Bolum 7 -  Cumhuriyet, 24.06.2000

MSP'nin çalışmalarıyla, siyasetten uzak, yalnızca İslamı anlatan konuşmalar yapan Gülen bir yıldız olmuştu

Gülen Yeni Asya'dan kopuyor

Fethullah Gülen hakkında ''Mehdi, Kahtani'' gibi iddialar yaygınlık gösterince, Mehmet Kutlular ''Böyle iddia sahiplerini tutup kolundan atın'' diyerek öfkelendi. Kırkıncı Hoca ile birlikte Fethullah Gülen'in yanına gittiler. Kutlular ile Fethullah Gülen bu buluşmada tartıştılar.

Fethullah Hoca, ''Siz gazetenizde Edremit kampını savunarak beni Nurcu diye ihbar ettiniz'' diye sitem etti.

''Biz sizi Nurcu biliyoruz.''

''Bilmeniz, ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için Nurcu kimliğimi kullanmayacağım.''

''Siz ister kullanın, ister kullanmayın. Bazı çevreler o kampı bahane ederek Nurculuğa saldırırsa, biz de mukabele ederek Nurculuğu savunuruz. Siz Nurcu olmadığınızı aleni olarak açıklarsınız. Saldırılar Nurculuğa gelmez, biz de müdahale etmeyiz.''

Bu tartışmadan sonra yollar ayrıldı. Nurcular, Fethullah Gülen ile olan ilişkilerini kesmeyi ve onun faaliyetlerine katılmamayı kararlaştırdı.

Fakat Fethullah Gülen bundan pek de etkilenmedi, faaliyetlerini yürütmeye devam etti.

Fethullah Gülen'in hedefinde zenginler ve öğrenciler vardı. Tamamen kendine bağlı bir cemaat oluşturmak için izlediği metotlar ilginçti.

Vaazlar ve özel sohbetler şeklinde uyguladığı iki aşamalı planla cemaate taraftar ve para toplamaktı.

Asıl hedef çocuklar

Fethullah Hoca'nın asıl hedefi kendisini dinleyip etkilenenlerin çocuklarıydı..

Cemaate kazanılanlar, çocuklarının Fethullah Hoca'nın dershanelerinde kalmasına ikna ediliyorlardı. Fethullah Hoca'nın ve çevresinin kaldığı şato gibi binalar, son derece lüks dershaneler ve ışıkevleri, genelde kırsal kesimden olan taraftar adaylarının gözlerini kamaştırıyordu.

Ama bu konuda tercih, çalışkan çocuklardı. Onlardan para da talep edilmedi. O çalışkan çocuklara bakılacak, yetiştirilecek, bakımları üstlenilecek ve okuyup büyük adam olmaları sağlanacaktı. Üstelik ileride dindar bir mühendis, dindar bir doktor, dindar bir kaymakam, vali, hukukçu, subay vs. olacaktı. Belki de fakirlikten, çalışkan da olsa, çocuklarını okutamayacak olan aileler böyle bir teklifi sevinerek kabul ettiler.

Bu tür faaliyetlerde genelde para alınmadı, ama bir çalışkan çocuk cemaate alınmış oldu. O çocuk artık Fethullah Gülen'in çocuğu gibiydi. Öyle yetiştirilecektir ki, anne babası zorlasa bile artık ömrü boyunca bu cemaatten kopmayacaktı, kopamayacaktı.

Bu masraflar zenginlerden, kasetlerden, dergilerden, kitaplardan sağlandı.

Yeni Asya cemaatinden Fethullah Gülen'e tavır

Fethullah Gülen cephesindeki bu değişiklikler ve gelişmeler Yeni Asya cemaati tarafından da gözleniyordu. Yeni Asya cemaati mensuplarından Fethullah Hoca'nın toplantılarına gidenler oluyordu .

