ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN
İÇYÜZÜ
İKİNCİ KISIM
NOTLAR - 2
11- ARAP AİLE KAVGALARI'nın çöl hayatında ne kadar önemli
olduğunu daha önce de söylemiştik. MUAVİYE-ALİ, HÜSEYİN-YEZİD olaylarında
alevlenen düşmanlık, daha evvelki hadiselerin küllerinden çıkmıştı. ÜMEYYE
OĞULLARI, BEDR SAVAŞI'nda HAMZA ve ALİ tarafından öldürülen yakınlarını;
HAŞİM OĞULLARI da UHUD SAVAŞI'nda EBU SÜFYAN'ın karısı HİND'in yaptıklarını unutamıyorlardı.
Hatırlanacağı üzere HİND, ŞEHİT düşen HAMZA'nın göğsünü yarıp ciğerini
dişlemişti!.. Ancak sonradan her ikisi de
müslüman olmuş ve affedilmişlerdi.
REBİA ile HUDAR kabileleri de İSLAM öncesi
düşmanlıklarını bir türlü atamamışlardı... İşte HARİCİLER, bu REBİA
kabilesinden çıkmıştı. SİYASİ rekabet, sonradan DİNİ bir ayrılığa dönüştü,
ortaya bir MEZHEP çıktı....
REBİALILAR'ın çoğu BEDEVİ idi. İSLAM DEVLETİ şehir hayatı
halinde gelişince, baştakilere karşı bir tepki uyanmıştı. BEDEVİLER
cahildi. Çok eski geleneklerinden dolayı kendilerinden olmıyanları düşman
görüyorlardı. Öldürmekten de çekinmezlerdi. İSLAM'la birlikte bu,
kendilerinden olmıyanı "kâfir" ve "katli vacip" olarak görme haline
dönüştü. KUR'AN'a çok bağlı görünüyorlardı ama, taassuplarından onu
anlamak ve yorumlamak ihtiyacını duymuyorlardı. Eski ananç ve
anlayışlarına KUR'AN'ı kılıf yapmışlardı.
REBİALILAR, önce ALİ'nin safındaydılar. Yani "ŞİA"
sayılıyorlardı. Ancak sonradan "ALLAH'a değil, hakeme uydu" diye onu kâfir
ilan ettiler ve ölümüne karar verdiler. Bu olayı bahane edip etrafa
saldırdılar, yağma ve katliama giriştiler, kendilerine katılmayan herkesi
öldürüyorlardı. Sonunda ALİ'yi de bir HARİCİ olan İBNİ MÜLCEM, ŞEHİT etti.
HARİCİLİK sonradan MEZHEP haline geldi, demiştik. Bu
mezhepte ibadeti terk eden DİN'den çıkmış sayılır. Yani öldürülmesine
karar verilebilir. Halen UMMAN'da ve LİBYA'da varlıklarını sürdürmekte
olan HARİCİ gruplar vardır. Anlayış bakımından SÜNNİLER'e, tavır
bakımından ŞİİLER'e yakındırlar. Bizim tasnifimize göre Şİİ'dirler. Yani
HARİCİLİK, İSLAM'ın MAKBUL bir şekli değildir.
Burada eklemek gerekir ki, insanları en ufak bir hatadan
dolayı DİN'den çıkmış sayma, maalesef ülkemizde de mevcuttur. Bunu
yapanlar da, lafzen HARİCİLER'e de çatan kişilerdir. Yani kınadığı bir tavrı
farkında olmadan uygulayan çok insanımız vardır.
Bir insanı, kendisi "MÜSLÜMAN'ım" dediği sürece dinden
çıkmış saymak bizce doğru değildir. Bu kararı ancak ALLAH verebilir.
PEYGAMBER zamanında MÜNAFIKLAR bile böyle bir muameleye tabi
tutulmuyorlardı. Şu halde DİN ADAMLARI'nın camilerde, radyoda,
televizyonda kendini MÜSLÜMAN, başkasını KÂFİR saymanın ne kadar yanlış
olduğunu bütün insanlarımıza anlatmaları gerekir.
12- Hz. ALİ'nin 17 oğlu, ALEVİLER ve BEKTAŞİLER arasında
17 KEMERBEST diye bilinir. Bu 17 muhterem kişinin adları arasında
EBUBEKİR, ÖMER ve OSMAN adlarını görmek, bazı ALEVİLER'i şaşırtacak,
bazıları da "SÜNNİLER uydurmuş" diyecektir...
