyle birşey yapabilmek olanaksızdı. Böylece, Kürt aşiretlerinden birçoğu , savaş sırasında, en yerinde olacak nitelemeyle yansız bir tutum takındılar ve olanak buldukları her durumda kendi çıkarları için çalıştılar. Hatta, Kürt aşiretleri, Van viyaletinde ve Dersim [Tunceli] yöresinde Osmanlılarla çarpışmaya girdiler (12) Van'ın güney yanında büyük bir Kürt ayaklanması çıkarmaya kalkışan Bedirhani aşireti beyi Abdürrezzak'ı yenip kaçırtmak için tam mevcutlu bir jandarma taburunu onun üzerine göndermek gerekmişti (13) . Dersim Kürtleri, savaşın başlangıcında, Osmanlı ordusunun yanı sıra savaşacak ordu dışı savaşçılar sağladılar, ama Osmanlı ordusu yenilgilere uğramaya başlayınca, yan değiştirdiler. Osmanlı kafilelerine saldırdılar, Türk ordu birliklerinin kıyımdan geçirdiler ve yöre köylerini talan ettiler (14). Osmanlı'nın 1915'te giriştiği İran seferinde (15), sözde onun yanı sıra savaşan aşiret mensuplarından çoğu cepheden kaçtı ve Van Gölü ile Urmiye Gölü arası yöredeki aşiretlerin yürütmekte olduğu talana, cinayetlere katıldı (16).

Osmanlı Hükümeti, Kürt aşiret mensuplarından birçoğunun devlete bağlı ya da görevlerini yerine getiren vatandaşlar sayılamayacağını idrak etti. Savaşın başlamasıdan bir ay önce, hükümet, vatana ihanet olgusunu hafifletici deyişle anlatmak içeriğinde, suç örtücü tipik bir Osmanlı deyişini kullanarak, "Cahillik yüzünden yanlış davranışlara sürüklenebilecek olan Kürt ya da diğer müslüman tolumların devlete bağlılığının devam etmesini sağlamak için", devlete bağlı kişilerden milis gücü oluşturmak ve Kürtlerin ellerindeki silahları toplamak girişiminde bulundu, başarısız kaldı (17). Kuzeydoğu Anadolu'da Rusların zaptettiği bölgelerde Kürt aşiretleri genellikle, Ermenilere karşı düşmanlıkları içlerinde sinsi bir ateş gibi yandığı halde, çabucak, Ruslarla barış kurdular. Kürt aşiretleri, savaş boyunca Ermeniler için ve daha aç ölçüde, Türkler ve yerleşik Kürtler için, ölüm telefatının temel nedenlerinden biri olmuşlardır, [çok cana kıymışlardır].

Ermeni ayaklanması

Hiç de rastlantı yüzünden aynı zamana denk düşmüş olmayarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa gireceği Ruslarca anlaşılır anlaşılmaz, doğu Anadolu'da Ermenilerin ayaklanması başladı. Rusya'nın 2 Kasım 1914'te savaş ilan etmesinin öncesinde, Ermeni çeteleri gerilla savaşı yürütecek küçük birlikler halinde örgütlenmeye başlamışlardı. Ayaklanmaya hazırlık niteliğinde olmak üzere ayaklanmacı Ermeniler, sağlanması ya da bedelinin ödenmesi geniş ölçüde Ruslarca üstlenilmiş olan muazzam miktarda malzemeyi ve silahı depolamiş bulunuyorlardı (18). Bunlar özellikle Ermeni köylerinde saklanıyordu ve Osmanlı yöneticilerinden besbelli ki iyi gizlenmiş idiler, bu olgu, yörede savaştan önce Osmanlı denetiminin nasıl eksik olduğunu göstermektedir. Mesela, Osmanlı müfettişleri, "Hafik'in Tuzlasar [Tuzhisar] köyünde hükümetçe yapılan araştırmalarda dün 16 sandık dolusu silah, 20 bomba ve mavi renkte üniformalarla dolu bir sandık bulmuş ve bunlara zoralım işlemi uygulanmıştır", Ermenilerin tüfekleri Osmanlıların kendi ordularına dağıttıklarından daha iyi idi (19). Devletin müfettişleri Pervari ilçesinde 10 köyde gizleme yerlerinde, büyük miktarlarda saklanmış silahlar buldu (20). Tüm doğu illeri kapsamına dağılmış olarak, başka silah saklama depoları ortaya çıkarıldı. Muş, Diyarbekir ve Sivas'ta çok sayıda tüfek ve dinamit çubukları bulundu. Ancak, daha sonra gelişen olaylar Osmanlıların Ermeni ayaklanmacılar tarafından depolanan silahların yalnız küçük bir bölümünü bulmuş olabildiğini açıkça ortaya çıkarmıştır. Osmanlı vatandaşı Ermeniler, bekledikleri ayaklanma için depolanmış bu silahlarla donanmaya ve sınırın her iki yanında örgütlenmeye başladılar. Osmanlılardan 1878 yılında alınmış bulunan Kars-Ardahan-Artvin sınır bölgelerinde, ayrıca Van, Erzurum ve Bitlis vilayetlerinde çeteler kuruldu. (21) Savaş ilan edilince, Ermeni ayaklanmacılar seferber oldular. Daha önce Rusya'ya gitmiş olan Anadolulu Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu ülkesine döndüler ve çeteci topluluklarına yol göstericilik ettiler (22). Osmanlı Meclis-i Meb'usanı'nın Ermeni eski Meb'uslarından biri, Armen Garo [Ermeni Garo] denen Garo Pasdırmaciya, 1000'den fazla savaşçısı bulunan bir çete kurdu (23). 1895 Ermeni ayaklanmasına önderlik eden Andranik gibi ünlü çete yöneticileri, Anadolulu ayaklanmacıları örgütlediler ve içlerinde İran'dan gelme Ermenilerin de bulunduğu binlerce yeni devşirmeyi silah altına aldılar (24). Rus Kafkasyası'nda Taşnag Partisi, Osmanlı İmparatorluğu ülkesine girecek gerilla çeteleri için savaşçı devşirdi (25). Bu çetelerde her ne kadar çetecilerin kendileri için böyle bir ayırımın hiçbir anlamı yok idiyse de, hem Rus Ermenileri, hem de Türk Ermenileri bulunmaktaydı.

Ermeni çeteci birlikleri Ermeni köylerini birer birer dolaşarak adam devşirdiler ev Ermenilerin Rus işgali altındaki bölgeler göç etmesi için (hangi deyim yakıştırılacaksa) yardımcı oldular yahut baskıda bulundular (26). Çete birliklerine, Osmanlı ordusundan ayrılmış çok sayıda Ermeni asker kaçağı da katıldı ve çeteciler bu gibi kişilerle birlikte Anadoluda gerilla savaşçılığı ve eşkiyalık edecek çeteler oluşturup, Kafkasya'da hazırlık yürütmekte bulunan Rus ve Ermeni birliklerine katılmaya gittiler (27). Ülke içi göçler, geniş kapsamda yapıldı; Ermenilerle Müslüman halkının karışık olduğu köylerden ayrılıp, halkı yalnız Ermenilerden ya da yalnız Müslümanlardan olan köylere göçtüler. Çok büyük sayıda göçmen, diğer yana, yani ya [Ermeniler] Duz cephe çizgisinin gerisine [Rus işgalindeki yerlere] ya da [Müslümanlar] Osmanlı cephe çizgisinin gerisine geçti (28). Özellikle Muş, Van ve Bitlis'den gelme, yaklaşık 6-8 bin arasında Ermeni çeteci, Kağızman yöresinde toplandı. Ruslarca örgütlendi ve talim ettirildi (29). Anadolu Ermenilerinden oluşan 6 bin kişilik diğer bir grup, Iğdır'da talim ettirilip örgütlendi ve bunlardan gerilla çeteleri kuruldu. Osmanlı ordusunun hesaplamasına göre, yalnız Sİvas viyaletinden 30 bin silahlı adam Ermeni birliklerine katılmıştı (30). Bu belki abartılmış bir sayıdır ama büyük çaplı ve uzun süre planlanmış bir ayaklanmaya girişilmek istendiğini göstertermektedir.

Ermeni direnişinin belki de en ünlüsü, Antakya yakınında Musa Dağı çevresinde dağlık yörede yapıldı, burada yaklaşık 5 bin kişi, Osmanlı birliklerine karşı 53 gün boyunca direndiler ve sonunda bir Fransız savaş gemisi gelip onları aldı, götürdü (31).

Başlangıçta, Osmanlı askeri birlikleri, postahaneleri, jandarma karakolları ve askerlik daireleri, Muş'ta, Şıtak [Çatak]'da, Suşehrin'de, Zeytun'da, Halep'te, Dörtyol'da ve başka birçok yörede saldırıya uğradı (32). 1914 yılı Aralık ayından başlayarak Reşadiye, Karçekan ve Gevaşta (33) arkasından da bütün Doğu Anadolu'da telgraf telleri kesildi (34). 500-600 dolayında Ermeni asi, Tekye Manastırını çatışmaya işgal etti ve Osmanlı birlikleri ve jandarmasıyla gün boyunca sürmüş kanlı bir çatışmaya girdikten sonra , gece vakti, Osmanlı birliklerinden kaçtı (35). Zeytun sokaklarında da asilerle Osmanlı zaptiyeleri arasında meydan savaşı gibi çatışmalar yapıldı (36). Diyarbekir vilayetinde, Ermeni köylülerle Ermeni asker kaçaklarından oluşan bir kalabalık, çeteler halinde örgütlenip Müslüman köylerine, Osmanlı birliklerine saldırdı (37). Savunmasız Müslüman köylerine baskın verilde ve her ne kadar Doğu'nun Müslümanlarının başına gelecek yıkımlarla hiç kıyaslanmayacak [onlara göre çok daha küçük] çapta olsalar da, Müslümanlara karşı kıyımdan geçirmeler yapıldı (38).

Bir kez savaş başlayınca, Doğu'daki kentleri ele geçirmeye yönelik Ermeni tasarımları yürürlüğe kondu (39). Bölgedeki kıyımların ve misilleme nitelikleri karşı kıyımların zaman yönünden sıralanışını iyi anlamak için, bu ve diğer ayaklanma eylemlerinin, Ermeniler göç ettirmeye ilişkin herhangi bir emrin verilmesinden çok önce yapılmış bulundukları göz önünde bulundurmak gerekir. Van, Zeytun, Muş, Reşadiye, Gevaş'ta ve diğer kentlerle kasabalarda ayaklanmalar veya Osmanlı birliklerine saldırılar, bunların hepsi, Osmanlının göç ettirme emrinin verilmesinden (26 Mayıs 1915) önce başlamışlardır. 1915 yılı Mayısına gelindiğinde, Doğu Anadolu artık iç savaşın orta yerine düşmüş bulunuyordu (40).

TOPLUMLAR ARASI SAVAŞ

Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, 1820'li yıllarda başlamış olan toplumlar arası savaşın sonuncu aşamasının işaretini verdi. Ermenilerle Müslümanlar 100 yıldan beri Kafkasya'da ve Doğu Anadolu'da birbirlerine karşı vahşet eylemlerine girişmiş idiler ama, Birinci Dünya Savaşı'ndaki öldürmek hem nitelik hem nicelik yönünden farklı oldu. Her iki yanın eylemi olan daha eski vahşet etkinliklerinin, coğrafyadaki kapsamı açısından sınırlı kalmasına karşılık, Birinci Dünya Savaşı'ndaki olaylar Doğu'nun her yerinde kendini gösterdi. Daha önceki zamanlarda, devlet gücünün engellemesiyle, kıyımlar bir sınır içinde kalıyordu. Oysa ki, 1915'den sonra, zorbalığa son verecek huzur koruyucu bir gücün etkin biçimde kullanılışı pek görülmedi. Bu olgunun Ermeni nüfusu üzerinde etkisi büyük olmuş ve çok uzun zamandan beri tartışılmıştır. [Bu olgunun etkisiyle Ermeni toplumundan çok insan öldürülmüş ve konunun bu yönü, birçok araştırmacının vb. kişinin yayınında, birbirine ters düşen savlarında öne sürülmesiyle incelenmiştir] Buradaki [bu kitapdaki] tartışma ise, ölümcül denklemin diğer yanı, Müslümanların cinayetlere kurban edilmeleri konusunda yürütülecektir.

Ermeni saldırılarına uğrayıp da canlı kalmış Müslümanların, olay tanığı kimliğiyle verdikleri ifadelerin oluşturduğu kanıtlar göstermektedir ki, geçmişi çok zçaman öncesine uzanan bu hınç, insanların içine işlemiş durmuştu. Her yerde apaçık biçimde, hayvancasına ırza geçmeler yapılıyor, insanları öldürmeden önce onlara işkence edilmesi pek yaygın bulunuyordu. 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nda ya da Balkan Savaşları'nda Avrupadaki Müslümanlara karşı yürütülmüş vahşet eylemlerindekinin tersine, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu'da Ermenilerin Müslümanlara karşı giriştiği saldırıların odaklanışı, göç etmeye zorlamak amacında değil, öldürmenin kendisinde idi [bir miktar kişi öldürüp çoğunluğu dehşete düşürerek göç etmeğe zorlamak amacı güdülmüyordu, olabildiğince çok Müslümanın öldürülmesi doğrudan doğruya amaç idi].

Savaş çatışmalarında ve kıyımlarda üç "yan" vardı. Yanlardan birini Türküyle, Kürdüyle diğerleriyle, yerleşik Müslümanlar ve Osmanlı askerleri oluşturmakta idi. İkinci yan'da Ermeniler, bazı diğer yerli hristiyanlar ve Rus ordusu bulunmaktaydı. Üçüncü yan ise ilke olarak kendi çıkarını gözeten ve bu yanlardan hiçirini tutmayan güç durumundaki Kürt aşiretleriydi. İlk iki yan davalarını açıkça ve en ateşli biçimde ortaya süren [herkese duyuran belli eden] ve kendini düşmanlarının tümüyle yenilgiye uğratılması amacına adamış kişileri önder edinmişlerdi. Ancak sivil Ermenilerle Müslümanlardan birçoğu, bu topyekün savaşta kendi dindaşlarına katılmak zorunda bırakılmış köylüler ve kentlilerdi. Sırf Müslüman ya da Ermeni oldukları için öldürülmekte bulunmalarının yanı sıra , Müslümanlar ya da Ermeniler olarak kendilerini savunmak için çarpışmak zorunluluğunda bulunuyorlardı. Daha en baştan beri, bu savaş, kendi özelliğini, sivil halka yapılan saldırılarla gösterdi. Her iki yanda suçsuz ve kendi halindeki insanlar çarpışmaya katılmak zorunda kaldı.

Van

1915 Martında Van vilayetinde ayaklanma patlak verdi. Ermenilerin ayaklanmacı güçleri tolandılar ve örgütlendiler. Bundan sonra Ermeni köylüleri Van kentine sızdı. Ermeni köylüleri, Müslüman köylerine saldırdı ve buna karşılık Kürt aşiretleri Ermeni köylerini bastı (41). 20 Nisan'da, Van'daki Ermeniler polis karakollarına ve Müslümanların konutlarına ateş etmeye başladılar (42). Ermeni ayaklanmacılar kentin içinde ve çevre köylerinde kendi ayaklanmalarını sahneye koymak için yeterince silah gizlemişlerdi ve Osmanlıların hesabına göre, 4 bini bulan sayıda Ermeni savaşçısı kentin içine girmişti (43). Ermeniler ilerleyip Osmanlı güçlerini yenilgiye uğrattıkça, Müslüman mahallesini de yakıyorlar ve ellerine düşen Müslümanları öldürüyorlardı.14 Nisan'da kent tümüyle Ermenilerin elindeydi, ancak kentin düşmesinden sonra gelen Osmanlı birliklerinde kuşatma altına alınmıştı. Ermeniler, kenti Kafkasya'dan yola çıkan Rus birlikleri yetişene kadar elde tuttular ve Osmanlıları bir kez, 17 Mayıs'ta geri çekilmeye zorladılar. (Osmanlılar Van kentinden [yakılıp yıkılmamış] ne kalabilmişse onu 22 Temmuz 1915'te geri alabildiler, ama kenti ertesi ay Ruslara kaptırdılar. Van'da ve çevre köylerinde Müslümanların kıyımdan geçirilmesi süregitti. Birkaç istisna bir yana bırakılırsa, canl ıkalabilenler yalnızca kaçmayı becerenler, özellikle de geri çekilen Osmanlı ordusunun yanı sıra kaçanlar idi. Van'ı geri almaya gelmiş Osmanlı askerlrinden yaralanmış yahut hasta düşmüş olanlar da öldürülenler arasında idi. Zeve, Molla Kasım, Şeyh Kara, Şeyh Ayne, Zorava, Hıdır, Amus, Ayans, Veranduz, Haravil, Deir, Zivana, Karkar [[Köy isimlerinden birçoğunun ismi değişmiştir. Kitabın aslinda bu isimler çevirmen tarafından verilmiştir. (44), (45) H.N]] ve birçok diğer adı belirlenememiş köy yakılıp yıkıldı.

Van'da öldürülmek üzere ilk hedef seçilenler, görünüşe bakılırsa, Osmanlıların mülki ve dini ileri gelenleriyle bunların aileleri idi. Bu Balkanlarda görülen bir modelin izlenmesidir, önce bir direnişi örgütlemesi beklenebilecek olanlar öldürülmektedir ve bu durum, bir ölçüde planlama yapılmış olduğunu gösterir. Ne var ki, Van'ın Müslümanları, herhangi bir direniş örgütlemeye olanak bulamadan etkin biçimde yok edilmişlerdi ve ileri gelen kişilere edilen korkunç işkenceler ancak pek yoğun bir hıncın ürünü olabilir (46). Van'da İslamiyetle ilgili ne varsa yakılıp yıkıldı. Çok eski zamanlardan kalma 3 yapı dışında bütün camiler ateşe verildi ya da yer bir edildi. Müslüman mahallesinin tümü yakılıp yıkıldı. Ermenilerin bu çalışması ve Osmanlılarla Ermeniler arasındaki çatışma bittiğinde, Van, birçok kentten bir ilkçağ kenti yıkıntılarına benzemekteydi (47). Van kentinin tüm eski bölümünde bir elin parmakları kadar sayıda yapı kalmıştı.

Osmanlılar Van'ı boşalttığı zaman, kaçabilenlerden birçoğu yollarda Ermeni çetelerinin saldırısına uğradı. Bir kafileden yaklaşık 400 kişi, Erciş ile Adilcevaz arasında öldürüldü (48). Ermeniler, Hakkari'ye doğru kaçmaya çalışan 300 Yahudiyi de öldürdüler (49). Diğer sığınmacı kafileleri,yollarının, oradan geçen bütün Müslümanlara saldırmakta olan Ermeni çetelerince ve Ermeni köylülerince kesilmiş bulunduğunu gördüler.

Müslüman köylülerinin anlattıkları hep birbirine benziyordu. Ermeniler, Müslümanların kendi köylerine yahut yakınlardaki köylere [başka Müslümanların köylerine] saldırınca, Müslümanlar götürebilecekleri her çeşit taşınır malı yanlarına alıp kaçmışlardı. Yolda ise, Ermeni çeteleri önce onların elindekileri zorla almışlar, sonra kadınların ırzına geçmişler ve erkeklerden birçoğunu öldürmüşlerdi. He zaman değil ama çoğu kez, kadınlardan ve genç çocuklardan da öldürülenler olmuştu. Sonra, conlı kalmış köylüler bırakılmışlar ve onlar da yiyeceksiz, üstlerinde yeterli giyim olmaksızın, güvenliğe ulaşabilecekleri yerlere doğru yolculuğu sürdürmek olanağı bulmuşlardı. Köylüler, ne evlerinde ne de yollarda kendilerini savunabilmişlerdi; çünkü genç Müslüman erkeklerin çoğu askere alınmıştı. Yalnız pek yaşlı ya da pek genç erkeklerle kadınlar geride kalmıştı. Oysa Ermeni çeteleri orduya hiçbir zaman alınmamış pahud Osmanlı ordusundan kaçmış ya da Kafkasya'dan gelme genç erkeklerden oluşuyordu (50).

