Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

YERGANYAN AİLESİ’NDEKİ AMİRALAR


OHANNES AMıRA YERGANYAN
(HOVHANNES AMİRA YERGANYAN – “HACI ÇELEBİ” de denir)
[Doğumu: Yaklaşık 1765 – Ölümü: Yaklaşık 1835]

Ohannes Amira Yerganyan [Bkz. “Amiralar”] , 1809 yılında, altı kişilik ailesi ile birlikte, Erzincan’ın Eğin [Bkz. Kemaliye] ilçesinin Abuçeh (Apçağa) olarak bilinen bölgesinden İstanbul’a göç ederek, Harutyun (Artin) Amira Bezciyan’ın Yenikapı-Langa’daki, ünlü kuyumcubaşı Gümüşçü Kaspar Ağa’nın da ikamet ettiği, yalısına yerleşti.

Tarihte Ohannes Amira Yerganyan’ın adına, doğrulukları nedeniyle Sultan III. Ahmet tarafından kendilerine “Düz” soyadı verilen Düzyan ailesi çevresinde gelişen olaylardan dolayı rastlanır.

II. Mahmut devrinde, bağlılıkları nedeniyle sultan tarafından samur kürk giydirilen, saraya giriş çıkışları tümüyle serbest bırakılan, Kuruçeşme ve Yeniköy’deki yalılarında büyük bir zenginlik içinde yaşayan Düzyanların el üstünde tutulmaları birçok kişiyi rahatsız etmişti. Bunlardan özellikle biri Türk diğeri Yahudi olan iki kişi Düzyanların mahvolmalarını sağlamak için adeta yemin etmişlerdi.

Türk asıllı ve asıl korkulacak olanın adı Mehmet Said Halet Efendi idi [Bkz. Mehmet Said Halet Efendi] . I. Napolyon zamanında Paris Büyükelçiği yapmış, daha sonra gerçek yüzünü gizleyerek II. Mahmut’un gözdesi haline gelmiş ve padişaha istediğini her şeyi yaptırabilir olmuştu. Gerçek bir Hıristiyan düşmanı olarak, hem Paris Büyükelçiği’ne atanmadan önce aldığı büyük miktardaki borçtan hem de alacaklıları olan Düzyanlardan kurtulmanın tek yolunun onları çökertmek olduğunu biliyordu.

Diğerinin, yani Yahudi olanın adı ise ısrel’di (İskhel, Haskiel, Yehezkel, Ezekiel Gabay olarak da geçer). Kendi yanında yetişen Halet Efendi’nin sarrafı olarak, bir gün Darphane-i Amire eminliğinin başına kendisinin geçmesi ve kadrosunun tekrar Yahudilerden oluşturulması hayaliyle patronunun entrikalarını alkışlayarak destekliyordu.

Bilindiği üzere, Yavuz Sultan Selim, Mısır’ın fethinden sonra Abraham Castro isimli bir Yahudi’yi Darphane-i Amire eminliğine atamış ve bu tarihten sonra Darphane eminleri genellikle Yahudiler arasından seçilmişti. Darphanenin idaresinin bir Yahudi’ye verilmesi sadece o kurumun başındakinin Yahudi olduğu anlamına gelmiyordu. Onun aracılığıyla darphanedeki en küçük çalışandan en büyük ustalara kadar Yahudilerin istihdam edilmesi sağlanıyordu. Fakat son Yahudi Darphane-i Amire Emini Yako Bonfil olmuştu. 1758’de yerine Mikail (Mikayel) Çelebi Düzyan getirildi ve bu tarihten sonra, 60 küsur sene boyunca Darphane-i Amire eminliği veraset yoluyla babadan oğula intikal etmişti. Bundan başka, daha önce nasıl darphane kadroları Yahudileşmişse, Düzyanlarla birlikte de yerlerine Ermeniler gelmişti. Hatta darphane kayıtları Ermeni harfleriyle Türkçe tutuluyordu [Bkz. Resim-1].