Çünkü ALEVİLER ve BEKTAŞİLER, ALİ'nin HALİFELİK hakkını
yedi diye, bu üç zatı sevmezler ve adlarını çocuklarına koymazlar. Ne
tuhaftır ki, çoğu Alevi, en meşhur ALEVİLER'in adının ÖMER olduğunu dahi bilmez!..
HORASANLI ALİ ÂŞIĞI şair ÖMER HAYYAM ve SEYYİD NESİMİ bunların başında
gelir. Hz. ALİ'den sonra Hz. HÜSEYİN'in ve pek çok İMAM'ın oğlunun adı
ÖMER, OSMAN veya BEKİR'dir. TÜRKİYE'ye bu adları koymama âdeti, 16. asırdan
sonra girmiştir. Daha önceki BEKTAŞİLER'de ve ALEVİLER'de bu adlar vardı.
Tekrar belirtelim ki, o sayfada saydığımız adları biz uydurmadık.
Gerçek öyle... Zaten ALİ'nin BİAT ettikten sonra EBUBEKİR'e, ÖMER'e ve
OSMAN'a kırgınlık duyması doğru olmazdı. Duymamıştır da... Dostları olduğu
için de çocuklarına onların adını vermekten kaçınmamıştır.
Ama işte bu gerçeği bilen bazı artniyetli ALEVİ ve Şİİ
ileri gelenleri sırf "gelenek bozulmasın" diye veya ayırımı sürdürebilmek
için ALİ'nin oğullarının adlarını değiştirerek yayınlarlar!.. Aralarında
Ali Asgar, Ali Ekber gibi çift isimli olanların EBUBEKİR, ÖMER, OSMAN
adlarını kullanmazlar. Hatta bazen gerçeği saklamak için yalan
uydururlar!..
Halbuki bu üç isme düşmanlık 12 İMAM döneminde olmadığı
gibi, ta 15. yüzyılda bile yoktu. Sanırız, ŞAH İSMAİL'in Şİİ
propogandasını güçlendirmek için kullandığı silahlardan biri olarak
ANADOLU'ya girmiştir.
Çözüm nedir?... Çözüm aklı başında ALEVİ aydınlarının en
eski kaynaklara giderek gerçeği bulup çıkarmaları ve bu tartışmaya bir son
vermeleridir.
13- ALEVİLER ve BEKTAŞİLER arasında 17 KEMERBEST (Hz.
ALİ'nin değişik kadınlardan 17 oğlu) tabiri olduğu gibi, bir de 14 MASUM-U
PAK ifadesi çok sık kullanılır. Yalnız çoğu ALEVİ ve BEKTAŞİ bunların ne
ve kim olduğunu hiç bilmez... Biz sorduk, cevap alamadık.
17 KEMERBEST'i yazımızda adlarıyla sıralamıştık. Şimdi 14
MASUM-U PAK'ı belirtelim. Tabirden de anlaşılacağı gibi bu 14 kişi hiç bir
günahı olmadığı halde, haksız yere öldürülen EHL-İ BEYT mensuplarıdır.
Kimi bunların KERBELA ŞEHİTLERİ arasındaki EHL-İ BEYT mensupları olduğunu
öne sürer. Bizce 14 MASUM-U PAK, ÇOCUKKEN veya NAHAK yere öldürülmüş olan
İMAM ÇOCUKLARI'dır.. ve aşağıdaki muhterem ve masum kişilerdir:
MUHAMMED EKBER (ALİ'nin oğlu), ABDULLAH (HASAN'ın oğlu),
ABDULLAH ve KASIM (HÜSEYİN'in oğulları), HÜSEYİN ve KASIM (ZEYNEL
ABİDİN'in oğulları), ALİ EL-EFTER (BAKIR'ın oğlu), ABDULLAH ve YAHYA
(CAFER'in oğulları), SALİH ve TAYYİB (MUSA'nın oğulları), CAFER (TAKİY'in
oğlu) CAFER ve KÂZIM (ASKERİ'nin oğlu)
14- Burada önemli bir olay var. İlk defa 4. İMAM ZEYNEL
ABİDİN Hazretleri kendinden sonra kimin İMAM olacağını bildiriyor. Daha
önce ne Hz. HASAN'da, ne Hz. HÜSEYİN'de, hatta ne de ZEYNEL ABİDİN'in kendisinin
İMAM oluşunda böyle bir duruma rastlıyoruz. Ama ZEYNEL ABİDİN'den
başlıyarak her İMAM kendinden sonra kimin olacağını, bir şekilde
belirtiyor.