Aşağıda aktarılanlar, Van vilayetinden kaçabilmiş ve Mamure-t-el Aziz'de [Elazığ'da] barınak bulabilmiş sığınmacıların ifadelerinin bazılarından alıntılardır:

(Abdi ile Reşit Molla'nın anlattıkları) Gevaş ile Van'ın [Osmanlılarca] boşaltılmasından sonra, Tab köyünden [Bitlis ili Mutki ilçesine bağlı ve şimdi bucak merkezi olan Kavakbaşı] Haco, Keşiş, Serkis, Onnik, Mako ve Parso adlı Ermenilerin yol gösterdiği, Kazaklarla Ermenilerden oluşan 500 kişilik karma bir birlik, Gevaş'taki Karkar köyünü bastı. Hedef gözeterek evlere ateş ettiler, erkeklerle çocukları kıyımdan geçirdiler ve kadınların ırzına geçerken o kadar kötü davrandılar ki bu kadınlarından içinde birçoğu öldü. Ancak birkaç düzine köylü, binbir güçlükle kaçabildi.

(Yusuf Kenan ile Abdül Hakim'in anlattıkları) Geçen yılın (1915'in) 5 Ağustosunda Ruslarla Gevaş ve Çatak Ermenilerinden oluşan bir çete Müküs'e saldırdı. Kendilerini kurtarabilenler, bütün mallarını bırakıp kaçtılar. Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar kaçamadılar; hepsi kıyımdan geçirildi. Çeteciler arasında şu kimseler tanınabildi; Pare köyünden Krikor, ilkokul öğretmeni Karabet, Kinekai köyünden Vahan ile Artin, Müküslü Kevork, Mİnto Sempat Hayastan, nalbant Naro, Kaçtik, Muhik, Dikran ile Bedros. Bu haydutların özellikle yaptığı iş kadınlara saldırmak ve iğrenç biçimde onları kirletmekti.

(Serir köyünden Halit oğlu Ali'nin ve Salih'in anlattıkları) Surtenin, Varşekans, Mezrea ve Pars Ermeni köylerinin bütün halkı Serir köyüne sabah erkenden saldırdılar. 60 erkekten yalnız 15'i kaldı. Dğerleri öldürüldüler. Kadınlar alınıp götürüldüler ve evler talan edildi.

(Sukan köyü eşrafından Saad oğlu Behlül ile Kutas oğlu Mahmut'un anlattıkları) Sukan köyünde 680 kişilik nüfus vardı. Bir gece Ruslarla Ermeniler köyü bastı. Hiç kimse onlara engel olamadı, çünkü Müslüman ahali silahlı değildi. Cinayetleri işleyenler, evleri ateşe verdiler; nice kadınla çocuk Kazakların kılıçlarıyla, ayaklanmacıların kamalarıyla öldürüldü. Gün doğarken bir önceki geceden sağ çıkabilmiş olanları topladılar. Kızlarla genç kadınlar, bilinmeyen biryönde alınıp götürüldü. Öğle olunca bütün köylüleri tıktıkları yeri ateşe verdiler. Bu kıyımdan sadece 21 kişi çok büyük şans eseri kurtulabildi. (Arkasından Ermenilerin kim olduğu belirlenebilmiş bulunanlar listelenmiştir)

(Alan köyünün din büyüklerinden Şeyh Enver ile Molla Reşit'in anlattıkları) Halk, 10 süvari ile güçlü bir piyade birliğinin yaklaşmakta olduğunu haber alınca kaçtı. Ama Ermeni köyleri olan Belo, Tankas, Azerkoh ve Peronz'un yerlileri yol kesti ve kadınlara saldırdılar. Rus birliği köye girmişti ve evler alevler içindeydi. Yaşlılar, hastalar ve çocuklar gibi yürüyemeyenler acımasızca kıyımdan geçirildi. Kazaklar, kim kaçmaya çalıştıysa onun üzerine atlarını sürdüler. Bu mezbaha kıyımdan kaçmayı ancak pek az kişi becerebilmişti (51)

Yukarıda görüldüğü üzere,Müslüman köylüler, Ermeni çeteleri köylerde talan ve kıyım yürütürken Kazakların [[Buradaki Kazakların bugün Kazakistan'da yaşayan Türk Kazakları olduğu sanılmamalıdır. Bu katliamları gerçekleştirenler meşhur Rus Kazaklarıdır H.N]] da at sırtında onların yanı sıra bulunduğuna tanık oldular. Ancak, burada anılan belirli birliklerin Ermeni yol göstericileri ve Ermeni çetelerini, dehşete düşürme akıncıları diye kullanan öncü birlikleri mi olduğunu, yoksa bu Kazakların Osmanlı cephe çizgisi gerisinde Ermeni çetelerle ortaklaşa harekat mı yürütüyor olduğunu söyleyebilmek zordur. Öyle de olsa, böyle de olsa, görünüş odur ki,Kazaklar Müslüman köylülerin ve sığınmacıların kıyımdan geçirilmesi olaylarının hiç degilse bazılarnı katılmış bulunmaktadırlar (52)

Van'daki ayaklanma olayı ile aynı sırada, Pervari bölgesinin köylerindeki Ermeniler (53) toplanıp baş kaldırdılar ve üç gün boyunca, Osmanlı jandarmasıyla çatıştılar. Yakın köylerin Müslüman erkekleri öldürüldü ve genç kadınlar dağa kaldırıldı. (54)

Bitlis

Bitlis Ermenileri, Rusların kent üzerine yürüyüşe geçmesinden hemen önce, 1916 Şubatında Osmanlılara karşı ayaklandılar. Müslümanların kıyımdan geçirilmesi o zaman başladı ve ilk Rus işgaline kadar devam etti. Kentin içinde, Müslüman erkekler, kadınlar ve çocuklar av sürercesine kovalanıp yakalandılar ve sokaklarda öldürüldüler (55). Osmanlı cephe çizgisi gerisinde harekat yürüten Ermeni gerilla çetelerince köyler yakılıp yıkıldı ve bu köylerde yaşayanlar kıyımdan geçirildi (56). Başka köyler de, istilacı Rus ordusunun öncü birliği gibi işlev gören Ermeni çeteleri ve Kazak birlikleri tarafından yakılıp yıkıldı (57). Kentte yakalanan Osmanlı memurlarını öldürmek için özül birdakkit gösterilmiş görünüyor (58). Yakılıp yıkılmış köylerden kaçabilen az sayıdaki Müslümanlar, kendilerine saldıranların Kafkasyadan gelme Ermeniler mi, Anadolulu Ermeniler mi olduğunu söyleyememişlerdir; görünüşe bakılırsa ne Ermenilerle Ruslar arasında, ne de Müslümanlar arasında [tanıkların anlatımlarında] bir ayırım yapılmıştır. (59)

Osmanlı Devleti kısa bir süre için Bitlis'i geri alınca, yapılan yıkım konusunda ayrıntıları belirlemek üzere oraya bir soruşturma kurulu gönderdi. [Kurulun belirlediğine göre] Ermeniler Merkez Camisini, Ulu Camiyi ve 13 diğer camiyi yakıp yıkmışlar, Hatuniye Camisini de ahıra dönüştürmüşlerdi. 4 Medrese, 4 türbe, 3 tekke, birçok okulun, hamamın ve başka yapıların yanı sıra, yakılıp yıkılmıştı. Kentin başlıca kamusal yapıları, o arada polis, jandarma, belediye ve il yönetimi yapıları,yakılıp yıkılmıştı. Bütün büyük köprüler yıkılmıştı. Başlıca ticaret depoları ile askeri depolar yakılmıştı. Kısacası dinsel açıdan sivil yönetim açısından ya da askerlik açısından önem taşıyan herşey, Müslümanların kişisel konutlarından çoğunun yanı sıra yakılıp yıkılmıştı (60)

Kırsal Alanda

1915 Şubatında, Bitlis ve Van vilayetlerinin Ermenileri Müslüman köylerien saldırmaya başladılar. Birçok diğer köyün yanı sıra, mesela Mardin sancağına bağlı Kayalı köyüne saldırdılar, genç kadınların ırzına geçtiler ve köylüleri sokaklarda öldürdüler. Köyden bazı kişileri tutsak diye alıp götürdüler ve onları yollarda öldürdüler, yöreden kaçmakta olan çok sayıda sığınmacıya da aynı şeyleri yaptılar (61) Osmanlı Devleti görevlileri, Bitlis vilayetine bağlı Avran köyünde yıkıntılar arasında 19 ceset buldu (62). Van vilayetinin Merkehu ve İştucu köylerinde, olasılıkla yöredeki tüm köylerin durumuna örnek oluşturan şu istatistikler çıkarıldı:
Merkehu köyünde öldürülenler, 41 erkek ve 14 kadın
Irzına geçildikten sonra öldürülenler, 4 kadın
İstucu köyünde öldürülenler, 7 erkek, 4 kadın
Irzınıa geçilmiş ama öldürülmemiş olanlar, 5 kadın
Yaralanmış, 3 erkek, 2 kadın (63)

Van vilayetinin kırsal ilçelerindeki, mesela Karçekan ve Gevaş'taki Ermeniler, Aralık ayında baş kaldırdılar (64). Tüm Doğu Anadolu kapsamında, jandarmalar Ermeni köylülerin ve örgütlü çetelerin saldırısına uğradı. Telgraf telleri kesildi ve Müslüman köylülere dehşet salındı (65).

RUSLAR

Başlardaki Ermeni saldırılarını Rus makamlarının ayarlamış bulunduğunu gösteren belgesel kanıt yoktur. Onlar [Ruslar] için böyle birşey yapmak gereği bulunmuyordu ve Ermenilere,kendiliklerinden Osmanlı ülkelerinde kargaşalık çıkaracakları konusunda sağlam bir güven duyabilirlerdi. Ancak, Ruslar, işgal ettikleri bölgelerde Müslümanların silahlarını toplayıp bunlar ıyerli Ermenilere dağıtmakdahi, Ermeni ayaklanmasını kolaylaştırmak için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Osmanlılara karşı Ermenilerin giriştiği eylemlerden en çok çıkar sağlayacak olan Ruslardı. Ermenilerin oluşturduğu birliklerin ve Ermeni köylülerin etkinlikleri, Ruslara Anadolu ya da Kafkasya'da gereksinme duyabilecekleri adamları [askerlerini] serbest bulundurmak ve bunları Rusya'nın batı cephesine göndermek imkanı sağladı. Olağan askeri harekat açısından, Anadolu Ermenileri, telgraf tellerini keserek ve diğer komando türü saldırılara girişerek, Osmanlı cephe çizgisinin gerisinde ruslar için en değerli bir işlev gödüler (66). Onlar ayrıca Rus ordusuna bu ordunun 1916 saldırıları sırasında öncü birliği niteliğiyle hizmette bulundular (67). Ancak Ermenilerin Osmanlı askerlerini cepheye gitmekten alıkoyması [önemli sayıda askeri kendileri ile uğraşmak zorunda bırakması], Ruslar için çok daha değerli bir iş olmuştur. Bu, özellikle büyük ayaklanmaların binlerce Osmanlı askerini uğraştırdığı Van, Zeytun ve Musa Dağı gibi bölgeler bakımından doğru idi. Anadoluda böyle bir başkaldırma durumu varken, Osmanlılar, halkı korumak için cephe çizgisinin çok uzağında, asker bulundurmak zorunda kalıyorlardı (68). Böyleec bu askerler, Ruslarla girişilen çatışmalardan ayrı tutulmuş oluyorlardı. Bu yoldan, Ruslar, yalnız kendi yanlarına Ermeni savaşçılar çekip onları kazanmış olmakla kalmadılar, bir de Osmanlı askerlerini cepheden uzakta tuttular; pek değerli bir çifte kazanç (69).

OSMANLININ VERDİĞİ KARŞILIK

Ermeni ayaklanmasına, Osmanlının verdiği karşılık, gerilla savaşı ile uğraşmak zorunda kalan diğer 20. yüzyıl devletlerinin verdiği karşılığın aşağı yukarı aynı idi: yerel destekleyicileri ile uzaklaştırarak gerillaları yerel destekten yoksun bırakmak. Osmanlılar, Ermeni asilerin gerek Ermeni köylülerce, gerek ayaklanma önderlerinin mesken edindiği doğu kentlerniin Ermeni halkınca candan desteklendiğini biliyorlardı. Bu nedenle, köktenci bir eylem gerçekleştirme kararını verdiler: Çatışmaların yapılmakta olduğu ya da yapılabileceği yörelerden Ermeni nüfusu zorunlu göçe çıkarmak. Bu içerikteki ilk emirler 26 Mayıs 1915'de gönderildi. Zorunlu göçe çıkarmanın amacı, yoğun bulundukları yerde Ermeni nüfusunu başka yerlere kaydırarak bu yoğunluğu sulandırmak ve Ermenileri savaş alanlarından ve önemli tesislerden uzakta tutmaktı. Göçe çıkarılanların yerleştirileceği yöreler herhangi bir demiryolundan en az 25 kilometre uzaklıkta olacaktı. Yeniden yerleştirme sonrasında hiçbir bölgenin nüfusu içinde Ermenilerin oranı yüzde 10'u geçmeyecekti (70).

İstanbul'un [Osmanlı Hükümeti'nin] amaçlarının ne olduğu besbelli idi; Ermenileri barışçı yoldan göçe çıkartıp yeniden [başka yerlerde] iskan etmek. Bu konu hakkında bulunabilen ve gerçekliği belirlenmiş Osmanlı belgelerinin tümü, Ermeni göçmenlerin haliyle en azından resmen ilgilenildiğini [duygusuz ve umursamaz bir tutum gösterilmediğini] ortaya koymaktadır. İşlerin hangi süreç içinde yürütüleceğini belirleyen ayrıntılı yazılar hazırlanmış ve vilayetlere gönderilmişti. Bunların kapsamında göçe çıkanların bırakacağı malların satışı, göçmenlerin ayrıldıkları yerlerde hangi ekonomik koşullarda idiyseler yeni iskan yerlerinde de benzer koşulların sağlanması, sağlık ve hastalıklardan korunma konularında talimat vb. bulunmakta idi. Kısacası, kağıt üzerinde herşey kusursuz görünüyordu. Yeniden iskan yönetmeliğinin 1. ve 3. maddeleri, sorunların nerede çıkacağını göstermekte idi:

Madde 1. Başka bölgelere aktarılacak olanların oraya ulaşımı konusunu düzenlemek, yerel yönetim birimlerinin sorumluluğundadır.

Madde 3. Başka yere aktarılacak olan Ermenilerin yeni iskan yörelerine gidiş sırasında canlarının ve mallarının korunması, kendilerine yiyecek ve barınak sağlanması ve dinlenmelerine olanak verme düzenlemesinin yapılması yol boyundai yerel yönetimlerin sorumluluğundadır. Her kademedeki devlet memurları bu konuda gösterilebilecek herhangi bir ihmalden dolayı sorumlu tutulacaktır
(71).

[Ermeni] halk topluluklarının kitlesel bir göçünü denetim ve güdümleri altında bulunduracak olan yöneticiler, Ermeni asilere karşı yürütülen bir gerilla savaşının ve ruslara karş ıyürütülen bir düzenli ordular savaşının ortasında bulunuyorlardı. Kendilerinin emri altında barış ve huzuru koruyacak ancak pek küçük birlikler vardı. Geride kalmış [cepleye gönderilmemiş] jandarma birlikleri, asilerle çatışmaya girecek kadar güçlü olmadıkları gibi, göçe çıkarılmış Ermeni kafilelerini koruma işlevi bakımından o kadar bile güçlü değillerdi. Böylece doğudaki Osmanlı yöneticileri ya Ermeni kafilelerini yola çıkarırken onlara iyice koruma sağlamak, ya da kendi yetki alanları kapsamında bulunan Müslümanları (ve kendilerini) koruyabilsinler diye jandarmaları yerli yerinde tutmak seçeneği karşısında kaldılar. Onların yerinde başkası bulunacak olursa bu başkalarından çoğu, onların yaptığı seçimden farklı bir seçim mi yapardı, orası pek kuşkuludur; onlar kendi halklarını [Müslümanları] korudular, [Müslümanların güvenliğinin sağlanması amacını birinci öncelikli saydılar]. Jandarmaları, bu Ermenileri korusunlar diye gönderip de başka Ermenilerin kendileri üzerine saldırmasına çanak tutmayı çılgınca bir iş saymış olmalıdırlar (72).

Aslında, [göçe çıkarılan] Ermenilerin güvenliğinin sağlanması işi merkezi hükümete düşürdi; ama merkezi hükümetin bu açıdan durumu tıpkı yerel yönetim birimlerininki gibi idi. Ermeni kafilelerini korusunlar diye düzenli ordu birliklerini görevlendirip göndermek, bu birlikleri Ruslara karşı savaşmaktan ya da Ermenilere karşı savaşmaktan alıkoymak demek olacaktı. Merkezi hükümet böyle birşey yapmak kasdında değildi ve zaten istese de bunu yapamazdı. Merkezdeki yöneticiler eğer bir Ermeni devleti kurulursa Müslümanların başına neler geleceği konusunda [iyimser] hayallere kapılamazlardı. Balkan savaşları, onlara neyi beklenmesi gerektiğini öğretmişti. Keza Rusların zaptettiği yörelerin göç yoluna düşen Müslüman sığınmacıların başlarına gelenler de pek belirgin bir ders çıkarma örneği idi. Aynı şeyin Doğu Anadolu'da da başa gelmesini güvenceye bağlamanın en çabuk çaresi savaşı kaybetmekti; birlikleri çatışmaya girme görevinden alıkoymak, savaşın kaybedilmesi olaslıığını iyice arttıracaktı. Göçe çıkarılan Ermenileri savunmak için böyle birşeyi göze almak, merkezi yöneticilere tıpkı kendi ellerindeki pek değerli jandarmaları sürgün edilen Ermenilerin yanı sıra gitmekle görevlendirmenin yerel yönetim görevlilerine göründüğü kadar çılgınca görünmüş olsa gerek.

Yeterince güvenliğin sağlanamamış olması, şu olayların gerçekleşmesine yol açtı: Osmanlı görevlilerinden bazıları hırsız çıktı ve sorumlulukları altındaki kişilerin mallarını çaldılar. Bazı memurlar, özellikle de kendileri yakın zamanda aynı tür davranışları görmüş olmanın çilesini çekmiş bulunan Kafkasyalı Müslüman topluluklarından olanlar, hiç kuşkusuz Ermenilerin şimdiki durumunu eski hesapların acısını çıkarmak için bir fırsat diye gördüler. [Ermeni nüfusu sürgüne gönderilen kentlerdeki, kasabalardaki] Yerel halktan yurtdaşlar, sürgüne çıkmış Ermenilerin malı mülkü ve düşkünlğü sayesinde büyük servetler edindiler. Bunu yapanların içinde Müslümanlar da, Hristiyan Rumlar da vardı: Rumlar Karadeniz kıyısı illerinde Ermenilerin tarlalarını, mülklerini [çok ucuz bedellerle] kapattılar (73). Ermeniler için en büyük tehlike ve ölüm telefatının nedeni, Ermeni kafilelerine baskınlar veren göçebe aşiretlerdi. Kafilelerin yanında görevlendirilmiş üç beş jandarma, onları, mesela, Kürtlerin silahlı saldırılarından koruyamıyorlardı. Her ne kadar aşiretler genellikle Ermeni göçerlerin tümünü birden kıyımdan geçirmeye girişmiyor ise de, aralarından çok sayıda insan öldürüyor ve kadınlarını dağa kaldırıyorlardı. Onların verdirdiği ölüm telefatının en çok can yitimine yol açmış nedeni, olasılıkla, Ermenilerin yaşayabilmek için gereksinme duyduğu malzemeyi gasbederek çalmaları idi. [Osmanlının ilgili yönetmeliğindeki] kurallara rağmen, göçmekte olanlara pek az yiyecek sağlanıyor ve onların kendi yiyeceklerini kendilerinin bulup buluşturması bekleniyordu. Ne var ki, aşiretler, bunlardan yiyecekleri gasbediyor ve sonuç, açlıktan kıvranmaya gidiyordu.