Yeni Asya cemaatinin önde gelenleri, Fethullah Gülen'e yönelik eleştirileri arttırdı. ''Gülen, kendi adını ön plana çıkarmaktaydı, böylece davayı şahsileştirmekte, bir anlamda nefsini putlaştırmaktaydı. Konuşmalarında kendini aşağılaması numaraydı. Mütevazı görünmesine rağmen, enaniyet taşımaktaydı.

Risale-i Nurların ölçüsünden ayrıldığı için mutlaka bir şefkat tokadı yiyecekti. Kim Nurculara karşı çıktıysa, Nurculuğu bölmeye çalıştıysa, yörüngesinden saptırmaya kalktıysa mutlaka üstadın şefkat tokadına maruz kalmıştı. Fethullah Hoca, Bediüzzaman'ın, 'demokratik misyonu destekleyin' emrine rağmen MSP'lilerle işbirliği yapıyordu. Etrafında hep MSP'liler vardı. Cemaate ait bir Köprü dergisi varken Fethullah Gülen Sızıntı diye bir dergi çıkarmış ve Nurcuların meşveretine uymamıştı.''

Yeni Asya cemaati, Fethullah Gülen'in Yeni Asya yayınlarından çıkan Hitabet Çiçekleri kitabını bir daha basmadı. Sızıntı dergisinin okunması, Fethullah Hoca'nın vaaz kasetlerinin dinlenmesi, dershanelere sokulması yasaklandı. İzmir'e Bornova Camii'ne, Fethullah Hoca'yı dinlemeye gidenler cemaat tarafından dışlandı.

Said-i Nursi Süleyman Demirel'in başını okşamış

Yeni Asya cemaatinde Said-i Nursi hakkında çalışmalar yapan Necmeddin Şahiner , çok önemli bir gerçeği bulup çıkarmıştı. Said-i Nursi, Demirel 'in başını okşayıp, ''İleride İslamın en güçlü sözcüsü olacak'' demişti.

Necmeddin Şahiner'in 'Son Şahitler' dizi kitaplarında da yerini alan bu olay Nurcuları heyecanlandırdı. Süleyman Demirel, çocukluğunda bir büyüğü vasıtasıyla Isparta'da sürgün bulunan Said-i Nursi'nin ziyaretine gitmişti. Said-i Nursi küçük Süleyman'ın başını okşamış, ''Bu çocuk ileride İslamın en güçlü sözcüsü'' olacak demişti. Bu söze benzer bir sözü daha vardı
Said-i Nursi'nin. ''Isparta'dan biri çıkacak, İslamı savunursa şerefli, savunamazsa rezil olacak'' anlamındaki bu sözü diğeriyle birleşince, işaretin Demirel'e olduğu düşünüldü. Bediüzzaman bile Demirel'i bugünler için işaret etmişti. Zaten Demirel, kamuoyuna karşı ne kadar laik görünse de, Nurcularla yaptığı özel görüşmelerinde, özellikle Bekir Berk 'e, aslında İslamdan
yana olduğunu, hatta Bediüzzaman'ın talebesi olduğunu söylemişti. Ne zaman Demirel'in yanına gitseler, masasında Said-i Nursi'nin kitapları vardı ve Demirel satır satır Risale okumaktaydı. Hatta bir keresinde Demirel, ''Hükümette niye bir Nurcu arkadaşımız bakan olarak görev almıyor?'' diye sorulduğunda, ''Ben varım ya, yeter'' demişti.

Nurcuların kendi aralarında bilinen ve konuşulan bu gerçeklerle Necmeddin Şahiner'in ve Said-i Nursi'nin Demirel için söyledikleri birleşti. Böylece AP ve Demirel'i desteklemekte ne kadar haklı olduklarına bir kere daha inandılar. Fethullah Gülen cephesini de bu güven ve rahatlık içinde aforoz etmişlerdi.