Ermenice Darphane Kayıtları
Resim-1: Ermenice Darphane Kayıtları


Darphane’nin başındaki Krikor ve Sarkis Düzyan’ın zevk ve safaya düşkünlükleri, Darphane Nazırı Abdurrahman Fevzi Efendi’nin de benzer davranışlarda bulunarak işleri savsaklayıp büyük açıkların meydana gelmesine neden olması Halet Efendi’nin işini kolaylaştırdı. II. Mahmut nezdinde girişimlerde bulunarak Darphane Nazırlığı’na kendi adamı Hayrullah Efendiyi getirdi.

29 Ağustos 1819’da Halet Efendi, Hayrullah Efendi Darphane hesaplarını incelemeye başladı. İlk incelemelerde önemli bir kısmı Halet Efendi’ye verilen paralardan kaynaklanan hesap açıkları tespit edildi. Ancak Halet Efendi bu konuda hiçbir şey söylemediği gibi, Düzyanlar da şerefli insanlar olarak defterlerine onun adını hiç kaydetmemişlerdi. Diğer açıkların da, önemsiz örtülü ödeneklerden kaynaklanmalarına rağmen sonuçta hiç biri gözardı edilmedi.

Düzyan kardeşlerden ikisi aynı gün Darphane-i Amire’de yasadışı olarak tutuklandılar. Daha sonra 19 Eylül tarihinde, ailelerindeki bütün erkekler, çalışanlar ve uşaklarla birlikte Bostancıbaşı Hapishanesi’ne kapatıldılar. Eşlerine gelince, onlar da Ermeni Patrikhanesi’ne götürülüp kapatıldılar. Böylece ailelerinden toplamda yaklaşık kırk kişi hapsedilmiş oldu.

Sultan, suçlu olduklarına henüz ikna olmamışken beklenmedik bir olay Düzyanları hükümdarın gözünden düşürdü: Düzyanların bütün ikametgahları, başta Kuruçeşme’deki sarayları olmak üzere mühürlenmişti. Titiz bir arama, saraylarındaki gizli bir Katolik şapelini ortaya çıkardı.

Düzyanlar, Katolik Ermeniler olarak, kendi cemaatlerine ait kiliseleri olmadığından ve Latin Katolik kiliselerine gitmeleri de yasaklandığından, tüm diğer Katolik Ermeni aileleri gibi evlerinin bir odasını gizlice şapele dönüştürmüşlerdi. O devirde bir ıslam ülkesinde izin almadan Hıristiyan mabedi inşa etmenin cezası idamdı.

Türkler bir kısım Ermenilerin Roma Kilisesine duydukları sempatiyi bilmiyor değillerdi.

Fakat özellikle sultanın buyruğundakilerin, yasaklanmış yabancı bir dine alenen mensup olmaları, hükümdara karşı işlenmiş, Hazine savurganlığı iddialarından çok daha büyük bir suç oluşturuyordu. Böylece II. Mahmut daha düne kadar sevdiği Düzyanları kaderlerine terk etti.

Sonuçta komplocular uzun zamandan beri çevirdikleri dolapların semeresini görerek ölüm cezalarını uygulamaya koydular. 4 Ekim 1819 tarihinde Krikor ve Sarkis Düzyan kardeşler Bab-ı Hümayun önünde kafaları kesilerek, küçük kardeşleri Mikayel ve amca oğulları Mıgırdiç Çelebi Düzyan da Yeniköy’deki saraylarının penceresine asılarak idam edildiler.

Bu uygulamaların keyfiliği ve korkunçluğu karşısında gerek Osmanlı Ermenileri ve gerekse İstanbullu Hıristiyanlar, elçilikler de dahil olmak üzere dehşet içinde donakaldılar. Osmanlı adetlerine göre, idam edilen dört Düzyan’ın cesedinin denize atılması gerekiyordu. Sadrazam Burdurlu Derviş Mehmet Paşa’nın bankeri Mateos Amira Allahverdi, sadrazama 2500 altın lira vererek cesetleri satın aldı ve geceleyin tekne ile Kuruçeşme’ye kadar getirterek buradaki gizli ancak dini kurallara uygun aile kabristanına defnettirdi.

Diğer taraftan Düzyanlarin masum olduğunu bilen Kaptan-ı Derya Abdullah Paşa, padişahtan lütufta bulunmasını dileyerek mahkumların en küçük üç kardeşleri olan Hagop, Garabed ve Boğos’u, gözden ırak olup kendilerini unutturmaları için üç yıllığına Kayseri’deki bir Ermeni manastırına gönderdi.