Bazı Osmanlı memurlarının kendileri, Ermenilerin soyulup soğana çevrilmesi, hatta bazen onların öldürülmesine katıldılar. Osmanlı devleti bu gerçeği tanıdı ve Ermenilere karşı işlenen suçlar dolayısıyla birçok Türk yargılandı. Kamuran Gürün Ermenilere karşı işlenmiş suçlardan dolayı 1 397 kişinin mahkum edilmiş olduğunu gösteren ve mahkumiyetlerin listesini veren belgeler bulmuştur (74). Bunlardan [yargılananlardan] bazısı, suçları nedeniyle idam edildi. Ermenilerin verdiği ölüm telefatında ana nedenin, bu memurların davranışları olabileceği pek kuşkuludur, keza Ermenilere karşı işlenen suçlar dolayısıyla sonradan kendi devletlerinin [Osmanlı devletinin ] kavuşturmasına uğrayıp yargılanmış memurların görev başında iken Ermeniler rahat etsin diye özen göstermesi beklenebilir miydi, orası da kuşkuludur. [Dürüst ve insancıl yürekli memurlar dahi, Ermenilerin Müslümanları kıyımdan geçirme eylemleri hala süregider iken, Ermenileri rahat ettirme çabasına girmesini beklemek gerçekçi olmazdı.]

Ermenileri göç etmeye zorlamak kararı sırf askeri bakış açısından yerindeliği sağlam bir karardı ama, bu karar onların büyük zorluklarla karşılaşmalarına ve yüksek oranda ölüm telefatı vermelerine yol açtı ki, bunlar çok üzüntü verici sonuçlardı. Yine de önlem, istenen amacı gerçekleştirdi: Osmanlıların hala elinde bulunan yörelerde Ermeni ayrılıkçılarının saldırıları söndü gitti. Yerel destek kaynaklarından yoksun bırakılınca gerilla çeteleri bir iş göremediler. Böyle bir kararın alınması, savaşın sonunu etkilemek bakımından gerekli miydi, orası hiçbir zaman bilinmeyecektir. [Savaş içinde alınan bir korunma önlemi, savaşın sonucunu etkileyememiş ise, önlemin alınması sırf bu yüzden yanlış olmuş durumuna düşmez; önlemin kendisi gerekli miydi konusunda yargıya önlemin sağladığı yarar tartılarak varılmalıdır. ABD, İkinci Dünya Savaşı sırasında, kendisinin Japon kökenli bütün yurtdaşlarını kamplarda topladı, göz altında bulundurdu, bu önlem savaşın sonunu hiç etkilemedi ama, alınmamış olsaydı belki ABD kendi ülkesinde kamikaze eylemleriyle karşılaşacaktı]. İşin sonunda Ermenilerin göç ettirilmesi, Osmanlıların [Ermeniler göç ettirilmeyip onların desteklediği çeteler ortada cirit attıkça] kendi vatandaşlarını korumak konusundaki acizliğini ortaya koydu ki, bu korumayı sağlamak devletin en başta gelen görevidir. Osmanlı devletinin güçsüzlüğü, onu, vatandaşları arasındaki iki toplumdan birin yeğlemeye [ve ötekine büyük zarar vermeyi göz almaya] zorladı. Kafilelerde yürütülen Ermenilerin başına gelen ölümlerin suçluluğundan pay almaya Osmanlılar katılmalıdır, bu suçluluğun diğer paydaşları da, Ermeni ayaklanmacılarla onların destekleyicileri, [kendileri çatışmalara girmeyip Ermeni çetelerini destekleyen Ermeniler] ve Ruslardır.

ERMENİLERİN GERİ ÇEKİLMESİ

Ermenilerin Müslümanlara karşı kıyımlarının ve Müslüman köylerini yakıp yıkmalarının en şiddetli dönemleri, şu iki dönemdir: Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcı ve sonu. Birinci dönem, Osmanlı devletinin savaş girmesi ve Osmanlılara karşı örgütlü Ermeni baş kaldırmasının patlak vermesiyle başladı. O dönem, Rusların 1916 yılında Doğu Anadolu'yu zapdetmesi ile sona erdi. İkinci dönem, Rus ordusunun [Rusya'daki devrim nedeniyle] dağılması yahut Doğu Anadolu'dan çekilmesiyle başladı ve savaş alanında rusların yerini alan Ermeni silahlı kuvvetlerinin [1918'de] yenilgiye uğramasıyla bitti.

Savaşın orta döneminde, yani Doğu Anadolu'nun Rus işgalinde bulunduğu dönemde, 1916 yılının ortasından 1917'nin ortasına kadar,olan bitenlere ilişkin, herhangi bir türde, pek az kanıt vardır. İlk dönemde yapılmış vahşet olaylarını araştırmış bulunanlar türünde Osmanlı araştırma komisyonları, Rus işgali altında yapılanları kayıtlara geçirmek üzere oluşturulmuş degillerdi. Tek tük rastlanan raporlar gösteriyor ki, Müslümanların en geniş çaplı kıyımdan geçirilmeleri, özellikle Van ve Bitlis vilayetlerinde gerçekleştirilmiştir (75). Göçe çıkan Müslüman sığınmacıların büyük sayısından apaçık anlaşılıyor ki, bunların tanık olduğu [karşı karşıya kaldığı] koşullar korkunçtu: ama 1917'de Rus ordusu çöktünten sonra ortaya çıkan durum daha da beter oldu.

Rus devremi, Anadolu cephesindeki Rus askerlerinin toptan görevi bırakıp gitmesine yol açtı. Erler ve bazı subaylar düpedüz birliklerii bırakıp evlernie dönme yürüyüşüne çıktılar; yolları boyunca geçtikleri köylerden, gereksinme duydukları yiyeceği (ve başka ne bulabilmişlerse hepsini) zorla aldılar (76). Doğu Anadolu'da Rus egemenliğinin yerini [oradan ayrılmayan] Ermeni kökenli askerlerin ve Ermeni çetelerinin egemenliği aldı, bunlar başlangıçta, kağıt üzeride, Transkafkasya Federasyonu [adını takınmış devletler birliği yani bir federasyon içinde birleşik Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan] bağımlısı idiler, daha sonra Ermenistan Cumhuriyeti'nin ordu birlikleri durumuna geçtiler. Anadoluda buyruk yürüttekleri yöre, Erzincandan doğuda İran sınırına ve kuzeyde Trabzon ile Rus Ermenistan'ı sınırına kadar yayılıyordu.

Müslüman köylüler, Rus asker kaçaklarının soygunculuğundan dolayı çile çekmişlerdi ama görevde [kolluk gücü işlevinde] bırakılan Ermenilerden çok daha fazlasını çektiler. Ruslar ayrıldıktan sonra Ermeniler hiçbir denetime bağlı olmaksızın kendi başına buyruk kaldılar. Kısa sürmüş Ermeni egemenliğinin birinci döneminde olup bitenler o zaman [etkin devlet denetiminin bulunmadığı yerlerde] pek sık görülen türden: silahsız Müslüman köylülerin öldürülmesi, köylülerden kiminin kaçırılması ve bunların bir daha hiç görülmemesi, Müslüman çarşılarının kasaba ve çevresi kırsal alan konutlarının ve köylerin yakılıp yıkılması, bir de, her yerde talan ve ırza geçmeler (77).

Erzincan ve Kars arasındaki bölgede Ermenilerin vahşet eylemleri göresel olarak kısa bir zaman boyunca süregitti. Böyle bir amaç için kullanılmak üzere yedekte tuttuğu birliklerden yararlanarak, Osmanlı hükümeti, Rus cephesinin çöküşünü izleyip işgal edilmiş bölgelere saldırıdı başlattı (78). Ermeniler, Rus malzemesi ve silahları ile göresel olarak daha iyi donanımlı bulundukları halde, saldırı için en uygun zamanı seçen Osmanlı birlikleri karşısında sayısal azlığa düştüler. Müslüman köylülere, kasabalılara karşı yapılmış bulunan eziyetler dolayısiyle ahlaksal açıdan bir haklılık duygusu içinde bulunarak (79) Osmanlılar saldırdı. Ermeni birlikleri dağılarak çekilmeye koyudular. Onların gözünde davalarının hiç değilse geçici olarak kaybedildiği ve Ermenilerin Anadolu'daki Ermenistan dediği yöreleri Türklerin yeniden işgal edeceği apaçık görünen bir şeydi. Osmanlıların vardıklarında orada pek az şey bulabilmelerini güvenceye bağlamak için işe [yakıp yıkmaya, öldürmeye] koyuldular. Ancak Osmanlı ordusunun çok hızlı ilerlemesi sayesinde Müslümanlardan birçoğu kurtulabildi. Zamanında ulaşılamayan yerlerde bulunanlar, pek çok örnekte, canlarından oldular.

Osmanlılar ve sonra Ankara hükümeti yöntecileri, özelliklede doğu cephesindeki Osmanlı generalleri ile [daha sonra] Ankara hükümeti ordusunun generalleri, Ermenilerin Müslümanlara reva gördüğü davranışlarından yakınmakta idiler. Türkler, Ermeni birliklerinin ve çetelerinin başında kimin bulunduğu saptamakta [bir muhatap bulmakta] güçlük çekiyorlardı. Şikayetler ve yapılmış vahşet eylemlerini belirten listeler genel olarak, önce sözde sorumlu makam sahibi olan Rus komutanlara, bundan [Rus subay ve erlerin devrim üzerine çekip gitmesinden] sonra da Transkafkasya Federasoynu ordu birliklerine sözde komuta eden generallere (80) gönderiliyordu. Aslında o kişiler, Müslümanları katleden Ermenilerin amirleri değillerdi [onlara söz geçirir durumda değillerdi]. Bu gerçeğin ciddiyetini hafife alarak, Kuzeydoğu Anadoludaki Osmanlı 3. ordusunun Komutanı Vehip Paşa, şöyle yazmıştı: "Olağan surette bir bildirim yaparak, Rus kumandanı, bu vahşet ve zulüm eylemlerinden bilgilendirdim; izlenimime göre, sözü geçen makam sahibi düzeni sağlamayı başaramamıştır" (81). Anadoludaki Ermeni çetecilerin emrini dinlemesi yönünden varlığı söz konusu olabilen tek amir, Ermenistan Cumhuriyeti idi ki o da ne Müslümanlara karşı sevecen duygular besliyordu, ne de Osmanlı isteklerini yerine getirmek konusunda zerre kadar niyeti vardı (82).

Vehip Paşa, Ermenilerin boşalttığı kentlere giren birliklerni gönderdiği raporları aldı ve Ermeni vahşet eylemlerinin kanıtlarını kendi gözleriyle gördü. İstanbul'daki üstlerine gönderdiği kendi raporunda, acıklı durumu şöyle anlattı:

Silah kullanabilecek yaşta olan bütün ahali toplanmış, yol yapımı için [gidiyorsunuz denerek] Sarıkamış yönünde yürütülmüş ve kıyımdan geçirilmiştir. Geri kalan ahali Rusların çekilmesinden sonra Ermenilerin zulüm ve kıyımına uğramışlar, bunların bir bölümü yok edilmiş, cesetler kuyulara atılmış, insanlar evleriyle birlikte yakılmış, süngü kullanımıyla sakat edilmiş, toplu kıyım yapılan binalarda insanların karınları deşilmiş, ciğerleri sökülmüş, kızlarla kadınlar her çeşit iblisçe davranışa maruz kaldıktan sonra saçlarından asılmışlardır. İspanyol enkizisyonunun uyguladıklarından beter olan bu vahşet eylemleri sonucunda canl ıkalabilmiş kişiler yoksulluk içinderir, canlıdan çok ölüye benzemektedir, dehşete düşmüşlerdir ve içlerinde aklını oynatanlar vardır; bunlardan 1 500 kadarı Erzincan'da, 30 bin kadarı Erzurumda'dır. Halk açtır ve sefalet içindedir. Çünkü neleri varsa ellerinden alınmıştır ve tarlalarını ekememişlerdir.

Ahali, Rusların bıraktığı depolarda bulunan bir miktar yieeck sayesinde canlı kalabilmişlerdir. En kötü koşullarda olan, Erzincan ile Erzurum çevresindeki köylerdir. Yol boyundaki köylerden kimi taş üzerinde taş bırakılmayarak hak ile yeksan edilmiş, halkının tümü kıyımdan geçirilmiştir (83).


Erzincan

Erzincan'da olaylar 1918 Ocağının sonunda başladı. Erzincan yöresinde Rus ordusuna alınmış olan Ermeni askerler, rus ordusunda hizmet gören Fransız kökenli bir subayın, Albay Morel'in sözde komutası altında, duruma hakim idiler. Bunların yanı sıra bir de Sivas'ın yerlisi olan ve Murat denen çete başının komutasında Ermeni çetecilerden oluşan bir güç vardı. Müslüman ahalinin kıyımdan geçirilmesi, esas itibariyle, bu Ermeni çeteciler eliyle yürütülmüştü.

Ermeniler ilk etkinliklerinde, Müslüman toplumunun ileri gelenlerini topladılar ve kimini kentin içinde, kimini yakın çevrede öldürdüler (84). Geriya kalan Müslümanlar ise kitlesel kıyımdan geçirildi ve birçoğu kentin meydanındaki barakalarda yahut bitişik evlerde diri diri yakıldılar.

Yüzlerce Müslüman, çevre köylerden kenti getirildi ve orada infazdan geçirildi (85). Olabilidiğince çok sayıda Müslümanı öldürmek amacının güdüldüğü, Ermeni önderlerin, daha sonra başka yerlerde de tekrarladıkları davranışlarından açıkça belli idi (86). Bunlar çevre köyleri dolaşıyorlar ve köylülere kente gidip orada toplanmalarını emrediyorlardı [ve kente gidenler öldürülüyordu]. Böyle yapmayanlar [köyde] kıyımdan geçiriliyordu.

Kıyımın başlamasından on gün sonra, Osmanlı ordusu, artık bir hayet kente dönmüş olan Erzincan'a girdi; Ermeniler kaçmışlardı, Müslümanlar ise can vermişlerdi. Osmanlı ordusu, tüm yanı boyunca cesetlerin yayıldığı bir yolda yürüdü:

[Vehip Paşa bildiriyor:] Çardaklı Boğaz'dan Erzincan'a kadar, bütün köyleri yakılıp yıkılmış gördüm: öylesine ki, tek bir köylünün kulübesi bile yakılıp yıkılmaktan kurtulamamış. Bütün mevya bahçelerindeki ağaçlar kesilip devrilmiş ve bütün köylüler öldürülmüş. Tarih, Ermenilerin Erzincan'da yaptıkları türden bir vahşet yazmamıştır. Üç gün boyunca Ermenilerin öldürüp sonra bir yana fırlatıverdiği Müslümanların cenazelerini toplamaktan başka iş yapmadık. Bu masumlar içinde daha sütten kesilmemiş çocuklar, doksanlık ihtiyarlar ve parça parça edilmiş kadınlar da bulunmaktaydı (87).

Vehip Paşa'nın hesaplamasına göre, 1 000'den fazla ev yakılıp yıkılmıştı (88). Erzincan'daki kamu hizmeti binalarının tümü, ayrıca Müslümanların özel konutlarından çoğu, tümüyle yıkılmıştı. Bazı durumlarda, mesela asker kışlaları bakımından, yakıp yıkma, Müslümanları kıyımdan egçirme uygulamasının bir parçasıydı [içine insan doldurup kışlaları yakıyorlardı]. Başka bazı binalar, mesela camiler, yönetim binaları, Osmanlı devletinin ya da İslam dininin simgeleri oldukları için yakılıp yıkılmışlardı. Yakıp yıkmanın kapsamına bakarak şu sonuca varılabilir ki; Ermeniler, Erzincan'ı kendi ellerinde tutabilecekleri kanısında değillerdi; tersine, kent, düşmana teslim edilmektense yakılıp yıkılmalıydı. Kent, bir yıkıntı yığını durumundaydı (89). Erzurum'a gelen Osmanlı askerleri dehşete düşürücü bir görüntüyle karşılaştıklarını biliyorlardı. "Erzincan ağlanacak durumdadır. Kuyular Müslüman cesetleriyle doludur. Ötesi berisi koparılmış gövdeler, eller, bacaklar, kafalar hala evlerni bahçelerinde her yana dağılmış durumdadır" (90). Askerlerce 312 gömülmemiş ceset bulundu, kuyulardan, su arklarından 606 ceset çıkarıldı (91); aslında hiç kuşkusuz bu toplam sayıdan çok daha fazla sayıda insan öldürülmüş, [ama cesetleri gömülmüş, gizlenmiş vb. olduğu için bulunamamış yahut yeri, mesela atıldığı kuyu, bilindiği halde çıkarılamamış ve sayılamamış] idi. Yol yapımında çalışacaksınız denerek kentten alınıp götürülen 650 Müslümanın başına gelen saptanamamıştır (92).

Bayburt

Bayburt'ta olup bitenler, Erzincan'dakilere benziyordu. Başlarında Arşak'ın bulunduğu Ermeni çeteciler, Erzincan'da olduğu üzere, çevre yörenin halkına, kentte toplanma emrini verdiler. Ne var ki, Müslümanlar, yakın zamanda Erzincan'da olanları duymuşlardı (93), hepsi dağlara kaçtı. [Sonradan] Bayburt kentinin kendisi, 1918'de Osmanlı ilerleyişi önünde geri çekilmek zorunda kalan Ermenilerce geniş ölçüde yakılıp yıkıldı. Ermeni çeteleri ayrılmadan önce, 250 Müslümanı merkez hapishanesine doldurldular ve hepsini orada öldürdüler. Kentte yaklaşık 400 yapı, yakıldı. Osmanlı birlikleri kente ulaşınca, ayrıca 200 cesetin ya alelacele gömülmüş ya da yollarda yatar durumda bulunduğunu gösdüler. Öldürülen Müslüman sayısı 600'ü asmış olabilir (94).

Tercan

Tercan kasabası, geri çekilen Ermenilerce tümüyle yakılıp yıkıldı. Çoğu, bir Rus mülzeme deposunda bırakılmış dinamitlerle havaya uçurulan binaların yıkıntıları Müslüman cesetleri ile doluydu. Yıkıntılara giren Osmanlı birlikleri yalnız çocuklardan 700 kadar cenaze saydılar. Canlı kalmış Türkler ve Osmanlı birlikleri, bu vahşet eylemlerinden dolayı Ermenileri suçladılar. "Halk Ruslardan zulüm görmedi. Bütün bu vahşet eylemleri ve yakıp yıkmalar, Rusların çekilip gitmesinden sonra Ermenilerin yaptığı işlerdir" (95).

Erzurum

Kentte, Rus yönetiminin son bulmasına rağmen Erzurum içindeki Türklerin durumu, hiç değilse Osmanlı doğusunun diğer yerleriyle karşılaştırıldığında, göresel olarak iyi idi. Rus yönetimi son bulunca, Ermenilerin elinde kalan Türklerin başına önce hakarete uğramalar, sonra dağa kaldırmalar ve mallarının gasbedilmesi, en sonunda da ırza geçmeler ve öldürmeler geldi. Türkler sokaklarda saldıya uğruyorlardı, evlerinde dahi ortalıkta gezinen Ermeni çetelerine karşı, daha fazla güvenlikte olmaları pek sözkonusu değildi (96).



Müslümanların sonuncu [kök kazıma amacı güden] kıyımına Erzurum'da 10 Şubat 1918'de başlandı. O gün, çok sayıda Müslüman, zorla çalıştırılacakları söylenerek toplandı, sonra soyuldu ve Erzurum kentinden çıkış yolunun başı olan Kars kapısı önünde öldürüldüler. Kentin içinde ise, kapıları kırılarak evlerin içine girildi, bu evler talan edilip yakıldı, binlerce insan öldürüldü. Osmanlı makamları kentin içinde ve yakın çevresinde öldürülenlerin sayısını 8 bin olarak hesaplamışlardır (97). Bu makamlar, Erzurum'u, "yıkıntı durumunda bir kent" diye tanımladılar (98).

Olasılıkla, Osmanlı ordusunun hızlı ilerleyişi Erzurum'u daha büyük felaketlerden kurtarmıştır. Osmanlı ordu birlikleri kente girdiklerinde orada Ermenilerce öldürülmüş binlerce Müslüman'ın cesedini buldular. Kentin geri alınış günü olan 12 Mart 1918 ile 20 Mart arasında, Osmanlı askerleri 2 127 erkek cesedi saymışlardı; sayımı ve araştırmayı sürdürüyorlardı. Bunlar sadece kent sınırları içinde ve Osmanlıların kente girişini izleyen 8 gün içinde bulunan erkek cesetleriydi, yani öldürülenlerden yalnız bir bölümünün cesetleriydi (99).

