Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ayberk erkay burada olmak istemiyor ama burada

A

afdskfjlwkq ejrpjasdkfjlsadjfsadjfHEYYYYYYYYYYYYYYYYYToıjweoırjlskdflkasmdlkvm sadlkfmlsldfksdlkfjlskdf skdjflksd mfmvlaksmdfıwjeroıjasldcvlmclksa sdfokspdfkpwoekflf�slödc�lsöf s�dlfk�sdlkfsdkfwe sdfksodkfpwoe fweokfpsodk spdoflsdkfpwoekfsailfksadmvçsadmvsadfkpwaoekrfaisdfiasdkfowekf�lsdkcvisdkfiosakdfksdpofk Hlaksmdfıwjeroıjasldcvlmclksa sdfokspdfkpwoekflf�slödc�lsöf s�dlfk�sdlkfsdkfwe sdfksodkfpwoe fweokfpsodk spdoflsdkfpwoekfsepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın For traditional backspin defence with emphasis on the chop from far distances. For all-around players who mix attack and control shots and rallies. For offensive all-around play mixing control shots with topspin shots of variable spin. For medium offensive play with much spin, speed and power. For direct offensive play with much speed, spin and power. For all out offensive play without compromise, available in 5,7 & 9 ply wood as well as Carbon and Arylate blades. gö�üslerine takılma�a de�er. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, �unlar bunlar?... Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar �an ü �eref kazanırdı. Ne yazık ki so1866 yılı, �üphesiz hiç kimsenin aklından çıkmayan, açıklanamamı� ve hiçbir zaman da açıklanamayacak gibi görünen tuhaf bir olaya sahne oldu. Bu yüzden çıkan dedikodular limanlardaki insanları heyecanlandırıyor, kıtanın iç taraflarındaki halkı ise kı�kırtıyordu fakat tüm bunların yanında, denizlerde dola�an insanlar duydukları co�ku çok daha farklıydı. Tüccarlar, armatörler, gemi kaptanları, �. bütün ülkelerin deniz kuvvetlerinin subayları ve bunların yanında iki kıtanın farklı ülkelerinin hükümetleri, bu olayla ilgileniyorlardı. Uzunca bir süredir birçok gemi, denizin üzerinde, uzun, sivri, bazen fosforlu gibi ı�ık saçan, bir balinadan sonsuz kez daha büyük ve daha hızlı bir nesneyle, �devasa bir �ey� ile kar�ıla�ıyordu. Bu nesnenin ortaya çıkı�ı ve bu nesnenin ya da söz konusu olan varlı�ın yapısı, ola�anüstü hızı, hareket ederken gösterdi�i hayret verici gücü ve sahip oldu�u o çok farklı hayatı üzerine birbirinden farklı birçok seyir defterine kaydedilen bilgilerin tümü birbirini tutuyordu. E�er balinagillerden bir tür ise, büyüklü�ü, bilimin bu güne kadar kaydetti�i türlerin büyüklü�ünden kat kat daha fazlaydı. Ne Cuvier, ne Lacépède, ne Bay Dumeril, ne de Bay de Quatrefages böyle bir canavarın varlı�ını �onu görmedikleri, daha do�rusu kendi bilgin gözleriyle görmedikleri sürece- kabul etmiyorlardı. Birçok farklı gözlemin ortalaması alındı�ında �bu nesneye iki yüz ayaklık bir uzunluk biçen çekingen hesaplamaları ve bir mil geni�li�inde, üç mil uzunlu�unda oldu�unu iddia eden abartılı dü�ünceleri bir kenara iterek- olay yaratan bu varlı�ın, öyle ya da böyle, bugüne kadar balık bilimciler tarafından kaydedilen tüm boyutlardan çok daha büyük oldu�u kesindi �tabii gerçekten var ise. Oysa o gerçekten vardı ve artık bunu kimse inkar edemezdi. İnsan beyninin gerçeküstü olana olan e�ilimini dü�ünürseniz, bu do�aüstü varlı�ın tüm dünyada yarattı�ı heyecanı tahmin edebilirsiniz. Artık kimse de bütün bunların bir masaldan ibaret oldu�unu kabul etmiyordu. Gerçekten de, 20 Temmuz 1866 günü, Calcutta and Burnach Steam Navigation Company�e ait Governor Higginson adlı buharlı gemi, Avustralya�nın batı kıyılarının be� mil açı�ında bu hareketli nesne ile kar�ıla�tı. Kaptan Baker, ilk ba�ta bunun daha önce ke�fedilmemi� bir kayalık oldu�unu luverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmü� böceklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikâye edece�im balı�ın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir ye�il renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, di�siz, ak ve �effaf naylondan bir a�zı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karı� açılır. Açılır da bir daha kapanmaz. Vücudu kirlice, esmer renkte demi� miydim? Rum balıkçıların hrisopsaros -Hristos balı�ı- dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imi�. İsa do�madan evvel, Akdeniz'de deh�et salmı�. Bir Finikeli denize dü�meye görsün! Devirdi�i Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayı�ının sayısı sayılamamı�. Keser, biçer; do�rar, mahmuzlar; takar, yırtar; kopararır atar; çeker, parçalarmı�. Akdeniz'in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan, i�kenceden yılmaz korsanı, dülger balı�ının adından bembeyaz kesilirmi�. İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmü�. "Ne oluyorsunuz?" diye sorunca balıkçılara; "Aman" demi�ler balıkçılar, "elâman! Elâman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arkada�larımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız." İsa, yalınayak, ba�ı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kayna�tı�ı denize do�ru yürümü�. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmı�. İki elinin ba�parma�ı arasında sımsıkı tutmu�, e�ilmi�, kula�ına bir �eyler söylemi�... O gün bu gündür dülger balı�ı, denizlerin görünü�ü pek deh�etli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratı�ıdır. Birçok yerlerinde çiviye, kesere, e�riye, kerpetene, destereye, e�eye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balı�ı adı ona bunlardan ötürü takılmı� olmalı. Bütün bu alat ü edavatın dört yanını, �effaf naylondan diyebilece�imiz i�lemeli bir zar çevirmi�tir. Kuyru�a do�ru bu incecik zar azıcık kalınla�ır, rengi koyula�ır, bir balık kuyru�unun biçimini alır. Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine dü�er kimbilir? Onun için dünya bombo�tur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun bakar durur. Sandala aldı�ınız zaman dakikalarca onun sesini i�itirsiniz. Ya, sesini! Bir o, bir de kırlangıç balı�ı sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer, solu�a benzer acı bir ses çıkarır. İnce zardan a�zını bir kere a�lara vurmasın, küstü�ünün resmidir dülger balı�ının. Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmı� bir dülger balı�ı gördüm. Rengi denizden çıktı�ı zamandı. Yalnız aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumu�ak zarları titreyip duruyordu. Böyle bir oynama hiç görmemi�tim. Evet, bu bir oyundu. Bir görünmez iç rüzgârının oyunuydu. Vücutta, görünü�te hiçbir titreme yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperi�le tatlı tatlı titriyorlardı. İlk bakı�ta insana zevkli, e�lenceli bir �eymi� gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki dülger balı�ının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu incecik zarlardan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamı�casına. Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken, deniz üstünde bir menevi� peydahlanır. İ�te böyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak, balı�ın ölmek üzere oldu�u dü�ünülürse, bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi. Ama insan, yine de bu anlam�a almama�a çalı�ıyordu. Belki de bu, harikulâde tatlı bir ölümdür. Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde bulundu�unu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir. Ak�am olmu�tur. Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta, di�i yumurtaları, üstte erkek tohumları sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. Vücudunu bir �ehvet anı sarmı�tır� Birdenbire deh�etli bir �ey gördüm: Balık tuhaf bir �ekilde, a�ır a�ır a�arma�a, rengini atma�a, hem de beyaz kesilme�e giden bir hal alma�a ba�lamı�tı. Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Deme�e, dikkatli bakma�a lüzum kalmadan, yanılmadı�ımı anladım. Kenarları süsleyen zarların oyunu çabukla�ma�a, balik da, git gide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde beyazla�ma�a ba�ladı. İçimde dülger balı�ının yüre�ini dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildi�i bir korku idi: �lüm korkusu. Artık her seyi anlamı�tı. Denizlerin dibi âlemi bitmi�ti.. Ne akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu ye�il yosunlara gömülmek� Ne sabahları birdenbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ve ye�il oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze do�ru fırlamak� Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla âletlerini yakamozlara takarak yıkanmak, yıkanmak vardı. Her �ey bitmi�ti: Dülger balı�ının ölüm hali uzun sürüyor. Sanki balık su hava dedi�imiz gaz suya alı�ma�a çalı�maktadır. Hani biraz di�ini sıksa, alı�ması mümkündür gibime geldi. Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balı�ını aramızda bir i�le u�ra�ırken görüverece�iz sanıyorum. Onu atmosferimize, suyumuza alı�tırdı�ımız gün, bayramlar edece�iz. Elimize görünüsü deh�etli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakı�lı bir yaratık geçirdi�imizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapaca�ız. �a�ıracak, önce katlanacak. Onu �air, küskün, anla�ılmayan biri yapaca�ız. Bir gün hassaslı�ını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklı�ını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdirece�iz. İçinde ne kadar güzel �ey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa�nın tuttu�u belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, e�esi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk ça�lardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alı�ma�a görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir firsatı kaçırmayaca�ız.