Musevi İsrel, doğru zamanın geldiğini düşünerek, Halet Efendi’nin de desteğiyle Darphane-i Amire eminliğine talip oldu. Ancak şeyh-ül islam sultana 1758 tarihli “Darphane’nin başına Yahudi getirilemez” şeklindeki fetvayı hatırlatınca bütün planları bozuldu. ısrel Düzyanların Kuruçeşme’deki saraylarına el koymanın rehavetine kapılmışken, II. Mahmut Darphane-i Amire’yi, Ermenilerin elinde bırakarak, Darphane’ye uzun süredir alışık olan Kazaz Artin Bezciyan’a Amira ünvanıyla teslim etti.

Gizli şapel meselesi büyük çalkantılar yarattı. Düzyan’ların hatırı sayılır büyüklükteki mal varlıkları ve özellikle Kuruçeşme’deki saraylarında bulunan malları, 1820 yılı Mayıs ve Haziran aylarında açık artırma ile satıldı.

Düzyanların Yeniköy’deki leb-i derya mülkü, Baş Mabeyinci Halet Efendi’nin sarrafı, Düzyanların celladı isrel tarafından kapıldı.

Bir kış günü söz konusu yalıda saray görevlileri tarafından yapılan açık arttırmaya devlet büyükleri, ileri gelenler ve amiralardan oluşan büyük bir kalabalık katıldı.

Düzyanların mahvına sebep olan bu büyük yıkım, amiralar için de çok sarsıcı olmasına rağmen bu kasvetli binada vuku bulan hayli üzücü müzayedeye katılmalarının başlıca nedeni, kilisedeki kutsal eşyaları başlarına bir şey gelmeden mezattan kurtarmaktı.

Uzun bir bekleyiş sonunda Ermenilerin kalpleri çarparak bekledikleri an hihayet gelmişti. Bir odanın kapısı açıldığında içerde aziz ikonaları, haç ve mumlarla bezeli bir horan ve üzerinde, ayinlerde kullanılan kutsal kadeh bulunan bir masa göründü.

Müzayedede hazır bulunan zevat kaşları çatık bir şekilde kapının eşiğine dizilmişken, amiraların da heyecandan beti benzi atmıştı. Tereddütle bekleyen kalabalığın içinden biri birden içeriye doğru atıldı. Bu yalının yeni sahibi, Düzyanların celladı Yahudi İsrel’den başkası değildi. Horana yaklaştı, Ayinlerde kullanılan bir kutsal kadehi ((Isgih, chalice, calice, Kelch) kaldırıp elinde sallayarak alaycı bir gülüşle: “TÜKÜRDANLIK (Tükürük Hokkası)” dedi. Ama kutsal emanete hakaret etmek amacıyla sarfettiği bu sözcük daha dudaklarından çıkar çıkmaz suratında patlayan bir Osmanlı tokadıyla yere savrulurken, çelik gibi bir pençe de bileğini bükerek kutsal kadehi elinden aldı.


Ayinlerde kullanılan kutsal kadeh
Resim-2: Ayinlerde kullanılan kutsal kadeh


Orada bulunanları bir ölüm sessizliği kapladı. Tokadı yapiştırdıktan sonra kızgınlıktan beti benzi atmış bir şekilde kutsal kadehi öperek tekrar usulca masaya koyan kişinin Hacı Çelebi, nam-ı diğer Ohannes Amira Yerganyan olduğunu herkes bilmekteydi.

ısrel’e dönüp kızgınlıkla: “Senin cenabet ellerin bir kutsal emanete dokunamayacak kadar değersizdir” dedi.

Ayaklarının dibine devrilen İsrel, Yerganyan Amira’ya uzun ve ölümcül bir bakış fırlattı. Bir zamanlar Düzyanlara ait olan bu terkedilmiş kasvetli binada, onları darmaduman eden adamın bakışı ölüm anlamına gelirdi. Amiranın gözleri, engerek yılanınınkine benzer bu bakışları alışılmadık bir sükunetle tartıyordu.