15- Elbette ki, ALEVİLER ve BEKTAŞİLER'in ELİNE, BELİNE,
DİLİNE (SAHİP OL) gibi pek çok düsturu Hz. ALİ'den başlamak üzere
İMAMLAR'dan gelmiştir... Ancak bunların bugün kullanılan İFADE ve
ŞEKİLLER'inin İMAM MUHAMMED BÂKIR'la başladığını da açık bir şekilde
görüyoruz. Yani FELSEFE ta MUHAMMED-ALİ'den gelir ama uygulamaya dönük
ifadeler çok daha sonraki İMAMLAR'dandır.
Bazılarının arasına tabii ki İSRAİLİYAT karışmış, bir
kısmı da ORTA ASYA TÜRK ŞAMANİST âdetlerden adepte olmuştur. Bunların
başında SEMAH gelir... Yoksa o devrin ARAPLAR'ın da veya 12 İMAM'da SEMAH yoktu!
16- Bazı ALEVİLER'e göre, ABBASİLER ile birlikte HİLAFET,
PEYGAMBER AİLESİ'ne geçti ama; yine ALİ'nin hakkı yenmiş oldu!.. Yani bu
sefer HİLAFET mücadelesinin ABBAS OĞULLARI ile EBU TALİB OĞULLARI arasında
olduğuna inanıldı.
Bu iki kişi de PEYGAMBERİMİZ'in amcaları idi... Olay
büyük büyük amcalar HAŞİM ve ÜMEYYE oğulları arasında kavga olmaktan
çıkmış, yakın amca oğulları arasındaki kavgaya dönüşmüştü!..
Yalnız hemen belirtelim ki, bunu böyle düşünenler sadece
ŞİİLER, ALEVİLER ve BEKTAŞİLER'dir maalesef... Çünkü ne İMAM CAFER-ÜS
SADIK, ne de ondan sonra gelen İMAMLAR böyle bir mücadelenin içinde yer
almamışlardır. Onlar Hz. HASAN'ın vasiyetine uyarak VELAYET ve İMAMET ile
yetinmişler, HALİFELİK tekliflerini dahi geri çevirmişlerdir. Çünkü
biliyorlardı ki, HİLAFET ile VELAYET ayrıdır, ve gerçek HİLAFET 30. yılda
bitmiştir!
Ama ne oluyor?... İMAM MUHAMMED BÂKIR'dan sonra
HİLAFET'in yanısıra bir de İMAMET mücadelesi görmeye başlıyoruz... Hem de
ALİ OĞULLARI arasında! Yani EHL-İ BEYT'in içinde!.. İMAM MUHAMMED'in
kardeşi ABDULLAH ilktir ama hemen bir nesil sonra kendini sözde "ŞİA"
sayanlar böyle bir mücadeleyi kendi menfaatleri için kışkırtacaklar ve
ortaya SEBAİLER, HARİCİLER'den sonra bir de İSMAİLÎLER çıkacaktır.
Tekrar ve önemle belirtelim ki, gerçek ŞİA'nın, yani
EHL-İ BEYT'in gerçek dostları ve yakınlarının bu tartışmalarla da ilişkisi
yoktur!.. Hele 12 İMAM'ın ve onların yolunda giden gerçek ALEVİLER'in hiç
yoktur!
Bu olaylar ALİ'yi ve EHL-İ BEYT'i "sever" gözüküp menfaat
peşinde koşan mel'un kişilerdir... Hepsinin hikayesini ibretle ilerde
okuyacaksınız.
17- İMAM CAFER-ÜS SÂDIK Hazretleri, Hz. HASAN'ın
torunlarından ABDULLAH'a, "Onlar nereden senin ŞİA'n oluyor?...Senin
tanımadığın, seni tanımıyan insanlar nasıl senin ŞİA'n olabilir?" derken,
aslında ŞİA'nın tarifini çok açık bir biçimde vermiştir. Zaten biz de bu
ifadeden yararlanarak 12 İMAM'DAN SONRA ŞİA YOKTUR demiştik...
(Bakınız:
12 İMAM DÖNEMİ, TANIMLAR
)
Böyle bir yakınlık iddia ederek HİLAFET ve SALTANAT
mücadelesine girenleri biz, ŞİA değil; Şİİ sayarız... Gelişmelerden gayet
bariz olarak görülüyor ki, 12 İMAM'ın ŞİİLİK'le alakası yoktu. Bizim
ALEVİLER ile BEKTAŞİLER'in çok sevdiği EBA MÜSLİM-İ HORASANİ dahi 12
İMAM'ın, yani ALİ OĞULLARI'nın değil ABBAS OĞULLARI'nın ŞİA'sı idi!...