Kırsal alanda

Köyler de elbetteki, Ermenilerden kurtulamadı.Erzincan'da Yüzbaşı Refik'in [Refik Ahmet Altınay] bildirdiği üzere, "Trabzon'dan Erzurum'a kadar bütün köyler bir yıkıntı yığını durumundadır" (100). Bu belki bir abartmadır, ama yine de oralardan bir kez Ermeni birlikleri geçince Müslüman köylerinin düştüğü durumu belritebilmektedir. Hristiyan köylerine genellikle dokunulmamıştı; bunun böyle olduğunu Amerikan kaynaklarındaki ifadeler de doğrulamaktadır (101)

En kötü yıkım, Ermenilerin Erzincan'dan Erzurum'a ve Trabzon'dan Erzurum'a çekiliş yolları üzerindeki köyler arasında yapılmıştı; ikini olarak sözü edilen yörede, bu olayların bazısında keza Rum çete birlikleri de sorumlu idi. Osmanlı askeri raporlarına göre, Erzincan bölgesinde Ermeni çeteleri kaçmadan önce Yeniköy'de 20 evi yakmışlar, Aşkale'de 35 kişiyi öldürmüşlerdi (102). Hınıs'dan Köprüköy'e doğru yolu izleyerek kaçan Ermenileryol boşunca karşılarına çıkan köylerde gördükleri her Müslümanı öldürüdler (103). Yiyecek ambarları tahrip edilmişti ve bildirildiğine göre Mamahatun/Tercan'da kasaba içinde olsun çevre köylerde olsun 400 Müslüman öldürülmüştü (104). Geri çekiliş sırasında Ermeni çeteleri yanından geçtikleri Müslüman köylerine çabucak dalıyorlar ve kimi bulabiliyorlarsa öldürüyorlardı. Mesela, Tazegül köyü bir çete tarafından yakılmış ve 30 köylüsü öldürülmüştü; aynı şey, aynı yöredeki Öreni köyünde de oldu (105). Osmanlı Dahiliye Nezareti ayrıca 36 Müslüman'ın Yusufeli'nde, 150'sinin İspir'de, 85'inin Köprüköy'de öldürüldüğünü bildirmişti. Badıcıvan'da 200 kişi öldürülmüş, 385 kişi yaralanmıştı (106).

Erzincan'ın kuzeyindeki köylerin durumu, doğusundaki köylerin durumuna geniş ölçüde benziyordu. Bu [kuzeydeki] köyler, Rus işgali sırasında Ermeni çetelerinden çok çekmişler, Ermenilerin geriye çekilişi sırasında çektikleri ise dha beter olmuştu. Yalnız köylerin yakılıp yıkılmasıyla ve köylülüerin öldürülmesiyle yetinilmemiş, canlı kalanların geçim kaynaklaır da tahrip edilmişti. Ürün verir hale gelmesi yıllar alan meyva ağaçları, kesilip devrilmişti.

İçinden Ermeni askerlerin ya da çetecilerin geçtiği bölgelerde pek az Müslüman köy ühasara uğramaksızın yaşamını sürdürebilmiştir. Köylüler ya dağlara kaçmışlardı ya da öldürülmüşlerdi. Olayların yerinde bulunan Avusturya gazetelerinin bir muhabiri, Dr. Stephan Eshnanie şu bildirimi yapmıştı: "Trabzon'dan Erzincan'a ve Erzincan'dan Erzurum'a bütün köyler yakılıp yıkılmıştır. Vahşice ve zalimce öldürülmüş Türklerin cesetleri, her yerdedir. Şimdi Erzurum'dayım ve gördüğüm şeyler korkunçtur. Hemen hemen tüm kent yakılıp yıkılmıştır. Cesetleri kokusu hala havayı dolduruyor..." (107).

Müslüman sığınmacılar yolları doldurup tıkamışlardı ve çoğu kez bu yollarda saldırıya uğradılar, öldürüldüler, kadınlar dağa kaldırıldı ve neleri varsa gasbedildi (108).

Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarında Ermenilerce yakılıp yıkılın Müslüman köylerinin listesi, keza öldürülen insanların listesi, çok uzun yer tutardı. Bölgeler, tümüyle, özellikle de geri çekilen Ermeni askerlerin yürüyüş yolu üzerine düşen yöreler, yıkıma uğramıştı. Köyler yakılmış ve dinamitlenmiş, nüfusları kıyımdan geçirilmişti. Kökten kazıma yöntemleri değişik oluyordu. Mesela Ermeniler Erzurum'un kuzeyindeki Erkinis köyünde 50 Müslümanı öldürdüler. Kırsal alandaki Hasankale kasabası temeline dek yıkılasıyayakıldı; halkından kaçamayanlar, öldürüldü (109). Salıpazar, Akkilise ve İnesil gibi Erzincan yakınındaki köylerde Ermeniler uzun bir süreye yayarak halkı yavaş yavaş [acele etmeden] öldürdüler (110). Bildirildiğine göre 300 kişinin kıyımdan geçirildiği [Şimdi Erzurum ili Aşkale ilçesi merkez bucağına bağlı] Kükürtlü gibi bazı diğer köylerde Ermeniler at sırtında köyün içine daldılar ve Müslüman ahaliyi birgün içinde kıyımdan geçirdiler (111)

Osmanlı askerleri doğu Anadolu'yu Ermenilerden geri aldıkları zaman dehşet verici görüntülerle karşılaştılar. Gördüklerini, ayrıntılı raporlarda aktarmışlardır. Mesela, "Ermeniler, Erzurum'un kuzeyindeki Erkinis köyünden yaklaşık 50 Müslümanı alıp götürmüş ve öldürmüşlerdir...Hasankale'nin köylerinde ve yakın çevresinde Müslümanlar mermiyle, baltalarla, bıçaklarla öldürülmüşlerdir. Genç kızlar iğrenç istekler için kullanılmış, içlerinden kimi Ermenilerce alınıp götürülmüştür... (112)

Ermenilerin çekilmesinden sonra, doğu Anadolu'nun çoğu bölümü bir mezarlığa dönmüş haldeydi.

KİLİKİA [ÇUKUROVA VE YAKINLARI]

Kilikia denerek bir coğrafya bölgesinin anlatılması, o dönemde kullanılan Filistin, Ermenistan ya da Kürdistan deyişleri bakımından da olduğu gibi, yanlıştır [belirginlikten yoksundur]. Bunların hiçbiri yönetim örgütünde bir bölümü göstermiyordu. Genellikle, Kilikia deyimi Adana vilayetini, Maraş sancağını ve bunların hemen yakınındaki yöreleri kapsıyordu.

Savaş kazanımlarının bölüşülmesi sırasında, bağlaşık devletler, Kilikia'yı Suriye'nin kuzeye uzanmış bir bölümü gibi işlem görmeye bağlı tuttular ve onu Fransa'ya peşkeş çektiler. 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında yapılmış Sykes-Picot anlaşmasına göre [savaşta Osmanlı yenilirse, onun ülkesi bölüşülürken] Fransa'ya verilecek bölge, Osmanlı'nın Adana ilinden, Haleb'in kuzey yanından, Diyarbekir ilinden, Marure-t-el Aziz [Elazığ] ilinden ve Sivas ilinden çoğu bölümü de kapsıyordu; bu bölge Adana, İskenderu, Maraş, Antep, Mardin ve Diyarbekir/Diyarbakır kentlerini içine alır. Ancak, savaş sona erdiğinde Fransa'nın bu kadar geniş bir bölgeyi asla egemenliği altına tutamayacağı açıkça görüldü. [Fransızlarca] Yalnız Kilikia için istem öne sürüldü. Osmanlı'nın savaşta yenilmiş bulunduğunu kabullendiğinin belgesi olan Mondros Mütarekesi'ndeki kuralarra göre: bağlaşık devletler, limanları işgal edebileceklerdi ve "Bağlaşık devletlerin güvenilğinitehdid eden herhangi bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik noktayı işgal etme" hakları vardı. (Mütarekede 7. madde); keza, Toroslardan geçen demiryolu tünelleri sistemini işgal edebilirlerdi (113). Bu kurallardan hiçbiri, keza mütareke anlaşmasındaki diğerherhangi bir kural, bağlaşık devletlerce Kilikia bölgesinin işgal edilmesini de kapsıyor anlamında yorumlanamazdı, ama Fransızlar kendilerini mütareke koşulları ile bağlanmış saymıyorlardı.

Mondros Mütarekesi'nin 16. maddesine göre, "düzeni korumak için zorunlu olanlar dışında" bütün Osmanlı birlikleri Kilikia'dan çekilecekti. Osmanlı 2. Ordusu ağır ağır hareket etti ve 1918 yılının sonunda Pozantı batısına doğru, Konya yönünde ilerledi; arkasında sadece, Osmanlı egemenliğinin temsilcisi olarak jandarmalar bıraktı. Osmanlı ordusunun yerine Fransız birlikleri geldi. Fransızlar kötü örgütlenmişlerdi ve asıl Suriye'de kolluk işlevini yürütebilmek için bile yetersiz sayıda idiler, nerede kalmış ki bir Kilikia'da o işlevi gereğince yürütebilsinler. Başlangıçta bu birliklerin komutası, savaş zamanı çekişmelerinin barışçı yoldan çözümlenmesine pek az ilgi gösteren subaylarda idi. Dahası, Kilikia'ya gönderilmiş Fransız subaylarının, meselaAlbay Bremond'un, halkın mallarına el koyarak ve hatta yağma baskınları yürüterek yığınla kişisel zenginlik edinmek amacında olduğu ileri sürülmüştür (114). Bundan kötüsü şuydu ki, Fransız [subayların] komutası altında ek az Fransız asker bulunuyordu; böylece Kilikia'daki Fransız birlikleri, gerçekte sömürgelerden gelme yahut Ermeni askerlerden oluşuyordu; ikinci türdekiler, Fransız subayların ancak sözde denetimindeydi. Kilikia'daki Fransız işgalinin ilk görevlileri, Ermeni Lejyonu idi (115) Fransız Legion d'Orient topluluğunun bir parçası olan Ermeni lejyonu 4 tabura bölünmüş yaklaşık 5 bin askerle subaylardan oluşuyordu (116) ve bunlar Mısır'da birliğe yazımlanmışlardı. Birlikteki askerler, Anadolu'dan gelme Ermeni sığınmacılar, Yakın Doğu'nun diğer bölgelerindeki Ermeniler ve Avrupa'dan hatta Amerika'dan [gönüllü] gelmiş Ermenilerdi. Daha işin başından beri, Lejyonun amacı pek açıktı. Ermeni subayların belirttiği üzere, Lejyon mensupları düzenli Fransız ordusunun birliklerindeki askerler gibi [Fransa'yı her düşmana karşı savunmak için] değil, özellikle Türklere karşı savaşmak için ve yalnız bunun için kendine özgü bir topluluk olarak askere yazımlanmış idiler (117). [Bunların yaptığı azgınlıklardan dolayı suçlanınca] Fransız kaynakları [makamları], Ermenilerden oluşan birliklerin bir disiplin yokluğu salgınına düşmüş bulundukları ve subaylarının emirlerini dinlemeyi reddettikleri iddiasını öne sürmüşlerdir. Ermeni birlikleri, Ermeni ayaklanmacı gruplarının [Taşnag, Hncag vb] şiddetle etkisi altında idiler. Müslüman düşmanı duyguları o kadar güçlüydü ki, hatta Fransız ordusunun Cezayirli Müslümanlardan oluşan birlikleriyle meydan savaşı benzeri çatışmaya girdiler (118).

1918 yılının Kasımında, Ermeni lejyonu Beyrut'ta polisle çatıştı ve Fransızları pek utandırdı. Ermeniler, Beyrut'taki rezaletten sonra hemen, Türkiye topraklarını işgal etmek için kuzeye gönderildiler. Kasımın sonuna doğru, İskenderun'a vardılar. Bazısı orada kaldı, diğerleri Aralık sonuna doğru Adana vilayetini işgal etmeye gönderildiler. İskenderun, Baylan ve Dörtyol'da bunların gelişi üzerine karışıklıklar çıktı. Dörtyol bölgesinde Ermeni köylülerle Ermeni askerler bir olup Müslüman köylerine saldırdılar. Türk köylüler dağlara çekildi. Arkada bıraktıkları mal mülk talan edildi (119). Fransızlar, Müslüman evlerine yapılan saldırıları bastırmaya çabaladığında, Baylan'daki Ermeni askerler kazan kaldırdı. Başkaları [kazan kaldırmış durumunda olanlardan başkaları] birliklerinden kaçtı ve [kaçak] lejyonerlerden, yerli Ermenilerden ve [oralara gelmiş] Ermeni sığınmacılardan oluşan topluluklara [çetelere] katıldı; bu topluluklar Arap Deresi ve Kırıkhane kasabalarına saldırdılar (Ocak, 1919) (120).

Ermeni lejyonu İskenderun'a girer girmez Müslüman evlerini bastı; sözde Türklerce alınıp kapatma edinilmiş Ermeni kızlarını arıyordu (121). Bu gibi etkinlikler sırasıda bazı ırza geçmeler oldu; ayrıca, Ermeniler tarafından [Ermeni kızı bulduk, kurtarıyoruz diye] alınıp götürülen kadınların pek azı aslında Ermeni kökenliydi (122). Adana vilayetinde de Ermeni birliklerinin boy gösterdiği her yerde bu türden olaylar çıktı. Osmanlı hükümeti işgal güçlerinin kendi yürüttükleri politika için araç olarak çok geniş kapsamda dipçik kullanmasının kayıtlarını tutmuştur. Türklerin öldürülmesi yaygındı, ancak, o dönemde batı ve doğu Anadolu'daki ve Kafkasya'daki durumla kıyaslanınca, öldürmeler daha dar ölçüde kalmıştı (123). Yerli Ermeni köylülerden, geriye dönmüş Ermeni sığınmacılardan ve Ermeni Lejyonu kaçaklarından çeteler kurulmuştu. Bunlar, tüm işgal bölgesindeki Türk köylülerinin üzerine yırtıcı kuşlar gibi çullanıyorlardı (124). Türk köylülerinin, yasa uygulansın diye başvuruda buhunmak çaresi ya da destek görmek umudu yoktu; çünkü yerel yönetim sözde Fransızların elinde olmakla birlikte, gerçekte Ermenilerin elindeydi. Fransızlar kendilerinin ve İngilizlerin Ermenileri dizginleyemediğini ve Türk yakınmalarının gereğini yapamadıklarını ileri sürüyorlardı; Fransız Generali Hamelin bu yakınmalar hakkında "Halka karşı yapılan (soygunculukla gasbetme, silahlı saldırı, talan etme, öldürme gibi) her çeşit aşırılıklara ilişkin olarak öne sürülen ve ne yazık ki çoğu gerçeklere dayanan yakınmalar" diye söz etmekteydi (125).

Türklere karşı saldırılar yürütüledursun, Ermeniler kalabalık sayılarda olarak, Kilikia'ya göç etmekte idiler (126). Bunların çoğu olasılıkla Anadolu'nun çeşitli bölgelerinin yerlisi olan ve daha önce oralardan ya çıkmış ya da Osmanlılarca sürülmüş bulunan sığınmacılardı. Fransız ve İngiliz makamarı (savaştan hemen sonraki dönemde sorumluluk İngilizlerdeydi), bu göçle gelişi kolaylaştırıyorlardı. 8 bin Ermeni gemiyle Mersin'e gönderildi (127) ve birçok başkası daha, kara yolundan Kilikia'ya geldi.

Anadlou'nun diğer yörelerinden sığınmacılar, hatta bütün savaş boyunca bulundukları Kayseri gibi bölgelerden gelme Ermeniler, Kilikia'ya, yeni bir Ermeni vatanı olacağını sandıkları yere gittiler. Fransızlarla İngilizler savaş dönemindeki hınçların unutulmuş olacağını varsaymışlardı ama pek yanlış hesap yapmakta idiler.

Ermeni Lejyonunun varlığına kesin biçimde son verilmesi, İskenderun'da 16 Şubatta başlayan olaylar üzerine oldu. Orada Ermeniler, Fransızların Müslüman askerlrine saldırdılar, baş kaldırdılar, Müslüman evlerini yakıp talan ettiler ve yerli Müslümanları öylesine öldürdüler ki, telefat sayısı belirtilememiştir (128). Kilikia'nın art bölgelerindeki eylemlerinin tersine, Ermeni lejyonunun İskenderun'daki eylemleri tüm dış dünyanın gözleri önünde yapılmıştı ve bağlaşık devletlerce Ermeni birliklerini kullanma konusunun yeniden gözden geçirilmesine [sonuçta da, o kullanımdan vazgeçilmesine] yol açtı. [O sırada] hala Suriye ve Kilikia'da en üst otorite durumunda olan İngiliz Suriye komutanlığı, Ermeni birliklerinin çekilmesini ve yerlerine İngiliz düzenli ordu birliklerinin geçmesini emretti. Bir Fransız tarhçisinin eserindeki Kilikia işgali üzerine özetlenmiş anlatımdan:

İskenderun'daki toplu kazan kaldırmadan iki gün sonra, Kilikia'daki kendisinde [yalnız İskenderun'da değil], soyma, Türklere karşı işlenen çeşitli vahşet eylemleri, sözde "kurtarmak" için genç kızların kaçırılması, silah gücüyle dağa kaldırma gibi pek çeşitli disiplinsizlik olayları [görülmüştü ki, bunlar] Lejyonun göreviyle hiç bağdaşmıyordu (129). Gerçekten de, Ermeni birlikleri 18 Şubat ile 16 Mart 1919 arasında [İskenderun'dan] çekildiler ve Adana, Mersin, Hamidiye'de yeniden toplandılar; karışıklık çıkarıcı halleri burada da bir zaman süregitti (130).

Ermeni Lejyonunun çıkarılıp atılmasına rağmen, Kilikia'da durum pek oynak kaldı. Bağlaşık devletler arasında oluşturulan zaptedilmiş yöreleri bölüşme tasarımlarına uygun yolda, İngiliz garnizolarının yerini az sonra Fransız askerleri aldı; bunların çoğu Senegal'de yazımlanmış sömürge devşirmeleri ve Ermenilerden oluşan yardımcı birliklerdi. Müslüman ahaliye saldırılar, özellikle Kilikia'nın doğu yanında, Maraş sancağında, bitmek bilmedi. O yörede, Türk çeteleriyle Ermeni çetelerininher biri, diğer toplumdan olan insanları öldürmeye giriştiler (131). Kimi ele geçirilmiş Fransız silahlarıyla donanmış olan Türk köylüler, Fransızların ve (Fransızlarca silahlandırılmış, yerli) Ermenilerin saldırılarını püskürttüler (132). Güneydoğu'nun şehirlerinde ve köylerinde, Fransız birlikleriyle yerli Ermeniler Türklerin evlerini yaktılar, yapılar talan ettiler, Müslüman kadınların ırzına geçtiler ve Türk ahaliyi öldürdüler. Müslümanların elindeki silahlar zorla alındı, Ermenilere verildi. Buna rağmen, Türkler toplum olarak silahlanmışlardı ve direniş göstermekteydiler (133). Olaylar 1920 Martında, Türk birlikleri Maraş'ı Fransızlardan geri alınca, bir dönüm noktasına geldi (134). Maraş'ın yeniden zaptedilmesi üzerine kendini gösteren meydan çatışmaları ve kıyımlarda binlerce Türk ve Ermeni öldürüldü. Kent geniş ölçüde özellikle Fransız topçu ateşinden ve kasden kundaklamalardan dolayı, yıkıma uğradı. Fransız sömürge askerleri ve Ermeniler, çekilişleri sırasında, yolları üzerine düşen bütün Müslüman köylerini yakıp yıktılar. Amerikan Yüksek Komiseri [Amiral] Bristol'ın sözleriyle:

Birliklerin çoğu Fransız sömürge askerlerinden ve Ermenilerden oluşuyordu. İlerleyişleri sırasında, cezalandırma eylemi diye, birçok Türk köyünü Maraş'tan çekilişleri sırasında da hemen hemen bütün Türk köylerini yakıp yıktılar (135).