II. Sultan Mahmut’un tahtta olduğu karışık dönemden başlayarak Baş Mabeyinci Halet Efendi sarayda ürkütücü bir etki meydana getirmişti. Halet, ilk başarısını, bir zamanlar Bağdatlı Süleyman Paşa’nın sarrafı olup ta ona ihanet ederek tuzağına düşürerek kellesinin kesilmesine neden olan Yahudi İsrel’e borçluydu.

Halet Efendi’nin korkunç icraatları, bundan sonra, yolunun üzerindeki vezirleri bile bertaraf ederek devam etmiş, göreve başlamasından iki hafta sonra, Büyük Vezir Benderli Ali Paşa’yı kendisine komplo düzenlediği iddiasıyla Kıbrıs’a sürdürmüş ve kellesini kestirmişti.

İşte İsrel böyle bir adamın dalkavuğuydu ve Düzyanları mahvettikten az sonra, Osmanlı Devletine isyan eden Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın sarrafı olması hasebiyle Kasbar Amira Çerazyan’ın da kellesini kestirtmişti. Ohannes Amira Yerganyan işte bu güçlere karşı mücadele edecekti.

Yakın dostu ve ahbabı Hacı Çelebi’nin kendisine gelerek Hak dinine geçmeye hazır olduğunu söylemesi şeyh-ül islam’da oldukça büyük bir şaşkınlık ve sevinç uyandırdı.

O akşamdan itibaren Hacı Çelebi’nin Kuruçeşme’deki evinde yas başladı. Amira, ailesinin bulunduğu kata bir daha uğramadı.

Kendi inancını korumak için dinini değiştiren Amira geleneklere uyarak islami kıyafetler giymek zorunda kaldı. Sultan II. Mahmut yeni mertebesine uygun bir görev seçmesini istediğinde ise imparatorluğun gümrüklerinin yönetimini talep etti ve aldı. O artık sadece kendini kurtarmak amacıyla değil aynı zamanda öç almak hırsıyla da hedefine kilitlenmiş, intikam yolunda adım adım ilerliyordu.

Yine geleneklere uygun olarak kendisine müslüman bir eş verildi. O ise eski eşinin ve evlatlarının evini Hıristiyan dinine bağlı tutmaya devam etti. Ancak kendisine Hıristiyan ailesi ile görüşmesi yasaklandı.

Müslüman genç karısı, çocuklarıyla evine kapanmış bir halde yaşayan Hıristiyan baş kadınını haftada bir ziyaret ederek ona eski kocasından havadis getiriyor, Amira’ya da bir daha hiç göremeyeceği eski karısından ve çocuklarından haber götürüyordu.

Artık İsrel Hacı Çelebi’den yediği tokadın intikamını almayı düşünemezdi. Zira bir Müslümanla boy ölçüşmek bir Yahudinin harcı değildi.

Kudüs’e gidip hacı olmuş imanlı bir Hıristiyan’dı Hacı Çelebi… Her akşam evinde diz çökerek “Yegestse” ve “Havadov Khosdovanim” dualarını okurdu. 1809 yılında Kudüs’teki Surp Hagop Manastırı’nı Rumların elinden kurtaranlardan biri olmuştu. Fakat muhtedi olup cemaat işlerinden uzaklaştığında hiç kimse bu adamın yüreğini parçalayan büyük trajediyi anlayamadı. Ancak o yüreği sağlam tutan da intikam alma konusundaki kararlılığıydı.

Bu olaylardan yaklaşık bir yıl sonra, muhtedi Hacı Çelebi yeni görevi olan gümrük müdürlüğünü ustaca yerine getiriyordu. O denli köşesine çekilmiş, unutulmuş ve kendini yeni işine vermiş bir şekilde yaşıyordu ki düşmanları onun kendi intikam almalarından korktuğu için islamlaştığını sanıyor ve gizlice intikam almak için yaptığı planlardan ve araştırmalardan hiç mi hiç şüphelenmiyorlardı. Halbuki o yurtdışıyla gizlice yazışıyor ve hummalı bir çalışma yürütüyordu.

Sonunda İsrel’in adresine gelen ve ağzına kadar üzerinde Sultan II. Mahmut’un resmi bulunan sahte altın sikkelerle dolu sandıkları ve yine ısrel’e gelen bir mektubu tespit etti.