Yani ŞİA, ALİ TARAFTARI anlamına bile
gelmez. Belki ALİ
ŞİA'sı diyebiliriz ama, o zaman da ALİ'NİN YAKINLARI anlamına gelir. Yani
böyle bir ifade kullanıldığında ALİ'Yİ ŞAHSEN TANIYANLAR, ALİ'NİN DE
ŞAHSEN TANIDIĞI KİŞİLER anlaşılır...ŞİA, asla bir MEZHEP anlamı da
taşımaz!
Bu bizim uydurmamız değil; İMAM CAFER-ÜS SADIK
Hazretleri'nin kendi tarifidir...
Az önce "EBA MÜSLİM, ŞİA değildi" dedik, yani 12 İMAM'ın
ŞİA'sı değildi, demek istedik. Daha doğrusu
İMAM CAFER Hazretleri'nin sözünü naklettik. Çünkü ikisi de birbirini
tanımazdı... Ama İMAM EBU HANİFE, ŞİA'dır!... Çünkü İMAM CAFER'i, ailesini,
EHL-İ BEYT'i tanırdı. Oturup sohbet etmiş, onlardan irfan almıştı!
İşte CANLAR!..Görüldüğü gibi, TARİHİ olaylara yakından
bakınca; duya duya alıştığımız, ama doğruluğunu asla araştırmadığımız
hususlara eğilince gerçekler tüm açıklığı ile karşımıza çıkmaktadır.
18- TÜRKİYE'de ALEVİLER arasında bir CAFERİ "Mezhebi"nden
söz edilir. ALEVİLER'in en en yaygın kitabı da İMAM CAFER BUYRUĞU diye
bilinen kitaptır. Aslında ikisinin de İMAM CAFER ile, İMAM CAFER'in
yazdıkları ve öğrettikleri ile alakası yoktur!
CAFERİ MEZHEBİ tabirini ilk kullanan ŞAH İSMAİL'den çok
sonra, ve başka bir TÜRK boyundan gelen 1600'lerde yaşamış NADİR ŞAH'tır.
Kendisi İRAN'daki ŞİİLİK uygulamasının hem TÜRKLER hem de MÜSLÜMANLAR
arasında büyük bir bölünmeye yol açtığını görmüş; ve bunu kaldırmak için
dönemin OSMANLI PADİŞAHI ve MÜSLÜMANLAR'ın HALİFE'sine başvurmuş,
- "Bizdeki
uygulamaya CAFERİ MEZHEBİ deyip 5. MEZHEP olarak kabul edin, böylece
sürtüşme ortadan kalksın,"
diye haber göndermiştir. Eğer OSMANLILAR kabul
etseydi, pek çok sorun ta o zamandan önlenebilirdi.
BUYRUK adlı kitap ta İMAM CAFER'den en az 700 yıl sonra
bir TÜRK tarafından hazırlanmıştır. Yazarı, derleyeni, yararlandığı
eserler belli değildir. Sadece TÜRKİYE'deki ALEVİLER'ce bilinir ve
uygulanır. İRAN ŞİİLERİ (oradaki ALEVİ AZERİ TÜRKLERİ'nin büyük kısmı da
dahil olmak üzere) her ikisini de kabul etmezler.
Burada hemen belirtelim ki, ŞİİLİK pek çok kolu olan bir
MEZHEP'tir. Ama ALEVİLİK, hiç bir zaman MEZHEP olmamıştır. ALEVİLİK,
ALİ'NİN YOLU'dur, olsa olsa bir TARİKAT sayılabilir. BEKTAŞİLİK,
MEVLEVİLİK, MELAMİLİK gibi... Ama en doğrusu, bizce ALEVİLİK bir
MEŞREP'tir, bir hayat tarzıdır. Pek çok çeşidi vardır. TÜRKİYE'nin içinde
bile bir grup ALEVİ'nin tarzı, bir diğerininkine uymaz. Çoğu eski TÜRK
DİNİ ŞAMANİZM'den özellikler taşır. Bir kismı da yahudilikten,
hıristiyanlıktan etkilenmiştir. Bazıları da bizim MAKBUL saymadığımız
tarzda gelişmiştir. Hatta ALİ'ye bağlı olduğunu söylemelerine rağmen,
kendilerini MÜSLÜMAN saymıyan küçük bir grup dahi vardır... ALEVİLİK'te
ölçü MUHAMMED-ALİ YOLU'nda olmaktır!