Fethullah Gülen, Yeni Asya cemaatinin kendine yönelik tavrını pek de önemsemedi. Zira ne o cemaatten, ne Süleymancılardan kendilerine bir yardım vardı. Hem de Yeni Asya aslında yıpranmaya, gerilemeye başlamıştı.

Fethullah Gülen, 'ortadaki insanlara' MSP'lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti. Daha henüz dikkate alınmamaktaydı, yeterince güçlü değildi, ama bu yolda sessiz ve derinden ilerlemesini sürdürmekteydi. En büyük avantajı, hitabetiyle, gözyaşı dökmesiyle etkileyici yapısıydı.

Boykotu kıran kişi

Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dershanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştu. O cemaatten tek farkı, Yeni Asya'yı bir heyet yönetirken, cemaati Fethullah Gülen tek başına yönetmekteydi. O bir yıldızdı.

Yeni Asya cemaatinde ise cemaatin başındaki etkili kişileri ancak cemaate mensup olanlar bilmekte, kamuoyu onları tanımamaktaydı. Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977'de, yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, ''İslamda boykot yoktur'' diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi.

Tipik Nurcu ve Süleymancı söylemlerine hiç benzemeyen, siyasetten uzak, yalnızca İslamı ve sahabe hayatını anlatan konuşmalar yapan Fethullah Gülen, MSP'lilerin sistemli çalışmalarıyla ortaya bir star olarak çıkarılmıştı. O dönemde Fethullah Gülen'i, şarkıcı Ferdi Tayfur 'a benzetenler bile olmuştu. ''Piyasada bir Fethullah Gülen'in, bir de Ferdi Tayfur'un kasetleri çok
satıyor, çünkü ikisi de çok ağlıyor'' esprisi o günlerde İslami çevrelerde hayli yaygın bir espriydi.

MSP'lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi konuda fanatik oluşu yüzünden yıprandığını gören Fethullah Gülen artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı.

Yeni Asya'yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı. Yeni Asya cemaatinden bazı dershaneler de Fethullah Hoca'nın tarafına geçince büyük bir şok yaşandı. Yeni Asya cemaatinde tam bir şaşkınlık hâkimdi.

Said-i Nursi hakkında çalışmalar yapan Necmeddin Şahiner, çok önemli bir gerçeği bulup çıkarmıştı. Said-i Nursi, Demirel'in başını okşayıp, ''İleride İslamın en güçlü sözcüsü olacak'' demişti.


M.Şevket Eygi, İslami kesimdeki bazı radikal köylü kültürlü kişilerin devlet düşmanlığı yaptığını söyledi

'Türkiye'de laiklik yoktur'

1971 muhtırasından sonra yurtdışına kaçtınız...

- Benim yurtdışına çıkmam, 1971 muhtırasından sonra değil, çok önce, 1969 yılının ocak ayında olmuştur. Ocak 1969 ile 12 Mart 1971 arasında hayli mesafe vardır... Gidişim kaçmak şeklinde değil, normal pasaportla Yeşilköy Havaalanı'ndan hacca gitmek suretiyle olmuştur. O tarihte Meclis'te üç ayrı basın affı kanunu teklifi vardı. Basın affı çıkar ve dönerim diyordum.

- Siyaset ve İslam...

- Bir din ve dünya nizamı olarak İslam'ın siyaset üzerinde tutulması gerektiğine inanıyorum. İslam hiçbir siyasi partiyle, tarikatla, hiziple, cemaatle özdeşleştirilmemelidir. Elbette bazı Müslüman kişiler ve gruplar politik faaliyetler yapacaklardır. Lakin bunların kendilerini din ile özdeş hale getirmeleri yanlıştır. Başarısızlıkları, hataları dine yüklenebilir. Benim görüşüm budur. Bu konuda şahıs veya cemaat ismi vermemek şartıyla birtakım anonim tenkitler ve uyarılar yapmışımdır. Bu tenkit ve uyarıları şu veya bu şahsa veya cemaate yapılmış olarak görmemek gerekir.