Görevlilere sandıkları hemen saraya gönderttirdi. Kendi de huzura çıkarak Halet Efendi ve yardakçısı İsrel’in yurtdışı mihraklarla olan faaliyetlerine dair delilleri padişaha sundu. Sultan II.Mahmut’un öfkesi korkunç oldu. Bostancı Başı’ya iki hainin kellesinin kesilmesini emretti.

Halet Efendi Konya’ya götürüldü. Orada başı kesilerek ıstanbul’a getirildi. İsrel de Teke’ye götürüldü. Onun da lanetli başı orada kesilerek İstanbul’a getirildi. Hacı Çelebi teşhir edilen kellenin suratı, çektiği işkenceden ve duyduğu dehşetten tanınmaz hale gelmiş olmasına rağmen kutsala hakaret eden o dudakları tanıyarak gülümsedi. Dinine yapılan hakaretin intikamını almıştı.

Ohannes Amira Yerganyan, inançlarına yapılan hakareti temizlemek için dinini bile değiştirecek kadar büyük bir imana sahipti. Hainleri Sultan’ın adaletine teslim edip cezalandırılmalarını sağladıktan sonra bir daha adından hiç sözettirmedi. Vefat ettiğinde Rumelihisarı’ndaki müslüman mezarlığına gömüldü. Ölümünden yaklaşık yüz yıl sonra torunun torunu Nubar Yerganyan tarafından yürütülen mezarını bulma çalışmaları, muhtemelen kabir taşı aramasının “Hacı Çelebi” adına göre yapılmaması veya Osmanlıca’nın iyi bilinmemesi gibi nedenlerle sonuçsuz kaldı.

Düzyan ailesinin geride kalan üyeleri, Kazaz Artin Amira Bezciyan’nın girişimiyle 1823’te tekrar ıstanbul’a gelerek Kuruçeşme’deki saraylarını ve diğer mallarını geri aldılar.


ARTİN AMİRA YERGANYAN
(HARUTYUN AMİRA ERGANYAN , “UZUNYAN ARTİN” , “UZUNOğLU ARTİN” de denir)
[1799-1869]

Harutyun (Artin) Amira Yerganyan, 1799 yılında, Erzincan'ın Eğin (bugünkü Kemaliye) ilçesinin Abuçeh (Apçağa) olarak bilinen bölgesinde dünyaya geldi.

10 yaşındayken babası Ohannes Amira Yerganyan ve ailesi ile birlikte İstanbul’a göç ederek, Harutyun (Artin) Amira Bezciyan’ın Yenikapı-Langa’daki, ünlü kuyumcubaşı Gümüşçü Kaspar Ağa’nın da ikamet ettiği, yalısına yerleşti.

Harutyun okumaya ve tahsiline görmeye çok istekli olduğundan Kumkapı’daki Patrikhane okuluna devam etti. Burada, zekası ve özellikle güzel sesi ile Harutyun (Artin) Amira Bezciyan’ın, Kumkapı Patrikhane Kilisesi mütevelli heyetinin ve ileri gelenlerinin takdirini kazandı. Harutyun Yerganyan 1815 yılında okulunu tamamladığında, bir gün kilise ayininden sonra, Harutyun Amira Bezciyan, Harutyun’u yanına çağırttırarak, “Gel bakayım adaş! Seni bir 'masa sahibi' bankerin yanına yerleştireyim de adam olup sen de sarrafların arasına katılasın” dedi. Nitekim, Bezciyan Amira’nın himayesinde, Harutyun meşhur bir sarraf olup, 1830’da “hazine sarrafı” olarak “Amira” ünvanını aldı.

1832’de, Bursalı II. Istepannos Ağavni Zakaryan’ın patrikliği sırasında, Harutyun Amira Yerganyan, yine Harutyun Amira Bezciyan’ın sayesinde, Patrikhane bünyesindeki Yoksullara Yardım Komitesi üyeliğine seçildi. 36 üyeden ve 6 gruptan oluşan Yoksullara Yardım Komitesi’ndeki

  1. Grubun başında Harutyun Amira Bezciyan,
  2. Grubun başında Mikayel Amira Pişmişyan,
  3. Grubun başında Canik Amira,
  4. Grubun başında Yeram Amira,
  5. Grubun başında Harutyun Amira Yerganyan,
  6. Grubun başında ise Bedros Amira Kürkçühanlıyan vardı.