Maraş bölgesi Ermenilerinin çoğuluğu Fransızlarla birlikte kaçmışlardı ama binlerce Ermeni de geride, Türk ordusunun koruması altında kalmıştı. Maraş sancağında Ankara hükümeti yönetiminin kurulmasıyla kargaşalık aşağı yukarı tümüyle son buldu ve orada artık hiçbir kıyım olmadı (136). Ancak çatışmalar, Kilikia'nın geri kalan yörelerinde sürüp gidiyordu ve Türk birlikleri, Müslümanların kıyımdan geçirileceği endişesinde idiler. İngiliz raporlarına göre, TBMM birlikleri Adana ve Mersin'i geri almaktan uzak duruyorlardı, çünkü ilerledikleri takdirde şehirlerdeki Müslümanların tümünün hepsi de silahlanmış olan yerli Hristiyanlarca tolu olarak kıyımdan geçirileceklerinden çekiniyorlardı (137).

Bir yandan Türklerle Fransızlar arasındaki çatışmalar, diğer yandan Ermeni ve Türk çetelerininn işlediği cinayetler, Fransızların 1921 Aralığında kesin olarak Kilikia'yı boşaltmalarına ve yanları sıra yaklaşık 30 bin Ermeniyi götürmelerine kadar, süregitti. Daha çok Ermeni Kilikia'nın [geri kalan] hemen hemen bütün Ermeni nüfusu, az sonra, onları izledi [138]. Fransızlar verdikleri kayıp arttığı için Ermenilere gittikçe daha az bağlılık gösterir oldular ev Kilikia'yı kendi denetimleri altında tutacak bir Ermeni azınlığı oraya yerleştirmek için zorunlu bedeli [bu girişimin maliyetini] ödemeye isteksizlik gösterdiler. Gerçekten de, Kilikia'da Ermenilerin davranışlarını aşırı derecede eleştirmeye başladılar. İngilizler ona Haçin'de Türklerce kuşatılmış durumda bulunan Ermenileri kurtarmak üzere, Ermenilerce kullanılacağını söylediği silahları vermekten son günlerde niçin caydığını sorunca, Fransız komutan General Gouraud, şöyle yanıt vermişti:

Daha önce ya kendi köylerini savunabilmeleri ya da Kilikia'da harekat yapan Fransız askeri kollarına bağlı yardımcı birlikler oluşturabilmeleri için gerçekten Ermenilere silah dağıtılmıştı. Her birinde [yörede Ermenilere silah verilmişse], Ermeniler, aynen Türklerin kendilerine karşı gösterdiklerini iddia ettikleri davranışı, Türklere karşı yapmak için talanlara girişmek için, köyleri yakmak ve silahsız Müslümanları kıyımdan geçirmek için, bundan yararlandılar (139).

Bağlaşık devletlerin işgal ordularının varlığı ve Kilikia'daki Müsülman Türklerin hızla örgütlenmesi, oradaki durumun Erzurum ya da Erzincan'da olup bitenler doğrultusunda gelişmesini engelledi. Kuzyedoğu Anadolu'da, Ruslar ülkeyi işgal edip egemenliği Ermenilere bırakmışlar, onlar da Müslümanları kıyımdan geçirmişlerdi. Kilikia'da, tüm savaş süresince egemenlik Osmanlı'da kalmış ve [Fransız işgalinden sonra dahi] bölgedeki Osmanlı kurumları yeri yerinde, işlevini sürdürmüştü. Osmanlı ordusunun kalıntıları, Osmanlı jandarması ve yerli Müslümanlarla birlikte, Ermeniler orada görünür görünmez direnişi örgütlediler. Ankara hükümetinden destek görerek, bu Türkler, önce Ermenilere karşı direnişe başladılar, arkasından Fransızlara direndiler. Her ne kadar Fransızları kesin bir yenilgiye uğratamadılarsa da, güneydoğu Anadolu'nun herhangi bir parçasının işgal altında tutulmasını, gerek insan yaşamı yönünden gerek giderler yönünden o kadar pahalıya mal olur hale getirmesini becerdiler ki, Fransızlar bu işgali sürdüremediler ya da, en azından artık sürdürmek istemediler (140).

GÜNEY KAFKASYA

Kafkasya'daki Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı boyunca ve ondan hemen sonra çektikleri, özellikle de Anadolu'dan göç etmiş Ermeni sığınmacıların çektikleri, pek bilinmektedir ve bu konuda çok şey yazılmıştır (141). Onlar arasında açlık ve hastalık geniş ölçüde hüküm sürmüş, pek yoğun telefat gerçekleşmişti. Telefatın doğrudan nedeni olmuş etken, kuşkusuz Ermenilerin savaş sonunda, Osmanlı ordularının önünden alelacele kaçmaya koyulmaları idi. Göçe çıkmış olup da ölmüş gitmiş sığınmacıların sayısına, öç alma hırsıyla içi yanan Osmanlı askerlerinin yahut kendi evlerine dönüp de orada Müslüman kardeşlerini kıyımdan geçirilmiş gören Müslüman köylülerinin eline düşüp öldürülen Ermenilerin sayısı da eklenmelidir. Ancak, çoğu kişinin bilmediği bölgedeki Türklerin ve diğer Müslümanların ne kadar büyük acılar çekmiş ve nice kayba uğramış olduklarıdır.

Kafkas Rusyasındaki Müslümanların tarihçesi, 1917 Rus devrimi üzerine ortaya çıkan siyasal ve askeri olaylarla yakından bağlantılıdır. Rus imparatorluğu içindeki Müslümanların kıyımdan geçirilmesine Kars bölgesinde Osmanlının savaşın başındaki istilası ve yenilgisi (1914-15) üzerine başlanmıştı. Olan bitenlerin örneği sayılabilecek haller, 1878'den beri Rus imparatorluğuna katılmış bulunan Oltu yöresinde kaydedildi. Rusların elinden Oltu'yu 1914 Aralığında Osmanlılar aldı ama, 1915 Ocağında şehir tekrar Ruslarca işgal edildi. Bunu, Müslüman köylerine yapılan saldırılar izledi; bu saldırılar tıpkı doğu Anadolu'da yapılmakta olanlar gibiydi (142). Ancak bu türden kıyımdan geçirmeler Ruslarac yalnız sınır arazisi kapsamında tutuluyor ve denetim altında bulunduruluyordu. Savaşın sakin geçen orta döneminde Kafkasötesi Rusyasındaki Müslümanların durumu hakkında elde pek az kayıt vardır. Onlar hiç kuşkusuz, 1916 yılında, 1917'de yahut 1920'de içinde bulundukları duruma göre çok daha güvenlikte idiler.

1917 yılının baharında, Rus ordusu, dengeli bir konumda, doğu Anadolu'nun zaptedilmesini tamamlıyacak gibiydi; Diyarbekir/Diyarbakır'ı, Harput'u, Irak'a kadar daha güneyde bulunan bütün yöreleri almaya hazırdı. Ne var ki, Rusların Şubat devrimi bütün harekat planlarını alt üst etti. Devrimin gerçekleştiği haberi baharda, Anadolu'daki birlikler arasında yayıldı ve artık hiç kimse, askerler olsun subaylar olsun, yeni siyasal durum belirleninceye kadar bir eylemde bulunmak isteğinde değildi. her ne kadar Rusların Anadolu'daki birlikleri, batı cephesindekilere kıyasla, daha uzun süre çözülmeden yerlerinde durmuş iseler de, sonunda onlarda dahi yığın halinde askerden kaçma başladı. Bolşevik devriminden, 7 Kasım 1917'den sonra, artık ortada Rus ordusu denebilecek bir ordu yoktu. Görev başında kalmış olanlar birkaç yüz Rus subaydan ve çoğu Ermeni olan Kafkasya birlikleri askerlerinden ibaretti. Kağıt üzerinde, bu birlikler, yeni kurulan ve Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan'dan oluşan Transkafkasya Federasyonu'na bağlı idiler; ama üç Cumhuriyet az sonra ayrıldı ve [Anadolu'daki] askerler Ermeni Cumhuriyetinin ordusunu oluşturur duruma geçtiler.

Ermeni Cumhuriyetinin askerleriyle, onlarnı bağlaşığı olan, Ermeni çetebirlikleri, 1917 ile 1918 arasında, olmayacak bir işi yapmya çabalar durumdaydılar. Ruslar olmaksızın Ermenilerin Osmanlı ordusuna karşı durabilmesi askeri yönden olanaksızdı. Üstelik Ermeniler, Anadolu illerinden akıp gelmekte olan pek yoğun bir Ermeni sığınmacılar göçünü örgütlemek ve savunmak zorunluluğunda bulunuyorlardı. (Savaştaki olaylardan sonra Anadolu'nun daha önce Rusya tarafından işgal edilmiş bölgelerindeki Ermeniler, yerli Müslümanların ya da dönmekte olan Müslüman sığınmacıların felaket getirici öç eylemlerine girişmesini beklemekte pek haklı idiler.) Güçsüzleşmiş askeri durumları nedeniyle Ermeniler, Rus Ermenistan'ına eski Erivan iline ve onu çevreleyen bölgelere, çekilmek zorunda kaldılar. En azından bir bölgenin Ermeni bölgesi olmasını sağlamaya azmetmişlerdi ve bunun sağlanması da o bölgenin yerlisi Müslümanları kıyımdan geçirerek yahut göç etmeye zorlayarak gerçekleşecekti. Doğuda benzer bir kader, çok daha küçük ölçülerde olsa da, Azerbaycan Ermenilerinin başına gelecekti. Sığınmacılar sınırı, her iki yönde aşıp geçtiler.

1919'da Erivan ilinde yaşayan Müslümanların çoğunluğu ya ölmüşlerdi [kıyımdan geçirilmişlerdi] ya da Ermeni Cumhuriyetinin sınırları dışına göçmüş, sığınmacı olmuşlardı. Bu Müslümanların yurtlarını bırakıp gitmesi kolay olmadı. İçlerinden birçoğunun 1918 baharında (hatta bazısı 1914 sonlarına kadar uzanan çok daha erken bir dönemde) zorla sürülmüş bulunmalarına rağmen bunların kimi, siyasal olayların daha dengeli bir oturmuşluk göstereceğini umarak, birkaç kez, evlerine geri gelmişlerdi. Dönüşlerin her birinde, can veren Müslüman sayısı artmıştıve yeniden göçe çıkanlar [bu nedenle] daha az sayıda kalmıştı. Çiftlikleri asla onlara geri verilmedi. Bu insanlar, bir yüzyıl önce başlamış bulunan büyük nüfus değiştokuşu faciasının son perdesinde [felakete] yakalanmışlardı. Anadoludan göç eden Ermeni sığınmacılar Ermenistan Cumhuriyeti ülkesine geldikçe, göç etmiş Müslümanların çiftliklerini aldılar. Buna karşılık Müslümanlar ya kıyımdan geçirildi, yahud Anadolu'ya ya da Azerbaycan'a zorla sürüldüler (143). 1919 Eylülünde Ermeni Cumhuriyeti'nden göçmen çıkmış Müslüman sığınmacıların canlı kalabilmiş olanlar belki 150 bin kişi idi ve bunlar arasında da hızlı bir ölüm telefatı gerçekleşmekte idi (144). Canlı kalabilmiş olanlardan birçoğu da, aslında, hemen sığınılabilecek yöre diye nereyi görmüşlerse oraya kaçmak zorunda bırakılmışlardı. Bu yörelergenellikle, çok sayıda sığınmacının geçimini pek sağlayamıyaack dağlık yerlerdi. Mesela Erivan ili Müslüman köylerinin 22'sinden canlı kalabilmiş insanlar, Üçtepe Dağları üzerindeki yaylalara kaçtılar (145). Bunların başına sonradan ne geldiğini saptamak olanağı bulunamamıştır ama, mutlu bir hal gelmiş olamayacağı açıktır. Novo Bayazit bölgesindeki çiftliklerden kaçan köylüler o çiftliklere bir daha dönemediler ve kendilerinden artık hiçbir haber alınamadı. Söylentiye göre, kıyımdan geçirilmişlerdir. Ermenistan Cumhuriyeti içinde canlı kalan az sayıda Müslüman, genellikle dışarıdan gelme sığınmacılardan daha beter durumda idiler ve onlara yardım etmek için uzanan hiçbir el de yoktu. Ne yiyecekleri vardı, ne de tohumlukları. Tekrar tekrar göçe zorlanmış bulunmak nedeniyle herşeylerini yitirmişlerdi (146).

Ermeni hükümetinin denetimi altında bulunan bölgelerde, devlet örgütü, Müslümanları ezecek biçimde işletilmekteydi. Mesela, Müslümanlara yüklenen vergilerin sadece keyfi olarak ve onların ödeme gücünü geçecek biçimde yükseltilmesiyle yetinilmemişti; bir de şikayette bulunmak için Ermeni jandarmasına giden, ortadan yok oluveriyordu (147). Olanak bulunca, Müslüman köylüler, belki de Osmanlılardan silah edinebildikleri için, direnme gösterdiler. Bu, özellikle, Müslüman Türklerin çoğunlukta olduğu Nahcivan'da ve RuslarınKars ilinde gerçekleşti (148). Bu bölgelerde ortaya çıkan çatışmalar, her iki yanın telefatına büyük sayılar ekledi. Savaş sonunda Kafkasyayıistila eden Osmanlı ordularının 1918 Mayısındaki hesaplamasına göre, batı Kafkasyada 250 Müslüman köyü Ermenilerce yakılmıştı. (149).

Kars ilindeki yerli Müslümanlar, Osmanlıların Birinci Dünya Savaşında mağlup olması [ve 1878-1918 dönemindeki sınıra çekilmek zorunda kalması] üzerine Osmanlı ordusunun korumacılığından yararlanma olanağı bir zaman için [yani Kazım Karabekir komutasındaki, TBMM ordusuna katılmış birlikler Kars'ı yeniden alıncaya kadar] ortadan kalkınca, devlet işlevlerini görecek yönetim örgütleri oluşturdular. Bu örgütler TBMM hükümetinin, kuzeydoğu Anadolu'da örgütlenmekte olan [ama henüz Kars yöresini almamış bulunan] birlikleriyle bağlantı kurdular ve TBMM hükümetine, kendi bölgelerinde, Ermenilerce gerçekleştirilmiş yakıp yıkma eylemleri üzerine ayrıntılı listeler sundular. Mesela, Kağızman'dan yapılmış bir bildirimde, 100 Müslüman Türk köyünün Ermenilerce yakılıp yıkılmasının listesi veriliyordu ve aynı bildirimde ayrıca, binlerce insanın öldürülmüş bulunduğu, yaklaşık 10 bin kişinin barınaksız kaldığı yolunda hesaplamalar bulunuyordu (150).

Doğudaki Osmanlı [Dokuzuncu] Ordu Komutanlığı, 1918 yılının Mayıs ayında "Kars, Sarıkamış, Erivan, Ahilkelek ve Kağızman'daki Müslüman köylerinden çoğunluğunun Ermenilerce yakılıp yıkılmış bulunduğunu" açıklamakta idi. Gönderdiği raporlarda, birçok köyün tek tek adı verilmektedir. (Mesela raporda, Tekeli, Hacıhalil, Kalul, Harabe, Dagor, Milanlı,Ketak, Alaca, İlham, Dangal, Ararca, Mulabi, Morcahit v.b. yer almaktadır) (151); bazı raporlarda da sadece yakılıp yıkılmış köylerin sayısı bildirilmiştir. (Mesela "Nİsan ayı içinde Saragıl kazasının 67 köyü yerle bir edilmiştir")( 152).

Pek güçlü bir eğilimle Ermeni davasının yandaşı olan ve bir Ermeni devleti kurulmasını isteyen İngilizler bile,ş Ermenileri "asıl Ermenistan'da" ve Baku'da Türklere karşı giriştikleri kıyım eylemleri konusunda resmen uyarmışlardır. Ermenilere, böyle kıyımlar süregiderse dünyanın desteğini yitireceklerini anlatmışlardır (153).

Kars

Savaş öncesinde Kars kenti ve ili [1878'den beri] Rus imparatorluğunun bir parçası durumundaydı. 1917 Rus devriminden sonra, Kars ilinin Ermeni halkından çoğu, Osmanlı ilerlemesi önünden kaçarak, Güney Kafkasya'ya göçmüştü. Savaştan önce Kars'ta Müslümanlar hiç tartışma götürmez yolda, çoğunluğu oluşturmaktaydılar (154). Osmanlı yenilgisinden sonra, Kars ilinde bir İslam Milli Şura'sı kurdular. 19 Nisan 1919'da Kars'ta fiili bir işgale girişen İngilizler, il kapsamında sivil ve askeri yönetimi Ermenilere verdiler, çünkü Kars'ın yeni Ermeni Cumhuriyeti ülkesi içinde bir bölüm olması bekleniyordu (155); bu konuda Müslüman çoğunluğun görüşü sorulmamıştı. Müslümanların silahları toplandı ve o silahlar Ermenilere verildi; öyle ki, il kapsamıdaki silahlı güçler artık sadece Ermeni çeteleri ve bazı Kürt aşiretlerinden ibaretti (156).
TABLO-14

1897’DE KARS İLİ NÜFUSUNUN DİNE GÖRE BÖLÜNÜŞÜ
<
Din Nüfus Oran (%)
Ortodoks 49 295 17.0
Ermeni (Gregoryen, katolik) 72 967 25.1
Papaya bağlı katolik 4 373 01.5
Diğer hristiyan 16 963 05.8
Yahudi 1 204 00.4
Müslüman 145 582 50.2
Toplam 290 654 -

Kaynak: 1897 Rus Nüfus sayımı.
Müslümanların kıyımdan geçirilmesine, daha İngiliz işgal birlikleri Kars’tan ayrılmamışken başlandı. 19 Nisan’da Ermeni Karç Murat çetesi Kars demiryolundaki bir trenden 7 Müslümanı zorla indirdi ve öldürdü. İngilizler hala orada bulunduğu için, bir soruşturma kurulu oluşturuldu ve Karç Murat ile çetesi mensupları [gıyaplarında yargılanıp] mahkum edildi, ama hiç kimse onları tukuklayamıyordu (157). Kars’da suç işlenmesi, böylece süregitti: talan, gasp, yakıp yıkma, cinayet. 1919 Haziranında , Ermeni ordusu Karakurt-Sarıkamış bölgesindeki Müslüman köylerini topçu ateşine tutarak ve makineli tüfek kullanarak saldırıya geçti, yakıp yıkmaya başladı (158). Büyük Şatak köyü tahrip edildi ve 5 Müslüman öldürüldü. Sağlık kazasında 13 köy yıkıntıya dönüştürüldü ve Horasan kazasında da 25 köyün başına aynı hal geldi. Müslümanlara ait çok sayıda koyun ve sığır zorla alındı.

Kars bölgesindeki Müslümanların kıyımdan geçirilmesi özellikle ilin kırsal kesimlerinde, Türkçe konuşan halkın yoğun bulunduğu yörelerde görülmekteydi (159). Ermeni çeteleri, Kars ile Oltu arasındaki Türk köylerini ve Akçakale’yi, Babirgend’i, diğer kasabalrla köyleri talan ettiler. Ermenilerce, Kağızman’dan 60 Müslüman, keza Puzant köyünün Müslümanları öldürüldü. Iğdır’daki Türkler ya silahlı çetelerce alınıp götürüldüler, yahut [hemen] öldürüldüler. (160). Kağızman’ın Türk yöneticisi Ali Rıza Bey, Kars İslam Milli Şurası [İngilizlerce] dağıtıldıktan sonra Ermenilerin talan ettiği köylerin bir listesini çıkarmıştı: Digor’da 63 köy, Kağızman’da 45, Karkorun’da 45, Sarıkamış’ta 46 köy ve daha nicesi. Ali Rıza Bey, ayrıca Ermeni çetelerin elebaşlarının adlarını liste halinde saptamıştı ve bu listede 68 isim bulunmaktaydı (161). Şuregel ve Zarşat bölgelerine Ermeni vahşet eylemlerini araştırmak için gönderilen bir Türk resmi soruşturma kurulu, her iki köyde yakılıp yıkılmış evlerin listesini çıkardı. ("Şuregel’de 45, Agnaç’da 60, İlanlı’da 70...") (162). Saptanarak bildirilen suçlar, Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da pek çok erneği görülenlerin, hüzün verici ölçüde tipik benzerleriydi: talan edilip yakılan köyler, gasbedilen sürüler ve tanışır mallar, ırza geçmeler ve insan öldürmeler (163). Kars yaylasında ya da Ervian yöresinin kuzey yanında, hiçbir yerde Müslüman köyleri güvenlikte değillerdi. Yaylada yaşayan Türklerin, Ermenilerce ya da bazen Rumlarca öldürülmesi, mallarının talan edilmesi, sık sık görülmekteydi (164). Ancak ilin dağlık bölgeleri Kürt aşiretlerince savunulmakta idi, bu aşiretler, Ermeni birliklerinin yaylalardanve kentlerden fazla ileriye gitmesini engellemekteydiler. Kürtlerle Ermenilerin arasında, kan davası diye nitelenebilecek bir mücadele vardı. Bunların her biri, ötekinden olup da kendi eline düşen herkesi öldürüyordu. Olayın gerçeğini gören belki de tek batılı gözlemci olan İngiliz Albayı Rawlinson Müslüman sığınmacılardan oluşan kafilelerin sürekli olarak Kars yaylasını terketmekte bulunduğunu bildiriyordu. Bildirimlerinde, hem işkence hem de cinayet olaylarının sözünü etmekteydi: bunlar hakkında araştırma yapmış ve iddiaların doğru olduğunu görmüştü (165).