19- Biz ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesinin ARAP AİLE
KAVGALARI'ndan çıktığını defalarca belirttik. Şimdiye kadar anlattığımız
bütün olaylar yakın amca oğulları ile uzak amca oğulları ve akrabalar
arasında geçmiştir. ÜMEYYE OĞULLARI ve HAŞİM OĞULLARI gibi... İşte EMEVİ
saltanatının yıkılması ile bu sefer EBU TALİB OĞULLARI ile ABBAS OĞULLARI
arasında bir çekişme görülmektedir. Her ikisi de PEYGAMBERİMİZ'in
amcasıdır. İkisi de Hz. MUHAMMED'i hep desteklemişler, yardımcı
olmuşlardır.
Bir hususu da hatırlatmak gerekir. ABBAS, PEYGAMBERİMİZ
hayatta iken MÜSLÜMAN olmuştu. Ama daha önce vefat etmiş olan EBU TALİB
olmamış, son nefesinde kendisine İSLAM teklif edilince, "EBU TALİB korktu
da, ölmeden önce MÜSLÜMAN oldu, derler" diye kabul etmemişti... Yine de imanını
ALLAH bilir.
Ancak bizim burada vurgulamak istediğimiz, bizim ALEVİ ve
BEKTAŞİ kardeşlerimiz EBU TALİB'i, PEYGAMBERİMİZ'e arka çıkması ve ALİ'nin babası olması hasebiyle çok
severler, ABBAS'ı da soyu HİLAFET'i ele geçirdi, ALİ'nin hakkını yedi diye
pek sevmezler. Halbuki o zatın bunda bir günahı yoktur ki!.. Kendisi
yıllar önce ölüp HAK'kın rahmetine kavuşmuştur. TÜRKLER'in bu iki amcanın
oğulları arasında meydana gelen olaylarla hiç bir alakaları yoktur. 12
İMAM'ın da yoktur. Yani, ne Hz. ALİ'nin ne de oğulları HASAN ve HÜSEYİN'in
ABBAS ile bir sürtüşmesi olmamıştır!.. İMAM CAFER'den ve sonrakiler de
zaman zaman zulme uğramışlarsa da, ABBAS SOYU'na kız vermiş, kız
almışlardır. Yani ABBASİ HALİFELERİ'ne rastgele söğen bir ALEVİ veya
BEKTAŞİ, ayni zamanda Hz. ALİ'nin TORUNLARI'na da söğer duruma gelir!..
Bundan mutlaka kaçınmak gerekir!
Kaldı ki, teferruatıyla anlattık, İMAM CAFER
Hazretleri'nin ve ondan sonra gelen 5 İMAM'ın ABBASİLER'in HALİFE olmasına
bir itirazları olmamış, hiç bir zaman mücadeleye girmemiş, ayaklanan başka
ALİ OĞULLARI'na destek çıkmamışlardır. Bu yüzden artık bizim de
ABBASİLER'e duygusal bir tepki ve düşmanlık beslememiz düşmanlık olmaz.
Hatalarını elbet ele alır, değerlendiririz. Ama İMAMLAR'ın göstermediği
düşmanlığı bizim göstermemiz, en azından o İMAMLAR'a saygısızlık olur.
20- HALİFE MEMUN'un İMAM RIZA'yı kendisinden sonra HALİFE
yapmak istemesi üzerine ayaklanan ABBASİLER'in, MEHDİOĞLU İBRAHİM'i HALİFE
yapmaları ortaya çok enteresan bir durum çıkarmaktadır.
Bir tarafta SÜNNİ sayılan HALİFE ve İMAM RIZA
var... ona
karşı da ABBAS OĞULLARI ve Şİİ inançlı İBRAHİM var... Yani İBRAHİM, ALİ
YOLU'nda olduğunu iddia ediyor ama, ALİ OĞULLARI'ndan birinin HALİFE olma
ihtimali karşısında ayaklanıyor!!!
Öte yandan SÜNNİ sayılan ABBASİLER, iktidar elden
gitmesin diye, ALİ YANLISI olduğunu iddia eden kendilerinden birini HALİFE
yapıyorlar!!!
İşte CANLAR, DİN ve MENFAAT böyle birbirine karışmıştır.
Bu konunun ALİ'yle MUHAMMED'le ilgisi yoktur!.. TÜRKLER'le de yoktur.
Ortada sadece AİLE ve İKTİDAR KAVGASI vardır.
21- Görüldüğü gibi HALİFE MÜTEVEKKİL, İMAM NAKİY
Hazretleri'ni sofrasına çağırıyor, ve ŞARAP ikram ediyor. İMAM içmiyor!...