Artin Amira Yerganyan
Resim-3: Harutyun (Artin) Amira Yerganyan


Patrik Edirne’li Büyük Boğos’a ait bir kütükten, 19 Mart 1834’te cemaat işlerinin yürütülmesi amacıyla, meslek erbabı ve amiralardan seçilen on kişilik bir heyetin içinde, Harutyun Amira Yerganyan, Mikayel Amira Pişmişyan, Canik Amira Simonyan, Ohannes Amira Aznavuryan, Bedros Amira Kürkçühanlıyan, Hacı Mardiros Amira Bağdasaryan, Maksut Amira Sarimyan, Bağdasar Amira Kasparyan, Hacı Harutyun Amira Gelgelyan ve Ohannes Amira Pingyanyan’ın olduğu anlaşılıyor.

20 Aralık 1835 Pazar günü ani olarak, tipi halinde şiddetli bir kar fırtınası başladı. Gündüz, gece gibi görünmez oldu ve denizde büyük dalgalar meydana geldi. Birçok tekne Boğaziçi’den Propontos (Marmara) Denizi’ne sürüklendi. Denizde bulunan birçok kimse ölüm tehlikesi geçirdi. Bu meyanda Harutyun Amira Yerganyan’ın iki kız kardeşi (biri Bağdasar Amira Çerazyan ile evli olan Hıripsime Sultan Çerazyan), torunu (damadı Bedros Amira Kürkçühanlıyan’ın kızı), beraberlerinde bulunan bir kadın, bir Rum kızı ve erkek bir hademe ile beraber iki kürekçibaşı, yani sekiz kişi kayıklarıyla beraber denizde kayboldular. Kayığın enkazı bile hiçbir yerde bulunamadı.

Bu büyük acııyı anlatan ve 19 kıtadan oluşan bir destan meçhul bir Ermeni halk şairi tarafından Ermenice harflerle Türkçe olarak kaleme alınmıştır [Bkz. “Ermeni Harfleriyle Türkçe Tarihi Bir Destan” ] .

1836 yılında, Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi’nin inşası için yaptığı büyük meblağlı yardımdan ise, bu tarihlerde Harutyun Amira Yerganyan’ın, koruyucusu Harutyun Amira Bezciyan’ın izinden giderek hayır işlerine başladığı ve kalabalık ailesini de bu yola teşvik ettiği anlaşılıyor. Nitekim, yapımı 1833 yılından (Hicri 1249 Recep 1) 1835 (Hicri 1251) yılına dek süren Surp Pırgiç Hastanesi için, eşi Nunya Hatun, 7500 altın (Mahmudiye?) gibi, o zamanlar için oldukça büyük bir meblağ bağışladı.

Harutyun Amira Yerganyan’ın adına 1837 yılında Cemaat ışleri Yönetim Kurulu ve Yedikule Hastanesi mütevelli heyeti üyesi olarak tekrar rastlıyoruz. Buradan da, o zamanlardaki amira toplantılarının etkili üyelerinden biri olduğu anlaşılıyor.

Harutyun Amira Yerganyan, hayır işlerine ve cemaat işleri faaliyetlerine Başpiskopos Balatlı Der Madteos Çuhacıyan zamanında (1844-1848), ve 1848 yılında yapılan Patrikhane Yüksek şura Toplantısı’na kadar devam etti.

26 Mart 1842’de, iltizam sisteminin geri getirilmesiyle Harutyun Amira mültezimlere sermaye, halka kredi sağlanması ve döviz işlerinin idaresi için Anadolu Sarraflar Kumpanyası ve Rumeli Sarraflar Kumpanyası isminde iki şirketin kurulmasına önayak oldu.

Her bir kumpanyanın başında altı amiradan oluşan bir Yönetim Kurulu vardı ve tümüne de Harutyun Amira Yerganyan başkanlık ediyordu. Sultan Abdülmecit bu çalışmalarından dolayı kendisine altın, gümüş, mine ve elmastan yapılmış bir İftihar Nişanı (Nişan-ı İftihar) [Bkz. Resim-4] ayrıca yine kendisine ve emrindeki diğer onbir amiraya feslerini bir altın tuğra ile süsleme ayrıcalığını ihsan etti [Bkz. Resim-5].