Kars, bir yandan da, Erivan ilinden ve Ermeni yurdudur denmiş diğer bölgelerden gelme Müslüman sığınmacıların korkunç çileler çekmekte olduğu bir yerdi. Bu gibi bölgelerden 1919 yılında Kars yöresine gelip yığılmış olanların sayısı 25 bini bulmuştu (166). Bu sığınmacılardan birçoğu Kars ilindeki Ermeni çetelerin ve askerlerinin baskınına uğradılar. Köylerde Ermenilerce kıyımdan geçirmeye ve yakıp yıkmaya girişilmesi üzerine Sarıkamış’tan kaçmış olanların birçoğu [kaçış yollarında] öldürüldü (167).Kars İslam Meclisi’nin Başkanı İbrahim Bey, İngiltere Kralı V. George’a gönderdiği bir mektupta çok duygulu bir dille durumu betimlemekte ve Ermenileri şöyle anlatmaktadır: "Bunlar Kafkasya’nın güneybatısında (o arada Kars bölgesinde) 1 000’den fazla Müslüman köyünü tümüyle yakıp yıkmışlardır, 100 bin günahsız Müslüman kadının ve çoçuğun kanını dökmüşlerdir ve kirletilmemiş, el atılmamış ne namus ne da mal mülk bırakmışlardır (168).

Albay Rawlinson, Ermenilerin eylemleri ve amaçları hakkında aynı sonuçlara [Türklerin iddialarını doğrulayan sonuçlara] varmıştı:

Bunlardan başka Ermeni askerlerince Kars Yaylası’nda işlenen dehşet verici eylemler hakkında çok açık seçik bilgiler kulağıma geldi ve benim adamlarımdan sağa sola gitmiş olanlara yaptıkları muamele dolayısıyla onların [Ermeni askerlerin] disiplin yoksunluğu hakkında bir yargıya varabilmek fırsatını daha önce elde etmiş bulunduğum için, Tiflis’ten Zivin’e şu telgrafı çektim: "İnsanlık adın agereken odur ki, Ermeniler Müslüman halka kendi başlarına egemen durumda bırakılmamalıdırlar, çünkü [Ermenilerin] birlikleri disiplinsiz oldukları ve etkin bir denetimden yoksun bulundukları için sürekli olarak vahşet eylemleri işlenmektedir ve bunlardan dolayı da bizler (Kars’ı Ermenilere vermiş olan İngilizler [demek istiyor-yazarın notu]) işin sonunda pek haklı olarak vicdanen sorumlu sayılmak durumundayız" (169).

Azerbaycan, Baku, Elzabetpol [Gence]

Baku, 1917 Rus devriminin etkilerini, Kafkasya’daki herhangi bir diğer bölgeye göre çok daha çabuk ve çok daha eksiksiz biçimde duymuş idi. Petrol sanayiinde çalışan [çoğu Rus] işçiler ve şehrin Ermenileri, gerek bolşevik ideoloji yönünden gerek Ermeni milliyetçi-ayaklanmacı örgütlenişi için olgun [bilinçte birer kitle] durumundaydılar. Bu nedenle Baku, bir Sovyet [Bolşevik] Devrimcileri Kurulu ile Ermeni Taşnag Partisi’nin iğreti işbirliğiyle [bunlarca, ortaklaşa] yönetiliyordu. Böyle bir işbirliği, şehrin Azeri Türklerine (ya da, Rusların söyleyişi ile Tatarlarına) karşı işliyordu, bunlar ne Ermeniydiler ne de bolşevik yandaşıydılar.y 1919 yılında 30 Mart’tan 1 Nisan’a [3 gün boyunca] kadar Azeri Türklerine saldırılar yapıldı. Baku’nun Müslüman halkından neredeyse yarısı şehirden kaçmak zorunda kaldı (170).

Yalnız Bakü’de 8 bin ile 12 bin arasında Müslüman öldürülmüştü (171). 14 Eylül 1919’da Ermeni birlikleri şehirden çıkıp çekilmekteyken yerli Müslümanlar, öçlerini aldılar ve hemen hemen 9 bini bulan sayıda Ermeniyi öldürdüler (172). Türk [Osmanlı] birlikleri 16 Eylül gününde şehre girdi, düzeni yeniden kurdu ve geri kalan Ermenileri koruması altına aldı (173).

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin üzerinde hak iddia ettiği araziye giren Ermeni birlikleri, yolları üzerindeki bütün Müslüman köylerini yakıp yıktılar. Richard Hovannisian, bir Ermeni çete başı, Andranik için şöyle yazmıştır:

Güneye uzanan yolları düzenli Türk ordusunun tümenleri tutmuştu. Kendi çekilişine yol açabilmek için (Ermeni çete başı ve Generali) Andranik, bu durumda, Nahcivan üzerinden, Elizabetpol şehrinin en güney uçtaki ilçesi olan Zangezar’a ilerledi. Savaş boyunca orada kalan Andranik çeteleri, Azeri köylerini birbiri ardınca ezip durdula (174) Azeri ahali, 1919 yılı sonuna ulaşıldığında, kendi ülkesine kaçmış olan yaklaşık 60 bin sığınmacıya elinden geldiğince yiyecek ve barınak sağlamak zorunda kalmıştı. İstanbul'’aki Amerikan tam yetkili temsilcisi (Yüksek Komiser) Amiral Bristol, Kafkasya’daki Amerikan temsilcilerinin raporlarına dayanarak, Ermenilerce yakılıp yıkılmış 420 Müslüman köyünden 60 bin sığınmacının [Azerbaycan’a] geldiğini bildirmişti. (175). Amerikan haber alma görevlileri ve diplomatik temsilcileri, bildirimlerinde, olağanlaşmış olaylar dizisini anlatıyorlardı: Ermeni birliklerinin Azeri Türk köylülerine saldırısı, çoğu kez onları öldürmesi, kaçmak zorunda bırakması, buna tepki olarak Azerbaycan Hükümeti’nin bazen misillemede bulunabilmesi (176). Ermeni Başbakanı, Ermenistan’daki Bağlaşıklararası Yüksek Komisyon’da görev yapan Amerikan bağlantı subayı olan H. V. Bryan’a Ermeni ordusunun Türk [Azeri] köylerini kuşatma altındna tutmakla ve onları "boyun eğene dek açlıktan kıvrandırmakla" uğraştığını söylemişti (177). Bu saldırıların nedeni kısmen, Ermenilerin daha geniş bir ülkeyi kapsayan daha güvenli sınırlara ve halkının çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu araziden geçen demiryoluna çıkış sağlamaya gereksinme duymasıydı, kısmen de 1905’te açığa çıkmış bulunan geleneksel hınçlar idi. Neden her ne olursa olsun sonuç şuydu ki, Türkler köylerinden zorla çıkarılıyorlardı ya da öldürülüyorlardı.Londra’da [Britanya Dışişleri Bakanı] Curzon, seçkin kişilerden oluşan Ermeni heyeti üyelerine, "Ermenistan’ın kuzeydoğu sınırlarında kendi memleketlileri tarafından yürütüle duran aptalca ve savunulması imkansız eylemleri" anlattı. Curzon bu kişilere, işlenmiş suçların listelerini aktardı: bu listeler, Ermenilerin [suçu Azeriler üzerine atma çabalarına rağmen] çok daha fazla suçlu durumda bulunduklarını göstermekteydi (178).



(Amiral Bristol'ün sözleri): General Dro'nun [Andranik kasdediliyor] yanında [bulunarak] hizmet görmüş subaylarımın verdiği raporlardan biliyorum ki, savunmasız köyler topçu ateşine tutulmuştur ve sonra işgal edilmişlerdir; eğer orada kaçmamış yerlihalktan kimse bulunmuşsa bunlar vahşice öldürülmüşlerdir, köy talan edilmiştir, bütün sürü hayvanları gasbedilmiştir ve sonunda köy yakılmıştır. Bu eylemler Müslümanları baştan def etme amacıyla düzenli ve sistemli biçimde yürütülmüştür (179).

Savaştan önce, Erivan ilinde Müslümanlar halkın içinde aşağı yukarı Ermenilere yakın bir oranda bulunuyorlardı. Onlar Kafkasya'nın en çok çile çekmiş halklarından biri oldular. Ancak Ervian'dan çıkma [onların başlarına gelenleri gösteren, konsolosluk raporları gibi] kanıt nitelikli anlatımlar, pek kıt ve bölük pörçüktür. Sığınmacılar, yakılan, halkı kıyımdan geçirilen köyler hakkında bilgi vermişlerdir. (180), ama bunların dışıda kimselerin birinci elden bildirimleri pek az sayıda bulunabilmektedir. Erivan ilinin çoğu bölümüne Osmanlı orduları ya da TBMM orduları hiçbir zaman girmemişlerdir; bu nedenle Osmanlıların düzenlediği Erivan'ın Müslüman halkına ilişkin ayrıntılı raporları azdır (181). Kars'taki İslam Şurası, belki de sığınmacıların bildirimlerine dayanarak, Erivan yöresindeki yakılıp yıkılmış Müslüman köylerinin bir listesini hazırlamıştı: bu listede 1 Ekim 1919 günü itibariyle, yakılıp yıkılmış her bir köyün adı yazılmış ve köyde öldürülenlerin sayısı belirtilmiş bulunuyordu: yalnız iki ilçe kapsamında yakılıp yıkılmış 91 köy (182). Türk hükümeti [İstanbul'daki], Ermeni Cumhuriyeti'nde 199 Müslüman köyünün yakılıp yıkıldığını öne sürmüştü ki olasılıkla bunda pek abartma yoktur (183). 1920 Martında, Azerbaycan Cumhuriyeti, Ermeni Cumhuriyeti ülkesinde yapılan kıyımları resmen prostesto etti ve protesto yazısında yakılıp yıkılmış köyleri belirterek bunların listesini verdi. Ermeni devletinin "300'den fazla köyü yerle bir ettiğini ve bu köylerin Müslüman ahalisinden çoğunu kıyımdan geçirdiğini" belirtti (184). Hatta ülkesi geniş ölçüde İngiliz askerlerinin işgali altında bulunduğu için ses çıkarma olanağı kendisine tanınmayan İran Hükümeti bile kıyımları kınayan açıklamalarda bulundu (185). Ancak, en anlamlı eleştiri, Ermenilerin kendilerinden, Ermeni Cumhuriyeti Sosyalist-Devrimci Partisi'nden geldi:

(Ermeni Cumhuriyeti'nin) Parlamento Başkanlığı'na:

Şu istemimizin İçişleri Bakanlığı'na iletilmesini dileriz. Bakanlık, son üç hafta içinde Ermenistan Cumhuriyeti ülkesinde, Eçmiadzin, Erivan ve Surmalin ilçeleri kapsamında diziler halinde Tatar [Azeri] köylerinin, mesela Paşakend, Takiarlı, Kurukh-Güne, Taishouroukh cemaatine ait Alibek, Djan-Fida, Kerim-Arç, Agdjar, İgdalu, Karkhun, Eçmiadzin ilçesinden Kelani-Oroltkh ve bunların yanı sıra diğer pek çok köyün Tatar [Azeri] ahalisinden arındırıldığını ve talan edilip kıyımdan geçirme olaylarıyla karşı karşıya kaldığını haber almış mıdır? Yerel kolluk gücünün bu işleri engellemekten geri durmakla kalmayıp, üstelik talan etmelere ve kıyımdan geçirmelere etkin biçimde katılması; bu hallerin böyle soygunculuklardan ve kargaşalıktan tiksinme duyan, komşularıyla [Azerilerle] barış içinde yaşamak isteyen yerel [Ermeni] halkta çok kötü bir etki yaptığı, yerli halkın bu işlerden dolayı suçlu olanların her ne kadar bugüne değin cezalandırılmadan bırakılmış iseler de gereğince [suçlarının ağırlığı ölçüsünde] cezalandırılmasını istediği de [Bakanlığa duyurulsun] (186).


Ermeni Sosyalist Devrimcileri, kıyımlara karşı şikayetlerini hem parlamentoya sunmuşlar hem de kendi gazeteleri olan, Devrimci Bayrak'da dile getirmişlerdi. Her na kadar bekleneceği üzere, onların gösterdiği kanıtlar yalnız işin suçluluğunu kendi siyasal hasımlarının, iktidardaki Taşnag Partisi'nin üstüne yıkmak eğiliminde idiyse de, bu kanıtlar Azerbaycan Hükümeti'nin iddialarını tümüyle doğrulamaktaydı (187).

Rusların Erivan ilinin güneyindeki Nahcivan bölgesi, Ermenistan'ı İran'a ve daha doğudaki ülkelere bağlayan ana demiryolu çizgisini yeri olmak bahtsızlığına sahipti. Ermeni Cumhuriyeti, yalnız bu demiryolunu elde bulundurmaya azmetmekle kalmadı; ayrıca demiryolunun içinden geçtiği öblge hemen hemen tümüyle Türk olan bir nüfusa sahip bulundukça o demiryolunun hiçbir zaman güvenlikte olmayacağını düşündü. Bu nedenle demiyorlunun tümünü, hemen bitişiğindeki yahut yakınındaki Türk köylerinden arındırmaya karar verildi ve bu köyler Ermenilerin düzenli birliklerince yakılıp yıkıldılar. Ermeniler, daha önce Sarıkamış yakınında yaptıkları gibi, Türk köylerine topçu ateşiyle ve makineli tüfeklerle saldırdılar (188). Ermeni çeteci birlikleri Türk köylerine yapılan bu saldırılara destek oldular. Mesela, Nahcivan bölgesinde belki de 1 200 kişiden oluşan kalabalık bir Ermeni çetesi, Elmalı köyüne (burada ölü sayısının 688 olduğu bildirilmiştir) ve Ağuşma köyüne (bildirilen ölü sayısı 516), ayrıca başka köylere saldırdı (189). Köylüler ya öldürüldü ya da Azerbaycan'a yahut Türkiye'ye kaçmak zorunda bırakıldı. Amiral Bristol, olayları şöyle özetleyip bu ağlatıcı oyunda siyasal suçluluğğun kimde olduğunu belirtti:

Ermeni devleti, düzenli ordu birlikleriyle, 27 mil uzunluğundaki demiryolu çizgisi boyunca Tatarları [Azerileri] temizlemek girişiminde bulunmuştur ve bu da binlerce Tatar sığınmacının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu, Aydın vilayetinde [merkezi İzmir idi] Yunan harekatının bir benzeridir. Şurası da kaydedilmelidir ki, İngilizler Ermenileri cesaretlendirmekle, insanlık ilkelerine yahut halkların kendi kaderlerini kendi belirleme hakkı ilkesine uygun davranmamışlardır. Onlar da [Ermenilerin] diğer bir ırkı egemenlik altına alma tasarımının ve azgınlığın çoğunluğu yönetmesi girişiminin bir parçası olmuşlardır [buna hizmet etmişlerdir]; hem de o azınlığın çoğunluğu yönetebilmek şöyle dursun kendi kendini bile [pek aşırı siyasal düşmanlık nedeniyle Ermeniler birbirine girdiği için] yönetmekten aciz bulunduğunu pek iyi bilmeleri gerektiği halde (190).

İşte bu Ermeni saldırıları, Azerilerin kendi içlerinde örgütlenmek ve Türk [Azeri] halkı savunmak azmini pekiştiren ana neden olmuştur. [Azeriler] sonunda, güçlü bir direniş örgütleyip Ermenileri durdurabildiler, ama "27 mil uzunluğundaki" bölgede köyler yitirildikten sonra (191).

TABLO-15
1914’te ve 1926’DA ERİVAN İLİNDEKİ TÜRKLER [192]
270 000 1914’teki “Türk-Tatar” ahali nüfusu*
89 000 1926’daki
181 000 Kayıp (%67)

*Savaş sonrası sınırlara uyarlanarak hesaplanmıştır. [193]
Kaynaklar: 1915 Rus İstatistik Yıllığı ve SSCB 1926 Nüfus Sayımı.

Erivan Müslümanlarına uygulanan kıyımlar ve zornla göç ettirmeler konusunda en iyi kanıtlar, savaş öncesinin ve savaş sonrasının nüfus istatistiklerinden çıkmaktadır. Tablo 15, (Rus istatistiklerinde "Türk-Tatar'lar" diye anılan)Türklerin Erivan'da savaştan önceki ve sonraki sayılarını gösteriyor. Müslümanların tümü bu tablo içinde hesaba katılmamıştır, çünkü 1926 SSCB nüfus sayımı, dine göre ayırım yapmamaktadır ve 1914 yılına ait sayılarda da Türk olmayan Müslüman toplulukları özel olarak belirtilmiş değildir. Erivan'ın Türk olmayan Müslümanlarının da Türkler kadar kötü çileler çekmiş bulunduğunu varsayabiliriz.

Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcından savaş sonrasındaki ilk nüfus sayımına kadar, Erivan ilindeki Müslüman ahalinin üçte ikisi yok oluvermişti. Bunların birçoğu göç edip sığınmacı durumuna düşmüştü, birçoğu da ölmüş [öldürülmüş] idi. 1820 yıllarında çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir il durumuna gelen Erivan ili, 1920'lerin başında, ancak küçücük bir Müslüman azınlığa sahipti.

MÜSLÜMAN SIĞINMACILAR

Aynı dönemdeki Ermeni ölüm telefatı gibi Müslümanların ölüm telefatının da çoğu, bu insanlar sığınmacı durumuna düşünce gerçekleşmiştir. Doğu Anadolu'dan yahut Kafkasya'dan göçe çıkmış sığınmacıların gerek Müslüman olanlarından gerek Ermeni olanlarından ancak pek az sayıda kişi bakımından işlerin yolunda gittiğinin anlatıldığına rastlayabiliyoruz (194); bunların içinde bulunduğu koşulların, aynı dönemde Avrupa'da yahut Batı Anadolu'da sığınmacı durumuna düşmüş kimselerinkinden daha da kötü olduğu varsayılabilir. Birinci Dünya Savaşı boyunca, doğuda, Müslüman sığınmacılar için kurulmuş sığınmacı kampları yoktu. Devletin Muhacirin Komisyonu, sığınmacılara yardım sağlamak için elinden geleni yaptı, ama kendi askerlerini bile doğru dürüst giydiremiyen bir devlet, bir milyon sığınmacı için ne ölçüde yardımcı olabilir? Üstelik, doğudan gelme sığınmacılar Anadolu'daki en kötü araziden geçmek zorunda idiler. Bölgede ne yeterince yol, ne de demiryolu vardı. Sığınmacıların barındırıldığı yörelerden birçoğuna ancak at sırtında yahut eşekle, katırla ulaşılabiliyordu. Yiyecek bulunabilse dahi ulaşım koşulları bu yiyeceğin anack pek azının sığınmacılara ulaşmasına olanak verebilirdi.

Bir Anadolu haritasına bakıp, [Anadolu] bölgelerinin ekonomik durumunu göz önünde tutunca anlarsınız ki Van'dan, Erzurum'dan ya da Bitlis'ten çıkmış sığınmacılar yeterli ulaşım sağlayaack tesislere [mesela demiryolu istasyonlarına], büyük nüfuslu merkezlere ya da bereketli tarlalara gelinceye kadar çok uzun sürecek yolculuklar yapmak zorundadır. Onlardan [sığınmacılardan] çoğunluğu için, böyle yolculukları yapabilmek imkanı yoktu.