12 İMAM'ın hiç biri ŞARAP içmemiştir!.. Bu konuda
KUR'AN'a ve Hz. MUHAMMED'in SÜNNET'ine uymuşlardır. EHL-İ BEYT'in hemen
hiç biri içmemiştir. İRANLI ŞİİLER de bu konuda SÜNNİLER gibi davranır ve
ALKOLLÜ İÇKİLER'i HARAM sayarlar... Onlar çok daha ileri gider ve TASAVVUF'u
da kabul etmezler. Ama
bunu bizim ALEVİ ve BEKTAŞİLER'imiz bilmez. İRAN'daki ŞİİLİK uygulamasını
hâlâ TÜRK HÜKÜMDARI ŞAH İSMAİL'in HATAYİ mahlası ile yazdığı şiirlerdeki
gibi sanırlar. Hiç te öyle değildir! 1880'lerden itibaren
İran'da durum çok değişmiştir... Bunu da ilerde anlatacağız.
Öyle olmayan bir başka husus, ŞARAB, DOLU, MEY, BADE, DEM
gibi tabirlerin ve SEMAH, SAZ, GÜLBANK uygulamaların 12 İMAM'dan çok sonra
ALEVİLİK içinde yer aldığı, onlarla hiç bir bağlantısı olmadığıdır!
Bunların büyük bir kısmı HORASAN'dan ve TÜRKLER'le birlikte gelmiş, CEM ayininde
yer almaya başlamıştır. ALEVİ meşrepli şair ÖMER HAYYAM'da, HAFEZ'de vardır,
SELÇUKLU döneminde başlamıştır, ama AHMED YESEVİ ve HACI BEKTAŞ'ta
yoktur!... HACI BEKTAŞ da DEM almaz, DOLU içmez, SEMAH yapmazdı!
Bunları ilerde daha teferruatıyla göreceğiz. Şimdilik
sadece ALEVİ ve BEKTAŞİ kardeşlerimize, 12 İMAM DÖNEMİ'nde SÜNNİ
sayılanlar ile ALEVİ sayılanlar arasında İNANÇ bakımından bir fark
olmadığını göstermek istedik. Eğer ŞARAP içmek insanı ALEVİ yapsaydı,
MÜTEVEKKİL ALEVİ olurdu. İMAM NAKİY de içmediği için SÜNNİ!..
ŞARAP ve DOLU konusunda kendi düşüncemizi de söyliyelim:
KUR'AN'da üç aşamada HARAM kılınmış olan ŞARAP, EHLİNE HELÂL, NAEHLİNE
HARAM'dır!.. Yani içtiği AŞK ŞARABI olan, her türlü aybı, kusuru, farkı
görmekten kurtulan kişi için HELÂL'dir. HARAM'sa, günahı bize olsun!..
Delilimiz de CENNET'teki KEVSER ŞARAB'ıdır. Yüce ALLAH, ŞARAP demiş, ŞURUP
dememiş ki!.. BEKTAŞİLER bunu bildikleri için DEM alırken, AŞK OLSUN,
derler...
Ama içtikçe sapıtan; ayba, günaha batan için KATRESİ
HARAM'dır.
O zaman İMAMLAR, HACI BEKTAŞ niye içmezdi, diye soranlara
deriz ki, onların İLAHİ AŞKI duymaları için ŞARAB'a, MEY'e, DEM'e
ihtiyaçları yoktu ki!..Onlar tepeden tırnağa HAK ÂŞIĞI olmuş, O'ndan başka
şey göremez olmuşlardı zaten!
22- TÜRKLER, HALİFE MUTASIM zamanından itibaren İSLAM
içindeki yerlerini almaya başlamışlar ve o tarihten itibaren de İMAMLAR
ile irtibata geçmişlerdir. (842) İMAM NAKİY, İMAM HASAN-ÜL ASKERİY ve İMAM
MUHAMMED MEHDİ ile birlikte, aynı şehirde yaşamışlar, onlardan feyz
almışlardır. Hele bu son 3 İMAM döneminde HALİFELER ile bir sürtüşme söz
konusu değildir. Birbirlerinden kız alıp vermişlerdir. İMAM NAKİY'in
namazını da HALİFE MUTEMED'in kıldırdığını da unutmayalım.
Yani HİLAFET'in İNANÇ açısından ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesinde
bir yeri yoktur... ALİ OĞULLARI ile ÜMEYYE OĞULLARI'nın ve ABBAS
OĞULLARI'nın zaman zaman karşı karşıya geldikleri olmuştur ama, bu olay
ALİ OĞULLARI'nın kendi içinde de vardır. Hemen sıralamak gerekirse, İMAM
MUSA-L KÂZIM'ın öz kardeşi MUHAMMED, ÖZ KARDEŞİ İSMAİL'in oğlu MUHAMMED,
İSMAİL'in diğer oğlu ALİ, İMAM HASAN-ÜL ASKERİY'in kardeşi CAFER kendi
adlarına İMAMLIK mücadelesine girmişlerdir.