Nişan-ı ıftihar                                                      Altın Tuğralı Fes
Resim-4: Nişan-ı ıftihar                                                                                                                   Resim-5: Altın Tuğralı Fes


Her iki kumpanyanın Yönetim Kurulları’nda görevli amiraların listesi aşağıdadır.

ANADOLU KUMPANYASI:

RUMELı KUMPANYASI:

Devlet tarafından da desteklenen her iki kumpanya, taşradan toplanacak vergilerin zamanında ıstanbul’a ulaştırılmasını sağlıyordu.

Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi’nin işaret ettiği gibi, kumpanyalar uzun süre para akışını sağlarken daha sonra bu iş yerli sarrafların elinden çıkarak tamamıyla yabancı bankerlerin “pençesine” geçti.

Harutyun Amira Yerganyan, 1834 yılında yaptırdığı Kuruçeşme Yerevman Surp Haç Ermeni Kilisesi'nin, 1835 yılında temelini attığı Tarkmançats (Mütercimler) Okulu'nun uzun yıllar mütevelliliğini yaptı.

Harutyun Amira Yerganyan, ciddi, akıllı, tarafsız, çalışkan, gerek milli, gerekse kişisel işlerinde dürüst, hayırsever, ve yoksul dostu bir kişi olarak, 18 Haziran 1858’de Katolikos seçilen Patrik Balatlı Madteos Çuhacıyan’ın destekçisiydi. Bu tutumuyla, Patrik Çuhacıyan’ın patrikliği döneminde ortaya çıkan tartışmada Canik, Misak ve diğer bir takım amiralara ters düşüp, Bedros Amira Kürkçühanlıyan, Mikayel Amira Pişmişyan ve Maksut Amira Sarimyan’ın safına katıldı.

Sağlığı elvermediğinde ise, doktorların önerisiyle görevlerinden istifa ederek Üsküdar, Selami Ali semti, Silahtar Bahçesi Sokağı'ndaki büyük ahşap konağına taşındı.

Harutyun Amira Yerganyan, Üsküdar’a taşındıktan sonra Kuruçeşme Yerevman Surp Haç Ermeni Kilisesi'ndeki ve ve semtteki sorumluluklarını damadı Bedros Amira Kürkçühanlıyan’a devretti. Ondan sonra da Bedros Amira Kürkçühanlıyan’ın oğlu Mıgırdiç Kürkçühanlıyan mütevellilik görevini büyük bir bağlılıkla yürüttü.

Harutyun Amira Yerganyan, 1869 yılına kadar Üsküdar’da yaşadı. 70 yaşında öldüğünde ise yine Üsküdar'daki, Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı'na gömüldü.

Bu hayırsever amira, Nevruzyan sülalesinden Nunya Hatun'la evlenip, onbir erkek ve bir kız çocuk sahibi oldu. Oğullarının adlarını, Yeğya (Yahya), Haçadur, ğugas (Lukas), Tovmas (Tomas), Tateos (Dateus) ve Partuğimyos (Bartolomeos) gibi dinsel isimlerden seçti.

Oğullarından Ğugas Ağa’nın oğlu,
Levon Yerganyan, onun oğlu
Nubar Yerganyan (1901-1971)’dır. Nubar Yerganyan’ın çocukları,
Torkom Yerganyan (1929-2014), Varujan Yerganyan (1930-2001), Anahit Pontioğlu (1935- ….. ) Ayda Frenk (1936-1981)’tir.
Anahit Pontioğlu’nun oğlu Ared Pontioğlu ve kızı Ani Mangioğlu,
Ayda Frenk’in oğlu Antranik Frenk’tir.

Oğullarından Partuğimyos Ağa’nın oğlu,
Ressam Mihran Yerganyan, onun oğlu
Harutyun Yerganyan ( ...-… )’dır. Harutyun Yerganyan’ın kızı,
Ağavni Mıgırdiçyan ( ...-… )’dır
Ağavni Mıgırdiçyan’ın oğlu Arto Mıgırdiçyan’dır.