Birinci Dünya Savaşında doğu Anadolu cephesindne ve daha sonra Türk-Ermeni savaşında yollara dökülmüş öylesien göçmen halk yığınları vardı ki, o çağdan kalma anlatımlar, neredeyse doğu Anadolu'nun ve güney Kafkasya'nın tüm halkının göçe çıktığı izlenimini vermektedir. Bu bir abartma ise de, pek o kadar büyük bir abartma değildir. Doğu Anadolu halkının Müslamanıyla Hristiyanıyla, çoğunluğu, ya ölüp telef oldu ya da evinden barkından ayrılmak zorunda kaldı (195).

Güney Kafkasyalı Sığınmacılar

Rus [imparatorluğunun] Transkafkasya'sından bilinmeyen sayıda Müslüman, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordularına katılmak amacıyla yahut da sadece Ruslardan kaçmak için o bölgeden ayrılmış olmalıdır. Rusların, savaş başlangıcında, sınır bölgelerini Müslümanlardan arındırmaya giriştikleri ve [bu yüzden] bazı Müslümanlarnı o zaman güneye doğur kaçmış bulunması gerektiği bilinmektedir. Ancak, gerçek Müslüman göçü, Rus devrimi İmparatorluk Rusyası'nı yıktıktan sonra geldi. Müslümanlar, Ermeni Cumhuriyeti içinde kendilernie zulmedilmesi yüzünden kaçışa koyuldular. Onlar ayrıca Kafkasya'daki Ermeni-Türk çatışmalarından ve Gürcü, Ermeni, Azeri Cumhuriyetleri arasındaki iç çatışmalardan da kaçtılar. Müslüman sığınmacıların pek azı askerdi; çoğunluğu savaşlara katılmamış Türk göçmenlerdi.

Asıl Kafkasya'dan kaçmakta olan Müslüman göçmenler genellikle önce Kars iline kaçıyorlardı. Burada çoğu kez yeniden Ermeni (ya da bazen, Rum) çetelerinin saldırısına uğruyorlardı. Saldırının en yaygın biçimi soygundan geçirme idi; göçmenlerin bütün sığırları ve taşınır malları ellerinden alınıyor, açlıktan ölmeye bırakılıyorlardı. Sarıkamış'ta, bütün talan malının alınması sonrasında Müslümanlar [bir de] kıyımdan geçirilmişlerdi (196).

Rus İmparatorluğu'ndan ayrılmış Müslüman sığınmacıların sayısın hesaplamak için uygulanacak yöntemler (197) karışıktır ve bulunan cevap kesin güvenlik göstermez. Rusya'dan gelen Müslüman sığınmacılar İstanbul üzerinden geçmiş bulunmadıkça bunların sayısı devletçe belinlenemiyordu ve [İstanbul üzerinden] geçenler de azdı. Rus Kafkasyası'ndan gelen sığınmacılar savaş döneminde yolculuk etmekte, denetimi yapılmayan sınırları aşmakta ve olanak buldukları yer neresi ise orada yerleşmekte idiler. Bir devlet makamının onları sayımdan geçirmesi ya da onlara destek sağlaması, söz konusu olamıyordu.

Doğu Anadolu'ya akan sığınmacıların sayısını saptamak böylesine bir hesaplama işi olduğundan ve sığınmacılar böylesine kalabalık sayıda gelmiş bulunduklarından, aşağıda vereceğimiz hesaplama [abartma yapıldığı suçlamasından kaçınmak için daima en küçük sayıları temel aldığından] bilinçli olarak, onların sayısını küçük gösterici sonuca varmaktadır. Sığınmacılara ilişkin sayıyı yüksek ya da küçük gösteren kaynaklar arasında birini yeğlemek seçeneği her karşımıza çıktığında, küçük sayı veren kaynak tercih edilmiştir. Bu nedenle, aslında, aşağıda vereceğimiz sayılar, Rus Çarlığı'ndan göçmen gelmiş Müslüman sığınmacıların sayısının, olabilecek en alt çizgisi [asgarisi] diye kabul edilmelidir. Gerçek sayılar hiç kuşkusuz daha yüksekti. Bunun gibi, çoğu durumda yalnızca Türkiye'ye gelip yerleşmiş olan, canlı kalabilmiş sığınmacıların sayısı hesaplanabilmiştir; bu sayı, yola çıkmış olanların sayısı karşısında pek çok daha küçüktür. Erivan ya da ona yakın yöreler üzerinden geçmek isteyen [ve oralarda öldürülen, izi bile saptanamayan] sığınmacıların sayısı doyurucu yolda hesaplanamamaktadır.

Rusya'dan gelen Müslüman sığınmacıların çoğunluğu, Türkiye Cumhuriyeti'nde, 1878'den 1921'e kadar Rusya'nın bir parçası olmuş ülke bölümlerine yerleşti. Bu bölümler Ruslar'ın Kars şehrini oluşturuyordu [198] ve savaş sonrasında Türk egemenliğinde bulunan ülkenin, göçmenlerin geldiği kendi evlerine barklarına en yakın yeri idi, ayrıca orada savaş zamanında gerçekleşmiş ölüm telefatı nedeniyle ve oradaki Ermeni halkın dışa göç etmiş bulunması nedeniyle orada göçmenlere verilebilecek çok tarla vardı. 1897 yılında, Rus nüfus sayımı [199] Kars ilinde 76 bin 521 Müslüman erkek gösteriyordu ve bunu daha doğru biçime getirerek söylediğimizde [200] her iki cinsten olan müslümanların sayısının 153 bin 42 olması gerektiğini görüyoruz. Bunun, Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılına projeksiyonunu [hesaplamayla uyarlanmasını] yaptığımızda [oradaki] Müslüman nüfusun 194 bin 628 kişi olduğu sonucuna varırız [201]. 1915-1921 savaşları sırasında Kars Müslümanları'ndan kaç kişinin öldüğünütam doğru olarak saptamak olanaksızdır, çünkü yoğun göç, tabloyu bulandırmaktadır. Yine de Kars'taki ölüm telefatının savaş alanı olmuş bölgenin herhangi bir diğer yerindeki kadar feci olduğunu güvenle varsayabiliriz; çünkü Kars, Ruslar'ın Ermeniler'in ve Osmanlılar'ın istila yol üzerinde bulunuyordu. Eğer Kars ilindeki yerli Müslümanlar arasında gerçekleşen telefatın, savaş döneminde olup bitenlerin [orada ve burada] benzerlik gösterdiği Van vilayetinde [Müslümanlar arasında] gerçekleşmiş bulunan orana ulaştığını varsayarak [202], 1922 yılında yerli Müslümanlar'dan 74 bin kişinin canlı kalmış bulunması gerekir. Ölüm telefatının Erzurum vilayetinde gerçekleşen oranda olduğu varsayarsak, 1922 yılında 134 bin kişi canlı kalmış olmalıdır.

1927 yılına ait Türkiye nüfus sayımında, vaktiyle [Ruslar'ın] Kars ili olmuş bölgede yazımlanan Müslüman nüfus 340 bin 399 kişi idi.


TABLO-16
KARS YÖRESİNDE SIĞINMACILAR
1922’de Kars yöresindeki [*] müslümanlar 317 703
1914-1922 döneminden canlı çıkabilmiş yerli müslümanların sayısı -73 959
Sığınmacı olarak gelenler 243 744

*Kars ili, Yusufeli ilçesi dışında Artvin ili, ayrıca Oltu, Kulp ve Iğdır kazaları.

Bunun geçmişe, 1922 yılına projeksiyonunu yaptığımızda [203], şu sonuç çıkar ki 1922 yılında o bölgede yaklaşık 318 bin Müslüman vardı. Bunlardan 74 bin ile 134 bin arasında bir bölüm, ya da ortalamayı alırsak, 104 bin kişi yerlilerdendi: böyle olunca göçmen gelmişlerin sayısı geriye kalan 218 bin kişi olarak belirlenir [204]. Söz konusu 218 bin kişi, kağıt üzerindeki imkana bakılırsa, Rusya'nındışında [Anadolu'daki] bi yerlerden göç edip gelmiş de olabilirler [205]. Ancak, Kars'ta yaşamın güçlükleri ve Anadolu'nun diğer öblümlerinde [oraya gelen göçmenlere verilebilecek] bol bol toprak bulunması karşısında, böyle bir iç göçün yapılmış olması son derece olasılık dışı görünmektedir. Gerçekten de, Rusya'dan gelen sığınmacıların [bile] birüçoğu Kars'ta kalmadılar, Anadolu'daki başka bölgelere geçtiler.

Böylelerinden birçoğu, batı yanda Samsun iliyle, güney yanda da Van ve Bitlis illeriyle sınırlanmış geniş bir bölgeye geçti ve orada yerleşti. Bu [bölgenin içindeki] illerde Türkler 1927 Türkiye nüfus sayımında Rusya'da doğmuş 14 bin 480 kişi yazımlamışlardı. Diğer illerde yazılananların içinde de kendisinin yabancı ülkede doğduğunu açıklayanların pek düşük oranda kalması deneyimimiz karşısında bunların gerçek sığınmacı sayısının ancak yarıs ıkadar olduğu olası görünüyor. Tam kesin olmadığını itiraf ettiğim ölçeği [Türkiye dışında doğan sığınmacıların ancak yarıs ıbu gerçeği söylüyor, öyleyse gerçek sayı, söylenenlerin iki katıdır ölçeğini] bu yasısı uygulayınca Rusya'dan Kars yöresine gelmiş Müslüman sığınmacıların sayısını bir kat fazla 28 bin 960 olarak kabul etmemiz gerekir.
TABLO-17
RUS ÇARLIĞINDAN ÇIKIP CANLI KALABİLMİŞ MÜSLÜMAN SIĞINMACILARDAN 1922 YILINDA KUZEYDOĞU VE DOĞU ANADOLUDA BULUNANLAR
Kars yöresinde 243 744
Diğer illerde 28 960
Toplam 272 704

Tablo 17'deki sığınmacısayılarının hesaplanması, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Türkiye'nin [Türkiye Cumhuriyeti] diğer bölgelerindeki sığınmacıların sayısını hesaplamak için uygulanmış olandan farklı yöntemle yapıldı. Buradaki sayılar, savaş döneminden canlı çıkabilmiş yani [daha açık söyleyişle] nüfus sayımında yazımlanıncaya kadar yaşamakta olan sığınmacıları gösteriyor. Eğer Rusya'dan gelen sığınmacılar evlerini barklarını bırakıp yola çıkarken sayımdan geçirilmiş bulunsalardı, sayıları önemli ölçüde daha fazla çıkacaktı. Kafkasya'dan yola çıkan bütün Müslüman sığınmacılardan üçte birinin, yaklaşık olarak 135 bininin [yolda] öldüğü yolundaki pek aşırı ölçüde ılımlı tahmin [207], başlangıçta göç yoluna çıkmış bulunanların sayısını 400 bin'i aşkın olarak kabul etmeyi gerektirecektir

İç göç sığınmacıları

Osmanlı'nın doğu illerinde, iki dönemde Müslüman sığınmacılar ortaya çıktı. Birinci dönem, Van'daki Ermeni baş kaldırmasıyla, 1915 yılı Nisanında başladı ve 1915 yazında Ruslar geriye çekildiği zaman son buldu. İkinci dönem, Ruslar'ın 1916 yılındaki, daha başarılı olmuş istilalarıyla başladı ve bu istila, sonuçta, Osmanlılar'ın Erzurum vilayeti ile Van, Diyarbekir, Mamure-t-el Aziz [Elazığ] ve Trabzon vilayetlerinden çoğu bölümün Rus işgaline girmesine yol açtı

Rus istilalarının ve Müslümanlar'la Ermeniler arasındaki toplumlar çatışmasının sonucu, doğal olarak, gerek Müslümanlar'dan gerek Hristiyanlar'dan, kendi halindeki kırsal yöre ahalisnin genel kapsamda göçe çıkmasıydı. Bu yüzden, Osmanlı'nın daha sağlam biçimde elinde tuttuğu, güneyde ve batıda kalan şehirlerle iller Türk sığınmacılarla doldu taştı. Bunların arasında, kuzeyde kalan Trabzon vilayetine ve kuzeydoğuda kalan Erzurum vilayetine gelmiş sığınmacılar, en bahtlılarıydı; bunlar orta ve batı Karadeniz illerine kaçtılar; oraları merkezi hükümetin denetimine daha yakından bağımlı bulunan, göresel olarak [güvenlik açısından] durmuş oturmuşluk gösteren yerlerdi [208]. Buradan bazısı, Trabzon ilinin güney yarımından ve Erzurum ilinden gelme sığınmacılar için yapıldığı üzere, İç Anadolu'ya gönderildi. Daha da doğuda kalan illerden kaçıp gelmiş olanlar daha az bahtlı idiler. Onlar, güney yönünde, Mamure-t-el Aziz, Diyarbekir ve Van vilayetlerine kaçtılar, ancak oralarda pek az yardım bulabileceklerdi. Bu sığınmacılardan birçoğu kaçışlarını çeşitli aşamalarda sürdürmek zorunda kaldılar; evlerinden barklarından ayrılıp bir yere göçüyor, Ruslar'la Ermeniler ilerleyinceye kadar orada kalıp sonra yine kaçışa koyuluyorlardı. Erzurum yöresinden olan göçmenlerçok kez, evlerinden ayrılıp Maraş, Adana gibi bölgelere kaçmak zorunda kaldılar; bu 600 kilometreden daha fazla yolculuğu yaya olarak yapmak demektir.

Anadolu içinde bir yerden diğerine kaçan iç göçmenlerin sağlam bir sayımı hiçbir zaman yapılmamıştır. Bölgenin durumu göz önüne alındığında, bir nüfus yasımı yapmak olanacağı bulunmuyordu. Yine de, Osmanlı Dahiliye Nezareti'nin Muhacirin Dairesi, kendilernie devletçe yardım malzemesi verilen, bir yerden başka yere ulaşımı sağlanan ya da barınak gösterilen sığınmacıların sayısı hakkında kayıtlar tutmuştur. Tablo 18'in hazırlanması için gerekli verilerin çıkarıldığı belgede [209], Dahiliye Nezareti'nin verdiği bilgilerin gerçekten yapılmış sayımlara mı yoksa yerel görevlilerin tahminlerine mi dayandığını anlamak olanacağı yoktur [210]. Güçlü olasılıkla, her iki yöntemden yararlanılmıştı. Dikkat etmeli ki, Tablo 18'de gösterilen sayılar yalnızca resmen kaydedilmiş sığınmacılara ilişkindir; belgenin kendisi, birçok sığınmacının o belgede verilen sayılar içinde hesaba katılmadığını belirtmektedir.
TABLO-18
EKİM 1916 İTİBARİYLE DOĞUANADOLUDA [DEVLETTEN] YARDIM GÖRMEKTE OLAN MÜSLÜMAN SIĞINMACILAR
Nereli olduğu Nereye gittiği [*] Sığınmacı sayısı
Trabzon ve Erzurum’un doğusu Samsun 79 100
Erzurum Sivas 300 000 [**]
Erzurum’un doğu ve güney yanı, Van Mamure-t-el Aziz 80
Van ve Bitlis Diyarbekir 200 000
Diğer - 43 800
Toplam - 659 100

*Bunların birçoğu, gitti yerde kalmayıp Anadoluda daha ileriye geçmiştir.
**”300 000’den fazla” Kaynak: Osmanlı Dahiliye Nezareti
Yörenin Ruslarca hesaplanmış savaş öncesi Müslüman nüfusu 2 milyon 300 bin olduğu için [211], 660 bin kişilik bir sayı, savaş öncesi nüfusun en azından dörtte birinin 1916 yılında sığınmacı durumuna düştüğünü gösterir. Muhacirin Nezareti'nin daha sonraki tarihli bir raporu, Birinci Dünya Savaşı sonu günlerindeki Müslüman sığınmacıların sayısını 868 bin 962 olarak göstermektedir [212]. Bu verilerin sadece resmen kayda geçirilmiş sığınmacıları kapsamına aldığı [213] ve çok sayıda Müslümanın daha göçmenler yollara düşmeden önce [kıyımdan geçirilerek] telef olduğunu göz önünde bulundurunca, [savaş öncesi kıyımdan kurtulup canlı kalabilmiş nüfusun toplam sayısı içinde] göçe çıkmışların oranının çok daha yüksek olduğu anlaşılır.. Osmanlı doğu illerinin savaş zamanı ölüm telefatının geneline bakılarak düşünüldüğünde, Doğu Anadolu'da bir yerden kaçıp başka yere giden iç göçmenlerin yarıdan fazlası ölmüş olmalıdır yargısına varılır [214].

NILES İLE SUTHERLAND'İN RAPORU

Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Doğu Anadolu'daki durumu, yörenin yerlisi olmayan kişilerden pek azı gözleriyle görmüştür. Görenlerin içinde bir grup, Amerikan misyoneri, Müslümanların çektikleri çileleri kendilerinden öğrenebilmek yönünden neredeyse tümüyle güvenilmez tanıklardır [çünkü Hristiyanlık gayretiyle Ermeniler'in kararlı yandaşı durumundadırlar]. Ermeniler Doğu Anadolu'dan çekip gidince, misyonerlerin ömür adadıkları çabaların tüm ürünleri yok olmuştu [ortada protestan mezhebine geçirtilecek Ermeni kalmamıştı] ve onların tek yanlılığı, [Müslümanlara karşı] nedenleri anlaşalabilir bozuk çalıcılığı, onları tanıklığına güvenilmez gözlemciler etmiştir. Ermeniler'e karşı girişilen eylemleri pek ayrıntılı olarak kayıtlara geçirmeyi becermişlerdir de, birkaç istisnası bir yana bırakılırsa, Müslümanlara karşı yapılan eylemleri anamamışlardır [anmaya dilleri varmamıştır]. Bir diğer grup, yine batılılardan, İngiliz ve Amerikan devletlerinin görevlileri, tıpkı misyonerlerde görülen çarpıklıklarla sakatlanmış idiler ve bir o kadar peşin yargılıydılar. Yine de içlerinden kimi, peşin yargılarının üzerine çıkıp keskin bakışlı [olayların içyüzünü daha görebilen ve anlatabilen] gözlemci olmak niteliği gösterebildiler.