- İslami kesimin bazı büyüklerini tenkit ediyorsunuz...

- Tenkitlerim özeleştiri mahiyetindedir, yıkıcı değil yapıcıdır. Bugün Türkiye'de hiçbir kesimde gereği gibi özeleştiri yapılmamaktadır. Bunun tek istisnası benim yazılarımdır.

- Din sömürüsü var mıdır?

- Elbette vardır. Yıllardan beri Türkiye'de iki büyük kötülük cereyan ediyor. Biri aşırı, azgın, militan din düşmanlığı; diğeri ise dine hizmet perdesi altında yapılan din sömürüsüdür. Bir Müslüman yazar olarak din sömürüsü üzerinde durmam, Müslüman kesim için bir zaaf değil, aksine bir sıhhat ve güç unsurudur. Atatürkçü kesimde de dehşetli bir Atatürk sömürüsü yapılıyor, fakat onlar bu konu üzerinde durmuyor, sömürücülerin üzerine gitmiyor.

- 1995'te Milli Gazete'de İslami bir cemaati eleştirdiniz. O cemaatin baskılarıyla gazetedeki işinize son verildi...

- Profesyonel bir köşe yazarı değilim. Milli Gazete'deki yazılarım için ücret, maaş almıyorum, sarı basın kartım bile yoktur. O tarihte Milli Gazete'deki işime son verilmedi, ben kendim yazılarımı durdurdum. Bir iki ay sonra da tekrar yazmaya başladım. İnançlarıma, dünya görüşüme, hak bildiğim ilkelere hizmet edebilmek şartıyla her gazetede yazı yazmaya hazırım. Bir farklılık ve
çeşitlilik olsun diye Cumhuriyet bana bir köşe ayırsa orada da yazmaya hazırım.

- Yazılarınızın mahiyeti...

- Aktüel, politik, gelip geçici, günlük konularda yazmıyorum. Kalıcı, temel, önemli meseleler üzerinde duruyorum. Gayem Türkiye'nin ülke, halk ve devlet olarak yücelmesidir. Bu da, benim görüşüme göre İslami çözüm ile olur.

- Devlete karşı mısınız?

- Kesinlikle değil. Ben devlet ile düzen (sistem, rejim) arasını ayırmaktayım. Devletin yıpratılmasından yana değilim. Türkiye'nin rejim, sistem, düzen, resmi ideoloji konusunda büyük değişime ihtiyacı vardır. Sovyetler Birliği'nde bu yapıldı ve büyük ferahlama oldu. İslami kesimdeki bazı radikal, militan, köylü kültürlü kişiler devlet ile rejimi özdeşleştiriyor ve devlet düşmanlığı yapıyor. Hata ediyorlar.

- Sizce ne gibi bir değişim olmalıdır?

- Bugün Türkiye'de resmi ideolojili oligarşik bir azınlık egemenliği hüküm sürmektedir. Milletin, ülkenin, hukukun, devletin üzerinde resmi ideoloji ve derin devlet vardır. Bu sistem ilânihâye devam edemez. Bizim de ileri ve medeni ülkeler gibi hukukun üstünlüğü sistemine, gerçek demokrasiye, temel insan hak ve hürriyetlerine saygı esasına geçmemiz gerekir. Bunun için öncelikle resmi ideolojiden vazgeçilmesi icap eder.

- Laiklik ne olacak?

- Türkiye'de laiklik yoktur. Devletin resmi bir Diyanet İşleri Başkanlığı var. Kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan bulunuyor, eski Şer'iye vekili veya Şeyhülislam gibi. Devletin 100 bin resmi imamı, müezzini, vaizi, müftüsü var. Devletin 500 küsur imam hatip okulu, 17 ilahiyat fakültesi mevcut... Böyle bir sisteme laiklik mi diyorsunuz? Bu laiklik değil, ''devlet dini''
sistemidir.

Bölüm 6 | Bölüm8