Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
Beden Sosyolojisi

Cinselliğin Postmodernizmi

İzlenim Dergisi, Mart 1996, Sayı: 31
Antonin Artaud, insan özgürlüğünün ancak "organsız bir bedenle" sağlanabileceğini söyler. Çünkü, Artaud'a göre, organlarımız bize verilmiş imkanları değil, aksine bize tarihsel ve sosyal olarak yapışmış sınırları temsil ederler. Dolayısıyla başımız veya ellerimiz üzerinde durup yürümeyi hiç bir zaman denemiyorsak, bu, doğanın bize sunduğu verili koşullardan ziyade, sadece ayaklar üzerinde durulup yürüneceğine dair iflah olmaz bir tarihsel ve toplumsal şartlanmışlığımızdan kaynaklanmaktadır. Kezâ, ellerimizin, gözlerimizin, kulaklarımızın ne işe yarayacağı yine bu sosyal süreçlerle belirlenmektedir. Bu süreçler neyi görüp görmememiz; neyi işitip işitmememiz gerektiği; neyi nasıl tutmamız gerektiğini belirleyen değişik disiplin aygıtları aracılığıyla işlerler. Bu disiplin aygıtları ya bir dinsel öğreti etrafında veya total bir ideoloji ağıyla örgütlenerek bedenlerimize organlar yapştırırlar. Yapıştırılan her organ bizim özgürlüğümüze yönelen bir taciz işlemi görür. Bizi kısıtlar.

Foucault'nun Hapishaneleri Bayrampaşa'nın Neresine Düşer?

Ülke Dergisi, Haziran, 1996.
Türkiye'de her hapishane olayının arkasından yapılan bir dizi tartışmalarda Michel Foucault'nun Hapishane'nin Doğuşu isimli eserine  dikkat çekilmesi bir alışkanlık haline geldi bile. Bu bir yerde normal bir şey. Her zaman için yaklaşık bu kadar popüler olma şansına sahip bu konuyu bu ciddiyette ele alan bir başka çalışma daha yok. Bu yüzden herhangi bir hapishane olayında akla ilk gelen başvuru eserlerinden birisi olması tabiatıyla beklenebilir. Ancak Foucault'nun bu tartışmaların Türkiye'de yaşananlar bağlamında ne söyleyebileceği konusunda, yeterince isabetli kararlar verildiği aynı kolaylıkla söylenemeyecektir, sanırım. Çünkü Foucault'nun hapishaneleri tasvir edişi, tarihlerini anlatışı daha büyük bir proje olarak modern toplumdaki iktidar stratejilerini teşhis etmenin, günışığına çıkarmanın değişik örneklerinden sadece birini oluşturmaktadır.
 

İktidarın Nesnesi ve Kaynağı Olarak Beden ve Kimlik Politikaları

III. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Eskişehir, 2-4 Kasım, 2000
Klasik sosyolojinin ihmal edilmiş bir alanı olarak beden üzerinde 80'li yılların ikinci yarısından itibaren artarak yoğunlaşan bir ilgi sözkonusudur. Toplumsal aktörün soyut ve âdeta mücessem olmayan bir özne katgegorisi olarak toplumsal etkinlikte bulunduğu yönündeki bir varsayımın klasik sosyolojinin bütün kavramsallaştırmalarını belirlediğine dikkat çekiyordu bu ilgi. En pozitivistinden veya materyalistinden en idealistine kadar metafizik bir kökene sahip olduğu saptamasıyla, beden sosyolojisinin oluşumuna yol açan bu yeni eğilim, sosyal aktörün ete temiğe bürünmüş, mücessem varlığıyla dikkate alınması gerektiğini öneriyordu. Nitezsche'nin bedene atfettiği iktidar istencinin yeniden okunmasıyla da iktidar teorilerine, bedenle ilişki kurulmasını sağlayan yeni bir boyut kazandırıldı. Bütün ideolojiler, dinler ve siyasal rejimlerde insan bedeni üzerinde somut bir tahakküm ve düzenleme yetkisini elinde bulundurmanın başlıca istenç olduğuna dikkat çekildi

altbaşlıklar
Aşağılanan Beden
Postmodernizm, Beden ve Cinsel Kimlikler

https://www.angelfire.com/art/yasinaktay/bedensosyolojisi/Cinselligin_Postmodernizmi.htm

Türkiye'de Eğitim Sistemi ve Modernleşme

Gençlik Eğitim Kurumları tarafından düzenlenen "Özel Öğretim Sempozyumu", 01-06 Eylül 1997, Konya.

ULUS-DEVLET, EĞİTİM VE BİREY
Birinci mülâhazam devletin eğitim sürecine müdahelesinin mahiyetiyle ilgili olacak. Sayın Şen'in de yer yer vurguladığı gibi uygulamadaki eğitim sürecinde,  en temel ve en doğal insan hakları açısından vazgeçilemez olan "bir insanın kendi çocuğu üzerindeki vesayet hakkı" reddedilmektedir. Bir babaya âdeta "sen çocuğu devlet için ve devlet adına yapacaksın; yaptığın çocuğu belli bir yaşa kadar yetiştirip devletine teslim edeceksin, ona sakın ola kendi kafandan kendi istediğin tarzda bir terbiye vermeyesin" denilmektedir. Böylece eğitim devletin çocuk üzerindeki vesayetinin tekelci kurumlaşmasına dönüşmektedir. Ebeveyn "devletin çocuklarının" dadısı durumuna düşürülmekte; devlet tarafından eğitilecekleri yaşa kadar onları besleyip büyütme hizmetini devlet adına ve devlet için deruhte etmektedirler.