Yüzbaşı Emory Niles ile Bay Arthur Sutherland, ABD Hükümeti'nden Doğu Anadolu'daki durum üzerine araştırma yapmak görevini almış Amerikalılardı. Onların vereceği rapor, adı ACNRE kısaltmasıyla gösterilen ama daha çok Near East Relief [Yakın Doğu Yardım Vakfı] diye anılan American Committee for Near East Relief tarafından, yapılacak yardım konusunda temel alınacaktı. Bu iki adam, pek alışılmadık insanlardı. Amiral Bristol’a doğruluğu pek eksiksiz istihbarat sunan Teğmen Dunn gibi, Niles ve Sutherland de [bir büyük kentte konaklayıp; şundan bundan duyduklarını rapor diye yazmaktan ise] düpedüz at sırtında bölgeyi gezme ve neyin gerekli olduğunu gözleriyle görme kararını aldılar. Keza, Dunn gibi, bu işi başkalarından pek az destek görerek ve büyük cesarat göstererek yaptılar. Cesaretleri raporlarına da yansımıştır; çünkü orada peşin yargılarının onlarıa yazdıracağı şeyleri değil, gerçekten görmüş, duymuş olduklarını yazdılar. Anadoludaki Amerikalılar için bu pek az görülür bir olaydır. İşin özellikle dikkate değer yanı, müslümanların hallerinden dolayı tasa gütmüş ve onları müslüman olarak değil, yardım gereksinmesindeki insanlar diye görrmüş bulunmalarıdır. Belki de çocuk saflığıyla kendilerine verilen talimatın , doğu Anadoluda yalnız hristiyanları değil, yardım gereksinmesinde bulunan herkesin durumunu bildirmeyi kapsamına aldığını varsaymışlardı ve buna görev davrandılar. Yardım gereksinmesinde olanların çoğu, müslümanlardı ve onların raporlarında dile getirdikleri çile çekiyor olma durumlarının çoğu müslümanlarnı çektiği çileye ilişkindi. Olasılıkla bu yüzden onların raporu, Amerikan Araştırma Komisyonları’nın belgeleri arasına hiçbir zaman konmadı; onun sadece bölümsel bir kopyası, Amerikan arşivlerinde, pek çeşitli konulara ilişkin belgeler arasında iyice gizlenmiş, çok şükür yok edilmemiş ama sadece gömülmüş durumda bulunabilmektedir [215]

Niles ve Sutherland, birçok durumda, yorum yapmaksızın, sadece gördükleri şeyi bildirdiler. Ancak gerçekten olan bitenin ne olduğunu gözlemlemeye başlayınca, Türklerle Ermeniler hakkındaki, tipik batılı kanısından başka şey olmayan kanılarını da değiştirmeye başladılar:

(Bitlis’ten, Van üzerinden geçerek Bayazıt’a giden yörede) Öğrendik ki, bütün bu yörede zarar vermeler ve yakıp yıkma, Rusların çekilmesinden sonra ülkeyi işgallerinde tutan ve Türk ordusu ilerlemeye başlayınca, müslümanlara ait herşeyi yakıp yıkan Ermenilerce yapılmıştır. Bundan başka, Ermeniler, müslüman halka karşı cinayetler işlemekte, ırza geçmekte, kundakçılık edip yangın çıkarmakla ve her çeşit korkunç vahşet eylemini işlemiş olmakla suçlanmaktadır. Önce bize anlatılan bu hikayelere inanmamıştık, ama sonunda inandık, çünkü herkes aynı şeyleri anlatmaktaydı ve bu anlatılanlar gözle görülür kanıtlarla doğrulanıyordu. Örneğin , Bitlis ve Van kentlerinden her birinde dokunulmamış [sağlam] bırakılan bir tek mahalle vardır ki o da Ermeni mahallesidir; o bölümün Ermeni mahallesi olduğu oradaki kiliselerle ve kapılar üzerindeki [Ermenice] yazıtlarla kanıtlanmaktadır; oysa müslüman mahalleleri tümüyle yakılıp yıkılmıştır. Ermeni köyü olduğu söylenen köyler hala ayaktadır, oysa müslüman köyleri tümüyle yakılıp yıkılmıştır [216]

Niles ile Sutherland ne Türk yandaşı ne de müslüman yandaşı gözlemciler idiler. Tam tersine onlar Doğu Anadolu’ya kendi kafalarında [o zamanki] yaygın Amerikan ön yargılarından hiçbiri eksik olmayarak gelmişlerdi. Müslümanlarca Ermenilerin kıyımdan geçirildiğinin hiçbir kanıtın görmemiş bulundukları halde, böyle kıyımların yapıldığına ve bunların batı dünyasında inanıldığı derecede korkunç biçimde yürütüldüğüne inanıyorlardı. Şu yorumlarını yazdılar: “Kanımızca Türklerin Ermenilere karşı işlenmiş hangi suçlardan dolayı sorumluluğu varsa, Ermenilerin de Türklere karşı işlenmiş tıpkı aynı türde suçlardan dolayı sorumlu bulundukları tartışma götüremez”. [İki sorumluluk hakkında yaptıkları açıklama bakımından] Fark elbette şurada idi ki, onlar Ermenilerin işlediği suçların kanıtlarını görmüşlerdi, ama Türklerin işlediği suçların kanıtlarını görmemişlerdi; suçlamanın biri kanıta dayanıyor, diğeri kulaktan dolama rivayete. Yine de, bu [tutumları] onların gerçekten görmüş bulundukları konusundaki açıklamalarını daha da güvenilir kılmaktadır, çünkü peşin yargılıklarına rağmen, Ermenilerce işlenen vahşet eylemlerine bildirimlerinde yer vermişlerdir.

İki Amerikalı Doğu Anadoluda savaştan sonraki durum hakkında bildirimde bulunmuşlardı. Çizdikleri tabloda, ürünlerin evlerin, insan yaşamının yok edildiği viran bir yer görülmekteydi. Erzurum ile [Doğu] Bayazıt arası yörede, canlı kalmış müslümanların elinde ne süt ne et ne de tahıl bulunduğunu görmüşlerdi. Müslümanlar yabani tahıllarla, yabani sebzelerle besleniyorlardı; “bunların hiçbirinde önemsenecek besin değeri yoktur”. Müslüman, başlarına gelen bu yazgıdan dolayı Ermenileri suçlamışlar ve Amerikalılar da onların haklı olduğunu kabullenmişlerdi.

Bu bölgede (Bayazıt-Erzurum arasında) soy[lar arası savaşım] durumu, Ermenistan sınırına yakın olmak yüzünden olağanüstü ciddi nitelik edinmiştir. [çünkü] oradan sığınmacılar gelip durmakta ve Ermeni devletinin ordusununun ve halkının müslüman ahaliye karşı yürüttüğü kıyımları, zulmü ve vahşet eylemlerini anlatmaktadırlar. Her ne kadar Van ilinde halen birkaç yüz Ermeni yaşamaktaysa da, Ermenilerin , kendilerine karşı herkesçe en büyük bir kin beslendiği için Erzurum vilayetinin kırsal bölgelerinde yaşayabilmeleri olanaksız görünüyor. Burada da Ermeniler, çekilme öncesinde köyleri yıkmışlar, kıyımlar yapmışlar ve müslüman halka karşı her çeşit vahşet eyleminde bulunmuşlardır; sınırın hemen öteki yanında Ermenilerin yaptıkları [bu yanda] Ermenilere karşı duyulan nefreti canlı ve etkin tutmakta [beslemekte]; bu nefret en azından Van bölgesinde için için yanıp durmaktadır. Ermenistanda [müslüman halkın kurban gittiği] düzensizlikler olduğu ve cinayetler işlendiği, [bu] yörenin her yanına gelen sığınmacılar tarafından ve [ayrıca] Erzurumdaki bir İngiliz subayı [Albay Rawlinson olmalı] tarafından da doğrulanmaktadır. [217].

Erzurum ile Ermeni sınırı arasındaki yörede yakıp yıkma hemen hemen eksiksiz yapılmıştı. Geri çekilen Ermeniler, çekilme yolları üzerine düşen köylerden olanak bulabildiklerinin tümünü yakıp yıkmışlardı. Konutların üçte ikisi yıkıntıya döndürülmüş, müslüman ahalinin çoğu öldürülmüştü; “.Bu bölgede [218] şimdi, çeşitli kazalara göre değişmek üzere, eski nüfusumuzun üçte bir ile dörtte bir arası bir bölümü kalmıştır. Ermenilerin çekiliş yolu üzerine düşen kentler ve köyler en çok zarar görmüş olanlardır” [219]. “Geçtiğimiz köylerin ve kentlerin tümü, savaşın izlerini taşıyordu. Çoğunluğu tümüyle yıkıntıya döndürülmüştü” [220]

Niles ile Sutherland’in gösterdiği kanıtların en anlamlı ve anlatıcı olanları, verdikleri istatistiksel bilgidir – ayakta kalabilmiş müslüman köylerine ve evlerine ilişkin sayısal bilgi verrmektedirler. Mesela, Van ile Bitlis ele alındığında 1919 yılında bu kentlerden her birinin, savaş öncesi dönemdeki nüfusunun %10’una yahut daha da azına sahip bulunduğunu saptamışlardı. Ermeniler birkaç tanesi dışında, bütün müslüman evlerini yakıp yıkmışlardı. (Tablo 19) Kamu hizmeti yapılarının ve müslümanların dinsel yapılarının tümü yok olmuştu.
TABLO-19
VAN VE BİTLİS KENTLERİNDEKİ YIKIM
[Kent] [Toplum] Evlerin Sayısı: Savaş Öncesi Evlerin Sayısı: Savaş Sonrası
Van Müslüman 3 400 3
" Ermeni 3 100 1 170
Bitlis Müslüman 6 500 -
" Ermeni 1 500 1 000

Kaynak: Niles/Sutherland.
Benzer bir durumla diğer [yörelerdeki] köylerde de karşılaşılıyordu. Müslüman köylerinin çoğu, düpedüz yok olup gitmişti. Ermeni köyleri ise yerli yerindeydi. Niles ve Sutherland, Van Vilayetinden ve Bayazıt Sancağından örnekler vermişti. (Tablo 20)
TABLO-20
VAN VİLAYETİNDE VE BAYAZIT SANCAĞINDAKİ KÖYLER:
SAVAŞ VE ERMENİ İŞGALİNİN ÖNCESİNDEKİ DURUMLA SONRASINDAKİ DURUM
Toplum Van'da Savaştan Önce 1919 Ağustos Bayazıt'ta Savaştan Önce 1919 Ağustos
Müslüman 1 373 350* 448 243
Ermeni 112 200** 33 33
Karışık 187 - - -
Toplam 1 672 550 481 276

*Diğer köylerden sağlanan malzemeyle onarılmıştır.
** Ermeni köyleri ve karma köyler
Kaynak: Niles/Sutherland
Niles ile Sutherland, Kafkasyayı görmemiş olmalarına ve Rusların olmuş bölgelerdeki müslümanların başına gelenler hakkında birinci elden bilgi sahibi bulunmamalarına rağmen , sığınmacılardan ve sınır bölgelerindeki müslümanlardan, tekrar tekrar, aynı anlatımları, aynı vahşet eylemlerini dinlemişlerdi. Kısmen de Anadoluda gözleriyle gördüklerine dayanan bir yargıyla, bu anlatımların doğru olduğu kanısına vardılar.

Kafkasyadan gelme müslüman sığınmacıların, kendilerine karşı ve orada kalmış müslümanlara karşı Ermenilerce işlenmiş vahşet eylemleri dolayısıyla en acıklı yakınmaları, Bayazıt’ta oldu. O zaman tuttuğumuz notlar, Ermenilerin kenti işgal ettikleri dönemde Bayazıt’ta neler yapmış bulunduğunu ve şimdi de Kafkasyada neler yapmakta olduklarını gösteriyor. Burada, Ermenilere karşı en yoğun bir kin ve öç almaya susamışlık vardır. [221]

Niles ile Sutherland, raporlarının sonuç bölümünde, Doğu Anadolu müslümanlarının tarihçesini pek isabetle özetlemişlerdi:

Her ne kadar bizim [görevlendirilmiş bulunduğumuz] araştırmanın tam kapsamı içine girmiyorsa da, Bitlis’ten Trabzon’a uzanan yörede bizi her yönden etkilenmiş olan en göze çarpıcı olgulardan biri şudur ki, içinden geçtiğimiz bölgede Ermeniler, diğer bölgelerde Türklerin Ermenilere karşı işlemiş bulunduğu suçların ve azgınlıkların tümünün Türklere karşı işlemişlerdir. Başlangıçta bize anlatılanlara hiç inanmamıştık, ancak bütün tanıkların tıpatıp aynı içerikte anlatımda bulunması, kendilerine yapılan haksızlıkları anlatırken pek besbelli olan duygulanmışlıkları, Ermenilere karşı besledikleri, gözün gördüğü nefret ve hepsinden güçlüsü olayların yerinde duran gözle görülür elle tutulur kanıtlar, bizi birinci olarak, Ermenilerin müslümanları çok geniş ölçüde zulmün çeşit çeşit inceliklerini (icatlarını) uygulayarak kıyımdan geçirmiş oldukları konusunda; ikinci olarak, kentlere ve köylere getirilen yıkımdan dolayı sorumluluğun çoğunun Ermenilere düştüğü konusunda, işin geneldeki gerçeği bakımından, ikna etmiştir. Ruslarla Ermeniler 1915 ve 1916’da, hayli uzun bir süre boyunca birlikte olarak işgal etmişlerdi ve o dönem boyunca hiç kuşkusuz Ruslarca bir hayli tahribat yapılmış bulunmasına rağmen, görünüşte pek az düzensizlik [talan, ırza geçme, cinayet vb.] vardı. 1917’de Rus ordusu dağıldı ve yörede egemenliği yalnız Ermenilere bıraktı. Türk ordusu Erzincan, Erzurum ve Van’da ilerleyince, Ermeni ordusu çöktü ve düzeli yahut düzensiz askerlerinin tümü, müslümanların malını mülkünü yakıp yıkmaya, müslüman ahaliye karşı vahşet eylemleri yürütmeğe koyuldular. Sonuç, tümüyle yıkıntıya dönmüş, eski halkından ancak dörtte birine ve eski yapılarından yalnız sekizde birine sahip olan bir memleketin; ayrıca müslümanlarda Ermenilere karşı, iki toplumun günümüzde bir arada yaşayabilmesini olanaksız kılan en keskin bir hıncın ortaya çıkması olmuştur. Müslümanlar bir Ermeni yönetimi altında yaşamaya zorlanmaları ihtimali karşısında, buna razı olmadıklarını ve savaşacaklarını belirtiyorlar; bize öyle görünüyor ki güçlü olasılıkla bu tehdidlerin gereğini yapacaklardır. Bu kanı, karşılaşmış [görüşmüş] bulunduğumuz Türk subaylar, İngiliz subaylar ve Amerikalılar tarafından da paylaşılmaktadır [222]

DOĞU’DA MÜSLÜMANLARIN UĞRADIĞI ÖLÜM TELEFATI

Kafkasyadaki ve Doğu Anadoludaki savaşların ölülerini hic kimse saymadı. Onların sayılarını hesaplamak için yapılabilecek olan, ancak doğuda savaştan önceki nüfus ile savaş sonrasındaki nüfus arasındaki farkı belirtmekten ibarettir. Bu işlemin sonucu tam da “savaş ölümleri”ni göstermez: çünkü arada gerçekleşen doğumlar ve doğal ölümler (yani savaş olmasa idi de olağan gidişat gereğince gerçekleşecek ölümler) bu sayının içinde bulunmaktadır. Yine de arada gerçekleşmiş doğumlarla, doğal ölümlerin birbirini dengelediği varsayılabilir. [223]; böylece [yapılan o işlem] savaş zamanı [ve savaş nedeniyle] ölümlerin tam doğruya hayli yakın bir hesaplanmasını vermiş olur. (bir de şunu göz önünde tutmalı ki] bu bölgelerin yerlisi olup da on o nedenle nüfus kütüğünde görülen müslüman askerlerden ölmüş bulunanlar da [aslında Çanakkale Cephesinde vb. yerlerde ölmüş bulunsa bile] ister istemez bu sayılar içinde bulunmaktadır). Göç etmelerin sonucu olarak, hesaplamada daha büyük çetrefilleşme [sorunun karmaşıklaşması] durumlarıyla karşılaşılır. Kafkasyadan müslüman sığınmacıların yığınsal göçe çıkmaları, örnek diye söylüyorum, Erzurum Vilayetinin savaş sonrası nüfusuna 10 bin kadar insan eklemiştir. [224]. Van, Bitlis ve Erzurum’a, bu illerden gitmiş Ermenilerin yerini bir ölçüde almak üzere, Kürtlerce [özellikle Anadolu içinde diğer yerlerden] göçler yapıldığının iyi kötü kanıtları vardır. [225]. Bu göçler Tablo 21’de listelenen, savaş zamanı ölümlerin hesaplanmasında sonucu yapay olarak düşük gösterici işlevdedirler.
TABLO-21
OSMANLININ DOĞU VİLAYETLERİNDE 1912’DEN 1922’YE MÜSLÜMAN AHALİNİN NÜFUS KAYBI
Vilayet [226] Nüfus Kaybı Sayısı Nüfus Kaybı Yüzdesi
Van 194 167 62
Bitlis 169 248 62
Erzurum 248 695 31
Diyarbekir 158 043 26
Mamure-t-el Aziz 89 310 16
Sivas 186 413 15
Halep [*] 50 838 09
Adana 42 511 07
Trabzon 49 907 04

*Vilayetin Türkiye Cumhuriyeti’nde kalan bölümü.
Kaynak: Niles/Sutherland
Tablo 21’deki sayılar, 1912 nüfusundan 1922 nüfusunu çıkarmakla bulunduklarından, 1922 yılındaki nüfus sayısı içinde göçmenlerin de yer alması, müslümanların ölüm telefatını gerçekte olduğundan daha düşük göstermeye yol açmaktadır. Sorun, Trabzon Vilayeti bakımından ve daha az ölçüde, Adana Vilayeti bakımından özellikle ciddidir. Trabzon yöresi, Anadoluda, sağlığa en uygun ve ekonomik açıdan en önemli yörelerden biriydi ve şimdi de öyledir. Anadolunun diğer yörelerinden Türklerin, ölüm telefatına uğrayanların yerini almak için Trabzon, Rize ve Samsun’a göç etmemesi hiç de beklenecek şey değildi. [228]. Bu nedenle, Trabzon [yöresi] için [savaştaki] ölüm telefatı, tabloda gösterilmiş bulunana göre bir hayli daha yüksek olmalıdır. Böylece Tablo 21’deki sayılar, aslında doğudaki müslüman ölümü telefatını olduğundan küçük göstermektedir. Buna rağmen, müslüman-ermeni savaşının felaketli sonuçları [tabloda dahil] kendini belli ediyor: Van Vilayeti müslümanlarının yüzde 62’si, Bitlis müslümanlarının yüzde 42’si ve Erzurum’unkilerin yüzde 31’i yok olmuştu [229].
TABLO-22
TRANSKAFKASYA BÖLGESİNDE [*] MÜSLÜMAN VE TÜRK NÜFUSUN KAYBI
Türkler Müslümanlar
1914’deki nüfus 2 171 000 2 743 000
1921’deki nüfus 1 844 000 2 330 000**

*Rus devletinin Bakü, Elizabetpol [Gence], Kutais, Tiflis, Kars ve Erivan illeri.
** Türkler [çeşitli Türki toplumlar] ile ilgili sayılardan [yukarıdaki sayıların birbirine oranı doğrultusunda hesaplama ile] çıkarılmıştır.
Kaynak: Rus [Çarlığı] ve SSCB istatistikleri [230]

Gerçek anlamda savaşın [ordular arası savaşın] daha az ölçüde yapıldığı Kafkasya bölgesindeki müslüman kayıpları, doğu Anadoludakiler kadar büyük değildi. Yine de, elebtte, ölüm telefatı önemli bir orandadır: Güney Kafkasya müslümanlarından yüzde 15’i ölmüştü. Bazı bölgelerde, özellikle Kars, Erivan, Bakü kenti ve Batı Azerbaycan’da, ölüm telefatı çok daha yüksek oranda [diğer yerlerde daha düşük oranda] gerçekleşmiş olmalıdır; ama bulunabilen istatistikler müslüman kayıplarını iller ve ilçeler yönünden ayrı ayrı belirlemeye olanak vermemektedir. Anadoluda olduğu gibi, göçler, tabloyu önemli ölçüde bulutlandırmaktadır [231]. Müslümanlardan ölmüş olanların tam sayısını bulmak, kendi başına önemli değildir; bu sayının önemi, doğudaki müslümanların uğradığı kayıpların muazzamlığını ifade etmekte bulunmasındandır. Savaşın başlangıcındaki çatışmaların yapıldığı illerde, yani Van, Bitlis ve Erzurum Vilayetlerinde, müslümanların en azından yüzde 40’ı, savaş sonunda ölmüş bulunuyordu. . [232]. Bu sayıların ifade ettiği çilelerin derinliği ve genişliği idrake sığmaz. Ölüm telefatı oranı, tarihin en büyük felaketlerinde, örneğin 30 Yıl Savaşlarında yahud [Ortaçağ Avrupasındaki] Veba Salgınında görülenin çok üzerindedir. Kuşkusuz ölenler, yalnız müslümanlardan değildi. Ermenilerin verdiği ölüm telefatının oranı da en azından bir o kadardı ve Ermenilerin kayıpları görmezlikten gelinemez. Ne var ki, dünya, öteden beri, Ermenilerin ne çileler çektiğini bilmektedir. Şimdi artık, dünyanın doğudaki müslümanların da ne çileler çektiğini ve bu çile çekiminin nasıl dehşetli felaket olduğunu gözden geçirmesinin zamanıdır. Ermeniler gibi müslümanlar da kıyımdan geçirildiler, akla durgunluk veren sayılarda olarak açlıktan ya da hastalıktan ölüp gittiler. Ermenilerinki gibi, onların ölülerinin de hatırlanmaya hakkı vardır.