Nasıl ki onların bu mücadelesinin ALEVİLİK-SÜNNİLİK'le
alâkası yoksa, HALİFELER'in kötü davranışlarının da politikadan başka bir
özelliği yoktur.
23- MEHDİ kelimesi KURTARAN, YARDIM EDEN demektir.
ALLAH'ın isimlerinden olan HÂDİ'den gelir. O da DOĞRU YOLU GÖSTEREN
demektir. MEHDİ, ALEVİ, BEKTAŞİ ve Şİİ inancında dünyanın son günlerinde
tekrar dünyaya inip İNANANLAR'ı kurtaracak kişidir, ve bu son
12. İMAM'dır.
Gerçek odur ki,
kimseyi kendi gönlündeki MEHDİ'den başkası kurtaramaz!. Kurtarsaydı, 124.000 peygamber insan
soyunu kurtarmaya kâfi gelirdi!
Açıkça belirtelim ki, Hz. MUHAMMED'den dünyanın sonu ve MEHDİ hakkında rivayet
edilen HADİSLER hep tartışmalıdır. Çünkü aralarına İSRAİLİYAT karışmıştır.
Yani İSLAM'ı istemeden kabul eden YAHUDİLER'in bilerek ve dinimizi
YAHUDİLİK şekline sokmak amacıyla uydurdukları HADİSLER vardır aralarında.
Çünkü YAHUDİLİK'te bir MESİH kavramı vardır. Hz. İSA aslında MESİH idi.
Yani dokunmasıyla ölüyü DİRİLTEN idi. Ancak YAHUDİLER onu kabul etmediler,
hatta ölümüne sebep oldular.
İSA'nın mezarından kaybolması olayı bu sefer
HIRİSTİYANLIK inancına bir SAVIOR-KURTARICI kavramı getirdi. Yani dünyanın
sonunda İSA MESİH tekrar inecek, kendi kırallığını kuracak ve kendine
inananları kurtaracak diye inanıldı. Hem YAHUDİLİK'teki MESİH, hem de
HIRİSTİYANLIK'taki KURTARICI inancı, ROMA topraklarını fetheden
MÜSLÜMANLAR'a da bir şekilde geçti. FİLİSTİN, SURİYE, IRAK, ANADOLU'ya
yerleşen MÜSLÜMAN ARAPLAR ve TÜRKLER bu inançlardan etkilendiler, MESİH ve
KURTARICI onlar arasında SÜNNİLER'de İSA; ALEVİ, BEKTAŞİ ve ŞİİLER'de
MEHDİ'ye dönüştü. İRAN'a, hatta ta HORASAN'a kadar İMAM MEHDİ'nin
ölmediği, gaybe karıştığı ve kıyametten önce döneceği inancı yayıldı.
MEHDİ'de tecelli eden de Hz. ALİ olacaktı. Bir ALEVİ şairimizin "ALİ'm, ne
yatarsın, günlerin geldi" dediği, gibi MEHDİ ve ALİ beklenir oldu.
Bizce ALLAH her şeye KAADİR'dir. Elbette ki, istese
İSA'yı da, MEHDİ'yi de sonsuza kadar yaşatır. Ama KUR'AN'da çok açık bir
şekilde belirttiği ve BEKTAŞİ ileri gelenlerinin de inandığı gibi Hz. İSA
ölmüş, sonra HAKK'a yükselmiştir. KUR'AN'da KIYAMET ile ilgili pek çok
ayet vardır ama, ne onun, ne de MEHDİ'nin geleceğine dair en ufak bir ima
dahi yoktur.
MÜSLÜMANLAR arasındaki hem Hz. İSA'nın, hem de MEHDİ'nin
dönüp geleceği beklentisinin hiç bir sağlam dayanağı yoktur. Buna ihtiyaç
ta yoktur. İSA'nın yerine MUHAMMED'i gönderen ALLAH; eğer gerekse dünyanın
sonu geldiğinde elbette bir başkasını gönderebilir. Sonra niye MUHAMMED
dururken İSA'yı göndersin??? Bunların tutarlı bir yanı yoktur. Dediğimiz
gibi İSRAİLİYAT VE HIRİSTİYANİYAT'tan ibarettir.
Ama burada eklememiz gereken bir husus var: Bir
KURTARICI yok mu? Çıkıp ta bize DOĞRU YOLU GÖSTERECEK yok mu? Elbette
var!.. O KURTARICI ve HİDAYETE ERDİRİCİ ancak ve ancak Yüce
ALLAH'tır!... Ve zaten herkesin gönlünde gizli durmaktadır. Ne zamanki kişi
gerçek İMAN'a erer, TANRI'nın HİDAYET'i kendini gösterir, RUH'unu EBEDİ
HAYAT'a DİRİLTİR. Gerçek MEHDİ, her insanın
gönlündeki TANRI NURU'dur!.. Ne mutlu o ışığı bulabilene!..
İşte bizim MEHDİ (HİDAYETE ERDİREN) ve MESİH (DİRİLTEN)
inancımız budur!
NOTLAR - 2
24- 10 MUHARREM KERBELÂ FACİASI'nın yıldönümünde ŞİİLER
toplu olarak ellerinde kılıçlar, zincirler ile sokaklarda, meydanlarda
dövünürler. Son 5-10 yıldır bu âdet İSTANBUL'a yerleşmiş olan ve
kendilerini CAFERİ olarak adlandıran grup tarafından da uygulanmaktadır.
Bu dövünme, bazı ALEVİ ve BEKTAŞİ kardeşlerimizin sandığı
gibi HÜSEYİN'in acısından dolayı değildir!.. Yazımızda belirttiğimiz gibi,
KÛFELİLER'in "HÜSEYİN'i çağırdık, ama sonra yalnız bıraktık, ŞEHİT
olmasına sebep olduk" düşüncesiyle bir "pişmanlık" ifadesidir ve SÜLEYMAN
BİN SARD'ın ayaklanmadan önce Hz. HÜSEYİN'in mezarında yaptığı gösteriyle,
685 yılında başlamıştır. Ondan sonra da âdet haline gelmiş, KÛFELİ
olmayanlar arasında da yayılmıştır. İRAN'da pek aşırıya giderler, ölenler
bile olur... Ancak TÜRKLER ile alâkası yoktur.
O daveti yapmamış, HÜSEYİN'i yarı yolda yalnız
bırakmamış, hele KUFELİ olmayanın, ARAP olmayanın, hele 1300 sonra
İSTANBUL'da yaşıyanın böyle bir DÖVÜNME'ye başvurması için ortada bir
sebep yoktur.
Bu dövünmenin ne HÜSEYİN'e, ne de dövünene yararı
vardır!.. İSLAM'da DÖVÜNME değil; TÖVBE vardır!
Üstelik 12 İMAM'dan hiç biri, hatta diyebiliriz ki,
EHL-İ BEYT'ten hiç biri bu döğünmelere katılmamıştır.
25- MUTEZİLE, ayrılanlar anlamındadır. 720'lerde ortaya
çıkmış olan bir MEZHEP'tir. Mezhebin ileri gelen isimleri EBU-L HUZEYL,
NAZZAM, CAHIZ ve CÜBBAL'dır. MUTEZİLE mezhebi 830'larda güçlendi, ancak
910'larda EŞ'ARİ ve MATURİDİ'nin tenkitlerine cevap veremez hale gelince
zayıfladı. BUVEYHİLER (930-1055) zamanında tekrar güçlenir gibi olduysa
da, halen YEMEN'de ZEYDİ diye bilinen grubun dışında bir etkisi yoktur.
TEVHİD ve ADALET'in dahil olduğu 5 ESAS üzerine kurulmuştur. Ayrılığın
temelini de "BÜYÜK GÜNAH işleyen MÜSLÜMAN'ın durumu" üzerine sürdürülen
tartışma teşkil eder. HARİCİLER'e göre bu kişi KÂFİR iken, MUTEZİLE
mensuplarına göre FÂSIK'tır. HANEFİLER'e göre de ZINDIK olur.
26- RÂFIZİ, reddetmek anlamına gelen kelimeden
türemiştir. EBUBEKİR ile ÖMER'in HİLAFET'ini kabul etmeyen kişiye denir.
Şİİ mezheplerdendir. İlk defa Hz. HÜSEYİN'in torunu ZEYD ayaklanınca
ortaya çıkmıştır. ZEYD'in etrafına toplananlar ona EBUBEKİR ve ÖMER'i
sormuşlar, o da: "Onlar hakkında İYİLİK ve HAYIR'dan başka bir şey
bilmiyorum," diye cevap vreince onu terketmişlerdir!.. İşte bu terkedenler
sonradan RÂFIZİ diye anılmaya başlamıştır.
Görüldüğü gibi ayaklanan ALİ OĞULLARI'nın bile EBUBEKİR
ve ÖMER'le bir alıp veremediği yoktu!.. Ama kendini Şİİ, yani ALİ YAKINI
sayanlar ise bu konuda aşırıya gidip ALİ OĞULLARI'nı bile terketmişlerdir.
***** |